• srebrenica katliamında vurulan dört yaşında bir çocuğun ölmeden önce annesine sorduğu soru.

    http://www.milliyet.com.tr/…6/08/03/yazar/bila.html

    bu haber bir testtir. okuduğunuzda yüreğiniz yanmıyor, gözünüze iki damla yaş birikmiyor, içinizden isyan etmek gelmiyorsa; dikkat edin insanlık özelliklerinizi yitiriyorsunuz demektir.
  • orospu çocukluğunun en has örneğini gösteren sik kafalı ciğerleri götünden çıkarılası beyinlerin bir küçük çocuğa bile ölümü kabullendirtip söyletmiş oldukları bir cümle...
    ister bosnalı ister filistin yahut başka memleket hiç bir çocuk böylesine kabullenmemeli ölümü kabullenipte bu tarz avutma cümleleri sarfetmemeli kendi kendine.

    bugüne kadar hiç bu kadar açık seçik sövmemiştim entrylerimde gel gör ki başka bir şey gelmiyor insanın elinden şerefsiz adiler...

    edit: zamanın ötesine gitmiş bu entari ne diyeceğimi bilemiyorum...
  • çocuğun gözünden ölüme dair sorulan soru cümlesi.

    çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi anne?

    apolitik bir kuşağın, tatlı su kemalisti bir ferdiyim. bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığını güttüm uzun senelerce. "bizim başımıza gelmez yaa", ne alakam vardı benim savaşla? tuzum kuruydu benim. savaş olsa, nebliim, ben ölmezdim herhalde. zaten, mangoda da indirim varmış, ordan çıkışta zaraya bakarız, sonra 7.caddede buluşuruz. hadi kızlaaaaağr, ben kaçtım, mucuk!

    canlı izlediğimiz ırak savaşında anladım savaşın yüzünü. savaş böyle bi şeymiş işte. can alır, can verdirirmiş. özgürleştirilmek böyle bi şeymiş.

    ne atılan bombalar, ne havaya uçan kollar bacaklar... hiç biri canımı, savaştan önce çocuklarını sezaryenle doğurmak için sıraya giren anneler kadar yakmadı. hiç bi şekilde anestezi yok, cart diye kesecekler karnını ve bebek yaşar diye ümit edilecek. narkoz yok çünkü, narkoz askerler için. savunma için. dilimde edilecek beddua yoktur bundan öte, etmiyorum da, mevlam hak ettiklerini versin.

    bizim ailede bu tür olaylar şenlikli olur. doğum dendi mi, herkes el pençe divan durur annenin önünde. canından can vermiştir, daha ne olsun?dur. zaten en üst düzeyde gösterilen ihtimam tavan yapar, hele ki sezaryen ise, oy oy oy, neticede ameliyattır, daha da bir üst düzeye çıkar evdeki özen.

    yeğenimin doğumunda eşşek kadar olmama rağmen kıskandım. hatta işi azıtıp, "ben de doğurucam laaaaaan, ne bu böyle?!" de dedim. dedim ama, hemen akabinde zırıldayan küçük sıpayı ayaklarımda uyuturken buldum kendimi, ninniler eşliğinde: "dandini dandini dan kuşu, bal yemez arı kuşu, annesi hatun kişi, babası tüccar başııı... eee eee eeee eeeee"

    o bebekler dizlerde sallanıp naz edemedi hiç. gak deyince su, guk deyince süt gelmedi. aç yaşamaya çalıştılar. belki çoğu geldiği kadar günahsız gitti öte aleme. savaşsa, kahretsin ki sadece bebekler ölüyorsa, ne menem acıdır bu? nasıl bir hastalıklı beyin bir bebeğe kurşun sıkabilir ki? hangi yürek dayanır buna? ajitasyon yapıyorum değil mi şimdi de? sanki siz görmüyorsunuz da ben gözünüze sokuyorum...

    çocuğum, biz böyle değildik. affet bizi. kurşunları değiştiremedik. babanla ananı vuran kurşuna kurban gittin. yolun açık olsun, yolun ışık olsun.
  • insanı yediği yemekten, içtiği sudan, aldığı nefesten utandıran soru. fikret bila'nın da dediği gibi şimdi aynı soru filistinli, lübnanlı çocukların kafalarından geçiyor olmalı. benim kafamdan da geçen soru ise daha farklı. kilometrelerce uzaklarda olsamda, insanları öldürenlere, bomba yapanlara, bomba atanlara hergün lanet etsem de yine de tüm bu kötülüklerde benim payım ne?
  • bir çocuğun annesine böyle bir soru sorumasını sağlayan insanlarla aynı dünyada yaşamak istemiyorum...
  • gecenin bir vakti gözleri buğulandıran, insanın içini mengene misalı sıkan, acıya boğan sorudur.
    sözün bitiği yerde sorulan sorudur.
    offfff,offffff.
  • uretilen her kursun paketinin, her silahin, fuzenin, topun, tufegin ambalajinda uyari yazisi seklinde bulunmasi gereken retorik soru cumlesi.

    ayni sigara paketlerinde bulunan uyarilar gibi...
  • bugün gazetesinin 3 ağustos tarihli haberinde bu iç yakan sözler çarpıtılmış, bosnalı yerine filistinli bir çocuğun ağzına yerleştirilmiş, çocuğun yaşı dörtten altıya çıkarılmış, bu haber de bilumum siteye şahane malzeme olmuştur.
    http://www.islamustundur.com/isr2.jpg

    tabii ki bu bir filistinli çocuğun ağzından da çıkmış olabilirdi, çocuklar nerede olurlarsa olsunlar ölmesinler. mesele taraf tutacağım diye yalan yanlış, özensiz haber yapmakta. (bkz: dezenformasyon)
    ortadoğu meselesi daha popüler ya, laf çevirmek gazeteciliğin şanından olsa gerek.
  • bir yerde okuduğum ve sonra arkdaşlarımla birlikte tiyatrolaştırdığımız bir şiir. kime ait olduğunu bilmiyorum. bu yüzden isim belirtemedim. şairinden özür dilerim.

    büyümek istiyorum anne,
    hedef seçmektense,hedef olmayı kurşunlara,
    vurmaktansa,vurulmayı seçiyorum
    doğdum ve irkildim büyüklüğünün karşısında dünyanın,
    gördüm ve şaşırdım açgözlülüğüne insanların
    insan insanın düşmanı mıdır?
    kim kırar gönülleri,
    korkmaz mı ve bilmez mi insan
    bir gönül kıran onaramayacaktır
    ve vurduğu silah er geç dönecektir kendine
    ve insan vurduğu kadar vurulur bilmez mi?
    nedameti olmayana merhamet değil,
    lanet edilir ancak,
    çocuklari anne, küçük kurşunlarla mi vururlar?
    oysa çocuk merhamet demektir biraz,
    inanmaktır,bir uçurtmanın değerli olduğuna bir füzeden
    bütün bilyelerimi versem,resimlerimi,topacımı
    yetmez mi anne,yok etmeye yeryzünden bütün silahları?
    bütün oyunlarda ebe olmaya razıyım
    yeter ki bölmesin bir bomba rüyalarımı.
    madem savaş,en çok bir çocuğun annesiz ya da babasız olması demektir,
    ebelenmek ve daha oyuna girmemektir madem
    yakıyorum tahta atımı ve tabancamı.
    oyunlarda ne askerim bundan sonra,ne de pilot..
    söz, kullanmayacağım bundan sonra sapanımı
    oynamak istemiyorum,
    sonunda'elma dersem çık'..olmayan hiç bir saklambacı.
    çocuklari küçük kurşunlarla mi vururlar anne
    akar mı onların da kanları?
  • "(...)
    "çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi anne?" sorusu da unutmadığım ve asla unutmayacağım cümlelerden biri. sırbistan sınırına 10 km. uzaklıktaki boşnak şehri srebrenica'da yaşayan, adını bilmediğim bir çocuk sormuş bu soruyu. ardından da, ne yazık ki 11 temmuz 1995 tarihinde yapılan katliamda henüz 14 yaşındayken öldürülmüş. ben bu çocuğun annesine sorduğu soruyu 11 yıl sonra, fikret bila'nın milliyet'teki yazısında okudum. yerimden hiç kımıldayamadım okuyunca soluğum düğümlendi sanki, kanım çekildi, kulaklarım uğuldadı, aklım gitti gitti geldi. ve ben bütün bunların ortasında durup bir zaman boşluğa doğru boş boş baktım. bir an, bütün anlamlar anlamsız göründü gözüme, her şey yetersiz, her şey boş ve gereksiz göründü. o gün, sabahtan akşama dek hiçbir şey yapamadım tabii; burnumdan soluya soluya, allak bullak bir yüzle evin o köşesinden bu köşesine gezindim durdum. hem geride bıraktığımız, hem de içinde bulunduğumuz yüzyılın boynuna asılmış kocaman bir ağırlıktı bu soru. bize bizim suretimizi gösteren çocuk sesinden yapılmış bir aynaydı, dünyanın tepesine düşmüş dünyadan büyük bir dağdı, saftı, derindi, yalındı ve bir o kadar da acıtıcı, bir o kadar da ürkütücüydü.
    (...)"

    hasan ali toptaş

    harfler ve notalar / iletişim yayınları / 3.b, 2012 istanbul / s.153
hesabın var mı? giriş yap