• idris küçükömer hoca'nın 1969 yılında yayınladığı ve de sağ-sol tartışmalarını popüler türk siyasal tarihine kattığı kitaptır. bağlam yayınları yıllar sonra kitabı tekrar yayınlamıştır. küçükömer hoca bu kitapta, türkiye'nin batılaşmasının mümkün olmadığını söylemektedir. ama en önemli ve popüler tezi asıl bu kitaptadır.
    hoca hürriyet itilaf-serbest fırka-dp-ap geleneğinin halka dayanan sol bir hareket olduğunu; ittihat terakki-chp çizgisinin de jakoben, seçkinci sağ hareket olduğunu bu kitapta iddia etmektedir. tezlerinin doğru veya yanlış olması tartışılır ama hocanın böyle konularda düşünmüş olması önemlidir.
  • son yıllarda sıkça referans alınan kitap.

    yazarı için de istanbul büyükşehir belediyesi kültürel ve sosyal işler daire başkanlığı kültür müdürlüğü’nce düzenlenen "vefatının 20. yılında idris küçükömer” adlı bir etkinlik vardı geçtiğimiz günlerde.

    idris küçükömer'in yaşadığı dönemde özellikle bu kitabında öne sürdüğü tezlerinin anlaşılamadığı veya bazılarının işine gelmediği için yok sayılmayla cezalandırıldığı düşünüldüğünde mutluluk verici olaylar bunlar.

    peki, küçükömer artık anlaşıldığı için mi gündemde? yoksa birilerinin işine geldiği gibi yorumladığı bazı düşüncelerine ihtiyaç duyulduğu için mi anılır oldu bu kadar?

    biz son zamanlarda kitap hakkında öne sürülen tezleri bir yanımıza kitabı da diğer yanımıza alarak sorularımıza cevap arayalım.

    önce kitap hakkında kısa bir bilgi :

    bu kitap(çık) idris küçükömer'in akşam gazetesinde yayınlanmış dört makalesini sonradan genişletmesi ile oluşmuş ve ilk defa fkf , itü öğrenci birliği ve iktisat fakültesi talebe cemiyetinin ortak yayını olarak okuyucuya ulaşmış. sene 1969. (burada kitabın yayınlayanlara ve ilk yayın tarihine dikkat!)
    benim okuduğum baskı ise bağlam yayınlarının yücel yaman sunuşu ile yayınlanmış ve 2006 çıkışlı. yücel yaman'ın sunuş yazısı sözlükte var. kitabı da günümüzde en çok konuşulur kılan o yazıda da dile getirilmiş olan fikirler.

    bu arada unutmadan... benim meselem sadece bu kitapta küçükömer'in neyi öne sürüp neyi öne sürmediği üzerine. orada öne sürülen fikirlerin doğruluğunu tartışmak işin erbanına düşer.

    sayılara istediğinizi söyletirsiniz derler. kitaplar için de geçerli bu. içinde bir düşünceyi aramak için yola çıktıysanız eğer size istediğinizi bol bol verebilir. idris küçükömer'in şanssızlığı da burada galiba.

    bu kitabın satırları arasından, dünün sağcılarının ödünü patlatabilecek, bugün ise mal bulmuş magribi gibi yapışılmış, tarihi süreç içinde ülkemizde -osmanlı'dan beri- sağcı partiler -ucu bugün akp ye kadar giden- aslında "solcudur", "cicidir" gibi çıkarımlara rastladık özellikle seçim öncesinde. halbuki kitapta idris küçükömer'in düşüncelerinin böyle olmadığı açık olarak görülmektedir., incelemesinin başlangıcında osmanlıda batılaşma hareketinin başladığı yıllardan itibaren batıdan alınan üst yapı kurumlarının osmanlının bünyesine uymama nedenlerini anlatır. 1908 den beri de partileşme sürecine girmiş türkiye siyasi tarihindeki ikileşmenin iki kanadını da tarihi süreci içerisinde inceler. burada yalnız ittihat terrakki ile başlayan cumhuriyet halk partisi ile devam eden kanadı -ona göre sağ- yerden yere vurmak için değil siyasi tarihimizi bir bütün olarak ele alıp eleştirdiği gayet nettir. partileri konumlarını ters yüz edip sağcı ve solcu diye ayırırken de sınıflamayı onların tabanına göre yapar. sağ yana koyduğu batıcı laik bürokratik gelenekçilerin siyasetteki uzantılarını o tabanı "temsil eden", sol yanda gördüğü yeniçeri esnaf ulema birliğinden gelen doğucu islamcı halk cephesinin siyasetteki uzantıları olan partileri ise o tabana "dayanan" olarak ayrırır ve buna özellikle kendisine ait şu sözlerle dikkat çeker:
    [dikkat edilirse sağ yanda bulunan gurup için "temsil eden" sol yanda bulunan gurup için "dayanan" ifadelerini kullandım]

    ayrıca kitabında :

    [fikir ve dayanılmak istenilen kitle bir yana türkiye siyasi mücadeleleri şahıs mücadeleleridir.]

    [kavga ikinci meşrutiyetten bu yana batıcı olmaktan dolayı ilerici denilen laikler ile dinciler arasında bir üst yapı kavgasıdır. temel çelişkilere inmeyecek biçimde şartlanan türkiye ikiye bölünmüştür. bundan ise sadece emperyalizm yararlanır. bugün de öyle görünmüyor mu? ]

    [bu oyun tarihi olarak kaçinilmaz üst yapi oyunu olarak devam edegelmektedir. bu oyunu devam ettirmekle
    a-hem bürokratlar iktidar olarak artik üründen önemli bir pay almakta ve,
    b-hem de emperyalizm, çağina göre değişik usullerle ülkeyi sömürge haline getirmektedir. kisaca halk cephesinden sinif meselelerini dikkatle ele alan bir öz ortaya çikmasi engellenmektedir. fakat değişen tarihi koşullar altinda bu oyun ila nihaye devam edebilir mi?]

    [yayınladığımız son kitapta kendi gücümüzce gözetilen amaç, henüz öğrenmek çağında olan sol için "ne yapılmalıyı" göstermek bundan da "ne yapılmalıya " doğru yönelen bir adım atmaktı...}

    diyen küçükömer'in sözlerinden kitabı yazdığı günlerde iktidar olan ve solculara kök söktüren ap için aman da şu adalet partisi ne iyi ne solcu partidir dediği falan çıkmaz. hele hele solculuğun dünya konjonktüründeki durumuna bakarak, nasıl olsa bu cephede tehlike kalmadı bari mirasından yararlanalım, iktidara yürüyen tarikat mızrağımıza bir halk çuvalı uyduralım diyen akıldaneler öyle istiyor diye akp' ye hiç pay çıkmaz.
  • bu ülkede yaşıyor ve siyasetle ilgileniyorsanız kesinlikle okunması gereken kitap.
  • eskiden buraya idris küçükömer’in kitabını nesnel bir gözle irdeleme gayretiyle birşeyler karalamıştım ancak bir zaman sonra dönüp okuduğunda yazdıklarımın soğuk ve yapay olduğunu ve gerçek niyetimi çok da fazla yansıtamadığımı görüyorum. bu yüzden kitabı okurken düşündüğüm ve hissettiğim şeyleri anlatabilmek için bu kez konuyla çok da alakalı olmayan şeylerden (megalomanca bir tavırla biraz da kendimden) bahsederek söze başlamak istiyorum.

    bir kitaptan alınan keyif elbette kişiden kişiye değişkenlik gösteriyor; bu konuda bir roman ile inceleme, araştırma kitapları arasında bir fark yok. ancak siyasi inceleme yazılarında bu durum daha çok okuyucunun bilgi birikimi ve amacına göre şekillenir. ben, entelektüel olmak için gereken disiplinden ve altyapıdan yoksun olduğumu hissetsem de merkezinde kendimin ve başka insanların bulunduğu (soyut bir kavram olarak ben ve diğerleri) bir noktadan bakarak kendimi ve insanları; toplumu ve tarihi anlamaya çalışıyorum. bunu açıklamakta ki maksadım şu: kitap okumaktaki temel amacım salt bilgi edinmek (yani malumatfuruşluk) değil. okuduğum şeylerin bana bazı konularda cevap olmasını, aklımdaki soru işaretlerini giderebilmesini ve elbette bir miktar da bilgi vermesini istiyorum.

    düzenin yabancılaşması, bu amaçla okuduğum eserlerden biriydi. dillere pelesenk olan “türkiye sağ soldur, sol sağdır” sloganı beni cezbetmişti. genel geçer siyasi kabullerin ötesindeki, konuya farklı bir açıdan baktığını düşündüğüm bu önermenin altında derin bir tarih bilgisinin ve entelektüel bir bakış açısının yattığını seziyordum. kitabı bu merak duygusuyla okudum. ancak büyük bir hayalkırıklığına uğradım.

    bu hayalkırıklığının ve kendimce kitabı “başarısız” olarak nitelendirmeme neden olan birkaç eksikliğin farklı sebepleri olduğunu düşünüyorum. herşeyden önemlisi ve birincisi bir konuya ilişkin bilimsel ya da toplumsal kabullerin tersine (aykırı) bir görüş ortaya koyarak yaklaşan ya da bu kabulleri aşmayı, büsbütün yeni bir değer yargısı inşa etmeyi amaçlayan eserlerin o konuya ilişkin temel kavramları ve tarihsel zemini çok net bir şekilde ortaya koyması gerektiğini düşünenlerdenim. bunun bilimsel olarak da böyle olması gerektiğini, mahiyeti ne olursa olsun bir düşüncenin ancak tarihsel gerçekliğe (elbette yeter miktarda gözlem ve ampirik verilere) dayandırıldığı ölçüde “değerli” olduğuna, aksi takdirde spekülasyondan öteye gidemeyeceğine inanıyorum.

    düzenin yabancılaşmasını sıradanlaştıran ve basitleştiren ilk etken bu tavırdan yoksun olmasıdır. ele aldığı konu, en yalın haliyle ifade etmek gerekirse kapitalist üretim sürecine geçiş ve bunun türkiye üzerindeki etkisi, kapitalist üretim sürecinin toplumsal sınıflara ve dolayısıyla onların politik konumlanışına yansımasıdır. fakat kitabı okuduğunuzda bu sürecin ilk önce ve sonrasında hangi toplumlarda, hangi şartlarda ortaya çıktığını, çevre ülkeler ve toplumlara etkisinin ne olduğunu tartışılmadığını görürüz. dolayısıyla kitapta, tartışmanın odağına yerleştirilen “sağ-sol” ya da “ilerici-gerici” kavramlarının bu süreçle olan ilişkisine (ya da birlikteliğine) ilişkin bir bilgiye ya da açıklamaya rastlayamayız.

    bu, kitapla ilgili ortaya çıkan daha da önemli bir hatanın da kaynağıdır. ikinci olarak düzenin yabancılaşması, bilgi vermediği ve tartışmadığı konularda, özellikle “ortanın solu” ve “kemalist rejim” meselesinde hayli önyargılı ve indirgemeci, sağ ve sol kavramlarını kullanış biçimi konusunda ise oldukça zorlamadır. kitabın içeriğinde yer alan tabloda yeniçeri - esnaf - ulema birliğinden gelen doğucu - islamcı halk cephesine dayanan bir kısım hareket “sol” olarak nitelendirilmişse ise de bu grupların üretim biçimi ve sosyal sınıf olarak hangi yönden sol yanda sayılabileceği; jön türkler’in salt bürokratik kökenleri nedeniyle sağ yanda gösterilirken yeniçeriler ve esnafın bürokrasinin dışında tutulması uzun uzun tartışılması gereken konulardır. 16. yüzyıldaki yeniçeri ocağı ile 19. yüzyıldaki ittihat ve terakki grubunun arasında –kendisini oluşturan bireylerin sınıfsal kökenleri, iktidarı algılama ve kullanma biçimleri, kendilerine koydukları hedefleri oluşturan kaygılar bakımından- sahici bir fark var mıdır? aynı şekilde 16. yüzyıldaki tüccarlar ile 19. yüzyıldaki sermayedarların devlet ile olan ilişkileri ve servetlerinin kaynakları ve en önemlisi bu sermayenin merkezi iktidar karşısındaki algılanışı gerçekten de başka mıdır? tüm bu soruların kitabın çizdiği çerçevede mantıklı bir açıklaması olduğunu sanmıyorum.

    türkiye’deki siyasi mücadelenin soyut bir iktidarı değil, doğrudan devleti ele geçirmek ya da ondan kısmen ya da tamamen kopmak ekseninde şekillendiğini, gündelik politikalara ise bu kaygının yön verdiğini düşünenlerdenim. bu nedenle devletin güçlendirilmesi bir mühendislik sorunu olarak algılanmış; iktidarın kurulması, ele geçirilebilmesi, sürdürülebilmesi ya da zor durumdan kurtarılabilmesi için başka başka tedbirler alınmış; söylemler ve sorunların çözümü alınan tedbire göre şekillenmiştir. bu yüzden iktidarı ele geçirmeyi (ya da genişletmeyi) hedef seçmiş bir grubun çeşitliliklere, farklılıklara alabildiğine tahammül göstermekte iken (recep tayyip erdoğan’ın veciz ifadesi: demokrasi treni) iktidarın elden çıkması tehlikesi karşısında despotlaşması, zaman zaman baskı ve şiddete başvurması türk siyasi tarihinin tekrar tekrar sergilenen bir senaryosu gibidir. bu süreçte kurulan ittifaklar üzerinden siyasi analiz yapmak, hadisenin odağında yer alan aktörleri tanımak için son derece yanlış bir yöntemdir: zira bir gün alabildiğine kapsayıcı ve özgürlükçü söylemlere sahip olan bir tarihsel figür, başka bir gün faşizan uygulamaların sorumlusu olabilmektedir.

    bu anlamda idris küçükömer'in sol yana dahil ettiği grupların siyasi iktidar çekişmesinin (şimdilik) mağlup tarafları olduğunu görürüz: bu grupları bir diğerinden ayıran özellikleri yalnızca tarih sahnesinden silinmiş (ya da sindirilmiş) olmaları ve bu süreçte kapsayıcı ya da özgürlükçü söylemleri -mecburen- sonuna kadar sürdürmeleridir. yoksa -prens sabahattin örneğinde olduğu gibi- benimsedikleri söylemlerin (elbette üzerlerinden yürüyen sağ-sol tartışması'nın da) toplumsal bir dayanağı yoktur ve türkiye toplumunda bu siyasi gruplar için gerçek manada itici bir güç olacak yenilikçi bir sınıf ya da üretim biçimi de bulunmamaktadır. halihazırda idris küçükömer de eserinde iktidara talip farklı gruplar arasındaki “ilerici-gerici” veya “sağ-sol” şeklindeki ayrımları tarihsel bir zeminde, somut verilerle işlemekte zorlanmış, kitaptaki iddialar bu yüzden birer spekülasyondan ibaret kalmıştır.

    idris küçükömer ve “düzenin yabancılaşması” kitabına yönelen ilginin, görüldüğü kadarıyla, yukarıda kuramsallaştırmaya çalıştığım iktidar mücadelesinin bir yansıması olduğunu söyleyerek bitireyim. türkiye’yi yönetme ve yeniden inşa etme iddiasında olan adalet ve kalkınma partisi ile onun kendine özgü ideolojisinin, kendisini meşru kabul ettirme konusunda halk nezdinde göstermiş olduğu başarıyı başka mecralarda gösteremediği bir gerçek. hatta halkın çoğunun teveccühü bile seçimlerden öteye gitmiyor, adalet ve kalkınma partisi’ni (daha doğrusu recep tayyip erdoğan’ı) bir siyasi figür olarak onaylayan, beğenen ve destekleyenlerin sayısı seçimlerde tercih edenlerin sayısının yanında çok az. bu nedenle bugünün iktidarı kendini fikren ve vicdanen meşru kılabilmek için kendine fikirsel bir düzlem de inşa etmeye, bunu da çoğunlukla kemalist rejimin baştan itibaren çağdışı ve anti-demokratik bir anlayış olduğundan dem vurarak, yer yer mazlum ve mağdur edebiyatı ile güçlendirilen popülist bir söylem ile yapmaya çalışıyor. bu özellikle kemalist statükonun tasfiyesi olarak nitelendirebileceğimiz 2007 – 2012 döneminde, adalet ve kalkınma partisi ve recep tayyip erdoğan’ın ikinci cumhuriyetçi diye adlandırılan kesimle ve kürt siyasi hareketiyle ittifak yaparak perçinlediği bir çabaydı. ileri demokrasi, yeni türkiye gibi söylemler, adalet ve kalkınma partisi’nin esasında özgürlükçü ve yenilikçi bir misyonunun olduğu, kemalist rejimin yanında çok daha ileri bir anlayışı temsil ettiğini ifade etmek için (eskisi kadar olmasa da) sıkça başvurulan kavramlar.

    yine adalet ve kalkınma partisi, uluslararası politikada (her birinin gerçekliği hayli tartışmalı olan) mazlum milletlerin koruyucusu olduğu, batılı ile daha eşitlikçi ilişkiler geliştirdiği, ortadoğu'da daha aktif bir politika benimsediğine yönelik iddiaları ve yeni osmanlıcılık söylemi de kemalizmin anti-emperyalist olduğu iddialarına bir cevap aslında. bu pencereden bakınca idris küçükömer’in kitabının ne için popüler olduğunu anlamak da güç olmuyor.
  • idris küçükömer'in batılaşma üst başlığında düzenin türk halkına yabancılaşması ya da halkın düzene yabancılaşmasını osmanlı özelinden türkiye özeline taşıyarak incelediği kitabı.
    kitapta türk aydınlaması için: "bürokratların bir sınıfa dahil olmaya çalışma süreci türk aydınlanmasının da sürecidir" tezi,
    ve türk toplumunun neden laik - dinci gibi uydurma, zorla yaratılmış bir kutuplaşmaya itildiği konuları tartışılır. ve tabii bir de onun türkiye ile ilgili asıl tezi olan "tüm türk tarihinde ekonomik ilişkilerle üretim ilişkilerinin çakışması" tezi tartışılır kitapta.
  • chp'nin ortanın solu argümanına karşı kaleme alınan bir idris küçükömer çalışması.

    türkiye işçi partisi bünyesinde yer alan küçükömer, "ortanın solu" söyleminin 60'larda yükselen solun önüne çekilen bir barikat olarak ele alır. ve tabii bunun köklerini osmanlı'ya kadar götürür. osmanlı'nın neden kapitalistleşemediğinin ve modern cumhuriyete miras kalan siyasal bölüntülerin tahlilini de odak noktasına alır.

    rahmetli bu kitabın ilave baskılarını yaptırtmamış. daha bütüncül ortaya koyacağı bir "esas eser"in fragmanı olarak görmüş bu kitabı.
  • “türkiye’de sol sağdır, sağ soldur” tahliliyle sağ-sol kavramına farklı bir bakış açısı kazandırmış olan yazar idris küçükömer’e ait bir kitap.
  • cehalet gerçekten mutlulukmuş.

    bu kitabı okumadan önce bu ülkeye dair umutlarım vardı fakat okudum ki cumhuriyetin kurulduğu ilk 5 10 yıl katmadeğerli üretime dair bazı atılımlar yapılmak istense de atatürk öldükten sonra bunu devam ettirecek bir yönetim hiç olmamış.

    idrik küçükömer montaj sanayi ( otomotiv beyaz eşya gibi) ve ambalaj sanayi (ilaç) nin ülkeye hiçbir katma değerinin olmadığını söylüyor.
    kitabın en acı kısmı
    “ birinci dünya savaşı’nın ve kurtuluş savaşı’nın kahraman bir askeri olan mustafa kemal atatürk, müdafa i hukuk cemiyeti’nden gelen chp’nin ülke ölçüsünde bir azınlık partisi olduğunu ( terakkiperver fırka ve serbest fıkra deneyleriyle) gördü.ayrıca daha başlangıcından beri gerçek bağımsızlığın ekonomik bağımsızlık olduğunu da bir ilke olarak kabul etmişti. fakat bunu sağlayacak geçerli, tutarlı ve devamlı yolu bulamadı. meyus ve yalnız öldü.”
  • türk siyasal ve toplumsal yapısının çözümlemesi.sağı sol solu sağ olarak niteler kendisi. türkiye'nin asla batılılaşamayacağını bunun sebebinin osmanlıdan geldiğini 15 yy dan başlayarak tarihsel olarak açıklamıştır.her dönemdeki bürokratik yapıyı incelemiş açıklamiş.osmanlıda oluşamayan burjuvanin batılılaşma çabasını sonuçsuz bıraktıgını söylemiştir. batıcı-ilerici-laik ve doğucu-islamcı ayrımı yapar.türk toplumundaki sürekli ikiliklerin toplumu parçalayan bir bütünluk sağlamasını engelleyen bi yapı oldugunu vurgular bu ikilikler her zaman kapitalizmin işine yaradıgını söyler daha kolay türk toplumuna girmesini sağlar.türkiye devlet olarak kapitaliştirmeden kapitalizmin kölesi yapılmasının temel taşıdır toplum yapısındaki ikilikler.

    kitap gerçektende günümüz türk toplumu ve siyasetle ilgilenen herkezin okuması gereken bi kitap.yanlı oldugu düşüncesi kitabın sonlarına doğru daha cok insanın aklına gelicektir çünkü günümüze açıklayan gerçekten böyle şeyler var dedirten ibarelerle doludur.akp mantıgının ve düşünce sisteminin etkilendiği temel eserlerden olmasıda günümüz de oluşan yapının anlaşılması için iyi bir kaynaktır.abdullah gül'ünde üniversite yıllarında yakından takip ettiği yazarlardandır kendisi.

    ayrıca kendisi bakış açısını tarif ederken: “ yoksul evlerde milyonlarca çocuğun sinirli, hırçın ve problemli yetiştiği bir ülkede yaşıyoruz. ben geleceğe o evlerden bakmaya çalışıyorum.” demiştir. sıksık söylediği başka bi söz ise :“türkiye’nin tarihi bir gün yeniden yazılacaktır.”
hesabın var mı? giriş yap