• film her ne kadar ikinci dünya savaşı izlenimi verse de tarihi belli eden hiçbir ibare yoktur. yönetmen aslında bilim kurgu filmlerinin 2036 newyork yazıp o karanlık tabloları ile film çevirenlere bir nazire yapmaktadır, hayır felaket ortamları ille de gelecekte olacak diye birşey yok, yaşadığımız çağ veya geçmişte kalan çağ bile yeterince vahşidir. özellikle 2. dünya savaşı dönemini düşünürsek yeterince vahşet yaşanmıştır. filmde kasap egemen insandır, kasaba ve hana sahiptir. egemen başkaları için zorunlu gördüğü bir hayatı kendisi için görmemektedir.

    filmin nihai mesajı ise; hayatı çekilmez kılan ve yarattığı sisteme yine kendisi mahkum olan insanların kendisidir. yani insan eti yenmeden de yaşanır ve daha mutlu olursunuz. zaten filmin tek aydınlık dış çekim sahnesi bu sahnedir ve film boyunca handa yaşayan herkese kötü oyunlar yapmaya çalışan iki erkek çoçuk ilk defa birilerinin yaptığı müzigi taklit etmektedir. tabi han suların banyodan boşalmasıyla kullanılmaz halde ve tek kalınabilecek yeri artık damdır ama galiba en güzel yeride burasıdır. sizin hayatınızı cehenneme çeviren mekanı kaybetmeniz belkide sizin kurtuluşunuzdur.

    sonuçta bu film izlediğimiz filmelere pek benzemiyor. filmde kullanılan tüm simgeler hemen antiteziyle sunuldugu için film bitene kadar filmin nasıl bir film oldugunu çok kestiremiyorsunuz.
  • filme dair birkaç spekülasyon:

    kasap ve proleter arasındaki dalgalı ilişki köle-efendi diyalektiğini yordamak için ideal bir tercih denebilir.

    kameranın apartmanda durmaksızın devinişi, eğer bu fallik yapı fransa'nın kafasının içi gibi tasavvur edilebilirse, bilinçaltının yarı karanlık labirentlerinde gezinmekle eşanlamlı okunabilir.

    korku ve paranoya atmosferi bir french-noir zemini açabilir.

    genel düzeyde tek renk skalasına bağlı kalış savaş sonrası fransız toplumunun statizmine bir gönderme mahiyetinde ele alınabilir.

    edit: imla
  • fransa'nın naziler tarafından işgalinin eğretilemesi.

    kasap biraz fazla hitler'i çağrıştırıyor. aslında onu sadık vichy neferi diye düşünmüşümdür hep. fakat bir retrospektif sonrası hitler'e daha çok benzediğini düşünüyorum.

    apartmanın yaşayan bir canlı gibi sunumu uzamın bilinçaltı gibi algılanması değilse ne? demek ki yönetmenlerin ve dolayısıyla da fransızların bilinçaltında hep bir suçluluk duygusu hakim olacak. bu film vichy hükümeti adına çalışıp kendi ulusunu ele verip ölüme yollanmasına neden olanların anlatıldığı bir alegori.

    sonunda kötünün yenilmesi ve iyinin galip gelmesi ise tamamen masal elbette. kasabın cüsseli, louison'un (dominique pinon) kısmen cüce görüntüsü devlere karşı mücadele edip sonunda kazanan sıradan masal kahramanını anımsatıyor.
  • harika bir filmdi, fakat her şey bi yana:

    --- spoiler ---

    (bkz: prezervatif yamamak)

    --- spoiler ---
  • jeneriği süper olan film, mesela müzikle ilgilnen kişilerin ismi plakta yaziliyken, görüntü yönetmenininki fotograf makinesinde yazildir, bu şekil gider, süperdir...
  • apartmandaki herkesin islerini yatagin yaylarindan cikan sesin ritmiyle yapmasi gercekten cok eglenceliydi :)
  • almanca delikat [güzel, hoş, ince] ve essen [yemek] kelimelerinin birleşimiyle oluşmuş, buradan da önce fransızcaya, sonra da ingilizceye geçmiş kelime.
  • bu filmin insanda biraktigi olumlu hava, kisinin kendisinden korkmasina neden oluyor. zira anormal bir hikaye ondan daha anormal karakteler, bir sahnesi digerinden daha garip. anlattigi hikaye aslinda ic karartici. lakin insanda muthis bir iyimserlik doguruyor. suphe ediyorsunuz kendinizden. benim ic dunyam da boyle mi acaba?
  • hayatıma "post-apocaliptic surrealist black comedy" şeklinde şahane bir zincirleme film tamlaması sokmuş filmdir.

    --- hafif dozda spoylır, dikkat ---

    kasabın sarışın kızı ilk adını söylediğinde aklıma romeo ve juliet'in juliet'i gelmişti; juliet capulet - julie clapet.

    gönderme bulamazsa ölecek hastalığına yakalanmışım gibi olmasın ama, banyo tabanı çöküp yukardan atılan ağa tırmanma sahnesini de görünce emin oldum evet, postmodern apokaliptik bir romeo juliet hikayesiydi bu o la la!
  • kanımca en iyi jean pierre jeunet filmi. amelie ve la cite des enfants perdus gibi sonradan çektiği filmlerin de oldukça iyi olduğunu düşünmeme rağmen ben ilk sırayı delicatessen a vermekteyim. özellikle yaşlı kadının kırmızı yünü toplaya toplaya merdivenlerden inmesi ve intihar edemeyen kadının düzenekleri pek güzel kurgulanmış idi. konusuyla, renkleriyle 'tavsiye edilecek filmler' in ilk sıralarında.
hesabın var mı? giriş yap