7 entry daha
  • çiğdem dürüşken hoca, bu çevirisini mesleğinde ve antikiteyi anlamasında doruk noktası olarak gördüğünde, seneca 'nın de providentia sı üzerine daha fazla eğilmiştim ve hoca'ya o çevirisiyle seneca'nın derin felsefi heyecanını nasıl vermiş olduğunu merak etmiştim. zira o seneca ki francis bacon'a göre; bir pagandan beklenmeyecek ölçüde derin sözler sarfedebilen bir romalı stoacıdır, ve bacon'ın hiristiyanlık çerçevesinde hor gördüğü bu adamın tanrısal öngörüsü'nün böyle akıcı bir üslupla türkçeye kazandırılmış olmasından memnuniyet ve hocaya salt bu çalışmasından ötürü bile sonsuz bir saygı duydum. ama başlığımız "de consolatione philosophiae" ve ben bunun üzerine konuşmalıyım. evet o gün odasında, her ne kadar aksini dile getirmiş olsam da, bugün görüyorum ki, gerçekten hoca boethius 'la bütünleşmiş ve eserin türkçesinde ve latincesinde kah teselli veren kah alan olmuş. keşke fırsatım olaydı da, hocanın bu konudaki heyecanını tümüyle buraya yansıtabilseydim. ama namümkün burada sunabileceklerim sadece kendi heyecanlarım, belki boethius'a yaklaşacağım belki ondan aradaki yüzyılların yorgunluğuyla uzaklaşacağım, ama ne fark eder, onu anlamaya çalıştığımı bilmesini isterim sadece. hatta bu yorgun ve kimi zaman dalgın zihnimle algılayabileceklerim içinde üstadın çift taraflı kader inancı ve bedbaht haldeki beşere tesellisi, felsefi bir zemin üzerinde aklın raksı şeklinde kendini gösteriyor.

    boethius yaşadığı çağ ve düşün gücüyle paganizm ile hiristiyanlık arasında bulunuyordu; tam ortada. o yüzdendir ki; kimi zaman tanrıya kimi zaman doğaya sarılışı, o yüzdendir ki yüzyıllar önce yazılmış olmasına rağmen, i.s. 2007 yılında bugün bile nicelerine teselli veriyor oluşu.

    felakete uğramış, her şeyini yitirmiş adamımız hücresinde sefil bir şekilde otururken, musaların etkisiyle ağıtlar yakarken kaybettiği mutlu günlerine; "düşmüş adamın bastığı yer hiç güvenli olur mu!" ("qui cecidit, stabili non erat ille gradu." 1,1, 22) diye hayırflanırken, kaderin ona nasıl düşman olduğunu düşünürken, bu hüzünlü yakınmalarını kaleme almaya karar vermişken, muhteşem görünümlü bir kadın başında dikilir. ("..haec dum mecum tacitus ipse reputarem querimoniamque lacrimabilem stili officio signarem, adstitisse mihi supra uerticem uisa est mulier reuerendi admodum uultus.." 1,1, 1-4) boethius kadını şöyle tarif ediyor: ".. işıl ışıl yanan gözlerinden, sıradan insanın çok ötesinde keskin bir anlayışa sahip olduğu belliydi. rengi capcanlıydı, sonsuz bir dirilik vardı üstünde. ama yine de, bizim çağımızdan olmadığını hisettirecek kadar yaşlıydı. boyunu tahmin etmek güçtü; çünkü bir an sıradan bir insan boyunda görünürken, bir an başının tam tepesiyle göğe değecekmiş gibi geliyordu. hatta başını daha da yükselttiğinde, göğün içine süzülüyor, insanın görüş alanından kayboluveriyordu. zarif bir işçilikle dokunmuş incecik ipliklerle dikilmişti elbisesi, kumaşı hiç bozulmayacak derecede kaliteliydi. sonradan kendisinden öğrendim ki, elleriyle dokumuştu onu. ama uzun zamandır hiç temizlenmediğinden, is tutmuş masklar gibi, rengi yer yer kararmıştı. alt kenarına yunanca "pi" harfi işlenmişti, yakasına da "theta" harfi. bu iki harfin arasına, tıpkı merdiven basamakları gibi, belli dereceler işaretlenmişti. bu derecelerle en alttaki harften en üstteki harfe doğru bir yükseliş söz konusuydu. ama bazı hainlerin elleri bu elbiseyi yırtmış, her biri koparabildiği kadar bir parça koparmıştı ondan. söz konusu kadının sağ elinde bazı kitaplar vardı, sol elinde de bir hükümranlık asası." ("oculis ardentibus et ultra communem hominum ualentiam perspicacibus colore uiuido atque inexhausti uigoris, quamuis ita aeui plena foret ut nullo modo nostrae crederetur aetatis, statura discretionis ambiguae. nam nunc quidem ad communem sese hominum mensuram cohibebat, nunc uero pulsare caelum summi uerticis cacumine uidebatur; quae cum altius caput extulisset, ipsum etiam caelum penetrabat respicientiumque hominum frustrabatur intuitum. vestes erant tenuissimis filis subtili artificio, indissolubili materia perfectae quas, uti post eadem prodente cognoui, suis manibus ipsa texuerat. quarum speciem, ueluti fumosas imagines solet, caligo quaedam neglectae uetustatis obduxerat. harum in extrema margine [greek: pi] graecum, in supremo uero [greek: theta], legebatur intextum. atque inter utrasque litteras in scalarum modum gradus quidam insigniti uidebantur quibus ab inferiore ad superius elementum esset ascensus. eandem tamen uestem uiolentorum quorundam sciderant manus et particulas quas quisque potuit abstulerant. et dextera quidem eius libellos, sceptrum uero
    sinistra gestabat." 1,1,4-25)

    hücrede sessizlik hakimdir, ta ki bu gizemli kadın bedbaht adamımızın etrafında gezinen , durumuna ağıt yakmasına sebep olan ilham perilerini (musa'lar) kovuncaya dek.

    "..kim bu tiyatro kahpelerinin şu hasta adamın yatağına yanaşmasına izin verdi? acılarına hiçbir şekilde deva olmadıkları gibi, bir de tatlı zehirleriyle onları iyice koyultan bu şırfıntıları? aklın bol meyve veren ekinini, tutkunun kısır dikenleriyle katleder bunlar, insanın zihnini iyileştirecekleri yerde hastalığa alıştırırlar."
    ("..quis..has scenicas meretriculas ad hunc aegrum permisit accedere quae dolores eius non modo nullis remediis fouerent, uerum dulcibus insuper alerent uenenis? hae sunt enim quae infructuosis affectuum spinis uberem fructibus rationis segetem necant hominumque mentes assuefaciunt morbo, non liberant." 1,1, 29-35)

    demek ki kadınımız, bu bedbaht adamın şiirle, ağıtla kendini kandırmasını istememektedir. kadınımız aklıyla vardır, kitaplarıyla, hükümranlık asasıyla vardır. ve bedbaht adamımızı düzlüğe çıkaracaktır. kadınımız bütün felsefi düşün sistemleriyle giyinmiştir ancak kimi yığınlar tarihin her döneminde onun elbisesinden bir parçayı koparmıştır. kimisi epikurosçu inancı koparmıştır, canına okumuş, öğretiyi sadece haz noktasında sınırlamıştır. kimisi platon ve aristo'yle birlikte mitsel düşünce biçimini yerle bir etmiştir. kimisi egemenlik ihtirası yüzünden doğaya gidişi çarpıtmıştır. sonuç itibariyle kadınımız yakasından paçasından sarsılmıştır, ama teselli için, felsefenin tesellisi için ihtiyacı olanın yanına yine de gelebilmiştir! ne mutlu ona!

    felsefe kadın'a göre; "sed medicinae tempus est quam querelae." yani artık tedavinin zamanıdır sızlanmanın değil!

    o halde bir zamanlar yetiştirip büyüttüğü, kütüphanede kitaplarla eğittiği bu adamın nasıl bu hale geldiğine dair yakınmalar yerine, çözümler üretilmelidir. felsefe kadın tespiti yapar: "..hiçbir tehlike yok! zihnin sadece bezginlikten muzdarip, şu aldanmış zihinlerin ortak hastalığından." ("..nihil pericli est; lethargum patitur communem inlusarum mentium morbum." 1,2, 12-13) ve adamımızın yaşlara bulanan gözlerini eteğinin ucuyla siler.

    adamımız felsefe kadını tanır zamanla. adamımıza göre; felsefe onu terk etmiştir, ancak felsefe'ye göre o adamı hiç terk etmemiştir. şerefsizler felsefeyi ele almıştır, ona hükmetmişlerdir, bu terkediş gibi görünen ayrılık ondandır. sokrates bile felsefe yüzünden ölüme gitmedi mi? (nietzsche 'ye göre; sokrates bilerek ölüme gitmiştir: nietzsche'nin sokrates sorunu) ya seneca? ya anaksagoras? zenon'un çektiği ıstıraplara ne demeli? onları yüz üstü bırakan felsefe değildir. kadına göre; şerefsizlerdir onları bedbahtmış gibi gösteren, aslında onlar sefil de değillerdir, onlar kocamandırlar, onlar mutsuz da değillerdir, onlar haklıdırlar, haklılıklarından güç almaktadırlar. (yüzyıllar sonra jean jacques rousseau da benzer ifadeler kullanacaktır: les reveries du promeneur solitaire) o halde adamımız gerçekten bedbaht değildir, öyle görünmektedir ama değildir, felsefe kadın ona tekrar haklı olduğunu, aklıyla, felsefeyle mutlu olması gerektiğini öğretecektir.

    evvela adamımız felsefe kadına zalim kaderi şikayet eder. onun elinden tüm mutluluğunu aldığını söyler. oysa durum öyle midir? adamımız her şeyi kaybetmişse de (olaya bakın ya; şu lanet dizi lost'taki john locke ile felsefe kadın arasındaki benzerliğe, allahın cezası.) aslında bu felsefe kadına göre; adamımızın kaderi tam tanıyamamış olmasındandır. zira kader alan daha sonra verendir, ya da önce veren daha sonra alandır. kaderin dual yapısı yüzünden mutlu olan, yine aynı yapıdan ötürü mutsuzluğa mahkumdur. boethius eserini işte tam da bu nokta üzerinde şekillendirir. adamımıza kaderin verdiğini, yeniden geri almış olmasına üzülmemesi, kendisini sefil hale getirmemesini öğütler.

    "ille de sen kendine sürgün denilmesini istiyorsan, sen zaten kendi kendini sürgün etmişsin. çünkü bunu ancak sen kendin yapabilirdin, başkası değil." ("ac si te pulsum existimari mauis, te potius ipse pepulisti." 1, 5, 7-8)

    mesele adamımızda bitiyor farkında mısınız, insan kendisinin kurdudur, insan kendisinin heyecanıdır, kendisinin tanrısı, kendisinin kaderidir. ölüme, sürgüne yollananlar aslında düşünceleriyle, akıllarıyla vardılar, haklıydılar, ama zehri içmek zorunda oldukları yüzünden bu haklılıklarına zeval gelmedi, gelmemeliydi, boethius, felsefe kadından medet ummuyor, sadece saptığı yola yeniden dönerken onunla ahbaplık ediyor, felsefe kadın ona biz okuyucuların verebileceğinden daha fazlasını vermiyor, sadece ona kaderi anımsatıyor, şu çift taraflı veren ve alan kaderi.

    estne aliquid tibi te ipso pretiosus yani "sana senden daha değerli gelecek bir şey olabilir mi?" diyor, haklı da bunu demekte.

    gerisini estne aliquid tibi te ipso pretiosus başlığından takip ediniz,
    benim tesellim geldi sanırım pc'nin başından kalkmam lazım, ağıt entirilerini sevmiyor da.
16 entry daha
hesabın var mı? giriş yap