• filmlerinde, amerikan rüyasını sosyolojik ve psikolojik olarak mükemmele yakın işleyen yönetmen. amerikan rüyası, her amerikan vatandaşının sıkı çalışma, kararlılık ve inisiyatif yoluyla başarıya ve refaha ulaşmak için eşit fırsata sahip olması gerektiği fikridir. emek veren herkes hayallerine ulaşabilir ama ya bu hayallere ulaşmak imkansızsa... işte tam bu noktada bu rüyaya ulaşma adına kararlılıkla takıntı arasındaki ince çizgiyi, aronofsky bizlere filmlerinde anlatır.

    black swan, balenin rekabetçi dünyasını cinsiyete dayalı merceklerle yorumlar. siyah ve beyaz kuğu olarak nina, saflığı ve baştan çıkarmayı aynı anda somutlaştırır. pi (film), matematik ve din arasındaki anlaşılmaz ilişkinin yanı sıra deha ve delilik ile ilgilenir. requiem for a dream, hayallerini gerçekleştirmek için mücadele ederken bağımlılığın çöküşleriyle uğraşan dört insanın hayatını ele alır. peki, kusursuz kusurlu bir balerin, ayık bir uyuşturucu bağımlısı ve tanrı'nın varlığını matematik yoluyla ispatlayan bir matematikçinin ortak noktası nedir? bu karakterler, ilk etapta asla olamayacakları bir şey olmaya takıntılıdır. aronofsky, black swan, requiem for a dream ve pi (film) filmlerinde deliliği saplantıya bağlar.

    aronofsky'nin karakterleri üzerinde kullandığı sübjektif lensleri ve sinematik üslup teknikleri seyircinin delilik duygusunu hissetmesini sağlar. aronofsky, kahramanlarının iç savaşını deliliğin somut ve soyut özellikleri üzerinden resmeder. kahramanlarını paranoya özellikleriyle karakterize ederek ve sanrıları göstermek için onların bakış açılarını birleştirerek takıntıyı somut olarak ilişkilendirir. takıntıyı aynı zamanda görüntü, müzik ve sinematografi aracılığıyla da gösterir. daha da ötesi, filmlerindeki imgeler, izleyicinin kendi akıl sağlığını ve algılarını sorgular hale getirir. üç film, toplumun anormal takıntılı davranış olarak düşündüğü kavramı belirleyen paralellikler içerir. yani bağlamsal olarak, bu filmler amerikan kültüründeki takıntının çöküşünü yorumlar.

    örneğin, pi'de max, kendisinin yeni bir çağ mesihi ve tanrı'yı anlayabilen tek insan olduğu yanılgısına sahiptir. akıl hocası ve arkadaşı sol, max'in sayı teorileriyle alay eder. ''zihniniz herhangi bir şeye takıntılı hale geldiğinde, diğer her şeyi filtreleyecek ve her yerde o şeyin örneklerini bulacaktır''. max, "spirallerden inşa edildik, dev bir sarmal içinde yaşıyoruz, tüm insan davranışlarının... bir sarmal biçiminde olması mümkün mü?" sonucuna varıyor. borsada, kahvede ve hatta tevrat'ta spiraller görüyor. sol'un dediği gibi, max'in kalıplara olan takıntısı onun sarmal yanılgısına neden oluyor. max'in kalıp arayışı, izolasyon ve takıntıdan paranoya ve deliliğe uzanan yoğun yolculuğunda katalizör etkisi yaratır. paranoyası, kapısını kilitleme ve gözetleme deliğinden dışarı bakma gibi eylemleriyle sunulur.

    şimdi bu gözetleme paranoyası, requiem for a dream'deki sara goldfarb'da
    benzer bir biçimde sunulur. diyet haplarını kötüye kullanmaya devam ettikçe sara'nın sanrıları artar. fantezilerinin kaynağı bir şöhret rüyasından kaynaklanmaktadır. "sabahları kalkmak için bir sebep. kilo vermek, kırmızı
    elbiseye sığmak için bir sebep… yarını güzelleştirir''. kurgusal dünyasında,
    gerçekte sahip olmadığı bir amacı vardır. ancak, onu uyuşturucuları kötüye kullanmaya iten şöhret takıntısıdır. bu onun aşırı paranoyasına neden olur ve hayatı iki büyük güç tarafından eziyete uğrar: televizyon ve buzdolabı.

    black swan'da takıntılı davranış, hem nina'da hem de baskıcı annesinde paranoya ve sanrılar olarak görülür. her iki kadının da nina'nın mükemmelliğine karşı doğal olmayan bir takıntısı vardır. anne, bir balerin olarak kendi başarısızlığını nina'ya sahip olmakla telafi etmeye çalışır. bir yandan nina ile yaşayabilir, diğer yandan nina, kendisinden daha iyisini yapamayan bir rakiptir. annesi, siyah kuğunun karanlık ve cinsel rolünü benimsemesini önleyecek şekilde, masumiyetini korumak için onu bebekleştirir. nina kendi mükemmelliğine takıntılıdır. ironik olarak, nina'nın kusursuz tekniği onun düşüşüdür. eğitmeni leroy, ''her hareketi tam olarak doğru yapmaya takıntılı olduğunuzu görüyorum ama kendinizi kaybettiğinizi asla
    görmüyorum.'' diye eleştirir. yorucu uygulama, kötü beslenme, stres ve baskının birleşimi nina'nın kuruntularına ve paranoyasına yol açar.

    zihinsel bozuklukların yanı sıra, filmlerde takıntı ve delilik hırs ve rüyalar aracılığıyla birbirine bağlanır. rüya görüntüleri tüm filmlerde vardır. rüyalar, karakterlerin hem fiziksel istekleri hem de uyku sırasındaki zihinsel temsilleri olarak görülür. bazı durumlarda, neyin rüya neyin hayal olduğunu ayırt etmek zordur.

    filmlerdeki müziğe ve yükselen aksiyona her zaman anormal ve rahatsız edici sinematografi eşlik eder. sinematografide tekrar eden kalıpların çoğu, karakterlerin sahip olduğu takıntıyı yansıtır. üç filmde de gözler onların takıntılarının simgesidir. harry, marion ve tyrone kafayı bulduklarında gözlerinde genişleme yaşarlar. nina siyah kuğuya dönüştüğünde gözleri kırmızıya döner.

    aronofsky, seyirci ve karakter arasında bir bağ oluşturmak için tüm bu sinematik unsurları kullanır. her film son derece özneldir. seyirci, kahramanın hayallerini, arzularını ve sanrılarını görebilir. bu nedenle seyircinin kendi akıl sağlığı söz konusu olur. tekrar eden öğeler, müzik ve eylemler, korkunç derecede takıntılı bir atmosfer yaratır. saplantıların her küçük detayı ve deliliğin her korkunç özelliği ile karşı karşıyayız. aronofsky sadece saplantıyı delilikle ilişkilendirmekle kalmaz, aynı zamanda bize bunların aynı şeyler olduğunu kanıtlar. bu adamın filmlerini işte bu sebeplerden çok seviyorum.
  • requiem for a dream'de bize batman 5'te batman'in batmobil'in motoruna kuş sürüsü girmesi sebebiyle kaza geçireceği, omurgasini kiracaği ve bu yüzden yatalak olacaği, bunu duyan alfred'in kalp krizinden felç olacağini ve sürüneceğini, robin'in de batman'in yokluğunda kötü yola düşeceği, tinerci olacaği ve tiner - bali parasi bulmak için evdeki eşyalari satmaya başlayacağini ve batgirl'ün striptiz kulüplerinde ve çiplak motorsiklet ve at yarışlarında boy göstermeye başlayacağini hissettiren yönetmen... ya da batman belki şifre çözerken delirir, batmatkap ile kafasını deler...
  • bu kadar can alıcı konuları, son derece güzel ve etkili bir estetik anlayışın içinde harmanlayıp sunarak, hem canımı yakıp hem de bundan garip bir haz almamı sağlayan ender dehalardan biri.
  • bugünkü muhabbetini (istanbul hilton'daki) dinledim kendisinin. gerçekten güzel bir abimizmiş. hiç kasıntılık yapmadan, gayet normal bir iş yapıyormuş gibi anlattı derdini.

    mehmet ali alabora'yı vermişler yanına lakin gördük ki alabora ingilizce'yi bodrum'da filan öğrenmiş. hem soru sorma konusunda hayli kötü bir performans gösterdi, hem de izleyici sorularını çevirirken zorlandı. ama özgüveni yerinde, yürür böyle.

    filmleriyle ilgili psiko-analitik yorum yapan üç beş izleyiciye ağzının payını vermesiyle yüreğimi soğuttu. the wrestler ve black swan'da, günlük hayatın ayrılmaz bir parçası olan 'acı'nın insanın ruh halini etkilerini göstermeye çalıştığını söyledi ve filmleri için "iyi bir hikâye anlatmaya çalışıyorum, hepsi bu." diyerek mütevazı davrandı.

    "yönetmen olmasaydım, editör olurdum" diyerek, bir filmin yaratım sürecindeki vazifesinin bu anlamda bir çeşit editörlük olduğuna vurgu yaptı. oyuncuların, hikâyenin ve kameraya yansıyan hareketin edit'ini yaptığını belirtti bir bakıma.

    tek bir genre'da film üretmediğini, belki ileride bir komedi filmi çekebileceğini filan da söyledi.

    son olarak the fountain bağlamında ölümle ilgili düşüncelerini aktarırken, mehmet ali alabora saatine bakıyordu. aronofsky bir an durdu ve "yoksa sıktım mı seni? the fountain'la birçok kişiyi sıktım çünkü" diyerek kendisiyle dalga geçebildiğini gösterdi ki, bu harikaydı.

    keyifli bir zaman dilimi yaşattı ve gitti. keşke daha çok ve kaliteli sorular içeren programlara katılıp gitseydi... nasip, bir gün o da olur inşallah.
  • 83. oscar ödül töreninde "70'lerin porno yıldızı bıyığı"yla arz-ı endam eden yönetmen.
  • fiziksel kalıntılar bırakan filmlerin yönetmenidir. bazı filmleri, seyircinin sinir uçlarıyla öyle bir oynar ki, kayıtsız kalınamaz, hatta somut olarak tanımlayabilirsiniz film sonunda hissetiğiniz şeyi. requiem for a dream açıkça "yumruk" atar midenize örneğin, bir çok izleyenin "dayak yemiş gibiyim" demesi tesadüf değildir. black swan bir yandan psikolojik altyapısıyla gerilimini verirken diğer yandan tahrik eder, rahatsız eder ve sonunda uzun süredir koşuyormuşcasına yorulmuş hissettirir.

    daha katacak çok şeyi var sinemaya, yeter ki izleyiciyi böyle silkelemeye devam etsin.
  • akademi'nin sevmediği yönetmenler listesinde var olanlardan. bir diğeri için;
    (bkz: david fincher)
  • tam 5 senedir yeni filmi the fountain ile uğraşan daha doğrusu üst üste çıkan sorunları berteraf etmeye çalışan, kanımca alejandro amenabar ile birlikte son dönemin en yetenekli yönetmeni.

    requiem for a dream gibi bir başyapıtla neler yapabileceğini göstermesine rağmen, michael bay, roland emmerich gibi adamların önüne zırvalamaları için 100 milyon dolarları yığan stüdyolar tarafindan yıllardır süründürülen ancak 40 milyon dolarlık bütçeye onay alıp bu arada basrol icin ilk tercihler olan ama beklemekten sıkılan brad pitt ve cate blanchett'i de kaybeden, bu sırada sırf bu proje için üzerinde iki sene çalıştığı batman projesini christopher nolan'a devretmek zorunda kalan bir şanssız adam.

    (bkz: lost in hollywood)
  • tüm filmlerini izledim, birden fazla hem de. filmlerindeki karanlığı, kullandığı müziğin bile karanlık olmasını, karakterlerinin yüzündeki acıyı, karakterlerine çektirdiği acıyı, izleyiciye çektirdiği acıyı, film bittikten sonra ağızda kalan paslı demir tadını, kuğusunu, bağımlısını, takıntılısını, takıntılarını, hepsini seviyorum. kendimi çok kötü hissettireceğini bile bile izledim filmlerini hep, tekrarlarını da o hisle izliyorum. ağlamaktan gözlerim şişiyor her defasında. haneke ve lars von trier ile aynı kefede ve aynı derecede benim için. iyi adam bunlar, sinema çok iyi bir şeyse bunların sineması çok çok iyi bir şey.

    de; orta yaşlı, evli-barklı, çoluklu-çocuklu, mimar ama memur, çoklukla normal görüntümün altında ne çeşit bir manyak yatıyor, bazen çok merak ediyorum.
  • oscar'dan öte başka bir ödül yapılmalıdır kendisine. akademi haklı, oscar değil hakettiği gerçekten.

    sinema koltuğunda otururken nasıl sizi sarsar omuzlarınızdan, nasıl havalara uçurup küt diye bırakır olduğunuz yere?
    ne yalan söyleyeyim black swan için bu kadarını tahmin etmemiştim. özel insan. aronofsky arşivine eklenecek yeni filmler için bekleyiş başlamıştır.
hesabın var mı? giriş yap