• amaçlanandır.
  • (bkz: ya ne olacağıdı) her sistem kendine itaat edeni yetiştirmek zorundadır. sorgulamayan kıtalar. sorgulayanlar genelde zindan felan.
  • tamamen kendi gözlem ve düşüncelerimden yola çıkarak, konuyu türkiye ve avrupa karşılaştırması üzerinden ikiye ayıracağım:

    1) verilen eğitim:

    türkiye'de verilen eğitime klasik olarak ''ezberci'' diyebiliriz. öğretmenlerin bile anlattığı konuya geniş perspektiften hakim olmaması, yıllarca aynı kitap ve kaynakların dışına çıkmamaları bunda büyük etken. konuyla ilgili bilinmesi gereken noktalar öğretmenlerce belirlenir, sınıfa ''burası önemlidir'' mantığıyla bunlar aktarılır. yoruma ve analize çok yer yoktur. üstüne bir de türkiye'de ki çoğu devlet üniversitesinde çalışan akademisyenin kendi kitaplarını okutması tatlı üzerine kaymak olur. avrupa'da ise bir yere kadar sistem aynıdır. bir konunun bilinilmesi gerekli olduğu ve daha az gerekli olduğu yerler bellidir, öğreten kişi de bunu anlatırken zaten dinleyicilere hissettirir. fakat büyük farklardan biri öğretmenin konuya global bir şekilde hakim olması ve gündemi takip etmesidir. anlattığı şeyi eleştirmekten çekinmez, yorum bekler.

    2) karşılığında öğrenciden istenen:

    bir başka değişle not sistemi de diyebileceğimiz ''peki alınan dersten nasıl geçilir?'' konusudur. öncelikle türkiye'de sınav sistemi tek sistemdir. yanına aperatif quizler serpiştirilir, 1 tane dandik ödev verilir. ödevden alınan notu genellikle içeriği değil, ödevi verip vermemeniz belirler. sınavlar bilgiye dayalıdır, her sorunun doğru tek bir cevabı vardır. sınav kitaptandır, kitabın nerelerinden olacağı bile aşağı yukarı bellidir. bir önceki yıla göre müfredat aynı olduğu gibi sınav tarzı da hemen hemen aynıdır. avrupa'da ise sınavın yanında essay, assignment, assesment sistemleri vardır. öğretmen tanımları zaten derste vermiştir karşılığında analiz ister. öğrencinin konuyu ezberleyip ezberlemediği değil, anlayıp anlamadığına bakılır, hakimiyet derecesi ölçülür. aslında türkiye'de dersleri geçmek daha kolaydır ama avrupa'da daha eğlencelidir (tabi okuduğunuz bölüm ilginizi çekiyorsa).

    not: bu değerlendirmeyi avrupa'da eğitim konusunda başı çeken 3-4 ülkeyi bilgim ve tecrübelerim ışığında ele alarak türkiye'de ki devlet üniversiteleriyle karşılaştırarak yaptım.
  • sanırım bu durumu açıklayabilecek sözlerden biri de dune romanında geçmekte;

    ''kanunlar ve görevler din çatısı altında birleştiğinde, insan asla tamamen bilinçli olamaz, asla kendinin tamamen bilincine varamaz. asla tam bir birey olamaz.''
  • 3 sayfa entry girilmiş. herkes de aynı şeyi söylemiş.

    önemli olan düşünen insan yetiştirmek değildir. yani eğitim sistemi sürecin sonunda sistemin dışına çıkardığı her bireyi einstein, galileo, arşimed yapmaya çalışmaz. amacı o değildir. ama mutlaka birileri o kişiler zaten olur. 1 milyon kişi çıkarırsınız 2 tane üstün kişi çıkar alır götürür bilimi. işte sistem tam o noktada devreye girmelidir. bizim sistemin eksiği o.

    herkes trigonometri, limit, integral hesabı yapabiliyor ama yüksek erk, güç sahibi o 2 kişiye uygun ortamı sağlamıyor. yetki sahibi geriye kalan kişilere de uygun ortamı sağlamıyor. erk, kimseye ortam sağlamıyor.

    ortam yok.

    odtü var, boğaziçi var, laboratuvarlar var, zeki insan var ama arge için para ayıran insan yok. bilim adamı var, fikir var, akademik makale var, makalenin sonuç bölümü var, şartlar olgun üretime bir tık kalmış ama inovasyon için elini taşın altına koyacak zengin yok, bilim araştırma kurumu yok, buna kıymet verecek erk yok.

    sen milyonlarca gencine 12 sene lise 5 sene lisans 6 sene doktora eğitimi ver adam sonra o makaleleri annesinin evindeki vitrine koyup sigortalı bir işe girip evlenmeyi beklesin. yazık günah değil mi? hiç üzülmüyor musunuz. biz bu kadar mı berbatız artık.

    dünya dönüyor hem de çok hızlı dönüyor. sanayi devrimi olalı 100 yıl teknoloji devriminin ise en fazla 40 yıllık geçmişi var.

    bilmiyorum okunuyor mudur buralar. eğer aklıselim bir büyük okuyorsa burayı acil bir şeyler yapsın yoksa tren kaçıyor. bu ülkenin pırıl pırıl zeki gençleri var. o beyinleri lisans+kpss+evlilik yoluna sokmadan kurtaralım.

    ülkenin geleceğinin mimarı onlar çünkü.
  • bilinçli bir tercihdir.
  • büyük ölçüde doğru olan genelleme, yetişenler de bazı eğitimciler sayesindedir. bu sistemde de düşünen, düşünmeye çalışan birey yetişiyor kesinlikle, yetişmiyor değil ama "eğitim sistemi"ne rağmen yetişiyor. bir de, sözlükte sevmeyenleri çoktur ama o cefakar öğretmenler yok mu, ailelerimizden daha fazla hakları vardır üstümüzde, işte onlar sayesinde. bağzıları, her şeye, herkese meydan okuyarak örnek oluyor bize. bağlamak gerekirse; "hiçbir zaman, okulumun eğitimimi engellemesine izin vermedim.'' mark twain

    edit: imla
  • daha kompakt bir şekilde "eğitim sisteminin hayvan yetiştirmesi" olarak ifade edilebilir. kimse gocunmasın: insan düşünen hayvandır, "düşünen"i atınca...
  • bizim için neredeyse tamamen, başka birçok ülke içinse kısmen geçerli önermedir.

    bence, önermenin tamamen geçerli olduğu beşeri organizasyonlar yıkılmaya, bu organizasyonları kurmuş olan insan toplulukları da yok olmaya mahkumdur. er ya da geç. neden olduğunu anlatayım.

    bir defa hiçbir kurulu düzen, kendisine muhalif olabilecek aşırı sorgulayıcı bireylerin çoğalmasını ve bunların toplumu etkilemesini istemez. o yüzden eğitimin 'amacı', tamamen özgür düşünen birey yetiştirmek değildir ve olamaz.

    fakat şu vardır ki, toplumun hem halihazırdaki ekonomik düzeyini muhafaza edecek hem de onu daha ileriye taşıyacak bireylerin yetişmesi için 'düşünmenin' de iyi kötü öğretilmesi, yaratıcılığın özendirilmesi gerekir.

    işte bunun bir yan etkisi olarak, yukarıda sözünü ettiğim sorgulayıcı/düşünen/muhalif/yaratıcı (marjinal) bireyler de ister istemez ortaya çıkar. fakat her kurulu düzenin bunlar için çaresi vardır: ileri toplumlarda bunlara pastadan daha çok pay, az buçuk söz hakkı/mevki/iktidar verilerek fazla konuşmamaları sağlanır, bizimki gibi duraklayan/gerileyen toplumlarda ise bu bireyler bir şekilde izole edilerek ve/veya zorbalık yoluyla susturulur, önleri kesilir (burada sadece cumhuriyet tarihini değil, yaklaşık son beş yüz yılı düşünmelisiniz).

    zira geri toplumların yöneticileri, kendi iktidarlarının ve toplumsal düzenin sağlıklı biçimde devamı için yapmaları gerekenleri idrak edebilecek ileri görüşlülüğe sahip değildirler. iyi eğitimli, yani sorgulayıcı ve yaratıcı bireylerin hemen hepsinin susturulmasının, iktidar olmalarını sağlayan toplumsal düzeni de tehdit ettiğinin farkına varamazlar. böylece, şimdiki iktidarlarının az bir kısmını dahi kaybetmemek uğruna, toplumsal piramidin üst kısımlarını kendileri gibi çapsızlarla doldururlar.

    öte yandan orta/uzun vadede hem kendilerinin hem de tüm toplumun çıkarını riske etmiş olurlar, zira çapsızlaşan bir toplum dış tehditlere karşı da savunmasız hale gelecektir. hele ki yukarıda anlattığım şeyler bir nevi organizasyon biçimi, toplumsal gelenek haline geldiyse değişmesi daha da zordur, hatta imkansızdır (kemal atatürk'ün yaptığı devrimi ve şu sıralarda gerçekleşmekte olan karşıdevrimi düşünün, imkansızlığı ve kaçınılmaz geri dönüşü görün). süreç, bu geleneğe sahip insan topluluğunun (kavmin/milletin) yaşadığı toprakları kaybetmesi ya da başka türlü yaşayan toplulukların kat'i ekonomik boyunduruğu altına girmesiyle sonuçlanacaktır.

    naçizane yorumlarım ışığında, erdoğan bayraktar'ın şu linkteki açıklamasının da aslında "biz türkler olarak tarih sahnesinden inişimize kaldığımız yerden devam edeceğiz" demek olduğunu çıkarabilirsiniz.
  • kesinlikle devlet politikası olduğuna inandığım eylem.
hesabın var mı? giriş yap