• kıyıda köşede kalmış korku türü başyapıtlarından. çekildiği 1945 senesinden günümüze birçok defa denenmiş "korku hikayeleri antolojisi" konseptinin atası sayılabilir bu ingiliz yapımı film; bu özelliğiyle the twilight zone, tales from the crypt, creepshow, are you afraid of the dark, american horror story ve dahi v/h/s serisine kadar birçok yapıma öncüllük etmiştir. oyunculuklar çekildiği dönemin bir özelliği olarak fazlasıyla tiyatral olsa da, hikaye içinde hikaye anlatımı ve sürpriz finali filmi çekici kılan unsurlardan. ana hikayenin tek mekanda bir grup insanın toplanıp birbirlerine hikayeler anlatması üzerinden döndüğü düşünülürse, the man from earth filmini sevenlerin bu filmi de sevmesi kuvvetle muhtemeldir. filmde anlatılan beş hikayeden birinin* yazarının h.g.wells olması, bir diğerinin victoria döneminde vuku bulmuş gerçek bir cinayetten yola çıkması *, iki hikayenin de** muhtelif the twilight zone bölümlerine ** esin kaynağı olmuş olması filme dair güzel detaylar. korku filmi severler kaçırmamalı.
  • 1945 tarihli ingiltere ealing studios’dan çıkan bir fantastik sinema başyapıtı.

    http://www.otekisinema.com/?p=5254
  • 1945 yapımı çok iyi bir psiko-gerilim filmi.

    spo:

    bay craig'in bir kâbus ile başlayan delirme döngüsünü gayet başarılı vermişler.

    haddi zâtında bir kâbus -ki bu kâbus geleceğe yönelik bir vizyon da içeriyor- kendini gerçekleştiriyor ve bu açıdan kâbus kendini gören kişiyi esir alıyor diyebiliriz.

    bay craig iradesini kâbusuna devrediyor ve döngü başlıyor.

    aynı irade teslimatı vantrilok ile kuklası arasında da gerçekleşiyor. vantrilok kuklasında bedenlenerek deliliğini nihayete erdiriyor. ancak bay craig'in durumu daha vahim. onun iradesini teslim ettiği şey rüya âleminde vuku bulan bir şey bu yüzden gerçekliğin dünyevi düzlemi ile rüya düzlemi bir döngüye neden oluyor.
  • dylan dog 'un beyazperde uyarlamasının vizyon ismidir. vizyon tarihi ise 2009 olarak gözüküyor.
  • 1945 yapımı film sadece korku sinemasının değil, sinema tarihinin de kilometretaşlarından.
    1940'lı yıllarda sinemada izleseydim şayet muhtemelen tarihe tanıklık ettiğimi bilemezdim ama şu an üzerinden geçen 76 yıldan sonra izlediğimde biliyorum ki bu film sinema tarihini derinden etkiledi.
    filmleri ölümsüz yapan da budur zaten üzerinden geçen onlarca yıla rağmen izlendiğinde kıymetini bilebilmektir.

    korku antolojisi dediğimiz (kendi içinde kısa hikayeler barındıran korku filmleri) yapımlara öncülük ediyor. özellikle içinde barındırdığı ayna ve kukla kısa korku hikayeleri ile korku sinemasını derinden etkilediği aşikar. kuklalı korku filmlerinin de bu açıdan öncüsü.

    sadece korku filmleri olarak da değil, rüya içinde rüya konseptiyle lynch sinemasına hatta dahası groundhog day ve inception filmlerine bile ilham olmuş desek abartı olmaz sanırım.

    öyle bir film düşünün ki, amerikan sinemasını en çok etkileyen yapım olan alacakaranlık kuşağı'nı bile etkilemiş olsun ve bunu da 2. dünya savaşı yıllarında gerçekleştirmiş olsun.

    her şeyiyle kült bir film, bir başyapıt. henüz izlememiş olanlar çok şey kaçırıyor.
  • (17 ocak 2011’de yazıldı)
    1945 yapımı antolojik korku filmi.

    antolojik filmleri severim. nostaljik duygularımı canlandırarak artık kurtulduğumu zannettiğim bazı korkuları açığa çıkarırlar. öykülerin kısa kısa olması, takip yönünden kolaylık sağlasa da atmosfer yaratmada bazı handikaplar oluşturabilir. bazı öyküleri izlerken daha uzun olması gerektiğini hissedersiniz. bazılarıysa kısa ve çarpıcıdır. her zevke her izleyiciye göre bir şey bulmak mümkündür desek yanılmış olmayız. “dead of night” övgü dolu tanıtımları nedeniyle izlediğim bir film, yani belli bir beklentiyle izledim. tatmin edici bir sonuç aldığım kesin ama eski moda yapısı nedeniyle modern izleyicide yabancılaşma duygusu yaratacağını düşünüyorum.

    film, birden çok karakterin aktardığı beş anormal deneyimden oluşan gizemli öyküler ve bunları birbirine bağlayan bir esas dolgu hikaye üzerine kurulmuş. antolojik filmlerin olmazsa olmazı olan terse yatıran finale yavaş yavaş yaklaşırken, zamanın lineer yapısının sirküler bir özellik kazandığını görüyoruz. filmde bu bağlamda birçok klişe mevcut fakat “dead of night” klişelerden oluşan bir film değil, klişeleri yaratan bir film. dönemine göre oldukça yenilikçi ve klasmanında tek olduğunu belirtmem gerekiyor. birçok antolojik filmi etkilediği gibi, “alacakaranlık kuşağı” benzeri tv serilerine de ilham vermiş bir film.
    görsel

    mimar walter graig, bir kır malikanesinin iç dekorasyon siparişini alır. ev sahibi eliot foley ve eşi tarafından karşılanan walter dejavu yaşar. salondaki küçük parti ve davetliler bu hissini güçlendirir. odadaki herkesi rüyasında görmüştür ve tüm olaylar, en ince ayrıntısına kadar tekrar etmektedir. davetlilerden psikiyatrist dr. van straaten bu duruma kendince bazı bilimsel açıklamalar getirir. ona göre herkes, hayatının belli bir döneminde açıklayamadığı bazı anormal deneyimler yaşamıştır. bunun üzerine ortamı biraz yumuşatmak isteyen konuklar kendi deneyimlerini anlatmaya koyulurlar.

    ilk öykü olan “cenaze arabası sürücüsü (hearse driver)” segmentinde, araba yarışçısı hugh grainger, geçirdiği ciddi bir yarış kazası sonrası yattığı hastanede, bir gece siyah bir cenaze arabasının ziyaretine uğrar. filmin bu en kısa öyküsü pek etkileyici değil. bir kehanet niteliği taşıyan atlı cenaze arabasının sürücüsü dışında. yaralı bir hastanın hallüsinasyonuna benzeyen bu rüya sekansı filmin genel atmosferinin haberini verir tarzda. uzayan gölgeler, aydınlık-karanlık kontrastı ve gotik öğeler…
    görsel

    ilk öyküde yaralı sporcuya bakan hemşire joyce da (ki artık hugh grainger’in eşi olmuştur) partiye katılınca walter graig’in aşinalık hissi daha da perçinlenir. zira odadakilere bir kişinin (kumral, genç ve güzel bir kadının) eksik olduğunu daha önceden belirtmiştir.

    sıra genç kız sally o’hara’ya gelmiştir. “noel partisi (christmas party)” adlı ikinci hikayede, büyük bir malikanede, jimmy watson adlı genç bir oğlanla saklambaç oyun oynarken gizlendiği tavan arasında gizli bir oda bulan sally, bu odada tek başına ağlayan bir çocukla karşılaşır. ninnileriyle çocuğu teskin eden sally, işini bitirip aşağı iner. fakat evin yeni sahipleri, özellikle de bu gizemli çocuğun ismini duyunca hadiseden pek memnun kalmazlar.

    “lanetli ayna (the haunted mirror)” adlı öykü joan cortland adlı sofistike bir kadının ağzından aktarılır. nişanlısı peter’a doğum gününde antika bir ayna hediye eden genç kadın, ileride kocası olacak adamın başına nasıl bir bela açtığının farkında değildir. evliliklerinin ilk gecesinde peter bu aynanın başka bir yatak odasına açılan bir pencere olduğunu görür. gitgide aynanın etkisi altına giren kocasını kurtarmak isteyen joan, antikacıdan aynanın hikayesini öğrenir.
    görsel

    dead of night modern izleyiciye itici gelecek bir yapaylığa sahip. o dönemdeki tüm filmlerde normal sayılan bir oyunculuk şeklinden bahsediyorum. karakterler tüm film boyunca ellerinde viski şişesiyle dolaşıyor, ardarda yaktıkları sigaraları tüttürüyorlar. hepsi taramalı tüfek gibi konuşuyor, hiçbir kelimeyi şaşırmıyor ve sanki önceden hazırlamış gibi, soru soran kişinin daha lafı bitmeden cevabı yapıştırıveriyorlar. bir açıklama yaparken kullandıkları jestler ve seslerindeki didaktik hava, günümüz seyircisinin ağzında buruk bir tat oluşturacak bir demodeliğe sahip. bu da filmin atmosferini bozuyor ve işin ciddiyeti kırılıyor. özellikle korku filmlerinde en önemli şeyin inandırıcılık olduğu düşünülürse, şu ana kadar bahsettiklerim içersinde tek öne çıkan öykü “lanetli ayna” segmenti oluyor. fakat sıradaki öykü filmin temposunu düşüren lezzetsiz bir komedi. bence bu filmde olmaması gereken tek öykünün adı: “golf hikayesi (golfing story)”.

    öykü anlatma sırasını alan ev sahibi eliot foley, kendi başından değil ama tanıdığı iki kişinin başından geçenleri anlatır. uzun süreli dostlukları mary lee adlı bir kadın tarafından rekabete dönüşen bu iki golf tutkunu (larry potter ve george parratt) bir bahse tutuşurlar; golf maçını kazanan kızı alacaktır. daha genç olan larry maçı kaybeder ve bahise uygun olarak yakındaki gölde intihar eder. aslında hile yapmış olan orta yaşlı george, mary lee ile evlenir fakat arkadaşının hayaleti peşini bırakmaz. üstelik hayalet nasıl geri döneceğini de unutmuştur.
    görsel

    bu en kötü segmentin konsepti, bizdeki “zeki alasya- metin akpınar” benzeri bir ortaklık; genç ve yaşlı iki adamı canlandıran aktörlerin, naunton wayne ve basil radford’un uzun soluklu işbirliği üzerine kurulmuş. dönemi için herhalde anlamlıdır fakat günümüz (özellikle de türk) izleyicisi için hiçbir anlam ifade etmediği için, alınacak zevk düzeyi tamamen düşüyor. neyse ki filmin en son öyküsü olan “ventroloğun kuklası (ventriloquist’s dummy)” hem oyunculuk hem de gerilim açısından filmi toparlıyor; akılda kalan son öykü olduğu için filmi dorukta bir zevkle nihayete erdiriyor.

    anlatılan tüm öyküleri dinleyen ve kendi perspektifiyle açıklığa kavuşturan dr. van straaten, dinleyenlerin ilgisini çekecek özel bir vakasına değinir. müzikli içkili bir lokalde gösteri yapan ventrolog maxwell frere, kuklası hugo fitch’in edepsiz konuşmalarıyla ünlenmiştir. fakat aşırı gerçekçiliğiyle dikkat çeken bu gösterinin bir sırrı vardır. maxwell, kuklasıyla ilgili bu sırla başedememekte, paranoid bir ruh haliyle içkiye sığınmaktadır. sylvester kee adlı amerikalı bir gösteri adamının işe karışmasıyla durum daha da içinden çıkılmaz bir hale gelir.
    görsel

    korku filmi tarihinde izlediğimiz her türlü kukla öyküsünün babası olan bu segment efsane yönetmen alberto cavalcanti’nin (sadece cavalcanti olarak tanınır) yönetiminde küçük bir başyapıta dönüşmüştür deme cüretini gösteriyorum. zamanına göre çok ileri bir atmosfere sahip. kukla çok korkunç o ayrı. diğer yandan maxwell frere’i canlandıran büyük aktör michael redgrave aklını kaçırmakta olan ventroloğu o kadar inandırıcı canlandırıyor ki şaşıp kalıyorsunuz (redgrave soyadlı bir oyuncunun iyi olmaması mümkün değil zaten). aktörün sunduğu oyunculuk modern gerilim filmlerinden beklediğimizle eşdeğer. bu segment tüm filmde görebileceğiniz biricik kanlı sahneye sahip olduğu gibi; döneminden farklı olarak üst tabakadan seçkin bir siyahi şarkıcıya yer vererek bir yeniliğe de imza atıyor (o zamanlarda siyahi oyuncular sadece köle veya hizmetli rollerinde görünürlerdi).

    o yüzden okuduğum her eleştiri bu segmentin üzerinde yoğunlaşıyor, sanki diğer öyküler yokmuş gibi. işin güzel tarafı filmin ana öyküsü de bu dalgaya kapılıp buhranlı bir sürece giriyor ve asab bozucu bir şekilde sonlanıyor. neticede umut verici olmayan bir başlangıç, doyurucu bir sonuca ulaşıyor. sadece bu son segment için bile mutlaka izlenmesi gereken bir film “dead of night”…
    görsel

    künye:
    yönetmen: basil dearden (ilk segment ve ara öykü), cavalcanti (ikinci ve son segment), robert hamer (üçüncü segment), charles crichton (dördüncü segment)
    senaryo: john baines, angus macphail (h. g. wells ve e. f. benson’ın kısa öykülerinden)
    yapım: 1945, ingiltere
    103 dakika
    siyah-beyaz
    oyuncular: mervyn johns, roland culver, frederick valk, sally ann howes, googie withers, michael redgrave, mary merrall, antony baird, ralph michael, basil radford, naunton wayne, judy kelly, michael allan, barbara leake
  • 1945 yapımı bu film korku antolojisinin de başlangıcı sayılır. günümüzde izlemeye alışık olduğumuz antoloji tarzındaki korku filmlerinin genel geçer kuralları vardır. ana hikayeye hizmet eden ve genelde de farklı yönetmenlerce çekilen yan korku hikayelerini izleriz ekranda. mesela v/h/s hem popüler hem de güncel olması açısından güzel bir örnektir buna.

    ingiliz yapımı "dead of night" filminde de bu yol izlenir. ana hikaye ve bu hikayede rol alacak oyuncular bize tanıtılır. filmin başlangıcı sonu açısından da dikkatlice izlenmesi gereken şahane bir giriştir. çoğu korku filminde olduğu gibi elimizde çok az karakter vardır. karakterler kısaca tanıtılır ve asıl meseleye hafiften giriş yapılır. dediğim gibi filmin başlangıcı çok etkileyicidir. the twilight zone izlemişler için tanıdık gelebilecek bir hikaye anlatılır. burada ayrıca dikkatiniz çekmek isterim. bu film the twilight zone gibi bir efsaneyi bile etkilemeyi başarmış bir korku başyapıtıdır. hatta adım kadar eminim ki christopher nolan bile bu filmden fazlasıyla etkilenmiştir. filmi izleyenler ne demek istediğimi anlayacaktır.

    harikulade giriş hikayesinin ardından her biri farklı yönetmenlerce çekilmiş olan yan hikayelere sıra gelir. ana hikayenin haricinde beş yan hikayeye ortak oluruz. günümüzün korku izleyicisi için korku anlamında çerezlik hikayelerdir aslında. ancak içlerinde ikisi ve özellikle de son anlatılan hikaye var ki günümüz izleyicisini bile yerine çivileyebilecek düzeydedir. bahsettiğim hikayeler aynalı ve kuklalı olan bölümlerdir. dead silence filminden mirrors filmine kadar bu iki hikayeden beslenmiş pek çok korku filmi olagelmiştir.

    filmin sonu ise içinde bambaşka bir güzellik ve gizem barındırmaktadır. güzelliği, zeka dolu olmasında; gizemi ise seyircinin yanında hiç durmamasında yatar. film, sert ve etkileyici bir bitişle veda eder bize.

    kısacası, korku severlerin hayatında bir kere olsun izlemesi gereken gizli bir korku hazinesidir.
  • her şeyden önce sally ann howes - burcu biricik benzerliği demek istiyorum. çok benzettim filmdeki haliyle.
    sally
    burcu
    burcu 2
    filme gelirsek; her ne kadar korku olarak geçse de (ki ben kortuğu için korku filmi izlemeyenlerdenim) günümüzdeki korku tanımını bu filmde aramamak gerekir. psikolojik gerilim diyebilirim türü için.
    yapım yılına göre (1945) hem çok yaratıcı, hem de çok kaliteli bulduğum bir yapım.
    diğer yorumlarda da okuyabileceğiniz gibi, antolojik anlatımın ilk ve öncü olmayı sonuna kadar hak eden örneklerinden biri.
    hikayeler genel itibariyle başarıyla yazılmış; fakat özellikle vantrilok hikayesi (kuklalı bölüm) kendi başına ayrıca senaryolaştırılıp filmi çekilebilecek kadar kaliteliydi.
    ayrıca aynanın çerçevesi çok güzeldi. ben aynasını değiştirir kullanırdım yani. neyse spoiler alert girmeden susuyorum.
    siyah-beyaz severler için kaçırılmaması gereken gerilim klasiklerden.
    hugo reise saygılarımla.
  • her mahmur düştüğümde yaptığım gibi bir süredir eski filmlere sardım ve bu sayede dead of night'ı keşfettim. direkt groundhog day ve türevlerinin atası diyebilirim. tek farkı rüya döngüsü üzerinden gitmesi. siyah beyaz filmlere ön yargınız yoksa mutlaka izleyin.
  • tmnt'nin yönetmeni kevin munroe'nun yönetmenlik koltuğunda, son superman brandon routh'un da başrolde olduğu, vizyon tarihi 2011 olan çizgi roman uyarlaması film. ilk fragmanı da piyasaya sürüldü:

    http://www.traileraddict.com/…f-night/promo-trailer
hesabın var mı? giriş yap