22 entry daha
  • tanrı kral kültünün doğudan batıya yolculuğu/#10066347 entirimde üzerinden geçtiğim, gelmiş geçmiş bence en büyük şair vergilius 'un iv. eclogası bahsinin de destekleyicisi bir şeyler söylemek istiyorum bu entirimde, "mitoslarin uygarlasma ve insanlasma sureci" ile ilgili.
    azra erhat hocamızın çok ilginç bir kişiliği ve birikimi varmış, okuyoruz, görüyoruz, keşke burada bu başlık altında yazıp çizdiklerimi göreydi de katkıda bulunaydı, zira mavi anadolu akımının aslında daha etkili olmasını isterdim, yer yer kendilerine katılmasam da, genelde paralel düşündüğümüz de oluyor yani, bugün artık akademide ve belirli çevrelerde bu akımı tartışma imkanımız oluyor daha geniş kitlelere tartışmaları yaymayla ilgili şöyle hızlı bir şekilde düşündüğümde aklıma çiğdem dürüşken hocamın bir sözü geliyor, hocanın o meşhur odasında burada bahsettiğim kaygılardan söz etmiştim bir hayli zaman olmuş, bu tartışmaların, bu bilgilerin daha geniş kitlelere yayılması için interneti kullanabileceğimizi, alaylı veyahut diğer üniversitelerden konuyla ilgili birçok kişiyi tartışmalara dahil edip, mevcut konferansların daha rengarenk ve hareketli geçmesini sağlayabileceğimizi konuşuyorduk. arada bir yerde hocam, "meşhur olma gibi bir derdimiz yok" gibi bir şey söylemişti, yani troia filmi o kadar gümbürtü koparınca, medyanın aklına ancak bir şeyler düştüğünden, bizim o nevişahsına munhasır klasik filoloji koridorumuzu aşındırabileceklerinden vs konuşurken geçmişti bu sözü. yani bilgiye ulaşmak isteyen zaten ulaşıyordu, hele ki hoca'nın sürekli eserleri yayınlanıyor, en son vergilius 'un georgica ve boethius 'un felsefenin tesellisi çevirileri örneğin, isteyen istediği bilgiye ulaşıyordu onca. tabi benim üzerinde durduğum bahis farklıydı, o zamanlar şimdikinden daha da toydum, öyle bir enerjiyle saldırıyordum ki, her şeyin hemen olmasını istiyordum,oysa yaşamım vardı zaman olarak. işte şimdi böyle hızlı hızlı düşününce azra erhat 'tan çiğdem hoca 'ya yaptığım bu kısa yolculuğun bu başlıkla ne alakası var, diye sormanızı istemem, keşke azra erhat olaydı da burada, onunla tartışsaydık bu konuyu. şimdi bakın mater azra (pater sina 'dan * esinlendim.) nasıl destek oluyor bu başlık altındaki kimi tezlerime;

    ".. tekvin'le hesiodos'un eseri arasında ne gibi bir ilinti kurulabilir? aynı kaynak ve geleneklere mi dayanıyor ikisi de? bu konu üstüne ele geçmiş bazı ipuçlarını değerlendirmek yolunu arayacağız. doğrudan ilişki bir yana, hesiodos'un tutum ve davranışında kutsal kitabı anımsatan noktalar bulmuştuk. ozanımızın tarihsel akış görüşü, çağların, soyların birbirlerini izledikleri ve genel evrimde iyiden kötüye doğru bir gidiş olduğu kanısı kutsal kitabın ana görüşü ve kuruluşunda kullanılan yöntemle kıyaslanabilir. bir benzerlik olduğu kuşkusuz, özellikle böyle bir görüşe yunan yazınında, hele kendinden önce biç bir yerde rastlanmadığı göz önüne alınırsa. homeros destanlarında tüm insanlığı kapsayan bir gelişim sürecinden iz yoktur, boş tanrılardan ve efsanelik kahramanlardan başkalarının pek sözü geçmez biliyoruz bu destanlarda. ama kaderi ne kadar ak ya da kara olsun insanların kötüye giden bir akım içinde yaşadıklarını aklından bile geçirmez destanın yazarı. tanrılarla insanların al takke ver külah neşe içinde ömür sürdükleri bir yaşamı betimlemeyi amaçlayan ozan ekmek kavgası diye bir şey bilmez, biliyorsa da ona değinmeyi düşünmez. ne karamsardır, ne iyimser, daha doğrusu kendi çağını, kendi yaşantısını ya da çağdaşlarının yaşantısını söylemez ki, bu konuda duygusal ya da düşünsel bir tavır takınmak zorunluluğunu duysun.

    hesiodos'un karamsarlığı kendinden sonraki ozanlara bulaşmıştır, ionya 'da gelişen lirik şiir özellikle, elegia bu tutumu sürdürür. ne var ki bunların kötümserliği ya kişisel bir eğilimin, ya da işledikleri türün bir gerekçesidir, bir tarih ya da dünya görüşünü içermez, nitekim hesiodos'tan sonra yunan yazınında hesiodos'un ele aldığı efsanelerden iz bulmak olanaksız gibidir. hesiodos'u yunun şiirinden çok latin şiiri sürdürdü, diyebiliriz. büyük şairler izinden yürümüşlerdir: vergilius, ovidius en parlak temsilcileridir bu akımın. hesiodos belki şiirden çok felsefeyi etkilemiştir, ama o alanda da ozanın somut örneklerle canlandırdığı görüşünün ancak soyut bir yankısı bulunabilir, insanların üstüne üstüne yürüyen, onların aydınlatılmasını, eğitilmesini amaçlayan inançlı, eylemci davranışı kimde var? kimsede yok. neden yok, çünkü o sınıf bir daha dile gelmemiştir yunan yazınında diyesim geliyor. evet, hesiodos bir sınıfın, köylü sınıfının felsefesini açımlar, savunur ve yayar." (bkz: hesiodos eseri ve kaynakları)

    peki ben hocanın bu ifadelerinden sonra tekvin -> yunan/hesiodos -> roma -> incil -> islamiyet şeklinde bir insanlaşma sürecinden daha doğrusu, inançları ve inançlıları incitebilir bu ifadem daha doğru bir ifade kullanayam; papa 'nın saldırganlığında olmayayım; mitosların yolculuğunun uygarlıklar açısından böyle bir formülünü çizebilir miyim? bu, 'hiristiyanlık insancıl değerler taşımıyor.' demek değildir, ortak insanlık mirasımızdan söz ediyorum. bu entirimde, bu başlık altında uygulamaya çalıştığım her entiride belli kişilerin örnekleri üzerinde durma yönteminin gereğince, bir azra erhat alıntısı daha yapmak istiyorum aynı eserden, bu sefer konu hesiodos 'un helikon, homeros 'un da ida dağı ile olan ilgisi üzerine. bakın hoca, bu tutkuları nerelere vardırıyor;

    "..hesiodos 'un helikon'a öznel sevgisihomeros 'un ida' ya olan nesnel sevgisinden aşağı olmasa gerek, boiotia' lı ozan en yüksek mertebeye eriştiği dağı herhalde şiiriyle yüceltmek amacını gütmektedir, netekim bunu yapmaya yeltenir. musa'lara helikon'a bir övgüdür theogonia'nın başlangıcına yazdığı, ama hem soluğu homeros'un soluğu değil, hem de kendisi başku bir geleneğin izlerinde yürümektedir. bu geleneğin ardına düşelim.
    hıristiyanların kutsal kitabınıı karıştırırsak, orada adları geçen peygamberlerin çoğunu çoban olarak dağlarda tanrının "rüyetiyle" karşılaştıklarını, kimi zaman tanrı ile uzun boylu konuştuklarını, en önemli buyruklarını da tanrı'nın bu yoldan kendilerine ilettiğini görürüz. amos, işaya, yeremiah., hezekiel gibi tevrat'ta birer kitabı olan israil uluları hep bu dekor içinda söyleşide bulunurlar tanrı ile. bu sahnelerin en belirgini, hesiodos'un anlattığı serüvene eu yakın düşeni çıkış kitabında musa'nın başına gelen olaydır. bap 3'te şöyle deniyor: "ve musa kaynatası midyan kahini yetronun sürüsünü güdüyordu; ve sürüyü çölün arkasına götürdü, ve allah'ın dağına, horebe geldi. ve rabbin meleği bir çalı ortasında ateş alevinde ona göründü; ve gördü, ve işte, çalı ateşle yanıyor, ve çalı tükeniyordu. ve musa dedi: şimdi döneyim, ve bu büyük manzaruyı göreyim, çalı niçin yanıp tükenmiyor. ve görmek için döndüğünü rab görünce, allah, onu çalının ortasından çağırıp dedi: musa, musa! ve o: işte ben, dedi. ve dedi: buraya yaklaşma; çarıklarını ayaklarından çıkar, çünkü üzerinde durduğun yer mukaddes topraktır. ve dedi: ben babanın allahı, ibruhimin allahı, ishakın allahı, ve yakubun allahıyım. ve musa yüzünü örttü; çünkü allaha bakmaya korkuyordu". bunun üzerine allah musa'ya israil kavmini mısır'dan kurtarmayı ve ''geniş bir diyara, süt ve bal akan diyara" götürmesini buyurur, önce musa kendini bu göreve layık görmez: "ben kimim ki, firavuna gideyim ve israil oğullarını mısır'dan çıkarayım" yanıtını verir. tanrı kanıtlar getirir. musa: "fakat, işte, buna inanmayacaklar, ve sözümü dinlemeyecekler, çünkü: rab sana görünmedi, diyecekler." der. o anda tanrı musa'nın elindeki değneği, çoban değneğini bir yılana dönüştürür, daha buşka tansıklarr (mucizeler) belirtir. gücünün, görevinin belirtisi, simgesi oluverir değneği. söylevini de şöyle bitirir: tanrı: "ve alâmetleri onunla yapacağın bu değneği eline alacaksın." musa'nın ermişliği tamamdır, büyük görevini yerine getirmek için işe girişir. " (a.g.e.)

    işte hoca'ya göre buradaki skeptron sözcüğünü hesiodos 'un dizelerinde de görmekteyiz.
    aslında esin perilerinin ozana defne dalından -defne dalı olması anlamlı, bu ağaç tanrı apollon 'a adanmıştır.- koparıp verdikleri değnek skeptron sözcüğü ile değil, rhapdos sözcüğü ile verilmeliydi diye düşünebiliriz. (bkz: rhapsodos) zira rhapdos'u ozana özgü bir asa olarak biliriz ve homeros gibi epik şairlere rhapsodos dendiğini de sanırım ilgili başlıklarda yazmıştım. fakat hesiodos bu terimi kullanmıyor, bunu azra erhat , kendi şiirini destan saymadığıyla açıklayabileceğimizi düşünüyor, ya da köylü hesiodos 'un ionia'daki rhapsodosları tanımaması da söz konusu olabilir, belki de onun zamanında bu ozanlar yoktu.

    sonuç olarak köylü hesiodos 'un açık açık resmini çizdiği tanrılar dünyası (bkz: theogonia) ve evrenin oluşumu ile özellikle yahudi ve hiristiyan kaynakları oldukça iç içe girmiş görünüyor, benzerlikler ve birbirini iten yönler, hep dediğim gibi kültürel alışverişin mantıklı sonucu olarak görülmeli, ortak miras konusu bu yüzden ciddi ciddi tartışılmalı. azra erhat hocamızı bir kez daha bu entirimde hürmetle anma fırsatı bulmuş oldum böylelikle.
10 entry daha
hesabın var mı? giriş yap