• sanatsal yönü öldürülmekte olan sinemanın can çekiştiğini, basit bir eğlence aracına indirgenerek paragöz pisliklerin para kazanma aracı haline getirildiğini düşünen genç bir yönetmen; sinemanın yeniden klasik dönemlerine döndürülmesi gerektiğini düşünüyor, bunun için eline aldığı megafonla koca şehirde insanlara hakikati haykırıyor, onları bilinçlendirmeye çalışıyor. ona göre herkes klasikleri yeniden izlemeli, saf sinemanın güzelliğini görmelidir. küçücük bir kafesin içine kapatılarak yok edilmeyi bekleyen çekirge gibi özgürlüğü elinden alınmış olan sinema, kan emicilerin elinden kurtarılarak özgürlüğüne kavuşturulmalıdır.

    ağabeyinin finansmanıyla ilgi görmeyen üç film çekmiş olan yönetmen shuji, sinefillerin film izleyebileceği yerler kalmadığı gerekçesiyle kendi evinin döküntü terasında klasik film gösterimleri ve forumlar yapıyor. evinin tüm duvarlarını usta yönetmenlerin fotoğrafları, film afişleri ve sinemaya dair görsellerle donatan shuji, her fırsatta japon sinemasının büyük üstatları olan kurosawa, ozu ve kenji'nin mezarlarını ziyaret ediyor, onlarla dertleşiyor. yönetmenlerin kabrine adeta türbe muamelesi yapıyor.

    ilk üç beş dakikada bu şekilde tanıdığımız karakterin başının büyük belada olduğunu, terasta yaptığı film gösterimi sırasında terasa gelen yakuza fedailerinin onu götürdüğü mekanda öğreniyoruz. ağabeyi yüklü borcundan dolayı mafya tarafından öldürülmüş, borcu da miras olarak shuji'ye kalmıştır. iki hafta içinde ödemezse, külleri masadaki hediye kutusunda bulunan ağabeyi gibi öldürülecektir. ama shuji kesinlikle ölmek istememektedir, çünkü daha kurosawa gibi, ozu gibi filmler çekecek saf sinemaya nefes aldıran yönetmenlerden biri olacaktır.

    ***spoiler***

    shuji'nin, ağabeyinin borcunun ödemek için bulduğu yöntem yakuza üyelerine bir çeşit kum torbası olmaktır. defalarca aramasına rağmen sinema aşkıyla meşgul olmasından dolayı telefonlarına cevap vermediği ağabeyinin öldürüldüğü tuvalette, para karşılığı kendini dövdürerek para kazanacak ve borcunu ödeyecektir. her gün gidip dayağını yiyecek, ağzı yüzü dağılacak fakat akşamları terastaki sinema gösterimlerine ara vermeyecektir. yaralarını da yatağına çevirdiği projeksiyon aletinin yansıttığı film kareleriyle sağaltacaktır.

    yakuza üyelerinin ölümcül darbelerle öfkelerini boşaltma aracı olarak kullandıkları shuji'nin bu darbeleri hissetmemesini sağlayan iki unsur söz konusudur. biri, ritüelin ağabeyinin öldürüldüğü tuvalet ortamında gerçekleşmesiyken belki de daha önemlisi, her darbeyi terasında gösterimini yaptığı bir filmin ismini ve izlenme sayısını zikrederek karşılamasıdır. final sekansında filmin iranlı yönetmeni amir naderi'nin en iyi 100 filmini isimleri ve yönetmenleriyle tek tek ekranda görüyoruz. adını andığı her bir film onun direncini artıran bir rol oynuyor. (bu 100 filmden en fazla 20 kadarını izlemiş olmaktan haya etmedim desem yalan olur)
    ***spoiler***

    tüm bu anlattıklarımdan shuji'nin sinemayı "din"leştirdiğini çıkarsamak mümkün. bağımsız sinemanın öncü ve efsane yönetmenlerinin her birini de bu dinin kutsal peygamberleri olarak görüyor. peygamberlik misyonu yüklediği yönetmenlerin geride bıraktığı filmlere peygamberlerin kutsal emanetleri muamelesi yapıyor. onların kabirlerini bir çeşit hac ritüeli gibi ziyaret ediyor. borcunun ödemek için yediği her yumruk darbesini, imgeleminde yarattığı sinema dinine olan bağlılığına ve aşkına sığınarak dayanılır kılıyor. bir aşamadan sonra yediği her darbenin kutsal davasına can suyu kattığı gibi bir algı oluşturuyor ve belki de kendisini sinemanın seçilmiş son peygamberi olarak görüyor. her darbede biraz daha arınıyor, bir anlamda kendisini, sinemayı bir fahişeye dönüştüren tüccar zihniyetin darbelerine maruz kalan sinemanın yerine koyuyor.

    peki sinema gerçekten ölüyor mu? ya da sinemanın, yönetmenin saf sinema dediği sanat boyutu ortadan kalkıp salt eğlence aracına mı dönüşüyor?

    sinemanın bir hikaye krizi yaşadığı da, dijitalleşmenin sinemayı farklı bir evreye getirdiği de doğru ve bunlar her daim tartışılıyor sinema dünyasında. ancak yönetmenin sinemayı koyduğu pür sanat boyutuna katılamayacağım. sinema aslında ilk çıktığı yıllarda tam da filmdeki karakterin kahırlandığı tarzda bir eğlence aracıydı. panayırlarda filan ayak takımını eğlendirmek için yapılan gösterimlerle başlıyor sinemanın hikâyesi. zamanla hem politik hem de sanatsal bir boyut kazanıyor ve bugüne kadar hem politik hem ekonomik hem de sanatsal bir işlev görüyor. günümüz sinemasında teknolojinin baskın olduğu, filmdeki karakterin etten kemikten oluştuğunu söylediği klasik filmlerle ilgisi olmayan filmlerin çok izlendiği ve sinema endüstrisini sırtladığı bir gerçek olmakla birlikte insan ruhunun derinliklerine nüfuz edebilen "etten kemikten" filmler de bolca yapılabiliyor. popüler film-bağımsız (sanat) film ayrımı hep vardı bundan sonra da olacaktır. elbette sinema dönem dönem ciddi krizler yaşıyor, dönüşümler geçiriyor, bir şeylere evriliyor fakat geleneksel (klasik) sinema da üretime bir şekilde devam ediyor. o anlamda filmdeki boyutta cinnet geçirecek bir sorun olduğuna emin değilim.
  • the vampire diaries'in 1. sezon 10. bölümümünde çalan mükemmel ötesi plumb şarkısı.
  • plumb 'ın muhteşem şarkısı. şuradan dinlenebilir, sözleri aşağıdan takip edilebilir.

    i'm not a stranger
    no i am yours
    with crippled anger
    and tears that still drip sore

    a fragile flame aged
    is misery
    and when our hearts meet
    i know you see

    i do not want to be afraid
    i do not want to die inside just to breathe in
    i'm tired of feeling so numb
    relief exists i find it when
    i am cut

    i may seem crazy
    or painfully shy
    and these scars wouldn't be so hidden
    if you would just look me in the eye
    i feel alone here and cold here
    though i don't want to die
    but the only anesthetic that makes me feel anything kills inside

    i do not want to be afraid
    i do not want to die inside just to breathe in
    i'm tired of feeling so numb
    relief exists i find it when
    i am cut
    pain
    i am not alone
    i am not alone

    i'm not a stranger
    no i am yours
    with crippled anger
    and tears that still drip sore

    but i do not want to be afraid
    i do not want to die inside just to breathe in
    i'm tired of feeling so numb
    relief exists i found it when
    i was cut
  • plumb diye bir grubun çok güzide bir eseri. aslen pek bir özelliği yok ama günde 132590324 milyon kere dinlenebiliyor. nassı güzel...
  • the cure'un en yoğun şarkılarından. bana kalırsa en iyilerinden, en iyi hatta. üstün albüm wish'te bulunan, üzüntü hissi veren ama bunu nasil verdigini de anlayamamiş olduğum şarkısı. başka bir sey.
  • sylvia plath'in ariel'inde yer alan şiiri.

    what a thrill ---
    my thumb instead of an onion.
    the top quite gone
    except for a sort of a hinge

    of skin,
    a flap like a hat,
    dead white.
    then that red plush.

    little pilgrim,
    the indian's axed your scalp.
    your turkey wattle
    carpet rolls

    straight from the heart.
    i step on it,
    clutching my bottle
    of pink fizz.

    a celebration, this is.
    out of a gap
    a million soldiers run,
    redcoats, every one.

    whose side are they on?
    o my
    homunculus, i am ill.
    i have taken a pill to kill

    the thin
    papery feeling.
    saboteur,
    kamikaze man ---

    the stain on your
    gauze ku klux klan
    babushka
    darkens and tarnishes and when

    the balled
    pulp of your heart
    confronts its small
    mill of silence

    how you jump ---
    trepanned veteran,
    dirty girl,
    thumb stump.
  • zeki kayahan coşkun’un radyodaki programlarında reklamlara giderken kullandığı sözcük.

    (bkz: zeki kayahan coşkun)
    (bkz: kestik)
    (bkz: cut mu ayten hanım)
  • en bi' muhteşem, en bi' gaz the cure şarkılarından. wish'te, a letter to elise'in hemen ardından ilaç gibi gelir. sözleri de kaybolan bir yazar ile gitmiş sanırım. yeniden verelim sözleri:

    if only you'd never speak to me
    the way that you do
    if only you'd never speak like that
    it's like listening to
    a breaking heart
    a falling sky
    fire go out and friendship die
    i wish you felt the way that i still do

    if only you'd never look at me
    the way that you do
    if only you'd never look like that
    when i look at you
    i see face like stone
    eyes of ice
    mouth so sweetly telling lies
    i wish you felt the way that i still do
    the way that i still do
    but you don't
    you don't feel anymore
    you don't care anymore
    it's all gone

    if only you'd never pull from me
    the way that you do
    if only you'd never pull like that
    when i'm with you
    i feel hopeless hands helplessly
    pulling you back close to me
    i wish you felt the way that i still do
    the way that i still do

    if only you'd ever speak to me
    the way you once did
    look at me the way you once did
    pull to me the way you once did
    but you don't
    you don't feel anymore
    you don't care anymore
    it's all gone
    it's all gone
  • "kazak türkçesi"ndeki anlamıyla: aşırı soğuktan hayvanların kırılıp ölmesi.
  • şarkının tamamını inanılmaz söyleyen rs'nin özellikle üçüncü it's aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaall bölümünde yaptığı atraksyon bir doruk noktadır.
    dakika başına vuruşları en hızlı cure şarkılarından biridir.
    şarkı yazış tekniği bakımından sağlam bir temel üstüne kurulmuştur.
    liriklerin yapısı içeriğinin önüne geçmektedir, ama sözler de o kadar kötü değildir
hesabın var mı? giriş yap