• 1897 yılında doğan ve 1968 yılında alzheimer'lı olarak ölen enid mary blyton'ın gizli yediler ve afacan beşler serisini tamamen okumuş rüyalarımda yaşamış biri olarak 12lik kardeşime heyecanla seriyi verdim. biraz kurcalar gibi oldu, sonra etrafa atılmış bir şekilde buldum kitapları. yeni nesil bilgisayar oyunları ve hollywood filmleri daga ağır basmıştı. kızmadım, zira herhalde bana topacını* hediye eden dedem de benim commodore 64'e gösterdiğim ilgiden şikayetçi olsa gerek, sanırım zaman bunu gerektiriyor. *

    600'den fazla kitabıyla nasıl bir lisan ve üsluptur diye beni kendine hayran bırakır bu kadın.** içinde şiddet, seks, saldırganlık unsuru barındırmadan nasıl olur da bu kadar içine çeker insanı hikayelerin. farkı görmek için yeni nesil* çizgi film ve bilgisayar oyunlara bakma yeterli sanırım.

    bir yandan da kızıyorum bu kadına.. kerrigan'ın dediği gibi, öyle yalanlarla doldurdu ki beynimi hep salak bir idealist olarak acı çektim. kastım da kastım, neymiş efendim dostluk, paylaşmak, destek olmak, doğruluk, bir de üstüne üstlük bunları macera altında birleştirdi. lisedeki en yakın arkadaşım bana bozuk tek hizli cd-rom sürücüyü satarak kazıkladığında nerede idi. ya da bir zamanlar bir geyik vardı, kendini bırakırdın geriye doğru, arkadaşın seni tutardı, güven testiydi bu. kimse tam bırakamazdı. asıl iyiliği bana orada beni tutmayarak yere düşmemi izleyen başka bir arkadaşım vermişti. "kendini bırakacak kadar salak olamazsın diye düşünmüştüm" demişti.. hep bu kadının yüzüne, nasıl yıkadıysa beynimi.. salak salak doğrucu davut oldum bunca yıl, insanlara kendimce yardım etmeye çalıştıkça, diyalog kurmaya çalıştıkça "başkasının işine burnunu sokan spastik herif" oldum.. aptal doğrularım ve iyilerim yüzünden kız arkadaşımla mutsuz olduk, ayrıldık.. insanlara yardım etmeye çalıştıkça "bu ne be, kendini ne sanıyor, bana akıl veriyor" oldu, sporda hareketi yanlış yapan çocuğa doğrusunu gösterirken antrenör geldi kızdı "sen benim otoritemi nasıl sarsarsın" dedi. bol bol "hayır" demek, az konuşmak lazım. şimdi anlıyorum dediğin her şeyin hayal ürünü olduğunu, hayalden öteye geçemeyeceğini. bir zamanlar "stay angry" diye bir reklam vardı. iki bebek hastanede, biri gülümsüyor sürekli, diğeri avaz avaz bağırıyor. ağlayan bebek ileride bill gates oluyor ve yazı geliyor, "stay angry".

    sanırım en doğrusu bu hikayeleri sadece hikaye olarak algılayabilmek, içlerinde kaybolmamak. kim bilir enid blyton'ın da ne sorunları, ne günahları olmuştu hayatı boyunca.. olmayan şeylere bu kadar kaptırdıysam, bu biraz da benim salaklığım. dostoyevski, kafka, gunduz vassaf halbuki ne güzel anlatır insanın iki yüzlülüğünü, yalnızlığını, çelişkilerini.. çocukken de bunlar okunmayacağına göre.. bilmiyorum kafam karıştı, mavi ekran...

    linkini de vereyim de eksik olmasın
    http://www.enidblytonsociety.co.uk/
    http://en.wikipedia.org/wiki/enid_blyton
  • okudugum ilk gercek kitap bir enid blyton kitabiydi. cogu minik okuru gibi benim de erkek oldugunu sandigim bu bayan, 70 civari kitapla en fazla kitabina sahip oldugum yazardir. besler ve yedilerin karisik maceralarinin oldugu, kapaklari dikine cizgili serinin kapaklarini hala ezbere hatirliyorum. yaramaz kizlar yuzunden ilkokul bittiginde yatili okumak istemis, ortaokulumun yatililigi giris yilimda kaldirildigi icin icim buruk kaydolmustum. sonra yatili okumamis olsam eminim icimde kalirdi, hele son donem harry potter etkisiyle iyice delirirdim.

    dedem uc ayligini aldiginda bana kumbara da alirdi is bankasindan, sonra kitapcilari gezip blyton serilerimi tamamlardi. anneannemle o zamanlar iki metrekare olan ozsut'e gidip kazandibi yedikten sonra eve dondugumuzde yatagimin uzerinde bir paket yeni kitap bulurdum. sonra baska neye o kadar sevindim bilmiyorum.
  • madem bu teyze'nin (kadın olduğunu ben de çok sonradan öğrendim) kitaplarını çok seven, karakterleri gibi maceralar yaşamak isteyen bu kadar çok çocuk vardı birlik olamamamız, aynı mahallede oturmamamız kaderin kahpe bir oyunudur.
    öyle olmasaydı hiç birimiz çocukluğunda "olum mehmet amca'nın evini izleyelim bence garip işler dönüyor", "gelin şuradaki ormana girelim belki ceset buluruz(evimiz şehrin dışındaydı)", "haydi ağaca ev yapalım kulüp odamız olsun" gibi binbirtürlü şahane çocuksu fikir sunup bebelerden "ne diyon olum sen ya" cevabı almazdık.
    kahpe kader.
  • cocuk haylazlıkları ve becerileri olmak uzere iki ayrı merkeze odaklı, her cocugun okuması gereken kitapların yazarıydı.gizli yediler, afacan besler serileri tırnak yenerek, sevimli ikizler,yaramaz kizlar serileri ise kah kahkahadan kırılarak, kah uzuntuden gebererek okunmustur tarafımca.
  • bir başka özelliği de, roman kahramanlarının sürekli birşeyler yemelerinden mütevellit acıkma hissi uyandırmak ve buna bağlı olarak, okumak ve kilo almanın pozitif korelasyon içinde olduğunu küçük yaşlardan itibaren öğrenmemizi sağlamaktı.
  • çocukluğumun vazgeçilmezlerindendi kendisi... harçlıklarımı biriktirip aldığım ilk kitaplardı.. ciltli olanlar bi hayli pahalıydı benim standartıma göre.. ammaaa canım ağbimm taksimde bir sahafta cep kitabı şeklinde 2. el bi dolu enid blyton bulmuştu!! hazineydi bu tabii... hepsini almıştık... hayatımın en ii yazıydı herhalde... mike, nora, jack, peggy.... balkona çıkılıp beyaz peynirli sandviç ve elma bileşimiyle tadına varılan kitapçıklardı... hepsini özenle sakladım.. bizden sonrakilerde bu tadı alsın die ama!! bu alışkanlık 80 dönemi çocuklarıyla birlikte geride kaldı galiba:((
  • küçüklüğümden beri bir kitaba başlamadan önce yazarının hikayesini okurum, ister kısacık, ister uzun olsun. o sebepten enid mary blyton benim için hep enid teyze'ydi... yaramaz kızlar serisi, benim kendisinden okuduğum ilk kitaptı ve kitabın ilk sayfasında da siyah beyaz bir fotoğrafı (aslında hatırladığıma göre karakalem çizim gibi de bir şey olabilir, fotoğraf netliğinde değildi sanki) vardı, değişik bir yüzü olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum, ama elbet değişik olacaktı, o bir ingilizdi ve ben o yaşta henüz hiç ingiliz görmemiştim!

    kitapları belki günümüze göre naif kalıyor, ama gerçekçi olmadığı anlamına gelmiyor bu, pembe dünyalar çizmezdi, karakter her şeye kolayca ulaşan ya da tek sorunu topunu/balonunu kaybetmek olan tipler değildi, doğru düzgün roman yazardı bu kadın, enine boyuna karakterlerini anlardık, her birinin bir derinliği vardı.. yıllar içinde bu bize, deli gibi okuma alışkanlığı, insanları gözlemleme yeteneği (okuyan insanın insanlardan anlamadığını sanarlar, sanki sadece esnafların işidir insan sarrafı olmak!) ve fakat biraz da fazla düzgün olmak olarak geri döner... ki bunu, benim anlatacağımdan çok daha güzel şekilde anlatanlar var (bkz: #14227201)

    onun kitaplarıyla büyüyenler olarak, etrafımıza uyum sağlayamıyoruz belki yeterince.. daha saldırgan, daha kızgın, bazıları gibi daha kirli oynayamıyoruz aynı oyunu, hırsımıza yenik düşüp arkadaşımızın arkasından iş çevirmek yerine, "bırak ne halleri varsa..." deyip çekip gidiyoruz, arkamızdan atıp tutuyorlar nasıl olsa orada olmadığımızı bilerek, kendimizi savunamayacağımızı bilerek.. sen doğruları söylediğinde "oyun oynuyor" olmakla suçlanabilirsin, onlarsa, cahilliklerinin verdiği özgüvenle "senin oyununu anlayan yüce zeki yaratıklar" oluyorlar, oysa senin tek yaptığın doğruları söylemek olmuştur... insanları doğruları değil, duymak istediklerini duyarlar, görmek istediklerini görürler. sen o dünyaya ait değilsen, savaşmayı bilmiyorsan, yapabileceğin en doğru şey çekilmektir...

    peki çekilince ne olur? o zaman da aynı şekilde, başka yazarlara kaçarsın, mesela jane austen'e ya da oscar wilde'a, belki edgar allan poe'ya... nasıl olsa, enid teyze bir zamanlar sana vermiştir iyi üslubun anahtarını, güzel edebiyatın nasıl lezzetli olduğunu öğrenmişsindir, bir okuyuşta değil her okuyuşta sana aynı tadı verebilecek yazarları keşfedebilmek için gereken bir yetenek gibidir bu ve çocuk yaşta atılmış tohumların sayesinde, kokusunu alır burnun iyi edebiyatın...

    biliyor musun enid teyze, evime gelsen, başımın tacı ederdim, mümkün olsa yüz sene daha ömrün olsun da yazasın isterdim...

    sonradan not: meğer girdiğim 1000. entry olmuş bu.. tam da olması gereken yere gitmiş şimdi düşününce, çok iyi olmuş...
  • koza yayınları tarafından basılan onbeş adet afacan beşler, onbeş adet gizli yediler ve üç adet korkusuz üçler'den oluşan otuzüç kitaplık sersini halen muhafaza ettiğim, cocukluğumu güzelleştiren ve devamında bugünkü karakterimi oluşturmamda başrol oynayan kitapların yazarı hanımefendi. düşünün kitapları sebebiyle (hababam sınıfı'nın ve rıfat ılgaz'ın hakkını da yememem gerek) yatılı olarak okumak istedim ve okudum. babam: "coca cola şisesi kadar adamdın nasıl gönderdik seni bilmem", annem benim peşimden gönderilen kardeşime de ithafen: "bari birinizi yanımızda tutsaydık" diyor hala. seriyi tamamladığım kitap onbir numaralı gizli yediler tor kalesinde'ydi. kitaplardaki karakterlere özenip anneme yaptırdığım sandvinç ve limonata eşliğinde okumuştum.

    not: ben de enid teyze'yi erkek biliyordum. serüven serisinin birinin arkasında resmini görünce şok olmuştum. kadın olmasının yanında aynı jane eyre gibi de giyinmişti.
  • ortaokulda afacan beşler, gizli yediler serisindeki bulabildiğim her kitabını okuduğum yazar. orta 2. sınıfta ben de gaza gelip yazmaya başlamıştım. hatırlayamadığım bir nedenle afrika'ya gidiyorduk arkadaşlarla. çete ise sınıftaki ve mahallemdeki samimi arkadaşlardan oluşan karma bir takımdı. türk ortaokul çocuğuyuz ama biz. hiç hatun yoktu listede. paso erkek a.q. çocuk koğuşu gibi. isimler hep aynı. ben de lider karakterim.
    bizim oradaki terkedilmiş kulubede limonata ve kurabiye yiyorduk ve ben oldum olası kurabiye(şekerli) ve limonatadan hoşlanmadım. kitapta bebeler öyle takılıyordu ya özenmişim demek. sonra amcamın uçağıyla afrika'ya gidiyorduk ki rahmetli amcamın meslekleri horoz dövüştürücülüğü, kumarbazlık başta olmak üzere çoktu. uçağı bırak ömrünün son yıllarına kadar araba sahibi olamadı ama şahane mz motorları olurdu hep. onla dolaştırırdı beni. neyse konuya dönelim.
    ben gaza gelip yazmaya başlamıştım. babam da alkollü ve gaza geldiği bir akşam "tamam lan yaz. bürodan da daktiloyu getireyim bitince de bastırırım ben bunu" demişti. daktilo geldi harbiden. a4 kağıda yazmak işime gelmedi. ben çok yazdım sanıyordum ama bir bakıyordum sayfanın yarısına gelmemişim. o yüzden a4 sayfayı 4'e bölerek cep kitabı boyutlarına yaklaştırmıştım. o iyiydi işte. filmlerdeki yazarlar gibi sürekli sayfalar birikiyordu.
    yek yüz olmak üzere çeyrek a4 sayfasından 50-60 tane birikince hoşuma gitmişti. o zamana kadar aklıma gelmeyen birisini hatırladım. türkçe öğretmenim!
    okula götürdüm sayfaları. çantamda duruyor. teneffüste çekinerek hocaya yaklaşıp:
    "öğretmenim ben kitap yazıyorum. okuyup yorum yapmak ister misiniz?" tadında bir şeyler dedim. o da hiç sallamadı ya hu. ne "boşver onları dersine bak dedi" ne de "sen mi kitap yazıyosun lan ibibik" falan dedi. ne dediğini hatırlamıyorum ama okumayacağını ve beni bu konuda cesaretlendirmeyeceğini anlayacağım bir cevap verdi. hiç bozulmamıştım. peder bey o yaşlardayken arada sırada "siktiret öğretmenlerini. çoğunluğu maaşı yüzünden öğretmenlik yapıyor." tadında bilgiler verdiği için pek sallamamıştım sanırım. bu arada annem de öğretmen. hani öğretmenler ve öğretmen çocukları bozulmasın.
    neyse. maymun iştahlının önde gideni olduğum için daha sonra farklı şeyler yapmaya başlamıştım. o yazdıklarım da kayboldu gitti. şimdi bulsam okur ağlardım yemin ediyorum.
  • hemen tüm dünyanın tanıdığı ingiliz yazarlardan bir diğeri. (bkz: agatha christie) (bkz: william shakespeare) zamanında koza yayınları'ndan çıkmış olan afacan beşler ve gizli yediler serilerini okurduk. işin kötüsü, o zamanlar serilerin tamamı yayınlanmamış, bunu yeni öğrendim. neyse, kitaplarda yazar hakkında bilgilerin bulunmadığı zamanlardı, internet denen şeyin de i'si türkiye'de yoktu daha. ingiltere'ye gidip gelmiş bir arkadaşımla 2000'de sohbet ederken "biliyor musun, enid blyton kadınmış... ben de çok şaşırdım senin gibi." dediğinde yıllar sonra aklıma tekrar düşmüştü.

    geçenlerde yine aklıma gelince bir kitabevine gittim, ikinci el kitapları alıp satan bir yer. afacan beşler'i sordum, 21 kitabın seri halinde ellerinde bulunduğunu öğrendim. şimdi ikişer ikişer sırayla alıp okuyor, gidip değiştirip sıradaki iki kitabı alıyorum. hâlâ aynı keyfi alabiliyor olmak güzel ya da hâlâ aynı keyfi veriyor olmaları...

    yıllar önceki çevirilerinde, ilk afacan beşler kitabından "salı sallandı" lafını öğrenmiştim. yeğenlerime de mutlaka set halinde armağan edip okumalarını sağlayacağım.
hesabın var mı? giriş yap