• yuva dağıtanı da vardır yuva kurtaranı da. şöyle..

    hikayemizin adı: çocukluğum ve son dayak. şiddetini bol koydum, seversiniz umarım.küçüklüğümde bende kendini dışa vurum problemi varmış. ben bi türlü anlatmak istediğini anlatamazmışım. bu bende tutukluk yapmış zamanla.baktım ki isyanımı, sıkıntımı konuşarak ifade edemiyorum.. bambaşka bir yol seçip babamın gardolabına sıçmayı tercih etmişim. dışa vurumsa dışa vurumun allahı benim yaptığım aslında fakat toplumu bilmem de babam buna hiç hazır değilmiş o yıllarda. evde process şu şekilde: ben bi şeye üzülünce falan babamın takım elbiselerini koyduğu dolaba sıçıyorum babam da benim ağzıma sıçıyor. inanılmaz sağlıklı ve temiz bir döngü. fakat beklenmedik bir yan etki oluyor ve ben genç yaşımda dayak bağımlısı oluyorum. şaka değil bu. artık sırf ibnelik olsun diye de gidip günün müsait saatlerinde babamın dolabına sıçmaya başlıyorum. canım bildiğin dayak istiyor. bi süre sonra dayak babamın da hoşuna gitmeye başlıyor. sıçsam da sıçmasam da akşam sporu olarak düzenli dayak yemeye başlıyorum. mutluyuz.

    process evrim geçiriyor. babam eve geliyor. ben "hoşgeldin" diyorum. "hoşbulduk" diyor. üstünü değiştirip beni dövüyor. ben iyi geceler dileyerek gidip uyuyorum. ağlamak gülmek falan yok. hislerimizden arınmışız. dayak var ve bu bizim tek gerçeğimiz. yaklaşık üç yıl böyle geçiyor. biz olayı çeşitlendirip evde her gece iki su bardağı kırmaya da başlıyoruz. sadece iki. rutinimiz böyle. bu durum genç annemin psikolojisini bembeyaz yapıyor içten içe. doğurduğun çocuk "beni dövün lütfen yalvarırım beni dövün" dese ? değil mi? kadın belli bir müddet dayanıp bu renkli dünyamıza küçücük bir adım atıyor. ayağına sıçayım anne. önce tokat, şaplak falan derken....annem bir müddet sonra eşşeğin amıyla suyu buluşturuyor. merdaneler, oklavalar, tavalar, maşrapalar falan derken ev cehenneme dönüyor.

    ödevlerimi yapmıyorum, şahane bir dayak yiyorum. arkasından ödevimi yapıyorum bu sefer de "baştan neden yapmadın?" dayağı geliyor. ben mi dayak yeme konusunda uzmanlaşıyorum yoksa annem mi dövmeye dövmelere doyamıyor onu kestiremedik.fakat 1993 sularında annemin triger kayışı sizlere ömür. kendisi %100 kontrolden çıktı. fakat ben de kontrolden çıkmıştım. duramıyorduk. beni tam randımanla dövmediği için anneannem ve annemi aynı potada dövüşüm bu yıla rastlar.

    gel zaman git zaman biz bir misafirliğe gidiyoruz. artık ben junkie dedikleri kıvamdayım. tanıdık tanımadık kim varsa dayağını yiyorum. mahallede kocasıyla kavga eden kadınlar, sevgilisinden ayrılan gençler falan eve tur düzenleyip bana dalıyorlar. ücretsiz hem. işte bu misafirlikte ne yaparsam maksimum dayağı minimum zamanda yerim de böreğe keke falan zaman kalır diye düşünmeye başlıyorum. küçük bir kız çocuğunu gözüme kestiriyorum. önce bakır bir otobüsü kafasına geçirip akabinde yanağını ısırarak komboyu tamamlıyorum. kız arkadaşı müsait bir odada perte ayırıyorlar ve sıra bana geliyor. hemen görüşme odasına gidiyorum tıpış tıpış. tanıdık senaryo. annem geliyor gayet sinirli. güzel. yanında kızın annesi de var. oooo muhteşem bir dayak kokusu tüm odayı kaplıyor.

    abi beni bir dövdüler, orasını anlatmamın mümkünatı yok. saniyesi boş geçmedi dayağın. %100 verim aldık, hala takdir ederim. klasiktir. fakat dayak bittiğinde annem bu çalışmayı süslemek istiyor. beni yerden kaldırıp tuttuğu gibi olanca gücüyle koltuğa fırlatıyor. o dayağın üstüne ben yerçekimden arınınca sanırım tamamen bu etten kemikten bedenden arındığımı falan zannediyorum. mükemmel bir iniş gerçekleştirdiğim koltuktan aynı salisede geri fırlayıp anneme koşturuyorum. "anneeee çok süper oldu hadi bi daha" diyorum. ölüp gitsem, yanımızdaki kadının o afallayışı ve annemin göz damarının çaresizlikten titreyişini asla unutamam.

    annemde bu olayı takiben sinir hastalığı baş gösteriyor. iki yıl kadar %40 üşütük geziyor. fakat bir daha asla tek fiske yemiyorum. balkondan kusuyorum, dört beş tepsi domates salçasının üstünde gezinip yuvarlanıyorum.. yok.. dokunmuyorlar. babamın çoktandır sıçmadığım takım elbiselerine yeniden "merhaba" diyorum. yok. habire nasihat.artık dayak yiyebilmek için kendi limitlerimi zorlamaya başlıyorum. evin muhtelif köşelerinde titreme nöbetleri geliyor. o dayaği yemeliyim! final akşamı babam eve geliyor. ben karşısına dikilip "baba allah aşkına yalvarırım iki tokat at" diyorum. babam gülüyor. koduğumun ters psikolojisi benim ağzıma sıçıyor. bitiriyor beni. çareyi anneannemde arıyorum. anneannem ve o muhteşem oklavaları dostum... mmmm işte bunu seviyorum! fakat anneannem de elini sürmeyince ben artık kontrolü tamamen kaybediyorum. anneanneme yarım kilo kadar ceviz fırlatıyorum.

    babam akşam eve geliyor. durumu öğreniyor. gayet sakin hala. inanılır gibi değil arkadaş. karşısına alıyor beni. konuşuyor.
    "evladım zehir ettin bize dünyayı ne istiyorsun? ne sıkıntın derdin var senin oğlum nolur söyle bize" diyor. "baba beni nolur bi kerecik dövün" diyorum. "bi kere döversem uslanacak mısın?" diye soruyor. karşılıklı sözler veriliyor.

    abi onca yıl artık nasıl bir birikmişlik varsa babam tüm gücünü uzak doğu sporları ve esnaflığı sentezleyip öyle bir topluyor ki sağ elinde
    tek tokatta hem babam hem ben nirvanaya ulaşıyoruz. o kadar canım acıyor ki yiğitliğin falan ağzına sıçarım köpek gibi ağlıyorum. babam da tutamıyor kendini o da başlıyor ağlamaya. bir daha bana asla elini sürmüyor. ben de tek bir sefer bile dayak istemiyorum.
    ailemiz bu son dayak ayiniyle normale dönüyor. tek tokatta bütün dertlerimizden arınıyoruz. hikayenin ana fikri, annenizi babanızı çok üzmeyin. özellikle babanız askerliği komando olarak yapmışsa sakın bak. aman diyorum.

    iyi geceler. hoşçakalın çocuklar.
  • kültürümüzde eğitiminin önemli bir parçasıdır. okulda dayak yerdin, askerde dayak yerdin.

    vatanı korumaya gidersin döverler, eğitim almaya gidersin döverler.. sigaraya başlarsın dayak yersin, eve geç gelirsin dayak yersin vs...

    yasaların eksikliğiyle olduğuna bir kaç sene kanaat getirdim.. olay şu şekildedir efendim:

    almanya'da yaşayan 1983 doğumlu kuzenim babasından çok şiddet gördüğü için çocukluğu zehir oldu.. 1989 senesinde yine babasından dayak yerken evlerine gelen bir telefon ile dayak yarıda kalır, daha doğrusu 1 dakikalık ara verilir.. enişte bey bizim kuzeni bırakır telefona bakar..

    - alo

    + dostum napıyorsun (tahmin ediyorum)

    - dur şu pezevengi dövüyorum, işim bitsin arayacam seni...

    der ve telefonu kapatır.

    tekrardan bizim kuzeni eline alır bi güzel döver.

    aradan 22 sene geçer ve kuzen bu olayı mahkemeye verir. mahkeme hem enişteyi hem de telefon açan adama celp gönderir ve mahkemeye çıkartır. telefon açan adam (o da türk) "hakim bey o zamanlar bu ufacıcık çocuktu, 1-2 tokattan bir şey olmaz" sözü üzerine eneşte beye para cezasının yanında 8 ay hapis cezası verilmiş. (para cezasının ne kadar olduğunu bilmediğim için yazmıyorum)

    türkiye'de olsa "utanmuyor musun lan babanı mahkemeye vermeye" diyerek hakimden dayak yersin amk..
  • insan hayvan kime uygulanırsa o kişinin ruhunu söküp geride boş bir kabuk bırakan şey. babamdan çok dayak yedim, yıllar oldu. üzerinde düşünmüyorum ama unutmadım. ara ara aklıma gelince merak ediyorum, bir gün yatalak falan olursa soracağım: insan 12 yaşındaki kız çocuğunun karnını neden tekmeler, sadece o gün spora gitmek istemediği için? yok spora gitmek istememekle alakası yok bunun, amaç ruhunu kırmak, itaat etmekten başka bir şey düşünemeyecek hale gelene kadar ezmek. annesine acı vermek için çocuğa şiddet. üzgünüm işe yaramadı, annemin umurunda olduğunu sanmıyorum. ha evet, hala insanlardan korkan zavallı bir eziğim, orada başarılı oldun. ben de korkumla yüzleşmiyorum, insanlardan kaçıyorum, başta siz olmak üzere. iki ayrı baba var kafamda, biri çok sevdiğim her fırsatta sarılıp öpen çok seven, öbürü de bu. bundan kaçarken diğerinden de kaçmış oluyorum, yapacak bir şey yok. senin ayıramadığın o iki karakteri ben ayıramam.

    aslında kendimi anlatmayacaktım. dayak yemiş küçük bir kediyi anlatacaktım. dayağın etkisi insan hayvan herkeste aynıymış. o kediciğin hali, sımsıkı kapayıp arkasına buzdolabı filan yasladığım o boktan kapıyı açtı.

    kediciğe ben zarife diyorum. bir kaç ay önce birileri bıraktı. küçücük ince uzun bir kız, 6 aylık filan. başta ürkekti zarife, galiba evde büyümüş. sonra benimle arkadaş oldu. aslında o kadar da yanaşmadım ben ona ama her gün yemek verdikçe o bana yanaştı. gitgide daha yakına gelir oldu, sonra sevdirmeye başladı, sonra yere yatıp göbeğini gösterir oldu. sabah evden çıkmamı bekleyip site girişine kadar uğurladı. bu arada çeşit çeşit şaklabanlıkla beni güldürüp günümü güzelleştirdi. görüp görebileceğim en zıpır, en sevimli kedi zarife. geçen apartmana girmek gibi bir günah işledi. canhıraş bir çığlık duyunca kapıya koştum. benim zarifem yerde yüzünü patisiyle kapatmış, kapıcının elinde sopa. "yapmayın ben çıkarırım onu" dedim dinleyen yok. paldır küldür dışarı atıldı zarife. ertesi sabah buldum onu, gözü şişmiş. yemek için pisipisi diye seslendiğimde bütün kedilerden önce zıpkın gibi koşan zarife gelmedi. diğer kedilerin hepsi geldikten sonra ağır ağır ürkek ürkek, tek gözü kapalı olarak geldi. en ufak çıkardığım sesten ürküp korkudan titreyerek yemeğini yedi, ona dokunmama izin vermedi. ben de gözüne merhem sürmek dışında, fazla üstelemedim. akşam tekrar gördüm, gözü yarı açık. bu sefer sevdirdi ama yüzünü bana dönmeden, sadece uzanıp sırtına dokunmama izin verdi. yarım saat öyle sevdim, sonra başına dokundurdu. yalnız elim gözüne yanaştığında korkuyordu ve hala her sesten ürküyordu. bu sabah tekrar gördüm gözü açılmış ama kıpkırmızı. bir iki güne düzelir diye umuyorum. bu sefer eskisi kadar canlı olmasa da gene koşarak geldi. mamasını yedi ama bana bakmadı, peşimden de gelmedi. gelmesin zaten.

    kendimi suçluyorum. bu kadar yakınlaşmasına izin vermemeliydim herhalde. ama suçumu da anlamıyorum, neydi benim kabahatim, onu sevmiş olmak, şefkat göstermek mi? ya zarife'nin suçu neydi? bir insanla arkadaş olmaya, onların bölgesine girmeye cüret etmek mi?

    neyse çok uzun bir giri oldu, başınızı şişirdim ama ben de şişik haldeyim. paylaşacak kimsem de yok. kusuruma bakmayın bugün ne olur.

    edit: bu da benim güzel zarifem.

    edit2: zarife dün akşam kucağıma geldi, uzun uzun sevdim. arada şikayet eder gibi minik minik mauv mauv dedi. maalesef gözünde darbeden dolayı hifema olmuş, irisin önünde kan var. tam o sırada sitedeki kedi sever bir doktor hanıma denk geldim*. zararı olmayacağını söyledi ama gene bir veterinere göstereceğim. bu sabah neredeyse normale dönmüş gibi.

    edit3: yıllar önce yazmışım bunu. bu yaşananların detaylarını unutmuşum bile. zarife artık benim kedim, bizim evde yaşıyor. bu olaylardan sonra ağır başka hastalıklar geçirdi, dışarıda yapamazdı, bizim kedimiz oldu. bence bir insanın bulabileceği en harika kedi zarifem. ben artık bu kadar kendimden şeyler paylaşmıyorum sözlükte. hayat öylece, hiç anı bırakmadan akıp gidiyor. iyi ki yazmışım bunları.
  • türk kültürünün yapıtaşlarından.

    ben de çok dayak yedim ki, yeminle dünyanın en uslu çocuklarındandım valla. okulda dayak yedim, evde dayak yedim. annem babam da okumuş, eğitimli insanlar da işte eğitim her şeyi halletmiyor. dayak kültürüyle yetiştim yani kısacası. ki zaten kendiniz dayak yememiş bile olsanız, etrafınızda o kadar çok şahit oluyorsunuz ki, isteseniz de istemeseniz de içinize işliyor.

    bu yüzden uzun yıllar dayağın hak edilen bir şey olduğuna inandım. hak eden dövülmeli, çünkü ders vermenin yanlışı öğretmenin tek yolu bu. çünkü böyle öğrendik biz. başka türlüsünü hayal edemiyoruz.

    ama işte bir terslik var bunda. herkes kendince sebeplerle dayağı hak ettiğine inanarak birilerini dövüyor bu memlekette sonra da 'iyi kalpli', 'vicdanlı' insanlar olarak diyorsunuz ki, 'kadına el kalkar mı?', 'küçücük çocuğa vurulur mu?' ee hak etmişler ya işte. mesele burada buna kimin karar verdiği o zaman.

    öyleyse 'hak edeni dövüceksin, öğrensin şerefsiz' diye yüce vicdanlarınızla atıp tutmadan önce bir düşüneceksiniz, bu öğreti yüzünden biz bu kadar şiddet yanlısı bir toplum değil miyiz? ve siz de böyle diyerek aslında bunun bir parçası haline gelmiyor musunuz?

    vicdan sahibi olmak o kadar basit değil.
  • dün ablamla biraz vakit geçirmek için sözleştik ve öğleden sonra buluştuk. birlikte mağazaları turladık, vitrinlere baktık. (sevindik, şımardık) bu küçük bir şey olsa da ikimiz için mutluluk nedenidir. zira aylardır her ihtiyacımızı internet üzerinden tedarik ettiğimiz için hayli özlemişiz. alışveriş yaptıktan sonra yemeğe gitmeye karar verdik. maksat hem biraz laflayalım hem de karnımızın yüzü gülsün işte.

    çok yakınımızda iyi bildiğimiz bir mekân vardı. hemen attık kendimizi içeri ve siparişlerimizi verdik. ortalık çok sakin kalabalık değildi, yaklaşık dört-beş masa doluydu. derken yemeklerimiz geldi tam ilk lokmamı ağzıma götürecekken bizim masanın sağ çaprazında oturan -aile olduklarına neredeyse emin olduğum- kadın; hemen hemen sekiz-dokuz yaş civarında olan bukle bukle saçlı, güzeller güzeli bir kızı "allah seni kahretsin, geri zekalı" diye yüksek sesle azarladı. küçük kızın ne dediğini duyamadım lakin kısık sesiyle bir şeyler söyledi ve öfkeli (bence deli) annesi zavallı yavrucağa öyle bir tokat attı ki; o şiddetle çocuğun elinden çatalı tabağına hızlıca düştü, onun yanakları benim içim acıdı. ardından küçük kız ağlamaya başladı, (hıçkırıkları hâlâ kulaklarımda) sanki çocuğun yaşadıkları yeterince saçma değilmiş gibi garip bir karakter olan babası da "azar" seremonisine bilfiil devam etti. açıkçası ablam da oraya gitme fikrini ortaya attığına bin pişman oldu. ne neşemiz ne de moralimiz kaldı hepsi uçtu gitti.

    bir müddet sonra bu değişik anne-baba yanlarında o bukleli prensesle mekândan ayrıldılar. gittiler; karı koca güle oynaya neşe içinde, küçük kız ise bakışlarını zeminin döşemesine sabitlemiş bir şekilde başını yerden hiç kaldırmadan...

    aşağıdaki yer alan satırlar bu "değişik" anne-baba ve onlara benzeyen tüm ebeveynler için gelsin.

    "vurmak, sarsmak, şamar indirmek, tokat atmak, kulak çekmek, şaplak atmak ve buna benzer tepkiler ebeveyne iyi gelir; çünkü hem gerginliğini atmasını sağlar hem de bir şey yaptığı yani yetersiz olmadığı hissi verir. bunun dışında dayak, sadece yararsız değil aynı zamanda zararlı bir yöntemdir; yediği tokatlar çocuğa sorunları şiddete başvurarak çözebileceğini öğretir, hem de ebeveyni vasıtasıyla ilk elden!

    dayak atmak kısa vadede bir davranışın önüne geçse de orta ve uzun vadede etkisizdir; bu yüzden bu yöntemde ısrar edecek olursanız bir süre sonra şiddete başvurmak zorunda kalma riskiyle karşılaşırsınız.
    çocuğunuz korunmak için kendini hissizleştirerek bir zırh örer: "acımadı ki." bu hissizleşme ileride başına dert açar. özellikle de trafik kazasına karışma riskini arttırır.

    dayak duygusal gelişimi güdük bırakır. çocuğu küçük düşürür ve utandırır. kendini aciz hisseder, her şeyin suçlusu olarak görür, kötü biri olduğu duygusunu taşır; bunlar da kendine ve becerilerine olan güvenini sarsar. kendini terk edilmiş, dışlanmış ve reddedilmiş hisseder; yaşamını değersiz biriymiş gibi sürdürür.
    çocuğun, korku ve öfkesini içine atarak biriktirmesine yol açar; bunların ileride başkalarına, okul arkadaşlarına, kendinden daha düşük konumda olanlara, özellikle de kendi çocuklarına yönelmesi ya da psikosomatik hastalıklar veya tekrarlanan başarısızlıklar biçiminde kendine yönelik şiddet olarak ortaya çıkma riski vardır. kaygı, çocuğunuzun peşini yetişkinliğinde bile bırakmaz, sürekli tetikte bekler. kendine güveni az olduğu için sorumluluk almaktansa uyum gösterir. dayaktan öğrendiklerini hayata geçirir ya her otoriteye boyun eğer ya da iktidarı zorla ele geçirir

    dayak sosyalleşmeyi engeller. başkalarını potansiyel tehlike olarak görmeye yol açar; dolayısıyla çocuk hem çocukluğunda hem de yetişkinliğinde başkalarından fiziksel ve duygusal olarak uzaklaşır. kıstas alınacak noktalar konusunda kafa karışıklığına yol açar. sizi sevdiğini söyleyen birinin size vurmasını nasıl yorumlarsınız?
    çocuğunuz, kafasında sevgi ve aşağılanma kavramlarını bağdaştırır ki bu, ileride yaşayacağı duygusal ilişkiler açısından hiç iyi sonuçlar doğurmaz." *

    (denemediğim yol kalmadı)
  • çok üstüne gelinen olgu. halbuki bissürü şeyi çözüyor. mesela asansörde sevgilinizin suratına bakıp gülen, onu taciz eden orospu çocuğu üst komşunuzun suratında patlayan yumruk, bir daha adamın korkudan, utançtan asansör bile kullanmamasına sebep olabiliyor.

    savcılığa dilekçe mi verseydik? hadi canım?

    edit: kadına şiddete elbette hayır.
  • güvensizliktir. hayır yanlış anlamayın dayağı yiyen değil atan güvensizdir. güvensizliğinden mi atmıştır o dayağı bilemiyorum ama dayak attığı o kişiye bir daha asla güvenemez. güvenmesin de zaten. bir insana el kaldırdıysanız sakın ona güvenip de sırtınızı dönmeyin. belki çok yüce gönüllü bir insandır, belki sizi affetmiştir, belki sizden çok daha büyüktür asla sırtınızdan vurmayacaktır. ama nasıl bilebilirsiniz ki?
  • zayıfın mastürbasyonudur.
  • ingiltere'de dayak şüphelisi ve mahkumu erkekler polis tarafından kayıt altına alınacakmış. artık kadınlar dayağa meyilli olan adamları bilebilecekmiş.

    (bkz: http://www.radikal.com.tr/…17.11.2009&categoryid=81)

    aynı uygulamanın türkiye'de başlatılması halinde sonucun içler acısı olmasından ve kütük yetmemesinden endişe duyulabilecek hadisedir bu. her türlü şiddet düşünüldüğünde babalar, kocalar, abiler, erkek kardeşler, oğullar, sevgililer, amca/dayı/hala oğulları derken... (bkz: bu iş zor yonca)
  • bizim ilkokulun bahçesinde top oynuyoruz. çocukluğun bittiği, ergenliğe hafiften girdiğimiz yaşlar. yerler beton. ayakkabılar dandik. enerji yüksek. herkes feci koşuyor.

    ben futboldan oldum olası anlamadım. bu yüzden futbol yeteneği olan insanları kıskanırım. tabi yetenek önemli değil o zamanlar. herkes ateş topu gibi, pilimiz bitmiyor. defans mıyım, orta saha mıyım, ya da bunu umursuyor muyuz hatırlamıyorum. o günü hatırlamamın sebebi başka.

    bizim takımda sert oynayan bir çocuk var. adını sanını yüzünü bile söyleyemem şimdi. karşı takımda da bizim boylarımızda, ama nedense biraz daha farklı görünen (bu farkı daha sonra anladım) bol çalımcı, inceci, belli ki top peşinde uzun zamandır koşan tıknaz bir eleman var. maçta bir pozisyon oldu, bunlar yan yana geldiler. tıknaz eleman bizim kaleye doğru hamleyi tam yapacakken, bizim sert çocuk bunu indirdi arkadan. tıknaz öyle bir yuvarlandı ki kimin indirdiğini bile görmedi.

    buraya kadar olayla hiçbir ilgim yok. ama öz güveni yüksek, artist bir çocuğum ben de. “madem adam yere düştü, gidip kaldırayım” dedim. “merhametten maraz gelir” ile “eceli gelen köpek cami duvarına işermiş”in bir karışımına doğru adım adım ilerledim.

    ben gitmesem de çocuk zaten kalkıyormuş, yani öyle bir sakatlığı, incinmişliği falan yok. olsa zaten beni o kadar dövemezdi.

    gittim, arkasından tutup kaldırayım dedim. “siktir len” veya “yürü git len” gibi bir şeyler söyledi. yakından baktığımda çocuğun yaşça bizden ileride olduğunu, kas yapısının artık bir ergenden daha sıkı ve tehlikeli olduğunu, benim gibi bir apartman çocuğu olmadığını, daha zor koşullarda, daha sert bir anne babanın elinde evrildiğini falan anladım bilinçaltımda; ancak bilinçüstüm nedense artistik yapmak istedi. sanırım şöyle bir şey dedim:

    “lan yardım edelim dedik, ne konuşuyorsun?”

    soruma cevap vermedi. yani en azından cevap için seçtiği yol konuşmak değildi. benim alışık olduğum mahallenin çocukları “hadi len” “ne diyon len” “sen kimsin len” falan deyip birbirlerini uzun süre iteklerdi, sonra da birisi gelip kavgayı ayırırdı. ama tıknaz çocuğun mahallesinde anladığım kadarıyla işler farklı yürüyormuş. yani şöyle: sen bir şey söylüyorsun, eğer bu laf diğerinin hoşuna gitmezse senin bir şey daha söylemeni engelleyecek kadar seri ve amansız bir şekilde seni dövüyor. yani belki bazen sen de dövüyorsun, ama bu örnekte ben pek varlık gösteremedim. kendi mahallemin bıçkınlarından biri olma durumum, onların mahallesinde alelade bir kum torbası olmaya karşılık geliyormuş.

    neyse, çocuk beni bir yandan salladı, bir yandan vurdu. ilginç bir deneyimdi. böyle bir yandan bayrak direğini, atatürk büstünü, okulun pencerelerini falan görüyorum, tabi bunları görmeyi ben seçmiyorum, kafamın sallandığı yönde ne varsa onu görüyorum, bir yandan da woofer’dan gelen bas tadında derin yumruk darbeleri alıyorum. muhtemelen kulak çevresine, yanaklara falan çalışıyor. dıptıs dıptıs ilkokul fragmanları eşliğinde çınlaya çınlaya dayağımı yiyorum.

    sonra çocuk baktı ki olay bir kavga değil, bıraktı beni. boşuna yoruluyormuş hissine kapıldı sanırım. düşmesinin hırsını almak ona yetti. sonuçta maça da enerjisi kalması lazım, döv döv nereye kadar. bu noktada bu bir amerikan filmi olsa, benim orada yere doğru dökülerek düşmem lazım. ama ben herifin bıraktığı gibi kaldım. böyle dimdik ayakta, çın çın öterek, diğer çocukların gözlerinde tek tek geziyorum. düşsem acıyacaklar, üzülecekler belki. ama düşmeyince onlar da bir süre bakıp sonra maça döndüler. bende ne kan var, ne morluk. herif beni darp izi bırakmayacak şekilde mis gibi pataklamış. tek sorun, pek bir şey duymuyorum. ezan falan başladı o sırada, sanki cami uzaklaşmış gibi.

    o güne kadar annem dışında kimseden dayak yememiştim. hayatımın en unutulmaz, en etkileyici anlarından biriydi bu. kafamın üstünde cik cik öten görünmez kuşlarla evin oraya kadar gittim. çok bir şey düşünmedim, dayağın kafasını yaşadım. güzel kafası vardı. eve yakın bir yerde kaldırıma oturdum. yerdeki karıncaları izledim. daha sakin bir çocuk olmaya karar verdim o günden sonra.

    http://nabokovokoban.tumblr.com/…20485299425/d-pt-s
hesabın var mı? giriş yap