• serinin ilk filmindeki "kara murat hanginiz" diyaloguyla beni güldürmüs olan film.

    (bilindigi üzere teröristler tüm calisanlarin yilbasi partisi yaptigi sirada nakatomi plazayi isgal etmisler ve sirket calisanlari arasindan patronu bulmaya calismaktadirlar)

    - yashomoto nakatomi*, kimse ciksin ortaya!
    (kimse ortaya cikmaz)
    - bilmemkac yilinda tokyo'da dogdun, falan sene amerika'ya göc ettin, filan okulda okudun, kurdugun hede sirketiyle söyle basarili oldun, böyle basarili oldun, (bu sirada kamera boncuk boncuk terleyen yashomoto'yu göstermektedir). falan cadde filan numarada oturuyorsun, karin ve takoro ve makasomo adinda iki cocugun var ve su anda filan yerdeki yazlik evindeler..
    (nakatomi ileri cikar)
    - tamam durun nakatomi benim!

    ulan adamin seceresini bulup cikardiniz da, bi fotografini mi bulamadiniz, adam neye benziyor, tipi nasildir. cok salak oluyor valla bu teröristler. bi tek polis memuru bruce willis haklarindan geldi zaten.
  • ismi azeri tv'since "merhum edilmez" şeklinde çevrilmiş film.
  • zamanına göre bence harika bir aksiyon filmi. neredeyse bütün amerikan filmi klişeleri bu filmde de mevcut. tek kişilik ordu, problemli aşk yaşayan baş kahraman, olay yerine gelen kimseyi siklemeyen fbi, avrupa kökenli terörist, baş kahramanın sevgilisiyle birlikte battaniyeye sarılıp ambülans içinde kahve içerken gelen the end yazısı

    bu filmde her şeyi anlarım da fimin başındaki beyaz atlet filmin sonunda nasıl yeşil oldu onu anlamam.
  • beşincisini bilmem ama altıncısının ismini tahmin edebiliyorum; "die hard: sticks and stones"

    (bkz: taşlar ve sopalarla olacak diyeni odunla dövmek)
  • ananla nasıl tanıştımda barney filmlerdeki kötü karakterleri savunmaktadır. marshall film sayarken peki ya die hard der.
    barney: hans gruber. charming international bandit. at the end, he died hard. he's the title character.
    der. hakkaten de öyledir. filmin adı kötü adamlar baz alınarak verilmiş. hepsi died hard ya hahah
  • bruce willis oynadığı şimdilik 3 bölümü olan film. filmin en harika yanı bruce her bölümde sürekli acı çeker bir dakka rahat rahat yerinde duramaz ve filmin başında giydiği beyaz atleti filmin sonunda leş gibi kan ter toz toprak içinde kalır. bruce willisin en eğlenceli filmleridir bunlar bir de son izci vardır ki onun da tv lerde gösterilen bir türkçe tercumeli versiyonu vardır ki evlere şenlik, harikadır
  • bu bir 90'ların ilk günleri yazisidir...

    26 ocak 1990. istanbul.
    20. yüzyılın son 10 yılına girilmiş. 1980 darbesinin tatsızlığını, karanlığını üzerinden atmak isteyen ve 90'lara umutla bakan güzel bir ülkedeyiz. abd'de iki yıl önce oynamış ve anındaa kült olmuş die hard filmi memlekete gelmiş. film haberlere bile konu olmuş durumda. tom cruise, arnold ve sylvester stallone ile hollywood'un kare asını oluşturan bruce willis, mclane karakteriyle başrolde. diğerlerinden farklı olarak mclane ne bir savaş makinesi, ne bir f14 pilotu, ne de bir terminator degil. siradan bir new york polisi. yani aslında bizim gibi bir adam.

    iş böyleyken ertesi gün...
    27 ocak 1990, bir cumartesi öğlen 12. babam, kardeşim ve beni arabaya bindirdiği gibi soluğu kadıköy'de alıyoruz. önce bilet kuyruğu. süreyya'nin önünden başlayan kuyruk, altiyol boğa'ya giden yolun yarısına ulaşıyor. ama salon büyük ve akşama kadar bir çok seans var. biz akşam 5'teki seansa bilet alabiliyoruz. babam diyor ki "cocuklar, bu özel bir film. bunu locadan izleyeceğiz" loca mi? o da ne ki? babam iyi diyorsa iyidir. yanıldığını hiç görmedim.

    neyse biletler cepte. karınlar aç.
    yanılmıyorsam 2-3 yıl önce kırmızı renkli bir hamburgerci açılmıştı kadıköy'de. adi neydi? mece donalt. okulda cok duymuştum. arkadaşlarım hava atiyordu. ama daha gidememiştim. babam "çocuklar ne yemek istersiniz? döner nasıl gider ama?" biz dün geceden bunu çoktan çalışmışız kardeşimle: "burgeeeeeer. buuur ger isteriz. buuur ger isterriz" adamcağızı terörize ediyoruz. cok tatlı oldugu icin kıramıyor tabi, apar topar bahariye'deki mcdonald's a giriyoruz. misler gibi patates kokusu hala burnumda. içeride herkesin yüzü gülüyor. iki katli burgerler revaçta. babam da biz de bilmiyoruz ne yiyeceğimizi. kardeşim iki katli burger almak istiyor. ben her zaman daha az yemek yedim ve çizburger istiyorum. kasiyer "double cheese vereyim sizlere, bu ürünümüz de çok güzel" diyor. o dönem menu yok onu hatırlıyorum. patates ve kolaları ayrıca alıyoruz. o yemek, hayatım boyunca hep hatırlayacağım bir öğün olacak. sanırım sosyalliğe, sokağa, kadıköy'e, hayatı doya doya yaşamaya tutkuyla bağlandığım an o anlar oldu.
    bata çıka burgerleri yedik. saat zaten bilet al, yemek ye derken neredeyse 4 olmuş. babam da bizler de heyecanlıyız. biraz sahaf geziyoruz. filme yarım saat kala süreyya'nin büyülü dünyasına giriş yapıyoruz. bekleme salonu hınca hınç dolu. salondan bizden önceki seanstan gelen patlama sesleri, makineli tüfek sesleri, seyircinin ooo sesleri falan. resmen kopuyoruz dünyadan. o arada süreyya sineması yetkilileri bir açıklama yapiyor: "ülkemizde ilk defa bugün dolby stereo ses sistemi bu filmimizde test edilecek. salonumuzda özel bir hoparlör sistemi var. bu tecrübeye hazırlıklı olmanizi isteriz. iyi seyirler"

    dolby? stereo ses sistemi? neler oluyor? "baba o ne ki?" "simdi mesela soldan biri yaklaşırsa oradan duyacaksınız sesleri. bir uçak sağdan geçerse ses de sağdan gelecek. abd'de çok tutulmuş. bize de bu filmle geliyor işte. ben de merak ediyorum"
    derken kapılar açılıyor. büyülenmis kalabalık dünyaya dönüyor. herkes filmden, sesten bahsediyor. biz bekleyenlere "mükemmel. inanılmaz. ses sistemi" gibi şeyler söyleniyor.
    bizden önce temizlik ekibi içeri daliyor. salondaki patlama sesleri yerini hoover elektrikli süpürge sesine bırakıyor. artik heyecandan duramaz olduk.
    babam bizi üst kata çıkartıyor. locamiz o kattaymış. derken saat geliyor. süreyya'nin meşhur gongu çalıyor. heyecanlı kalabalık, salona dolusuyoruz. loca tam merkez sağda ve üst katta yer alıyor. yani sesi neredeyse mükemmel şekilde tecrübe edeceğimiz bir noktadayız.
    süreyya'nin göz alıcı salon süslerine, iç mimarisine büyülenerek dalıyorum. hafif loş ışık.
    derken kapılar kapaniyor, herkes yerini aldı.

    seyircinin beklentisi o kadar yüksek ki neredeyse havada bir bulut gibi, görebilecegiz... loş ışıklar da kararıyor. süreyya'nin makine dairesinin meşhur tıkırtısı. koskocaman perdede gelecek filmlerin fragmanları. stereo bu mu yani diye düşünüyorum. babam "ses sistemi daha çalışmaya başlamadı. filmle başlayacak" diyor aklımı okumuş gibi. son fragman. bitiyor.
    ekran karanlik. sessizlik.

    "jjjjjjjjjjjjjjiiiiiiihuuuuuuuuuuuuuuwwwwww" sesiyle o koskoca jet sanki süreyya'ya iniyor. salonda wooooooow bağrışı. babam "işte bu" diyor. kardeşimle ben donakalmışız.
    mclane ile tanisiyoruz. hayattan kopuyorum iki saatliğine...
  • ilk filmde o efsane repliği duyacaksınız. lanet olası paraleller gelir ve polis şefine sorar: burda yetkili kim ? şef de tavşan gibi atlar benim der veeee yüzüne bile bakmadan o efsane cevabı verir: artık değilsin
  • ilk kez sekiz dokuz yaşlarındayken yazlık sinemada ağzım açık şekilde izlediğim bu filmi bugün bir daha izledim ve yine aynı keyfi aldım. yönetmen john mctiernan düz açılar kullanarak klasik bir film çekmiş. bruce willis o dönemin sly stallone ve arnold schwarzenegger gibi donuk yüzlü aksiyon oyuncularının aksine mimiklerini daha çok kullanmış ve izleyenlerin karaktere daha çok ısınmasını sağlamış. ama filmde en çok öne çıkan unsur alan rickman 'ın canlandırdığı klasik eğitim almış, erkek modasından anlayan kötü karakter. rickman bruce willis'in de önüne geçerek filmin sürükleyiciliğinde ve başarısındaki tartışmasız en büyük etken. ayrıca size filmle ilgili ufak ta bir bilgi vereyim. john mcclane rolü önce arnold 'a teklif edilmiş, arnold senaryoyu beğenmeyip kabul etmeyince stallone'nin önüne gitmiş. stallone o sırada rambo ııı u çektiği için o da rolu kabul etmemiş. bunun üzerine rol o dönemde tv den beyaz perdeye geçmeye çalışan willis'e etklif edilmiş ve bruce willis bu filmin başarısı sayesinde sinema da kalıcı bir oyuncu olmayı başarmıştır.
hesabın var mı? giriş yap