• dil, yalnızlığımızın daimi hatırlatıcısıdır. dilin ortaya çıkışı bile, insanın annesinin bir parçası olmadığını fark edişi ile başlar. dile ihtiyaç duymamızın nedeni tam olarak doyum sağlayamamaktır, tatminsizliktir.

    annesini kendisinin uzantısı olarak gören bebek, tatmini geciktikçe, mesela acıktığında ve memeye o an ulaşamayıp beklemek zorunda kaldığında anlar annenin kendisiyle bir bütün olmadığını. önce konuşamaz, ağlar; ses çıkarmak bir dil öncülüdür. dünyayı gözlemledikçe ve arzuları çeşitlendikçe kendini ifade etmenin farklı bir yolunu arar. bu yol için yine gözlemden faydalanır. yakınında bulunan insanların yolunu benimser.

    evrenin, kendisinin bir uzantısı olmadığını anlayışı ile başlayan süreçte çocuk, dış dünyadan dili ödünç almak zorundadır. dil ona ait değildir. içinde doğduğu ailenin, kültürün, coğrafyanın dilidir. çocuk o dille birlikte o ailenin, kültürün ve coğrafyanın üyesi olur. yalnızlığının sonucu olarak ortaya çıkan dil, aynı zamanda yalnızlığı için bulacağı çare olacaktır.

    dil, bizim diğerlerinden ayrı oluşumuzun sembolüdür. birlikte susabilmeye atfedilen üst ve ulvî anlamın nedeni, ötekiyle aramızdaki kapanmaz mesafenin anımsatıcısı olan dili kullanmak zorunda olmayışımızdır. oysa bu sadece kendimize verdiğimiz bir tesellidir. birlikte susmak da karşılıklı konuşmak da aradaki - tanımlanmamış ama hissedilen - mesafeye katlanılmasını gerektirir. bütünden ayrı olduğumuz bilgisi, dil zihimizde filizlendiği an yerleşir içimize. ve bu görünmez mesafeyi kapatmak için bir ömür boyu her gün konuşur, dinler, yazar, okuruz.
  • soundcloud'a arkeofili hesabından eski dillere ait sesler yüklenmiş. her biri farklı bir coğrafyanın farklı kültürlerin ve tarihlerin tınılarını barındırıyor gibi.

    aztek dili

    urartu dili

    ahameniş dili

    roma dili

    viking dili

    göktürk dili

    kelt dili

    akad dili

    antik maya dili

    sümer dili

    hitit dili

    antik yunan dili

    antik mısır dili

    assur dili
  • üzerine düşündükçe kafayı yememek elde değil. bilinçin bir yandan en güçlü ifade kaynağı iken bir yandan da bilinci bu kadar sınırlayıp köreltmesi, korkunç.

    bir iletişim aracı olarak fotoğrafla konuşma dilini karşılaştıralım misal. mona lisa'nın tablosunu düşün. bu tablodaki her bilgiyi kağıda dökmeye çalış: "bir kadın var, dudakları belli belirsiz gülümüsüyor, ama tam olarak gülümsediğinden de bahsedemeyiz. üzerinde şöyle bir elbise var, renkleri şöyle böyle (uzun tarif), arka fonda şunlar bunlar var (uzun uzun tarif), 100'lerce sayfa betimden sonra hala resimde gördüğümüz ama henüz yazımızda anlatmadığımız şeyler olacak: örneğin ilgili resimdeki öğelerin birbirine olan uzaklıkları, ışığı nereden aldıkları, gölgelerin tam olarak nereye düştüğü vs. kafayı sıyırıp bunları da yazdığımızı düşünelim. olsun elimizde 5000 sayfa bilgi.

    şimdi mona lisa tablosunun hiç olmadığını düşünüp birisine yazdığımız bu 5 bin sayfalık bilgiyi paylaşmak istediğimizi düşün. ister konuşarak ister yazarak. sen bu 5000 sayfalık bilgiyi birisine aktarmayı bitirmişken, aniden yanında elimde mona lisa tablosuyla beliriyorum, diyorum ki "ya bilader mal mısın, o kadar uzun uzun anlatacağına al sana "mona lisa tablsou", yüzüne tutuyorum. şoka giriyorsun. bana anlattığın 5 bin sayfa bilginin tamamı bu 50'ye 50 cm tablonun içinde. hatta gözden kaçırmış olabileceğinin fazlası bile olabilir. "sözlü ve yazılı iletişim yerine fotoğraflı iletişim kursak ya" da karar kılıyoruz. söz kaçıyor resim geliyor.

    resimli iletişimin pratik olup olmadığı bir yana (ekmek alırken bunu bakkala nasıl resmedeceğiz gibi) ortaya şu çıkıyor: "dil", özel olarak bilginin aktarımını sağlayan "sözcük"'ler, insanoğlunun bilgi aktarma ve düşünme çabasıyla geliştirmiş olduğu en iyi enstrüman olmayabilir. dahası, bizi bu çabada doğruya götürecek istikametin tersi bir istikamette bile duruyor olabilir. süper olmadığını ilk insanların da dili olmasından anlıyoruz. dil bizim ilk atalarımızdan kalmış, hatırasından dolayı atamadığımız bir miras gibi sanki. yazıcı değil de daktilo kullanmada ısrar etmek gibi.

    resmin (resimli iletişimi pratik hale getirmek için mükemmel bir çözüm bulduğumuz varsayarak), yazılı iletişimden binlerce kat daha kolay bir iletişim aracı olduğunu tespit edip bunu ilan etmek üzereyken, yanıma birisi geliyor ve resimden bin kat daha hızlı iletişim kurabilmemizi sağlayan başka bir yöntemden bahsediyor. hem de bunu bulduğu yöntemle bildiriyor bana. o kadar kolay ve hızlı ki hasetimden itiraz etmek istiyorum, bu itirazımı bile onun getirdiği yöntemle yapıyorum. bana gülümsüyor, mahcup olup bu yöntemi kabul etmeye meylediyorum.

    derken, bu adam gibi 10-15 kişi daha gelip, her biri bir öncekinden kat kat hızlı yöntemler getiriyor. o kadar gelişiyoruz ki bu alanda bilgiyi aktarmaya çalışırken saf bilginin hemen hemen kendisine bürünmüş oluyoruz.

    iletişimin bu kadar gelişmiş olmasının kötü tarafı da oluyor tabi. hiç bir yanlış anlama kalmıyor ortada, şiir ölüyor önce, arkasından mizah hayata veda ediyor. bunlara üzülürken bilginin kendisi olduğuma seviniyorum.

    demek istediklerimi tam da dediklerimden dolayı tam diyememiş olabilirim.
  • insan türünün bugün dünyaya egemen olmasını sağlayan temel yapı taşı.

    günümüzden 70 ila 30 bin yıl önce sebebi bilinmeyen çeşitli mutasyonlar insan beyinin iç kimyası değişerek insan türünde daha önce eşi benzeri görülmemiş bir düşünce ve iletişim sistemi ortaya çıktı. bu sistem bugünkü düşünce ve dil sistemlerimizin temelini oluşturur.

    dil ve iletişim sadece insana özgü bir olgu değildir. bugün bir çok maymun türü, karıncalar ve arılar birbirleriyle çeşitli dil ve iletişim sistemleriyle anlaşırlar. ancak bu sistemler insanlarınkine nazaran çok basit kalır. örneğin bilim adamları bazı maymun türlerinin iletişiminde "aslan geliyor! kaç! " tarzı belirteçler olduğunu tespit etmişlerdir. gerçekten de bu belirteçler ve ses dizilimleri kullanıldığında maymunlar ağaca çıkarak aslanlardan gelecek tehlikelerden korunmaya çalışırlar.

    insan türü ise tarih boyunca bunu çok fazla geliştirmiştir. eski avcı toplayıcı insan türü herhangi bir aslanın hangi yönden geldiğini, ne kadar hızlı olduğunu, neden bu bölgede dolaştığını tespit edip birbirlerine haber vererek çok daha efektif bir şekilde dili kullanırlar. ancak çeşitli benzerlikler nedeniyle bu basit iletişimi dilsel devrimin ilk aşaması olarak görebiliriz. bu ilk aşama hayvanların küçük sosyal gruplar oluşturmasında etkili oldu.

    daha büyük sosyal gruplar içinse dilsel devrimin ikinci aşaması olan dedikoduya ihtiyaç vardı. evet dedikodu. komik de gelse küçük gruplardan daha büyük sosyal gruplara geçiş dedikodu ile oldu. çünkü dedikodu grupta kimden zarar gelip gelmeyeceğini, gruptaki asalakları belirleyen temel bir araçtır. dedikoduyu kullanmak özellikle insanın daha büyük sosyal gruplar oluşturmasına yol açtı. bu grubun sınırı ise sihirli bir sayı olan 150'dir. hala bugünkü bazı maymun türleri maksimum sayı olan 150'ye kadar efektif gruplar oluşturabilirler.

    peki binlerce, milyonlarca insanın bir araya gelip efektif bir şekilde gruplar oluşturmasını dil ve düşüncenin hangi özelliği sağladı? cevap çok basittir: hayali mit oluşturma gücü. evet, bugünkü modern sistemimizi oluşturan her şey hayali mitlerdir. ülkeler, milletler, yasalar, ekonomik sistemimizin temel yapı taşı para ve şirketler. hepsi ama hepsi insan düşüncesinin ürünleridir. doğada bulunmazlar, değişmez kuralları yoktur. aynı canlılar gibi evrim geçirirler. örneğin 1900'den 2000'e kadar yaşamış bir almanı düşünelim. önce bismark'ın 1870 de temellerini attığı ii. reich'in bir üyesi olarak onun belirlediği alman milletine inanır. daha sonra hitler gelir millet kavramını bambaşka bir çerçeveye sokar ve saf aryan ırkının varlığına inanmaya başlar. daha sonra 2. dünya savaşı biter, almanya ikiye bölünür ve doğu berlinde yaşayan bu kardeşimiz komünizmin etkisiyle batıda yaşayanları başka bir milletten biri olarak düşünebilir hatta onun düşünce dünyasına göre kapitalist düzenin yarattığı bu köleler insan bile olmayabilir. daha sonra 1990'da ise berlin duvarı yıkılınca başrol oyuncumuz bugün modern almanya federal devletinin yasalarına bağlı bir birey haline gelebilir.

    peki bu birey nasıl oldu da bu kadar kısa süre içinde bu kadar değişim yaşadı? dna'sı değişerek mutasyona mı uğradı? ya da evrim mi geçirdi? cevap tabi ki hayır. buna sebep olan şey insan dil ve düşünce yapısının inanılmaz esnekliği ve hayali mitler oluşturma ve insanı buna inandırabilme gücüdür. bugünkü bütün siyasal ve ekonomik sistemlerimiz bu hayali mitlere dayalıdır. tarih boyunca binlerce ve milyonlarca insanı bir araya getirip efektif bir şekilde iş birliği yapmasını sağlayan bu mitler; bilimsel, siyasal ve ekonomik devrimlere öncülük ederek insanı dünyanın hakimi konumuna getirmiştir.
  • "anlatım [ya da dil] yeteneği [fr. langage] bir yasalar bütünüdür; dil [fr. langue] ise onun kodudur. bizler dil içindeki iktidarı görmeyiz, çünkü her dilin bir sınıflandırma olduğunu, her sınıflandırmanın da baskıcı olduğunu unuturuz: [fransızca'da 'ordre' (düzen, sıra, emir) sözcüğünün kaynaklandığı latince'deki] 'ordo', hem dağıtım, bölüştürme hem de gözdağı verme demektir. jakobson'un gösterdiği gibi, bir topluluğun konuştuğu dil, söyleme olanak verdikleriyle değil, söyleme zorunda bıraktıklarıyla tanımlanır. bizim fransız dilimizdeyse (kabaca olacak vereceğim örnekler), ben kendimi önce özne olarak ortaya koyarım, ardından eylemi dile getiririm, o andan itibaren de bu eylem benim niteliğim olur: yaptığım şey, olduğum şeyin sonucundan ve onun diziliş düzeninden, zincirlenişinden başka bir şey değildir. aynı biçimde, her zaman eril ile dişil arasında bir seçim yapmak zorunda kalırım; yalnız ya da karmaşık olanı kullanmam yasaklanmıştır; yine aynı biçimde, başkasıyla olan bağlantımı ya tu'ye [sen] ya da vous'ya [siz] başvurarak belirtmek zorundayımdır: duygusal ya da toplumsal kesinsizliğe başvurma hakkı bana tanınmamıştır. böylece dil, yapısıyla, kaçınılması olanaksız bir yabancılaş(tır)ma ilişkisi içerir. konuşmak, hele hele söylev vermek, sık sık kullanıldığı gibi, iletişim kurmak değil, boyun eğdirmektir. öyleyse her dil genelleştirilmiş bir yönetmedir."

    'roland barthes: yazma arzusu' mehmet rifat
  • yunus emre telif ediyor:

    hak bir gönül verdi bana
    ha demeden hayran olur
    bir dem gelir şâdan olur
    bir dem gelir giryan olur
    ...
    bir dem gelir söyleyemez
    bir sözü şerh eyleyemez
    bir dem dilinden dür döker
    dertlilere derman olur
    ...

    ariften görünen hakk. kabına göre hâl. hepsi bir demdir, geçer.
    kemâlât, ikisini cem edebilmek, yerli yerince söyleyebilmek.
    dil, dilimizde hem gönül hem lisan anlamında. ikisini de tutmayı öğrenmeden bıraktırmazlar.
  • iyi kullanıldığında çok etkili bir silah
  • konuşmayı yeni öğrenen çocuklar konuşmayı ne kadar çok sever. herhalde çok az çocuk vardır ki ağzını bıçak açmasın, dudaklarının arasından mırıldansın, homurdansın. tam tersine şakır çocuklar. kendi kendilerineyken bile konuşmaları ve sözcük uydurmaları da bunun göstergesi.

    çocuklar dille yapılabilecek şeyler konusunda yetişkinlerden çok daha açıkkafalı oluyor. dille bütün algının ve düşüncenin sekteye uğratılıp başka bir "kafa"nın yaratılabileceğine çocuklar inanır. sebebi basit: öyle bir kafanın yaratılamayacağına henüz inandırılmamışlar. ritimler, "ağız birliği" (şeffaf beyinler gibi bu da kimin ne dediğinin belirsiz olması - beyin fırtınalarında bunu kullanmak lazım işte)...

    20 aylık çocuğum var, gözlemlediğim kadarıyla çocuk gelişiminde birçok mesele de böyle: çocuk, kutusu kapalı bir yetişkin değil; yetişkin, kapanmış bir çocuk. hey yavru hey.
  • "tek gerçek vatan, insanın ayağını basabileceği tek toprak, başını sokabileceği, sığınabileceği tek ev çocukluğundan itibaren öğrendiği dildir."
    (foucault, "güzel tehlike")
  • giorgio agamben'in bir röportajından:
    " dil iletişim için icat edilmemiştir. başka bir şey, belki daha önemli ama, aynı zamanda daha tehlikeli bir şey için vardır dil. hatta, iletişimin önündeki en büyük engel dildir."
hesabın var mı? giriş yap