5 entry daha
  • winnicott eserlerini okudukça beni yaşamaya heveslendiren isimlerden. uzun yazmayacağım ama entry’e winnicott’un kitabı bitirdiği yerden başlamam umuyorum winnicott için sorun teşkil etmez. böyle kuramcılar için çokça saygı ve dolaylı yollardan sevgiler.

    kitabın son cümlesi şu şekilde :*bırakalım gençler toplumu değiştirsin ve yetişkinlere dünyayı yeni bir gözle görmeyi öğretsinler; ama büyüyen bir kız ya da oğlan meydan okuduğu zaman bir yetişkin de bu meydan okumaya karşılık versin. bu karşılığın ille de hoş olması gerekmez. bilinçdışı fantezide bunlar ölüm kalım meseleleridir. (199)

    bir yanıyla kuram kitabı olan bu eserin böylesi kişisel bir değerlendirmeyle bitmesi benim için öldürücü darbeydi. elimdeki gençlik ve içinden çıkmayı beceremediğim ergenliğimle ne yapacağım sorusu son yıllarda beni sıkı sıkı sarıyor. herkesin geçtiği -ve belki de içinde taşımaya devam ettiği- bu gençlik evresi; müsamahanın, çarpışmanın, katlanılmanın, sivilcelenmenin ve hudutsuzca akıl yürütmenin mekanıymış gibi geliyor bana. sivilcelenme bilhassa, en çok onun mekanı.
    durum böyle olunca yetişkinler müsamaha göstermede becerikli ancak yol göstermede epey toy kalıyorlar. bunun sebebini henüz çözemedim. hayata 40 yaş olgunluğuyla başladığını düşündüğüm insanlarla tanışmaya hala devam ediyorum. gün sonunda kendi dalgalı dünyamın bir yetişkinin gözünden nasıl göründüğünü anlamak da winnicott gibi adamların kitaplarına kalıyor.

    winnicott eser boyunca karşılık vermekten bahsediyor. diyor ki: *bebeklerin çoğu verdiklerini geri alamama deneyimini uzun süre yaşamak zorunda kalırlar. bakar ve kendilerini göremezler. (152) annelerinin yüzünde kendisini göremeyen bu çocuklar geçen zaman zarfında kendi gerçekliklerini inşa etmekte zorlanıyor hatta ketleniyorlar. çünkü gerçekliği ara bir zeminde kuruyoruz. dış gerçeklik, ev, araba, nesne, öteki.. iç gerçeklik, fanteziler, rüyalar, algılar, iç sesler, hayaller.. ama yaşam dışarısıyla içerisinin arasında sürdürülüyor, işte bu alan oyun alanı. insan oyun oynayabildiği müddetçe yaratıcı bir hayat sürüyor. oyun oynadığı müddetçe; yani dünya ona karşılık verdiği müddetçe. üzüldüğümüzde görülmek, aşık olduğumuzda sevilmek, öfkelendiğimizde kavga etmek isteyişimiz bu yüzden. bu duygular iç gerçeklikte birer kurgu, algı ya da kuruntu olarak kaldığında yaşamıyoruz, yaşıyoruz da bütün bir varlık olarak yaşamıyoruz. winnicott’un örneğiyle:
    *hastam büyüdükçe gerçekte olan hiçbir şeyin onun için tam anlamıyla önemli olmadığı bir hayat kurmayı başarmıştı. zamanla, kendi başlarına bütünlüklü insanlar olarak var olduklarını hissedemeyen birçok insandan biri haline gelmişti. önce okulda sonra da işte farkında olmadan, çözülmüş olan parçası hep başka bir hayat sürüyordu. (53)

    içindekini oyun zeminine çıkarmak, bir anlamıyla da kendini ifşa etmek kişiyi gerçek birine dönüştürecek yegane yol olarak gözüküyor buradan bakınca. ama tüm ifşalarda olduğu gibi ifşa edilen kişiyi faş eden bir göz olması gerekiyor. muhatap bulmak bu yüzden önemli. üstelik ilk etapta bu muhatabın varlığı yeterliyken oyunu sürdürebilmek, adım attığınız zeminden yeni anlamlar, düşünce biçimler çıkarmak, yeni renkler üretebilmek için karşı tarafa güvenmeliyiz. güvenmeliymişiz yani, ben diyormuşum gibi olmasın. *imge oluşturma ve bunları yeni kalıplar içinde bir araya getirerek yapıcı bir biçimde kullanma kapasitesi bireyin güvenme yeteneğine bağlıdır. (141) güvenme yeteneği ise yüzüne baktığımızda bizi gören bir anneyle başlıyor. güvenmek o halde winnicott’un tabiriyle verdiğini geri alabileceğine inanmaktır. paranı, sevgini, emeğini ve diğerleri. güvenmek istiyoruz çünkü problem yalnızca bizim annemizle sağlıklı bir bağ geliştiremememizden falan kaynaklanmıyor, oyun oynamanın kendisi istikrarsız, belirsiz ve dağınık bir eylem. başı ve sonu belli değil, oyunun nereye evrileceği, bir sonraki adımda bizi kimin yeneceği ya da bizim yenmek için hangi sınırları zorlayabileceğimizi önceden kestiremiyoruz. yaratıcı, tatmin edici ancak tehlikeli bir süreç. gündelik hayatımız bu yüzden kurallarla çevrili; birbirimizde kalıcı hasarlar bırakmayalım diye. şimdi bunları bir de winnicott söylesin: *çocukların oyun oynayabilecek hale gelmelerinin kendisi doğrudan ve evrensel geçerliliği olan bir psikoterapidir; oyun oynamaya karşı pozitif bir toplumsal tavır takınmak da buna dahildir. bu tavır, oyun oynamanın her zaman korkutucu olma ihtimalini içinde taşıdığını hesaba katmalıdır. kurallı oyunlara ve bunların örgütlenmesine, oyun oynamanın korkutucu yanına karşı alınmış önlemlerin bir parçası olarak bakılmalıdır. (77)

    gün sonunda winnicott’un bizi getirip bıraktığı yer gündelik hayatımızın tam ortası, kültürel deneyim dediği yer burası. kitabı bitirdiği yer bir babanın evladıyla nasıl başa çıkacağını bilemediği noktada ‘karşılık ver kardeşim, geri durma ver sen de karşılık, çocuk değil ki artık aa!’ diye dostunu gazladığı yer gibiydi. şaka bir tarafa karşılık sahiden önemli.

    o zaman son sözü yine winnicott söylesin: bazı şeyleri ne kadar kolay söze dökersek o kadar etkisiz kalırız. (196)

    bir de tüm metin boyunca zihnimin içinde şu nadide eser çaldı:

    gül, ben gülünce sen de gül (bebek anneden karşılık bekliyor)
    hep benim yanımda ol (bebek anneye güveniyor)
    koşalım birlikte yarınlara (oyun kuralım daveti)

    anlat, bana sevgiyi anlat (ergenliğe geçiş bu sefer anne rolünü partner alıyor)
    elimden tut götür beni (partnerle yurtdışına çıkılıyor hjfkgjdks)
    gelecek o güzel mutlu günlere (belirsiz, dağınık ama heyecanlı oyun zemini)

    benimle oynar mısın benimle (oyun daveti)
    oynar mısın benimle (oyun daveti)
    umutla ve neşeyle.. (güvenebilen sağlıklı bireyin oyun daveti)
hesabın var mı? giriş yap