• gerçek bir hikayeye dayandığını bilmeseniz saçmasapan bir konuya sahip olduğu fikriyle kötülenebilecek, öyle ya da böyle seyirciyi içine hapseden ve dibine kadar rahatsız eden film. benim dayanamayarak izlemeyi bıraktığım ender filmlerden... bir süre sonra sinirlerim dayanmadı.

    --- spoiler ---

    "bilmemnereden saat kazandınız. bilmemkaç no'lu numarayı arayınız," mesajlarına inanmak gibi bir durum filmdeki. aslında o mesajlara da inanan olduğuna göre, buna da inanan insanları izlemek bize garip gelmemeli. polisin ya da tepemizdeki o "otorite"nin üzerimizde kurduğu koşulsuz şartsız baskı ve gücü görüyoruz filmde. biri bizi telefonla arasa, herhangi bir şeyle suçlasa, hattın öbür ucunda görmediğimiz ve kimliğini bilmediğimiz kişinin polis olduğuna inanıp neler yapabiliriz kim bilir. kaçımız siktiri çekip yüz yüze görüşelim diyerek telefonu kapatabilir bilmiyorum. ama yine de filmde yaşananlar her halükarda bana inanılmaz geliyor. hadi ilk başta inanırsın, boşluğuna denk gelir, kızı zaten gözün tutmuyordur... ama insanın bir noktada sabrı taşar ya da gözü açılır... bu kadar da olmasın.

    gerilimin doruklarına ulaşacağınız an yüksek ihtimalle kızı soyup üzerini aradıkları sahnelerde yaşanacak. güzeller güzeli bir kızı çırılçıplak göstermenin hiçbir erkek izleyicide cinsel çağrışım yapmasına fırsat bile vermeyecek kadar gerilmiş oluyorsunuz hikayenin o noktasına gelene kadar. çıplaklığın sinemada anlamlı kullanımına bir örnek olarak gösterilebilir. hani oyuncular derler ya, hikayeye hizmet ederse yaparım diye, bazen çok havada kalır o beyanat. işte burada o çıplaklık hikayeye hizmet ediyor. o noktada seyirci olarak isyan ediyorsunuz bu mizansenin saçmalığına. insanlar bu kadar salak olmamalı, bu kadar kolay teslim olmamalı diyorsunuz.

    sonra, kadının arabasını açık bırakması istenince kadından ilk itiraz geliyor. filmin ilk yarım saatini bitirdiğimizde yani...

    sonra... bir yarım saat daha dayandım. bir şeyler olsun, insanlar bir şeyleri sorgulasın, benim bunu izliyor oluşumun bir amacı olsun. restoran müdürü sevgilisini kıza göz kulak olsun diye çağırdığında ve hala kızın üzerine giyecek bir t-shirt bile vermediklerinde küfrü basıp kapattım. önce bir ileri baktım neler var diye, adam kıza şaplak atıyordu falan. oraya nasıl geldiler bilmiyorum ama merak da etmiyor. insanlar bu kadar salak olmasınlar arkadaş.
    --- spoiler ---
  • is dunyasinda kanunlara, sirketin is yapma yolu ve urettigi urunlerle ilgili kurallara uyma isi manasinda kullanilir. bazi endustrilerde basli basina bir is olacak kadar onemli ve zordur, sadece compliance ile ilgilenen calisanlar gerektirir. compliance'in onemli oldugu islere ornek hayvan veya insan deneklerin kullanildigi bilimsel arastirmalardir.

    bu tanimdaki anlami turkce'ye uyum olarak cevrilebilir.
  • sinirlerim bozuldu. resmen kanım çekildi amına kodumun filmini izlerken.

    şimdi gelelim benim bu filmden öğrendiklerime;

    --- spoiler ---

    1-amerika'da bir restorantta çalışmak için 4 ya da 5 iq seviyesine sahip olmanız yeterli. yukarısı kurtarmaz. 6 iq ile restoranın zeka seviyesini yükseltebilirsiniz.

    2-biri sizi telefonla arayıp polis olduğunu söylerse herhangi bir kanıt aramaksızın ona koşulsuz şartsız inanmanız ve ne söylerse yapmanız gerekir.

    3-biraz ağzınız laf yapıyorsa bir restoranı arayıp polis olduğunuzu söylerseniz bir kızı soyabilir ve hatta hiç tanımadığı birine oral seks yaptırabilirsiniz.

    4-telefonda bir polis sizin kıçınıza şaplak atılarak cezalandırılmanız gerektiğini söylüyorsa elbette bu dediğini sorgusuz sualsiz yapmalısınız.

    5-yine aynı telefondaki adam tanımadığınız birine oral seks yapmanızı istiyorsa bunun size yapılan hırsızlık suçlaması olayında ne gibi bir faydası olacağını sorgulamak gereksizdir.

    6-elbette bu çılgın restorantın müdüresi olabilmek için çalışanlardan bile daha düşük zekaya sahip olmanız gereklidir. bir kızı soyup eşyalarını arabanıza bırakıp, arabanın kapısını açık bırakmanızı söyleyen birine inanacak kadar zeka yeterli. kısaca bir bitin beynine sahip olmanız lazım.

    --- spoiler ---

    ancak olayı sadece amerikalılar çok salak durumuna getirmemek lazım. bizim ülkemizde de var böyle embesiller. tam olarak filmdeki olayla alakalı olmasa da şöyle bir şey var;
    (bkz: sahte şeyhe 1 milyon lira kaptıran kadın hakim)
  • tutarsız bulduğum bölümleri olsa da sıkılmadan izlediğim, hatta beğendiğim filmdir.

    salonda da sözlükte olduğu gibi ikililikler yarattı. filmi izlediğim organizasyonda * ara verilmediği için film devam ederken çıkanların sayısı nerdeyse filmi bitirenlerden daha fazlaydı. izleyenleri rahatsız etmek istemeyip kalanlar içinde de film bittikten sonra arkadaşını davet ettiği için "böyle bir film olduğunu bilmiyordum" diyerek özür dileyenler bile vardı.

    öyle çok da sert bir film değil. özellikle alt gelirli amerikan profilini çok iyi vermiş. supervisor sandra fazlaca gerçekci, kevin karakteri de zekaya ihtiyaç duymayan aptal genç tipinde çok iyiydi. ben amerika'dayken diye başlamak istemiyorum ama oyunculukların ve yaratılan atmosferlerin başarısını anlamak için biraz da olsa o ortamı bilmek lazım. aksi takdirde film içindeki tepkiler, diyaloglar aptalca ve saçma gelebilir. ama değil.

    --- spoiler ---

    filmin genel kurgusu hakkında çok fazla yazmak istemiyorum. suçlanan kızın soyulup aranması şaşırtıcı değil, parayı saklamaması için de farklı bir kıyafet verilmiyor e hadi ona da tamam. şaplağa da çaresizce izin verdi diyelim ki biraz abartılı da o oral seks olayı biraz alakasız ve aşırı değil mi ? özellikle oral seks iması için kullanılan pipet komik durmuş. farklı bir durum olsaydı fiş-priz kullanılacaktı sanırım. hapisle korkutulup çıplaklığa zorlanmak anlaşılabilir ama tehdit çok ince bir çizgide ilerlemeliydi. kimse polis istedi diye de oral seks yapmaz, yaptırmaz.

    --- spoiler ---

    üst üste 3 film izlediğim gün içinde en az beklentiyle izleyip, izlediğime pişman olmadığım filmdir.
  • gercekten rahatsiz edici bir film.

    filme iliskin burada okuduklarimda sunu gordum : konusu sacma, yahut abartili yahut vs. vs.

    bu filmde anlatilan konu gercek, olay suradan okunabilir.

    filmin kendisini sacma yahut rahatsiz edici bulanlar bu olayin hemen tumuyle gercek oldugunu gorduklerinde tahminimce daha da rahatsiz olacaklardir. filmin sacma oldugu dusuncesini ise terkedeceklerdir.

    filmde yer alan ve fast food restoranindaki otorite figurlerini temsil eden insanlarin ruh hallerini anlamak icin sadece milgram deneyi'ne degil ayni zamanda zimbardo deneyi'ne de bakmak gerekmektedir. hatta bence ikincisi ilkine nazaran filmi anlamak icin daha kilit bir konumdadir. arayan otoritenin dedilerini yaptiklari her adimdan sonra rollerini daha cok benimsemeleri ve kimi noktalarda rahatsizlik duysalar dahi 'yapilmasi gerekeni yapma'lari gozlemlemek acisindan cok ilginc. arayanin bu kisileri yeri geldiginde guzel sozlerle odullendirmesi, yeri geldiginde kimi sicak ifadelerle kendine yakin hissettirmesi, yeri geldiginde otoritesini belli edecek sekilde uyarilarda bulunmasi ve yeri geldiginde de cezalandirmasi ... bir film suresi icerisinde otoritenin tesisi surekliliginin saglanmasi ve bir noktada bir delinin cikip bir devrimle isi bozmasi, otoriteyi alasag etmesi bence cok guzel yansitilmis.

    telefondaki sesin dediklerini (hemen hic) sorgulamadan yapmalarinda bir etmenin 9\11 olaylari sonrasi abd toplumunun icine suruklendigi ruh haletinin ve gene ayni olay sonrasi devreye sokulan usa patriot act'in de fazlaca katkisi oldugunu dusunuyorum. gerci filme konu olan telefon aramalarinin 2001'den cok once baslamis oldugu goz onune getirilerek bu dusunce curutulebilir ancak aramalardan hicbirisinde olayin bu noktaya varmadigini goz onunde bulundurulmalidir. yeni yasa sonrasi polis bilinenin cok otesinde yetkilere sahip olmaya baslamis ve 'to protect and to save'den daha cok bir korku ve baski figuru haline gelmistir.

    sinema acisindan bakildiginda ise filme, imdb agziyla konusacak olursam, 10 uzerinden 6 yahut 7 verilmesini normal karsilarim, 5 verilmesi haksizlik olacaktir, 8 verilmesi imkan dahilindedir. sonucta filmi yarida birakip cikaracak bir etki birakabilmektedir. bu bence bir basaridir. iki acidan : film hem rahatsiz ederek bir etki birakabilmistir hem de filmin, cok da aktif olmayan ama varligi tartismasiz onemi haiz basrol oyuncusunun ruh haletini bize yansitabilmistir ki bu olayi iyi aktardiginin bir kanitidir. (filmi yarim birakanlarin cogunun aslinda farkinda olmadan kendilerini o basrol'un yerine koyarak filmi yarim biraktiklarini dusunuyorum.)
  • acayip bir film.

    --- spoiler ---

    yahu arkadaş, filmin sonunda olayı çözen şarapçı dayı kadar olamadınız. adam kafası bir milyon geziyor fakat herkesten daha zeki ve aklı başında bir dayı.

    dayı diyor ki" yahu ne yapıyorsunuz gözüm, polisin gelmesi lazım, bu telefonda konuşan değişik kim ? böyle saçmalık olmaz" diyerek isyan ediyor. yani dayı sorguluyor.
    --- spoiler ---

    siz de sorgulayın arkadaşlar.
  • compliance. 2012 yapımı film.

    türkçe adı: "itaat".

    filmin konusu: bir fast food restoranında, restoran müdürü sandra oldukça yoğun ve kötü bir gün geçirmektedir. bir önceki gün elemanlardan biri dondurucunun kapısını açık unuttuğu için, haftanın en yoğun günü cumayı, pastırma ve turşu eksikleri olarak kapatmaya çalışmaktadır. sandra bu karışıklık arasında, polis olduğunu iddia eden bir adamdan telefon alır. sözde polis, kasada çalışan sarışın bir kızın müşterilerden birinden para çaldığını iddia eder. polisin tarifine göre sözü edilen çalışan becky'dir. bu telefondaki otoriter sesin etkisi altında kalan müdür sandra, becky'nin üzerini aramak üzere onu arka odaya çağırır. telefonda konuşulan her bir yeni çalışandan becky'i sorgulamaları, ya da ona göz kulak olmaları istenir; ve telefona gelen her yeni kişi, becky'nin sorgulanmasının, içler acısı ve utanç verici bir şekilde cinsel taciz ve tecavüze dönüşmesinin birer sorumlusu haline gelir. sonunda bir kişi, telefondaki adamdan şüphelenerek yapılması istenen şeyi reddedince olay ortaya çıkar, bunun kötü bir telefon şakası olduğu anlaşılır ve gerçek polis olaya iştirak eder; ne yazık ki iş işten geçmiştir.
    bazı filmler yüzümüze tokat gibi çarpar. kimi müziğiyle, kimi aktör/aktres performansıyla, kimi ışığıyla, kimi renkleriyle.

    kimisi sonuyla çarpar yüzümüze. beklemediğimiz ya da olmasından korktuğumuz şekilde bize yaşamak istemediğimiz anlar yaşatır.

    ama en ağırları, konularıyla yüzümüze çarpanlardır.
    henüz türkiye'de gösterilmiyor. gösterilmemesi de daha iyi. bizimkiler belki filmden örnek alıp böyle şakalar falan yapmaya kalkarlar, mazallah, neyimize lazım? zaten başımızda dert çok, biz de böyle filmlerden ders almak yerine örnek almaya meyilli bir nesil yetiştirdiğimizden; gelmesin bu film türkiye' ye zaten.
    gelmesin.

    peki nedir bu film?

    compliance, bağımsız bir film. "yeni bağımsız sinema dalgası"ndan etkilenen ve "tokat"ın ne olduğunu bir kez daha bize anlatan bağımsız bir yapım.

    yönetmeni ve senaristi craig zobel. zobel'in ilk filmi değil bu; ancak anladığım kadarıyla ilk ciddi çıkışı olmuş. öncesindeki birkaç filmi daha önce duyduğumu bile söyleyemem. merak edenler için "george washington" ve "great world of sound" isimli filmlere de imza atmış.

    peki ses getiremeyen birkaç çalışmadan sonra, zobel'in son filmi nasıl bomba gibi düştü festivallere?

    bomba gibi düştü diyorum ve biraz garip evet, çünkü biz türkiye'de bu filmleri oldukça geç takip edebiliyoruz. festival filmlerinin çoğu türkiye'de gösterime girmemekle birlikte, festivallerden sonra, filmler vizyona girecek de, sıra türkiye'ye gelecek de... çok işi var yani böyle şeylerin, ve bomba gibi düştü diyorum evet; çünkü film festivallerindeki insanların yaklaşık 4'te 1'i bu filmi daha filmin ortasındayken terk etmişler. filmi izledikten sonra hak verdim.
    gom player kullananlar bilirler en güzel özelliklerinden biri, filmin istemediğiniz sahnesini yön tuşlarına basarak kolayca geçebilmeniz. ya da o sahne sizi çok sıktıysa sağ yön tuşuna basarsınız ve film 10 saniye ilerler. kendimi durdurmaya çalıştım, "yapma endolimax, bu filmi izledikten sonra eleştiri yazacaksın, saniye saniye izlemen gerekli" diye uyarmaya çalıştım kendimi; ama hayır. ellerim benden bağımsız gibi adeta, kaç defa 10'ar saniye ilerleterek izledim bu filmi hatırlamıyorum.

    film mpaa tarafından r-rated olarak değerlendirildi. daha festivallerde gösterim aşamasındayken binlerce izleyici tarafından "hard to watch", yani "izlemesi zor" bir film olarak değerlendirildi. şu anda da neredeyse bütün "hard to watch" listelerinde ilk beşte yer alıyor compliance.
    eleştirisine gelirsek, performanslar mükemmel. tek bir gariplik, sizi daha ilk anda saran gerçeklik duygusundan koparacak tek bir hata, tek bir sahte yüz ifadesi bile yok. başladığı gibi devam ediyor ve vaadettiği gerilimi son dakikasına kadar vücudunuza pompalıyor. oldukça sakin, ve birçok yerde "tek sahne çekim" yapılmış. uzun, boğucu, bitmesi için sizi yalvartan bir insanlık ayıbı izliyorsunuz bu tek çekim sahnelerde. performanslar dedik evet; amerika'daki bir çok stereotip çalışan oldukça iyi resmedilmiş bu filmde. siyahından beyazına, müdüründen en alt kademe çalışanına kadar, her şeyin gerçek olduğunu biliyorsunuz. içinizde hissediyorsunuz, "yaşandı bu belli ki" diyorsunuz, ki zaten film "gerçek olaylardan esinlenilerek yapılmıştır" uyarısıyla başlıyor.

    klasik müzik kullanmayı tercih etmiş yaratıcı ekip, bence gayet de güzel olmuş. zaten "yeni bağımsız sinema dalgası"nın en önemli özelliklerinden biri gerilime varan insanlık dramaları gibi konularda klasik müziğin tercih edilmesiydi. ilgili yazımda bu gözlemimden bahsetmiştim, ki prodüktörler de bu yeni geleneği devam ettiriyor. müzik heather mcintosh tarafından yapılmış.
    görüntü "birinci sınıf". açıkçası ne ekipman kullandılar bilmiyorum, ama tek kelimeyle birinci sınıf, ve kendinizi "seçilmiş" bir izleyici gibi hissetmeniz için yeter de artar bile. mavi, soğuk, sıradan ve bir kış gününü fazlasıyla yansıtan gri/sarı/mavi kompozisyonu film boyunca peşimi bırakmadı benim. ki "yeni bağımsız sinema dalgası"nda mavi filtreleme tekniği de oldukça fazla karşımıza çıkıyor, ve işe de yarıyor. gerçeklik duygusuyla birlikte kaliteli bir yapımı izliyor olduğunuz hissini ikiye katlayan bir filtreleme tekniği; tabi doğru kompozisyon ve ekipmanla kullanıldığı sürece. bu gelenek de devam ettirilmiş filmde. sinematograf adam stone, ve kendisi daha önce bir kez daha "great world of sound" filminde zobel ile birlikte çalışmış. bu mükemmel görüntüyü adam stone'a borçluyuz, ki take shelter isimli 2011 yapımı (imdb puanına göre başarılı) bir filmde daha çalışmıştır kendisi. sanat yönetmeni michael powsner da iyi iş çıkarmış diyebiliriz. makyaj, kostüm gibi ayrıntılara takılacak kafa kalmıyor zaten filmi izlerken. sinematografisi ve oyuncu performanları o kadar iyiydi ki ben de özellikle takılma gerekliliği duymadım açıkçası.

    filmi bize sevdiren ve biraz olsun içimize su serpen ayrıntılardan biri de başrolde "dreama walker"ın oynaması. içimize su serpen dedim, çünkü endüstrinin daha önce görmediği tarzda yeni bir sanat akımı (yeni bağımsız) ile karıştırılmış bir gerçeklik var zaten filmde. eğer başrolü de tanınmadık, aşina olmadığımız bir yüze verselerdi sanırım ağlayarak kapatırdım filmi ortasına gelmeden. dreama walker kim peki?
    onu en iyi don't trust the b. in apartmen 23 dizisindeki june colburn rolünden tanıyoruz. masum, iyi kalpli, ve saf. ve ne yazık ki (ama başarılı bir şekilde) bu filmde de benzer bir rol üstlenmiş durumda. mimikleri, iri gözlerinden fırlayan saf bakışları, pürüzsüz cildi ve ürkek ses tonuyla, neler olduğunu anlayamayan ama bulunduğu pozisyon ve içerisinde büyüyen korkudan dolayı itaat etmesi gerektiğini hisseden baş eğişiyle, sizi ekrana kilitleyecek. dreama'yı aynı zamanda gossip girl'de blair'in yardakçılarından hazel williams'ı oynadığı ilk 2 sezondan hatırlıyoruz, ki kraliçelik mücadelesi sırasında blair ve jenny arasında gidip gelmişti. dreama'nın sex and the city'de de garson rolünde oynamış olması özgeçmişindeki ayrıntılardan birisi. kısacası, mükemmel oyuncu seçimi; tam bir nokta atışı.

    son olarak, filmi izlerken kıvranacaksınız. evet; insanların aptallığı, cahilliği, bu cahilliğin getirdiği zorbalıkları, zulüme olan eğilimlerini bir kez daha tüm çıplaklığıyla göreceksiniz.

    bu filmde gülmeyeceksiniz.
    bu filmde sadece elinizi ağzınıza götürerek şaşıracaksınız. oldukça sık bir şekilde kendinizi "oha" derken bulacaksınız. gözleriniz dolacak. ve yerinizde oturamayacaksınız. bu filmde testereler yok, kan yok, cinayet yok. ama insanlığın öldüğü ana ettiğiniz şahitlik yüzünden yerinizde oturamayacaksınız. testere, otel, texas chainsaw, exorcist... hayır, bu filmlerin hiçbirisinde bu kadar rahatsızlık duymadınız. şimdi akepe diyor ya "brad pitt'in o filmi kaldırılsın" diye. aynen öyle bi' rahatsızlık ifadesi kullanılabilir. ama kaldırılması değil, aksine, zorla izletilmesi gerekiyor bu filmin. alacaksınız çocuklarınızı, sap gibi gençlerinizi ve izleteceksiniz koltuklarına bağlayıp bu filmi: "bu olmayacaksın sen" diye de fısıldayacaksın kulaklarına. çünkü bu filmdeki dram, gerçek hayatta daha neler neler yaşandığını düşünürsek bir hiç.

    ama hepsinden öte, bu filmde öfkeleneceksiniz. nefret edeceksiniz. insan olduğunuz için bir kez daha utanacaksınız kendinizden. öfke, nefret, suçluluk ve utanç dörtgeni aklınıza işleyecek, ve bu filmi kolay kolay unutamayacaksınız.

    benden tavsiye isterseniz, ki size bu filmin yeni bağımsız dalgasının en iyi örneklerinden biri olduğunu ve buna nazaran da oldukça iyi bir sanat ve sinematografi yönetimine sahip olduğunu söylemiştim, benim tavsiyem; filmi blu-ray formatında izlemeniz. türkiye'ye gelmesini beklemeyin, ve gelmemesi için de dua edin. zira bizim nesilimizin örnek almalarını isteyeceğim son şeylerden biri. telefondaki adamın cem garipoğlu'ndan bir farkı olmadığını söylememe gerek yok. çünkü önemli olan kendi ellerinizle ne yaptığınız değil, neye sebebiyet verdiğinizdir. zira buralarda göze çarpan sadece sonuçlardır. katil ya da suçlu olmak için elinize bıçak almanıza gerek yok değil mi? manipülasyon diye bir yeteneğimiz var doğuştan gelen, bu hepimizi böylesine utanç verici bir olaya sebebiyet verecek kapasitede yapmaya yeterde artar bile.

    benim için zor ve sıkıntılı bir yazı oldu. izledikten hemen sonra yazıyorum bunları, bu yüzden sanatsal eleştiri yerine biraz daha "insanlık" namına yapılan eleştirilere yöneldim. halen adrenalin tadı hissediyorum boğazımda.
  • in compliance with şeklinde de kullanımı mevcuttur. '' -e uygun olarak'' anlamındadır.
  • yarısında çıkma isteğime engel olup bu filmin sonuna kadar bekleyerek tüm bu saçmalığın kötü kurgulanmış bir senaryodan ibaret olmadığını ve aslında amerika'da defalarca yaşandığını öğrenmiş oldum. peki bu bana ne kazandırdı? hiç.. ya da belki bir dahaki sefere alkol çevirmesinde polislere kimlik sorarım. gece renklenir.
  • bu alanda uzmanlaşmak istiyorsanız neredeyse tek seçeneğiniz bankalarda çalışmaktır. yeni ürünlere, büyük müşterilere, spesifik işlemlere "dur bi dakka nedir bu iş" dediği için bankada da pek sevilmezler. bir çeşit dedektiflik gibi dursa da bir süre sonra başlıcam terörüne de, kara parasına da dedirtir. hedefiniz çok para kazanmaksa uzaklaşın hazineye, kurumsal kredilere, pazarlamaya falan gidin.
hesabın var mı? giriş yap