• baş karakterinin sorununun mutsuzluk olmadığı filmdir. baş karakterinin sorunu, mutsuz olmasına, mutsuzluğunu yaşamasına bile izin verilmeyen bir dünyada yaşıyor olmasıdır. ne baş karakter mutsuzdur filmde, ne yan karakterler mutludur esasında.

    içinde yaşadığımız, mutluluk illüzyonuyla süslü dünya, mutsuz olanı küçük görmekte, dışlamaktadır. bu dünyada ağlamak ne kadar hakir görülecek bir şeyse, acı çekmek de o kadar romantizmdir. filmdeki baş karakterin aşk acısı ilintili olarak yaşadıkları hepimizin yaşadıklarıdır esasında. kahraman, yerin 10 kat altına girer, defalarca metro çarpar; sonunda tekrar ayakta kalmayı, yürümeyi öğrenir ve karanlıktan aydınlığa çıkar. ama asıl mücadele şimdi başlamaktadır... yaşayan ölülerin dünyasına geri dönen kahraman, koca koca binaların ortasında minicik, yapayalnızdır. aşk acısını bu dünyada yaşamasına izin verilmez, üniformalı iki kişi onu arabaya bindirir ve götürür...

    dün akşamdan bu yana 5 hafif metro, 8 füniküler, 12 metro, 6 otobüs ve 12 de ada vapuru geçti üzerimden. işte ben de bugün, bu tarihte, arabaya bindirilip götürülmemek için odamda gizli gizli ağlıyorum.
  • aşk acısı teması; defalarca metro araçları altında kalmak olarak işlenmiş, başarılı film.
  • there is a light at the end of the tunnel klişesini severdim ben, ama bu filmde there is a cake at the end of the tunnel haline dönüştü ki bu da daha sevdiğim bir klişe olan the cake is a lie konusuna da açıklık getirmiş oldu.

    kek yalan değilmiş ama gittiğimiz yol, yol değilmiş.

    (bkz: belki de bu dünya başka bir gezegenin cehennemidir)
  • insan kaynakları bölümünün çalışanlar kaynaşsın diye çeşitli aktiviteler düzenlediği bir şirkette sabah dokuz akşam altı çalışan, ikea'dan aldığı eşyalarla donattığı evinde muhakkak kablolu tv bulunan, hangi günler eğlenecekleri bile sistem tarafından belirlenmiş insan tipinin canını yakmak için yapılmış filmdir. son dönem norveç sinemasının en iyi örneklerinden biridir ayrıca. aynı erkek oyuncunun oldugu ve benzer eleştirel sularda gezinen başka bir başarılı film için bkz: tatt av kvinnen
  • --- spoiler ---
    -başka biriyle görüşüyorum.
    -nasıl yani?
    -başka bir kadınla.
    -neden?
    -başkasına aşık oldum. birden oluverdi işte.
    -mutlu olduğumuzu sanıyordum.
    -öyleydik. ama başkasına aşık oldum.
    -neden?
    -senden ayrılıyorum.
    -cumartesi miasfirimiz var.
    -böyle ters bir zamanda olsun istemezdim ama bilmeni istedim.
    -cumartesiden önce mi ayrılacaksın?
    -cumartesiye kadar kalabilirim.
    -iyi olur.

    --- spoiler ---
  • filmin henüz ortalarındayken içimden yönetmeni istanbul'a davet etmek geldi. gel kardeşim, çok sıkıldıysan gel. burası yarığın arkası.

    bu distopyanın yönetmeni de diğer tarafı geriye bakış olarak ele alıyor. geride ana ve rahmi var.

    oyunculuklar da çok iyi ayrıca. filmde herşey abartıdan uzak. gerçekten eleştirisi de abartıdan uzak. böylece abartıdan uzaklığı çok abartılı bir şekilde eleştirmek yönetmenin büyük fikri.
  • disarda rezil bir savas suruyor. nereye donsek utanmazlik, arsizlik, yuzsuzluk.
    nere baksak insan onuru ayak altinda. nerden tutsak kalkmaz ayaga erdem, emek, mutluluk orospu olmus.
    kalem, kagit, soz, imge tir tir titrer, gunese cikamaz korkudan.
    cilginlik sahip olmus duzene, odlekler alcaklar basa gecmis mertlik kufur olmus.
    dogruyu soyleyen yedi iklimden kovulmus, kotuler serefsizler reziller bas taci, populer, fenomen, kahraman ilan olunmus.

    oyleyse kapilari kapatalim.. film izleyelim, sohbet edelim, icelim ve bilelim, cocuklarla gulelim, masallar soyleyelim, son demlerimizi surelim.
    siz durmayin ilencleyin yine.

    on yil geriden "uyumsuz adam" icin birseyler soyleyeyim. nasilsa buradan kimseye popi cikmaz.
    olsa olsa biri merak eder filmi izler falan filan, denk gelir de daralmadan sikilmadan hepsini okursa, uzerine dusunurse, kapimi calarsa...
    olsa olsa kucuk bir gulumseme isinir, makiler yeserir akdeniz dolar, icilir konusulur denize girilir. falan filan.

    --- spoiler ---
    uyumsuz adam, edebiyat yonu ve vurgulari guclu, bunalimli bir kara film. en guzeli de, yapitin edebi derinligi, atiflari, gorsel olarak, sinema diliyle aktarabilmesi.
    filmin acilisi intihari andiran bir sahneyle. bunun uzerinde cok durmuyorum, buradan arafla, cennetle, cehennemle ilintili bir suru aciklama kasilmis. ya dinsel olaylara, ya da icinde bulundugumuz cagda cennetle cehennem arasi bir arafta yasayip gittigimiz gibi seyler. pek ilgimi cekmiyor.

    yapitin asil derdi tasasi konformizmle (uygitsincilik), sistemle, ruhsuzlukla, renksizlikle, yabancilasmayla filan.
    film buradan hareketle, paris texas'taki esas adam travis'in kayip, yabanci, ucmus haliyle basliyor:
    paris texas'ta travis
    uyumsuz adam andreas

    gecmisiyle bagi yok, yani nereden geldigini, nereye gittigini kestiremiyor.
    bugun avrupa'nin konforlu kentlerinde kalabaliklarla oradan oraya suruklenen bireylerden biri gibi mi? avrupa'yi pek bilmem, bilenler soylesin.

    otobusun, yahut kalabaliklarla birlikte suruklenilen tozlu yollarin, andreas'i goturdugu bu konforlu kentte rahat bir is oluyor, sevgili(ler) oluyor, ev oluyor, guzel araba oluyor falan filan.
    ama sicak cikolatanin bogazdan akisi var tadi yok kokusu yok, sevismenin opusmenin devinimi var terlemesi var zevki yok heyecani yok.

    bu noktada, imdb'de filmi yorumlayan strandedinoslo adli kullanici goze batan aciklamalar getirmis.
    norvecli izleyici, "uyumsuz adam"in ulkenin cok bilindik mekanlarinda, caddelerinde cekildigini, ayrica toplumsal yasama iliskin cok bilindik imgeler, kodlar icerdigini soyluyor.
    andreas'in duvarlarini yumrukladigi norvec'in, yahut iskandinavya'nin, konforudur.
    is, araba, toplumda bir yer, yalniz mutfakla / evle ilgilenen bir kadin. rahat, tasasiz, duz.
    ancak andreas duygulu, hisli bir adam, yasadigi anin farkinda. bu ruhsuz, renksiz gidip gelmeleri kabullenemiyor. sarki soylemek istiyor, aglamak istiyor, tutkuyla opusmek istiyor.

    kadinlar ise yogun bir ignelemeyle karikaturize edilmis. strandedinoslo, andreas'in birlikte yasadigi kadinin "heks - witch" olarak toplumda yaygin bilinen bir tip oldugunu soyluyor, orada neye karsilik geldigini tam cikaramiyorum ama dunyanin cogu yerinde karsiligi olan, hatta bizim "mavi gozlu dev"in "mini minnacikti kadin / rahata acikti kadin" diye tarif ettigi eskal olsa gerek. diger kadin ise yine norvec toplumunda "orta mali - everyone's girl friend" diye bilinen bir tip imis.
    bu kadinlarda sevgi yok, tutku yalan, sasirma yok, kirmizi yok, anlayis yok, paylasmak yok, kizginlik yok, kiskanclik yok, hayat yok, ruh yok. bu kadinlar yalnizca elbiseden ibaret, salon / ev susunden ibaret, erkegin yan koltugundaki golgeden ibaret. kadin degiller, var degiller, aslinda yoklar.

    andreas'in bu ruhsuz dongu disina cikmaya calistigi sahneler hep elastiki bir esnek geri donusle kapaniyor. izleyicinin koltugundaki konforunu rahatsiz etmek icin ekrana ilistirilmis o vahsi resimler, bagirsak parcalari, kopuk parmak filan biraz baglamdan uzak da olsa. olaylar "geri alinamaz" bir noktaya gelmeden sistem andreas'i tedavi ediyor, onariyor, rehabilite ediyor. parmagi eskisinin ayni bicimde dikiliyor, raylarin ustundeki tren acidan inleyecek kadar canini yakiyor ama oldurmuyor.

    duvardaki catlaktan sizan o sahane muzik, kayip zamanin izi gibi. andreas ve obur adam ana rahmine benzer yariktan cocukluklarindaki o muhtesem kokulari, sesleri, isiklari secebiliyorlar. heyecanlaniyorlar. o heyecani, ozlemi paylasiyorlar.
    marcel proust'un caya banilan kurabiyelerin tadiyla cocukluguna geri donebilmesi gibi. andreas da isi gucu, rahati konforu bir tarafa birakip duvarin ardindan gelen o kayip kokulari, tadlari, cocuk kahkahalarini takip ederek kaziyor, kiriyor, dokuyor.
    o delikten gecerek sonunda parmaginin ucuyla dokunabildigi tipik bir norvec babaanne evi mutfagi imis. masanin uzerindeki de eski zamanlardan kalma bir pasta imis. ama o pasta nasil lezzetli gozukuyor, nasil guzel kokuyor, deliriyor andreas agzinda eriyen bu seyle.

    toplum disi bu hareketi sonrasi andreas'i alip goturuyorlar. oslo'daki devlet binalarinin onunde bakanlar, kravatlilar siraya girip andreas'i cikcikcik'liyor. "seni mutlu etmek icin her seyi yaptik" deyip andreas'i sehirden -bir kurtadam (friedlos) gibi- suruyorlar.
    otobusun bagajina, yahut kalabaliklarin uzagina, tikistirilmis andreas o sallantili ve mechul yolculuk sirasinda motoru makinayi kurcalayip sokup cekiyor. sonunda bir kosede kendini o karanliktan disari atabiliyor.
    disarida ne var?
    soguk, ruzgar, bembeyaz karlar.
    toplumun disina atilmis, konforlu sehrin sokaklarindan surulmus andreas artik dogayla mucadelede, hayatta kalma savasiminda bir basinadir.
    andreas artik, into the wild'da alexander supertrampin alaska sogugundaki yuruyusu gibi yalniz, bir basina adimlayacaktir yuzunu kirbaclayan ruzgara karsi.
    --- spoiler ---
  • aslında üzerine uzuunca bir şey yazamayacak kadar güzel bir film.. film anlatmak istediğini o kadar iyi bir dille anlatıyor ki, film bittiğinde o herkesin ve her şeyin neredeyse aynı tonda renklerle resmedildiği distopik dünyanın kendimizinkinden pek de farkı olmadığını farketmek için fazla düşünmeye gerek kalmıyor..

    ancak, filme getirilen sistem eleştirisi yapıyor ancak ondan kurtuluşa dair bir şey söylemiyor eleştirisine de katılmıyorum. kurtuluşa dair tek metafor olan o delik zaten yine insanlar tarafından kapatılıyor filmde, ki o distopik dünyadan bundan başka bir şey beklenmezdi sanki..

    --- spoiler ---

    ha unutmadan, o deliğin de bir vajinaya benzemesi de film içindeki mükemmel ayrıntılardan biriydi..

    --- spoiler ---

    neyse uzatmayayım.. son zamanlarda izlediğim en iyi filmlerden biri..
  • insanların her türlü duygudan, yiyeceklerin her türlü tattan arındırıldığı bir dünyayı anlatan, hatta başkahramanın seyirci tarafından merak edilen "nereden geliyorum, nereye gidiyorum?" sorularına bile cevap aramaya kalkmadığı (üşendiği?) sıradışı bir norveç filmi. izlerken bir yandan the truman show'u, bir yandan da (özellikle sonuna doğru) 1984'ü düşündürüyor.

    kuzeyli bir yönetmenden, modern toplumun sıkıcılığını anlatan böylesine sivri eleştirilerle dolu bir film gelmesi, bu ülkelerin de kendisini iyice sorguladığının, o toplumların cam fanustan azar azar da olsa çıkmaya başladığının göstergesi sanki.

    kara mizah anlayışının bir sonucu olarak, hassas bünyelere ağır gelebilecek sahneler içerdiğini de belirtmek gerekir, hazırlıklı olunmasında yarar vardır.
  • 12. avrupa filmleri festivali sayesinde tanistigim jens lien adli norvecli bir yonetmenin hafizama kazinan filmi, gezici festivaldeki kisisel favorim.

    ingilizce hazirlanan web sayfasinda yeralan synopsis soyle:

    forty-year-old andreas arrives in a strange city with no memory of how he got there. he is presented with a job, an apartment - even a wife. but before long, andreas notices that something is wrong. andreas makes an attempt to escape the city, but he discovers there's no way out. andreas meets hugo, who has found a crack in a wall in his cellar. beautiful music streams out from the crack. maybe it leads to "the other side"? a new plan for escape is hatched.

    http://www.bothersomeman.com/

    -- spoiler --

    modern bir ilahi komedya... hani ulkemiz icin cennet tabirini agzimiza sakiz yapmisizdir ya iste jens lien de bu filmde norvec icin arka planda oyle bir araf tasviri yapiyor ki filmi izlerken tum duyularinizla buna siz de inaniyorsunuz. oyle bir yer dusunun ki hersey ama hersey notr; mesela ne tuketilen alkol sizi sarhos ediyor, ne de yediginiz yemeklerin lezzetleri arasinda bir fark var, sevgi bile dogru duzgun yasanmiyor.

    -- spoiler --
hesabın var mı? giriş yap