• "senin karşında bulunan sevgilindir. dikkatli ol da, onu kırma! o; senin düşünmeden, öfkeyle söylediğin bir sözden, bir davranışından sessizce kırılabilir. insan sopa değildir ki, kırılınca çat diye bir ses çıkarsın."

    —fransız şairlerinden sully prudhomme'un "le vase brisé" [kırık vazo] adlı şiiri, mevlana'nın bu beytinin şerhi gibidir. o şiirin özeti şöyle: içinde mine çiçeğinin bulunduğu vazo, bir yelpazenin hafif dokunuşuyla çatlar. kimse bu sesi duymaz. mine çiçeğini besleyen su oradan sessizce sızar, çiçek de solar. bunun gibi, sevdiğimiz bir kimsenin bir sözü, bir davranışı bizim kalbimizi kırar. bizim kalbimizi kıranın bundan haberi yoktur. kalpte gönülde bulunan sevgi çiçeğinin suyu sızar, böylece sevgi ve dostluk ölür.—

    "zaten sopamızın kırıldığı zaman çıkardığı "tırak" sesi anlarız ki, firaktan, ayrılıktan gelmektedir..."

    divan-ı kebir'den.
  • bütün kitabın özeti belki de şudur:

    "aşk olmadıktan sonra ömür bir yüktür ancak"
  • divanı dikkatle okursanız hz.mevlana'nın size özel satırlar bıraktığını göreceksiniz, şaşırmayın.

    bal, kaymak, afiyet, şeker olsun.
  • arapca'da buyuk divan demek.. (bkz: ranza)
  • her satırı, her beyiti ayrı güzel, ayrı latif, ayrı deruni, ayrı bildiğimiz ve bilmediğimiz kadar sıfat barındıran bu eserin mukaddimesi sonsuz güzellikte;

    bize doğru yolu bulduran, bizi bu nimetlere kavuşturan allah'a hamd olsun. eğer cenab-ı hakk, bize doğru yolu göstermeseydi, biz doğru yolu bulamazdık. allah'ın rahmeti, peygamberi ve peygamberlerin en büyüğü, efendisi muhammed(s.a.v)'e ve onun kerem sahibi olan ve keremlere mazhar bulunan soyuna, sopuna olsun. bundan sonra şunu iyi biliniz ki, bu divan-i kebir'de bulunan sözler ruhani sırlardır. hakk'a gönül verenler için nuh'un gemisidir. kutsal nefeslerdir. ruha hoş gelen esintilerdir. rabbani ilhamlardır. seher vaktindeki feyzlerin gönül gözünü açan keşiflerdir. noksanlardan münezzeh allah'tan gelen varidattır. eşi bulunmaz işaretlerdir. şaşılacak ibarelerdir. bahr-ı ehadiyetin nurlarıdır. gayb denizinin incileridir. bu divan aşıklar divanıdır. manevi zevklerin kaynağıdır. gönüllerin ışığıdır. aşıklara, ariflere makbul olan gerçek sözlerdir. huzur ehlinin anahtarıdır. gayb aleminindeki hür kişilerin makamlarıdır. kalb sahiplerinin kalplerinin kalbidir. gönül bahçelerinin çiçeğidir. bu divan'daki sözler, has kulların meclislerine feyizler ve manevi zevkler getiren akar sulardır. velileri anan ve andıran haberlerdir. olgunlaşmış kimselere saadet kimyasıdır. yakine erişmiş kardeşlerin hutbesidir. allah'ı seven, kötülüklerden sakınan erlerin boynuna gerdanlıktır. bu sözler münafıklara hakk'ın zülfikar'ıdır. büyük ve hayırlı kişilerin ruhlarına iksirdir. hakk yolunda sefere çıkanlara bir yolculuk armağanıdır. ceberut kuşlarının dilidir. melekut alemindeki meleklerin tesbihleridir.
    (divan-i kebir, c.1, sahife 2)
  • ...git;

    “sizden önce gelen insanlar nice akarsular, nice bahçeler terk edip gittiler”

    âyetini oku!

    ey boş yere kendini gamlara kaptıran,

    elde edemediği dünya malı için üzülüp duran gafil!

    kur’ân’ı aç da;

    “sizden önce gelen insanlar nice akarsular, nice bahçeler terk edip gittiler”

    âyetini oku!

    cins at, süslü eğer yüzünden öfkelenen,

    gönlünü hasetle, kinle dolduran, dertlere düşen!

    yürü git;

    “sizden önce gelen insanlar nice akarsular, nice bahçeler terk edip gittiler”

    âyetini oku!

    için pisliklerle dolu; pislik içindesin aslında;

    kendini, nefsanî arzuların, kinlerin hevâsına kaptırmışsın!

    ey pisliklerle beraber yaşayan, pisliklere bulanan gafil!

    git de;

    “sizden önce gelen insanlar nice akarsular, nice bahçeler terk edip gittiler”

    âyetini oku!

    ey dâvalarla, dünyaya ait isteklerle dolu şeyh;

    ey mânâdan mahrum, gösterişe kapılmış zavallı!

    ey yokken var gibi görünen kişi!

    yürü git;

    “sizden önce gelen insanlar nice akarsular, nice bahçeler terk edip gittiler”

    âyetini oku!

    padişahlığına, beyliğine bakma!

    her gün bir parça ölüyorsun;

    zaten günü gelince büsbütün öleceksin;

    bir yığın toprağın altına gireceksin!

    onu düşün de, git;

    “sizden önce gelen insanlar nice akarsular, nice bahçeler terk edip gittiler”

    âyetini oku!

    o güzel yüz, o güzel gözler, o işveler, o nazlar...

    nerede o benlikler, o kendini herkesten üstün görmeler?

    bütün beden çürüyüp dağılmış;

    o güzel gözlerin oyuklarına toprak dolmuş.

    aklını başına al da, git;

    “sizden önce gelen insanlar nice akarsular, nice bahçeler terk edip gittiler”

    âyetini oku!

    yanağını güzellerin yanağına pek koyma;

    sonunu düşün; yanağın, yüzün çürümüş gitmiş, onu hayâl et!

    yürü git;

    “sizden önce gelen insanlar nice akarsular, nice bahçeler terk edip gittiler”

    âyetini oku!

    istersen çok zengin ol, bağın bahçen olsun;

    isterse konağın, sarayın bulunsun;

    bunlar ölüme karşı nedir ki!

    bunlara sığınabilir,

    bunlarla ölümü yenebilir misin?

    yürü git;

    “sizden önce gelen insanlar nice akarsular, nice bahçeler terk edip gittiler”

    âyetini oku!

    nerede memleketler alanlar,

    dünyayı fethedenler?

    nerede binlerce insanın kanlarını döken zalimler?

    onlar insanlara ne hizmette bulundular?

    aklını başına al da, git;

    “sizden önce gelen insanlar nice akarsular, nice bahçeler terk edip gittiler”

    âyetini oku!

    ey insanların tabutlarını uzaktan görüp de ders almayan;

    hattâ ölümü düşünmeyerek gülen zavallı;

    ey hâlâ gözleri açılmayan gafil!

    yürü git;

    “sizden önce gelen insanlar nice akarsular, nice bahçeler terk edip gittiler”

    âyetini oku!

    yeter artık, söz söyleme bundan sonra;

    sözden ne diye bir çare ararsın?

    ey rüzgarı ölçmeye çalışan!

    git, git de;

    “sizden önce gelen insanlar nice akarsular, nice bahçeler terk edip gittiler”

    âyetini oku!

    mevlana - divan-ı kebir

    "mevlânâ celâleddin horasan’da şiir söylemek ve yazmaktan daha ayıp bir iş olmadığını, şiir söylemeye kendisini sevenlerin isteği üzerine başladığını, ülkesinde kalsaydı ders vermek, kitap yazmak ve zâhidlikle vaktini geçireceğini söyler (fîhi mâ fîh, s. 74-75; sipehsâlâr, risâle der ahvâl-i celâleddîn-i mevlevî, s. 70). ilk zamanlarda “tekellüf”le şiir söylemeye istek duyduğunu, şiirlerinin dinleyenlere tesir ettiğini, daha sonra bu isteğin azaldığını, ancak şiirlerinde yine de o tesirin bulunduğunu bildirir. mevlânâ’nın ilk döneminde söylediği şiirler şems-i tebrîzî ile buluşmasından önceki devreye ait olmalıdır. sultan veled ibtidânâme’de, mevlânâ’nın şems’ten sonra kendini şiire verdiğini söylediğine ve diğer şairlerin şiirleriyle velîlerin ilhama dayanan, kur’an sırlarını açıklayan şiirlerini kıyasladığına, enverî ve zahîr gibi dünyevî şairlerle senâî, attâr ve mevlânâ gibi şairlerin şiirlerini ayrı görmek gerektiğine dair bilgi verdiğine göre dîvân-ı kebîr’deki şiirlerin çoğunun şems ile buluşmasından sonra söylendiğini kabul etmek gerekir.

    mevlânâ’nın şems ile buluştuktan sonra şiirlerinde genellikle şems mahlasını kullandığı, şems’ten önce yazdığı şiirlerindeki hâmûş mahlasının da şems’le ilgili olup olmadığı bilinmemektedir. ancak hâmûş mahlaslı şiirler içinde daha çok zâhidâne olanlarının ilk döneme ait şiirler olması muhtemeldir. öte yandan bazı şiirlerini yaktığı, sebebi sorulunca da, “gökten geldi, göğe gitti” dediği şeklindeki rivayet doğruysa bu şiirler herhalde şems ile buluşmasından öncesine ait olmalıdır.

    mevlânâ’nın çeşitli yer ve zamanlarda özellikle semâ sırasında duygularını irticâlen dile getirdiği şiirler, “kâtib-i esrâr” denilen özel kâtipler tarafından anında kaydediliyor ve söylendikleri aruz bahirlerine göre düzenleniyordu. böylece aruz vezninin yirmi bir ayrı bahrinde söylenmiş, her bahri birer divançe teşkil eden büyük bir divan meydana gelmiştir. halifesi hüsâmeddin çelebi, mevlânâ’ya divanlarının sayısının arttığını ve ününün doğuya ve batıya yayıldığını söylerken (eflâkî, ıı, 740) bahirlere göre düzenlenmiş bu defterleri kastetmektedir. “şiir de nedir ki ondan söz edeyim, şairlerin hünerlerinden başka hünerim var benim” diyen mevlânâ’nın söylediği şiirlerin hiçbirini eline kalem kâğıt alarak bizzat tesbit etmemiş olması, onun şiir söyleme veya yazma endişesi içinde olmadığını gösterir. özlü bir bilgiye, çok duyarlı bir çağrışım yeteneğine, olağan üstü ve özgün bir buluş kudretine sahip olan mevlânâ, günlük olaylardan etkilenerek çok defa vecd içinde semâ ederken duyduklarını vezin ve kafiye potasına döküp söylemeye başlardı. mesnevî’yi didaktik bir eser sayıp asıl lirik şiirlerinin dîvân’da bulunduğunu söyleyenler bulunmakla birlikte bu iki eser arasında üslûp, ifade ve heyecan bakımından hiçbir fark yoktur.

    mevlânâ mesnevî’de olduğu gibi dîvân’da da horasan’ın halk farsça’sını kullanmıştır. şiirlerine giren arapça parçalar ve beyitler halk arapça’sı olduğu gibi rumca şiirleri de xııı. yüzyılda anadolu’da konuşulan halk rumca’sıdır. böyle olmakla beraber şiirlerinde âmiyânelik yoktur. mısra ve beyit yapısı sağlamdır. kullandığı kelimeleri değiştirip daha güzellerini, daha âhenklilerini bulmaya imkân yoktur. mevlânâ’ya göre vezin, kafiye, hatta söz ve ses mânayı kayıtlayan unsurlardır. mânayı daralttığı için harfi bile kınar; söze sığmayan mânanın vezin ve kafiyeye hiç sığamayacağını söyler. birçok gazelinde vezinden şikâyet eder. kafiyeleri çoğunlukla tam kafiye olmamakla birlikte kulağa hoş gelmeyecek kadar bozuk da değildir. fikirlerinde olduğu gibi şiirlerinde de şekil ve muhteva bakımından geniş bir hürriyet havası hâkimdir. klasik doğu edebiyatında mesneviler dışındaki türlerde beyit hâkimiyeti vardır. bir beytin diğer beyitle anlam ilgisi yoktur. gazelin belli bir beyit sayısı vardır. mevlânâ’nın her şiiri ise bir bütündür. ilk beyitte hangi fikri ele almışsa son beyte kadar o fikri işler. beyit sayısı da belirsizdir; üç dört beyitlik gazellerinin yanı sıra âdeta bir kaside niteliğini taşıyan doksan beyitlik gazellere de rastlanır. iran’ın ünlü edebiyat tenkitçilerinden alî-i deştî, seyrî der dîvân-ı şems (tahran 1337 hş.) adlı eserinde bu hususlar üzerinde ayrıntılı olarak durmuştur.

    döneminin bütün bilgilerini kavramış, hint-iran, yunan-roma mitolojisini bilen, yeri gelince âyet ve hadislerden faydalanan bir bilgin olan mevlânâ’nın şiirlerinde halk unsurlarının önemli bir yeri vardır. türk atasözleri, gelenekler, töreler, halk deyimleri, halk inançları, eski devirlerin kanaatleri, köyler, şehirler ve sokaktaki delilere taş atan çocuklardan rüşvet yiyen kadılara kadar çok geniş bir sosyal çevre divanın panoramasını belirler.

    şems’in ona mütenebbî divanını okumasını yasaklaması, mevlânâ’nın arap edebiyatı ile ne kadar yakından meşgul olduğunu gösterir. onun iran edebiyatını bütün incelikleriyle bildiği şüphesizdir. şiirleri arasında rûdekî’yi, menûçihrî’yi, nâsır-ı hüsrev’i, hatta hayyâm’ı, özellikle senâî ve attâr’ı hatırlatanlar vardır.

    çok geniş bir hacme sahip olduğundan dîvân-ı kebîr adı verilen esere, şiirlerde genellikle şems, sems-i tebrîzî mahlasları kullanıldığından dîvân-ı şems veya dîvân-ı şems-i tebrîzî adı da verilmiştir. dîvân’ın yazma nüshaları 30.000 beyit ile 50.000 beyit arasında değişir. asıl muteber nüshaları 43.000 beyitten fazladır. bu nüshalarda şiirler bahirlere göre sıralanmış, ayrıca her bahirdeki şiirler kafiyelerine göre alfabe sırasına konulmuştur (yazma nüshaları için bk. h. ritter, s. 144-155). dîvân-ı kebîr’in beyit sayısı eski basımlarında 30.000 ile 50.000 arasında değişir (karatay, s. 33 vd.). eserin bazı basımları ile yazma nüshalarında sultan veled, cemâleddîn-i isfahânî, enverî, şems-i tâbesî ve şems-i meşrikı’nin gazellerine de rastlanır. dîvân’daki rubâîler genellikle ayrı bir eser olarak derlenmiştir.

    dîvân-ı kebîr’in ilmî neşri bedîüzzaman fürûzanfer tarafından, dokuz eski yazma nüshasından faydalanılmak suretiyle külliyyât-ı şems yâ dîvân-ı kebîr (ı-vııı, tahran 1336-1345 hş.) adıyla yapılmıştır. bu neşrin ilk altı cildinde şiirler, bahirlerine bakılmaksızın klasik divanlardaki tertip üzere kafiyelerine göre alfabe sırasına konulmuştur. 3229 gazel ve terkibibend ihtiva eden bu neşrin vıı. cildi nâdir kelimeleri açıklayan sözlük ile âyet, hadis, kişi adları, kabile adları, fırka adları, kitap adları, açıklama, düzeltme ve fihristlerden meydana gelir. vııı. cilt rubâîlere ayrılmış olup 1765 rubâî ihtiva eder. b. fürûzanfer’in neşri esas alınarak dîvân-ı kebîr’in iran’da çeşitli baskıları yapılmıştır (nşr. pervîz babâyî, tahran 1371 hş.).

    reynold a. nicholson ilk defa ingilizce’ye çevirdiği kırk sekiz gazeli metinleriyle birlikte selected poems from the divan shams-i tabriz (cambridge 1898) adıyla yayımlamıştır. mithad bahârî (beytur), iranlı şair ve tezkire yazarı rızâ kulı hidâyet han’ın dîvân-ı kebîr’den yaptığı ve dîvân-ı şemsü’l-hakayık (tebriz 1280) adını verdiği üç ciltlik antolojiyi dîvân-ı kebîr’den seçme şiirler adıyla türkçe’ye tercüme etmiştir (ı-ııı, istanbul 1944). abdülbaki gölpınarlı eserden seçip tercüme ettiği 282 gazeli çeşitli konu başlıklarına ayırarak dîvân-ı kebîr, gül-deste adıyla yayımlamıştır (istanbul 1955). abdülbaki gölpınarlı, daha sonra konya mevlânâ müzesi’ndeki 1 rebîülevvel 770’te (14 ekim 1368) istinsahı tamamlanmış iki ciltlik nüshayı esas alarak tercüme etmiştir (dîvân-ı kebîr, ı-vıı, istanbul 1957-1974). bu tercüme yazma nüshanın düzenine uyularak bahir sırasına göre yapılmıştır.

    dîvân-ı kebîr’deki rubâîler türkiye’de ilk olarak veled çelebi tarafından yayımlanmış (rubâiyyât-ı hazret-i mevlâna, istanbul 1314), 1942 rubâî ihtiva eden bu eseri m. nuri gençosman mevlâna’nın rubaileri ı-ıı adıyla türkçe’ye tercüme etmiştir (istanbul 1965).

    hasan âli yücel 167 rubâînin tercümesini, farsça’ları da latin harfleriyle yazılmış olarak seçme rubailer adıyla yayımlamıştır (istanbul 1932).

    âsaf hâlet çelebi’nin kendi el yazısıyla metin ve tercümesini ihtiva eden 276 rubâî mevlâna’nın rubaileri adıyla neşredilmiştir (istanbul 1939). abdülbaki gölpınarlı 210 rubâîyi seçme rubailer adıyla yayımlamış (istanbul 1945), daha sonra dîvân-ı kebîr tercümesine esas aldığı nüshanın sonunda bulunan 1765 rubâîyi rubâîler adıyla tercüme etmiştir (istanbul 1964). rubâîler son olarak şefik can tarafından tercüme edilmiştir (hz. mevlânâ’nın rubaileri, ı-ıı, istanbul 1991). 2217 rubâî ihtiva eden bu tercümede rubâîlerin farsça metinleri de yer almaktadır. "

    (bkz: https://islamansiklopedisi.org.tr/divan-i-kebir)
  • ezel dizisinin sezon finalinde ramiz dayı'nın okuduğu etme adlı $iirin de bulunduğu mevlana celaleddin-i rumi eseridir.

    i$te o $iir sahnesi: http://www.youtube.com/watch?v=bthgbi6ma-u

    i$te masaya atılan o kitap: http://img688.imageshack.us/…ikebir5ciltabdulba.jpg

    ramiz dayı'nın dizide okuduğu kitap 1957 tarihli remzi kitabevi basımıdır.*

    dizideki bu sahneden sonra kitabevlerinde divan-ı kebir soranlar a$ırı derecede artmı$tır. kitabın takım olarak satıldığından habersiz olanlar koca koca ciltleri görünce aynı hızla dükkanlardan çıkmaktadırlar.

    kendi adıma yazacak olursam divan-ı kebir sorup da alana rastlanmamı$ olup bu etkinin yava$ yava$ azaldığını da rahatlıkla söyleyebilirim. böyle olmasa bendeki i$ bankası basımı tam takım divan-ı kebir'i soran 1984 doğumlu ezel takipçisi arkada$ $imdiye kadar almı$ olurdu kitapları. (1 haftayı geçtik neredeyse)

    p.s.: her iki versiyon takımı da bulmaya bulurum ama sözüm kitapları gerçekten arayana.
  • “* ey sakî! her zamanki sunduğun kadehle değil, başka bir kadehle bana şarap sun da, canıma bir başka rahatlık, bir başka huzur ver!
    • bugün beni gör; yoksa, canın hakkı için olsun, başka günleri beklemeye sabrım yok!
    • bana bir zerrecik olsun merhametin varsa, acıyorsan, görüşmemizi bir başka zamana bırakma!..
    • beni kurtar; kurtar, kurtar ki, ben çok fena halde başka türlü bir tuzağa düştüm!
    • beni düşüncenin, endişenin eline bırakma! çünkü düşünce de, insanın kanını bir başka türlü içerden emer durur!
    • saki! o ham şarabı sunmaz isen, yüzlerce ham düşünce, yüzlerce ham hayal bana zahmet verir!
    • borcum varsa da, bu eski hırkayı rehin olarak al ve borç olarak bir başka kadeh ver!
    • allahım! benim adımı; "şarap îçenlerin kölesi" koy; ben, başka ad istemiyorum!”divan ı kebir
  • "ene'l-hak dediği ve gerçeğe işaret ettiği için, halk anlamadı da hallac'ı dar ağacına çekti. hallac sağ olsaydı, sırlarımın azametinden ötürü o beni dar ağacına çekerdi."

    divân- kebîr 3/1459
  • "ne de hırsın var! beni yemeksiz, uykusuz bırakırsın; istediklerimi vermezsin! benden yüz çevirirsin ki, mihraba yöneleyim de, el açıp sana yalvarayım!

    bazan, suyu, agzımda zehirden de acı bir hale getirirsin! korkunç hadiseleri karsıma çıkarır, ödümü koparırsın! bazen de, derdinle beni eritir, su edersin!..

    benim hacca gitmemi istersin; o takdirle beni, çöllere sürersin! sonra, önüme eskiyaları düsürür, yolumu keser, devemi de, varımı yoğumu da araplara pay edersin!..

    bazan kuraklık verir, meyvelerimi, ekinlerimi kurutursun; bazen de, yagmur yagdırır, hepsini de sellere verir, siler süpürürsün!..

    edepli, terbiyeli bir hal takınsam, "yürü; sen, rind degilsin, mest degilsin! edepli olmak, sana benlik vermis!" dersin!

    nefse uyup edepsizlik etsem, bu defa da bana, tutarsın, edep ve terbiyeye ait hikayeler anlatmaya koyulursun!..

    uzlet düşünsem, inzivaya çekilsem; "rahibe benzedin; müslümanlık'ta rahiplik yoktur!" dersin! insanlarla ülfet etsem, sohbet etmeye koyulsam, dilimin sürçmesi ile beni, dostlara düşman edersin!..

    tevekkül yoluna düşsem, yalnız sana güvensem, sebeplere sırt çevirsem; "sebeplere tutunmak yolumuzdur!" dersin! sebeplere yapışsam, sebepleri elimden kaçırmaya baslar; "onlarda iş yok!" demeye kalkarsın!

    hikmetinden sual olunmaz: her seyi yok edersin; sonra tutar, yok ettiklerinin yüzlerce fazlasını verirsin!

    kıs mevsimlerini yollar, ardından ilkbaharları getirirsin, yeryüzünü yesertir, kurumus topraklara can verirsin!"

    ben naz makamında soracam: nedir bunların hikmeti ey yüce god'ım? sen beni kendine oyuncak diye mi yarattın?
hesabın var mı? giriş yap