• dejenerasyon sadece bir süreç değildir, kasıtlı bir şekilde belli başlı değerlerin itibarsızlaştırılması fakat her şeye dayanaksız bir eleştiri ve duruş trendi ile gelen ukalalıktır. açıklayayım.

    öncelikle belirteyim ki muhafazakar bir yaşama sahip değilim, ama muhafazakarlığın kız çocuğunu okutmamaktan çok daha derin bi felsefesi olduğunu biliyorum.

    neden her jenerasyonun kendisinden öncekinden daha kötü olduğunu açıklayacağım. ilk olarak, bize yeni yeni öğretilen her şeyi "sorgulama" modası kendimizi sorgulamayı değil toplumu, ülkeyi, yani başkalarını sorgulamayı öğretiyor.

    o sorgulamayı savunan tayfa da nasıl oluyorsa ahlakın mutlak değil göreceli olduğunu savunuyor. yani sorgulamayı neye dayanarak yapacağını söylemiyor ama ortaya "sağ duyu, insanlık" falan koyuyor. bu da hak edilmemiş gururla dolu iyi üniversitelerde okumuş ya da belli başlı pozisyonlara gelmiş entelektüel kesimin tutumuyla birleştiği için insanlar sanıyor ki bu iyi eğitimli insanlar böyle düşünüyorsa, demek ki etik relativizm iyi ve doğru bir şey.

    ürün: kendisine geldiğinde mutlak bir doğruyu reddeden ama acımasızca toplumu, eleştiren biri. çözüm üretmiyor, sadece sorun gösterip onun üzerine konuşuyor.

    aslında çözüm ise kitleler halinde başkalarını düzeltmeye çalışmaktan geçmiyor, iyi bir aile eğitimini ve ahlak edinimi sürecini savunmaktan geçiyor beğenmedikleri muhafazakar görüşe göre.

    yani kendi yanlışlarımıza gelince doğru yok, her şey göreceli. sistemi eleştirmeye gelince hararetle kafasındaki yeni yetme ideallerini savunanlara dönüşüyor. yani alttan alta bu nesil ortaya çıkmış durumda. biz ekşi sözlükte devam edelim bizim nesil daha iyiydi demeye. aslında sebep apaçık ortada.
  • insanlığı tehdit eden en büyük tehlike.
    kafka, camus gibi büyük yazarlar gelecegi önceden görerek yabancılaşmaya işaret etmişlerdi ama dejenerasyon yabancılaşmayla açıklanamayacak bir durum. tam anlamıyla yoldan çıkma, kültürel yozlaşma, ahlaki degerlerin ve ruh gözünün yitirilmesi.
  • nesilsiz.
  • kendisinden sapılmış mutlak formlar önkabulünü içerdiğinden çoğu zaman absürt bir kavramdır. mesela toplum dejenere oluyor diyoruz. toplumun daha önce "jenere" olduğu önkabulü nereden geliyor? ne zamandı bu altın yıllar ki her şey iyiydi, güzeldi? problem yoktu? ne oldu da bunlar oldu?

    inanılmaz kıl oluyorum ben bu sözcüğe.
  • biz eskiden arkadaşlarımızı görmek için iskelet ve kas sistemlerimizi tam kapasite kullanırdık. kalkıp giderdik sevilenin, sayılanın yanına. beraber büyür, yaşlanır; beraber genç kalırdık oluşan yüz çizgilerimizi fark edemediğimizden...

    biz eskiden yalan söylemekten korkardık; ses tonumuz, yüzümüzün rengi ve biçimi bizi ele verir diye. aldatmaktan, kırmaktan korkardık karşımızdakini; kendimizi onun yerine koymayı, kendimize onun gözünden bakmayı bilirdik. tek derdimiz kendimiz değildik. o yüzden muhatabımızın canı yandığında da onu en derinden paylaşabilirdik.

    biz eskiden birbirimize dokunurduk. boş odada, başımızı bilgisayar masasına ya da kendi dizimize dayamadan anlatırdık derdimizi. ve mutlaka bir omuz bulurduk, sesimize ses veren biri olurdu mutlaka.

    biz eskiden karikatür dergilerini, fıkraları ya da gülünecek ne varsa her şeyi tek başımıza okuyup gülmezdik. beraber okur, beraber güler, beraber konuşurduk anlatılmak istenen hakkında...
    dünyanın bilgisinin peşinde koşardık. daha 17 yaşındayken, "artık her şeyi biliyorum!" diyip kapatmazdık kapıları, vazgeçemezdik yeni'den. okurduk, öğrenirdik, kafa patlatır, konuşurduk. bu kadar orta malı değildi bilmek işi; o zamanlar henüz hâlâ çok değerliydi. bu yüzden unutmazdık hangi tarihte ne olduğunu ve kime ne kattığını, kimden ne çaldığını. gözümüzün içine baka baka yalan söyleyenleri alkışlamazdık; aksine şıp diye tanır, onları alır mizah malzemesi yapardık. o zamanlar kimse mizahtan bu kadar korkmaz, köküne kibrit suyu dökmeye çalışmazdı.

    biz eskiden bu kadar ayran gönüllü de değildik. 3 günde sevip sonra vazgeçip, 3 saat acı çekip, ayılınca sıradakine geçmezdi gönlümüz. yürek henüz o kadar elektro mangal değildi. zaten tek markamız yüreğimizdi.

    sonra ne olduysa oldu, ipler koptu. bulduğunu değil, umduğunu arayan insanlara dönüştük, hayaller kurup kendi kendimize kırıldık. her zamanki hayat gaileleri; rating avcılarının, aç para babalarının ucuz ve sanal ürünlerinin arasında unutturuldu. kötü olan her şey, kaybolan tüm değerlerimiz ve haklarımız, her şey çok güzel olacak masalıyla birlikte yutturuldu ilaç niyetine. kayışı koparıp, her yıl aza kanaat döneminde market raflarını boşalttık; yabancı sigaralara, çeşit çeşit peynirlere, içkilere, giysilere, silahlara saldırdık. yetmedi, bütün techizatı donanıp birbirimize saldırdık. fiziksel ya da ruhsal, nereden vurup yok edebileceksek karşımızdakini oradan vurduk. insanların önce zayıf yanlarını öğrendik; ilerde gerekirse kullanılacak birer stratejik hedef tahtası belledik onları.

    hiç de adetimiz olmayan yapay, ticari özel gün kutlamalarına gark olduk. ilişkiler bu yapay pamuk ipliklerine bağlandı. "kim"likle ilgili tüm sorunlarımız yerini içi boş sorulara bıraktı: filanca günde kim beni hatırladı, kim beni unuttu; kim beni sildi, kim engelledi?.. elimizde tuttuklarımızın, üstümüze giydiklerimizin, yediklerimizin nereden geldiğini sorgulamadık hiç. çanakkale'de ölen bir milyon insanın değerini eski bir milyon tl ile bir tuttuk. oysa vatan-millet sevgisi bu kadar faşizan çağrışımlar uyandırmazdı eskiden. herkes vatan sevgisinde hemfikirdi.

    çok değil 19 yıl önceydi... ilk bush, irak'a saldırdığında, bu olağansütü olaya canlı tv yayını sayesinde şahit olmuştuk. kimse yayınların ardından gelecek dizileri ya da eğlence programlarını beklemedi. korkmuştuk: ya sırada biz varsak, ya savaşmak zorunda kalırsak, ya bağımsızlığımız elden giderse, çocuklarımızın geleceği tehlikeye girerse diye. meze niyetine harcamazdık olan biteni. henüz sistematik uykuya dalmamıştık, bu kadar kayıtsız, bu kadar bencil ve vurdumduymaz değildik. gerçeği, hem de en derinden yaşardık.

    bilerek, hissederek inanır, bağlanırdık değerlerimize. başkası gibi yaşamak, başkası olmak gibi kaygılarımız yoktu. çok değil, bir yirmi yıl önce... merhametliydik, hissedebiliyorduk hâlâ. biz eskiden severdik, gerçekten severdik. biz eskiden gerçekten yaşardık, savaşmazdık...
  • "tüketilenlerden geriye ne kaldı ki artık?" diyor insanlar, ne vakit saf duygulardan bahsedilecek olsa. evet, kalmadı pek bir şey, eskiden de var mıydı bilemem. var idiyse de, bir şekilde tüketilmesi sağlandığına göre pek de sağlam temellere oturtulmuş sayılamayacağından dolayı şu anda kayda değer görmüyor ve bildiklerimden yola çıkarak başlıyorum yazmaya. dünyada da durumun farklı olmadığını bilmek için tek tek tüm kıtalarını gezmek gerekmiyor ya, ben yine de içersinde en çok bulunduğum paydasından, içinde yaşamakta olduğum ülke olan türkiye' den gözlemlerimi aktaracağım ara ara. bu ülkenin insanları birtakım siyasi oyunların uğruna kafataslarında taşıdıklarının salt yük haline dönüştürülmesi projesi uygulanan insanlar, uyuşturulmuş birer beyne sahip olduklarında "tehlikesiz" kategorisine koyulup, o güne değin farkında olmaksızın içersine çekildikleri dünyadan yine önlerine konulanların formatını biraz yenileyerek tekrar önlerine sürüp uyutulmalarına devam edilen insanlar. evlerine davet ettikleri eş dostlarıyla bile konuşabilecekleri artık bilindik birkaç muhabbetin ötesine geçemeyecek, evlerindeki televizyonu açıp karşısına geçip bir şeyler atıştırarak, izledikleri program bittiğinde de tekrar görüşmek umuduyla vedalaşarak beraber hoşça vakit geçirdiklerini sanacak duruma gelmiş, oysa o televizyon olmasa ara vermeksizin yarım saat bile konuşamayacak olduklarından belki de bihaber olan insanlar... ters giden bir şeylerin olduğunun ayrımına varır gibi olup, bir türlü neresinden tutup düzelteceklerini bilemedikleri bir kaosun içinde yaşamlarını sürdürüyorlar. birileri kulaklarına neyi nasıl yapmalarını fısıldıyorsa aynısını uygulamaya koyuyorlar, yazık ki bunun ayırdında bile olmaksızın yapıyorlar bunu. yüzeysel bilgilerle etiketlendiriyorlar birbirlerini, aralarına örüyorlar duvarları yavaş yavaş ve bir süre sonra artık kimse tek bir insan için çok fazla bir şeyinden feragat edebileceği bir yaşantıyı hayal dahi edemiyor. yapılacaksa büyük kitleler için yapılmalıdır, anlayışı olurken aslında o bütüne de hiçbir fayda sağlayamıyorlar. sadece birilerinin olmasını istediği insanlar olarak varoluyorlar, işleri neyse onu idame ettirip, teğet geçip hayata bir daha hatırlanmamak üzere geçmişe gömülüyorlar. oysa diyor ki sait faik: "sevmek..bir insanı sevmekle başlar her şey!" bunun böyle olacağını belli ki sürünün başındakiler de biliyor ve en başından başlama olanağını kesmek için ellerine küçük oyuncaklarını verip onların renklerine, boyutlarına bakarak geçirecekleri bir zaman sunmuş oluyorlar insanlara, aslında kendi ömürlerinden çalınarak verilmiş bir şey olarak bile görmelerini engelledikleri o zamanı geçirebilecekleri en boş şekilde geçiriyor onlar da. siz de belki bir yerlerde hala yaşamını dolu dolu geçirmeye çalışan bir insan olarak karşılarına çıktığınızda sizi yadırgıyorlar, hatta belki de içlerinde bir yerlerde uyanmasından korktukları düşünceler sebebiyle sizi başlarından savuşturuyorlar. içine çekildikleri dünyanın onların duygularını nasıl sömürdüğünü anlayamadan, içlerindeki o yalnızlık ve mutsuzluk halinin sebebini br türlü açıklayamadan yaşayıp gitmeye biraz daha yaklaşıyorlar böylelikle farkında olmadan ve ne deseniz boş olacağı sizde artık tecrübeyle sabit olduğundan, siz de bu kez denemiyorsunuz; gidiyorunuz onların hayatlarından.
  • alıntıdır:

    * we have worshipped other gods and called it multiculturalism.
    * we have endorsed perversion and called it alternative lifestyle.
    * we have exploited the poor and called it the lottery.
    * we have rewarded laziness and called it welfare.
    * we have killed our unborn and called it choice.
    * we have shot abortionists and called it justifiable.
    * we have neglected to discipline our children and called it building self-esteem.
    * we have abused power and called it politics.
    * we have embezzled public funds and called it essential expenses.
    * we have insitutionalised bribery and called it sweets of office.
    * we have coveted our neighbor's possessions and called it ambition.
    *we have polluted the air with profanity and pornography and called it freedom of expression.
    * we have ridiculed the time-honored values of our forefathers and called it enlightenment.

    sonuç olarak yozlaşmayla birlikte topluma yayılmıştır.
  • toplum olarak - son bir iki senedir- bariz bir toplumsal dejenerasyon içindeyiz .. sokağa çıkan bunu şıp diye anlar.

    bakın .. bakın biraz çevrenize dikkatlice..
    anladınız siz onu..
  • (bkz: yozlasma)
  • (bkz: bozunma)
hesabın var mı? giriş yap