• son zamanlarda yapılan propagandanın da sayesinde asmak, kesmek, kelle uçurmak anlamını çağrıştırır olmuştur.

    cihat, arapça c*i*h*a*d* diye yazılan kelimenin türkçe söylenişidir.
    kökeni olan chd eylemi savaşmak, dövüşmek ve hatta mücadele anlamına bile gelmez. tıpkı onunla aynı kökten türeyen ve çalışma* anlamına gelen içtihat* ve *çalışkan, *çalışma yapan anlamına gelen müçtehit* gibi bu kelimenin esas* anlamı da çalışma, uğraşmak, asılmak, yüklenmek, çabalamak, gayret sarf etmektir. mücahit* de çabalayan demektir.

    gerisi islam için çabalamaktan ne anlaşıldığına kalmış...
  • kuran'da islami yaymak amaciyla degil allah yolunda savasmak icin kullanilan "savas modeli". aciniz bakiniz, (kitapsizsaniz http://www.diyanet.gov.tr/) "islami kelle kesip can alarak yayiniz" diye bir tek ifade yoktur. kuran'da bahsedilen cihadlar savunma amaclidir. mekke muslumanin evidir, allah rizasi icin putperesti dize getirmek haktir. cunku muslumanlar din ozgurlugune inanirken putcular inanmamaktadir.

    1000-2000 sene oncesinin modasi, ciklet cigneyip britney spears dinlemek degildi elbet. kilic ku$anmak, cenk etmek, feth etmek, bunlardi populer olan. (hani oglancilik da populer imi$, hakkini yemiyelim anadolu, rum ve roma ellerinde ozelikle) islami-hristiyanligi yaymak daha cok bahane gibi degil mi?, "hey yorgo, sizi demokratikle$tirmeye geliyoz" diyemezlerdi herhalde o donemde. bu bakimdan peygamber zamanindan sonra ba$layan ofansif olarak yayilma sureci, cihat demek anlam olarak dogru olmaz. "ben saldirmasam onlar saldiracak, ya allah / mighty god / ohh jesus" deyip cenk eden herhes cihat etmi$ mi olacak?. amerika ne yapiyor? buradan bana zarar gelebilir ben kendi ulkemi koruyorum diyor, bi bakiyorsun afganistanda, bir bakiyorsun irakta. onlar da cihat mi yapiyor demeliyiz yani ??!!

    birileri 5 dedi diye 2+2, 5 etmez. birine e$ek dediginiz diye o e$ek olmaz, bilakis bu sizin e$ekliginiz olabilir. gercekten olsa bile, bunu yuzune ifade etmek yine e$eklik olacaktir. bu bakimdan "cihat kisvesi altinda yapilan bin yillik zulum" adi altinda acilari payla$mak daha yerinde olur. ispanyaya yuruyen, viyana onlerine dalan atalar adina ben burdan ozur diliyorum. bakin, ben $ahsen kilic ku$anip hich bi yere saldirmiyorum. (bkz: civilized man)

    tabi $oyle de bir goru$ olabilir: guc sahibi, allahin bah$ettigi bu gucu iyi yonde, zayifi korumak icin kullanmalidir. bu emredilir. ayrica insanin kendine ettigi zulumden de bahseder kitap. kaldiki o zamanin gayri muslim dunyasinda zulumden ba$ka bir$ey yoktu. (ya da hollywood bizi kandiriyor) bu acidan feth etmek, o insani islamiyet ile tani$tirmak hakli gorulebilir. bu da bir yorumdur. neyi + nasil yaptiginiz onemlidir. bu sava$larda can veren her dinden her irktan insana hakarettir islamcilarin oldurme ali$kanligi gibi sozler.

    akil sahibi olmadan fikir sahibi olanlara selam ederim.
  • "cihadın en büyüğü zalim yöneticiye karşı hakkı haykırmaktır"
    hz. muhammed*
  • islamın en önemli sorunu elde gerçek bir müslüman prototipinin olmayışıdır. prototipimiz olsaydı, iş yalnızca onu teksir etmekten ibaret olurdu.

    şu anda islam adına bildiğimiz şeyler yalnızca döküntü neviinden şeyler. parça parça ve kısmi pırıltılar.

    dolayısıyla ortaya koyabileceğimiz islami bir model ve hayat tarzı yok maalesef. model mevcut olmayınca onu hayata geçirmek için vereceğimiz mücadele de söz konusu olamıyor elbet.

    bu yönde hayali iddialarla ortaya çıkanların sonunu hepimiz görüyoruz. akıbetleri hep felaket olmuştur, hep felaket olacaktır.

    şu anda müslümanların elinden gelecek yalnızca nefs-i müdafaadır ve savunma oynamaktır. maalesef hücum gücünden mahrumuz.

    bu noktada tasavvuf ilminin bize büyük faydası olacaktır. zaten eski yapıdan bize intikal eden cüzi pırıltılardan biri de tasavvuftur. bu ekolün dış dünya ile fazla ilgisinin olmaması ve daha çok insanın iç alemini imar etme gayesini gütmesi eksiklik gibi görülse de, diğer yandan, günümüz ortamı için bize kayda değer savunma taktikleri sunması önemli bir avantajdır.

    dış dünyanın gidişatını ise kendi tabii akışına bırakmak en doğrusudur sanırım. çünkü zaten tarihin akışı insan iradesini aşan bir cesamettedir ve ham bir meyveyi cebirle olgunlaştırmak mümkün değildir. o zamanı gelince olgunlaşır ve kendiliğinden düşer. çürümez veya kurumazsa tabii.

    not: bu entry aynı zamanda don tshort adlı yazarın cihadın bir nevi devrim olup olmadığına dair sorusuna verdiğim cevaptır. vesile olduğu için kendisine ayrıca teşekkürler.
  • 3 modeli mevcuttur,
    1) elle
    2) malla
    3) kalple
  • kısaca toprakları değil, gönülleri fethetmektir.
  • islamin motivasyon kavrami. bu kavram olmadan islam olmaz. yani bunu desteklemek ve desteklememek siniri belirliyor. muhammed 13 yil boyunca mekke'de dinini anlatti. ona inanan sadece 150 kisi bulabildi. yılda yaklaşık 10 kişi. ama medine'ye gecince politikaci ve savasci oldu. "cihat" ile medine'deki 10 yıl sonunda onbinlerce kisi musluman olmustu. (mekke donemi ayetlerinin gayet bariscil oldugunu burada not olarak duselim. ) muhammed olunce kitleler halinde 2 kabile haric dinden donseler bile uzun surmedi. ridde savaslari ile dinden donenler tekrar dine sokuldu. "dinden donenlerin oldurulmesi" yetkisi burada verilmis olabilir. onbinlerce kayip verince yerel halklar "islamin gayet iyi oldugu" konusunda fikir birligine vardi. sonra baska yerlere bunu anlatmak icin gittiler. ispanya'ya gittiler, horasan'a gittiler. baska halklarin uretimlerinin yagma edilmesi uzerine buyuk bir siyasal hareket ortaya cikti. colde yasayan fakir bir bedevi icin hayat tam o anda anlam kazandi. oldurduler, guzel kadinlari sinirsiz aldilar. genel duzen ve birlik bozuldu. dunyanin beklemedigi bir hareket yeserdi. bugun de etkileri devam ediyor.
  • cihad nedir ?

    ı. tanımı

    a. sözlük anlamı

    bir amaca yönelik olarak olanca gücünü kullanmak. “olanca çaba” anlamındaki “cehd”den gelir.

    b. islamda yüklendiği anlamı

    1. “tanrı uğruna silahlı savaş.”

    a) genel tanımı: tanrı yolunda ve din uğrunda kutsal savaş. amacı: “ilay-ı kelimetü’llah”(tanrının sözünü yüceltmek) yani “kuran’ı ve hükümlerini tüm düşünce, inanç ve dinlerin üstüne çıkarmak” ve “karşı konulmaz biçimde egemen kılmak.” ayet ve hadislerdeki özel anlatımıyla “tanrı yolunda, kâfirlere karşı islam’ı üstün ve yenilmez duruma getirmek için canla ve malla birlikte savaşmak.” tanrı yolunda savaşa, öldürmeye girişen inanırların canlarını ve mallarını, karşılığında cennet’i vererek tanrı satın almıştır(tevbe suresi, ayet 111). ayet ve hadislerde, çoğu yerde “cihad” bu anlamında, yani “tanrı yolunda ve din uğrunda silahlı kutsal savaş” anlamında kullanılmıştır. bu anlamında kullanıldığı da açıkça belirtilmiştir.

    b) islam hukukundaki anlamı: “kafirlerle savaşmak, onları öldürmek, onların elindeki mallarını, mülklerini almak, yağmalamak, tapınaklarını yıkmak, putlarını kırmak.[1]”

    2. tanrı ve din uğrunda manevi savaş

    silahlı savaşla birlikte bu da istenir.

    a) insan ve cin şeytanlarıyla savaşmak:

    her tür şeytanın oyununa karşı uyanık olmak, ödün vermemek, “şeytanı savaşta yenmeye çalışmak.”

    b) nefisle savaş:

    dünyanın çekicilikleriyle, “nefis arzuları” ile savaşmak. kimi ayetlerdeki “cihad” bu anlamıyla yorumlanır[2]. “cihad”ın bu anlamını benimseyen gelende islam gizemcileridir(tasavvufçular).

    ıı. süresi, kimlere karşı olacağı ve hükmü

    a. süresi

    1. genel olarak:

    peygamber, ümmetinin cihadının “kesintisiz” olacağını ve “kıyametin alametlerinden” olan “deccal öldürülünceye kadar” süreceğini bildirir[3].

    2. özel durumlarda:

    devlet “cihad”a çağırır. çağrılan “cihad” savaş durumuna göre sürer ya da sonuçlanır. yani “süre”, savaş durumuna ve savaşanların durumlarına, kararlarına bağlıdır.

    b. cihad’ın kimlere karşı olacağı

    1. genel olarak tüm kâfirlere karşı:

    cihad’ın kimlere karşı olacağı genel nitelikleri ile kesin olarak belirlenmiştir:

    (hadis) “tek tanrı’dan başka tanrı bulunmadığına, muhammed’in de o’nun kulu ve peygamber’i olduğuna inanıncaya, bizim kıblemize dönünceye, kestiklerimizi yiyinceye ve namazımızı kılıncaya kadar (bütün) insanlarla savaşıp, öldürüşmem buyruldu. insanlar, ne zaman ki bunları yerine getirirler, o zaman kanlarını(canlarını) ve mallarını –kimi haklı nedenlerin dışında- kurtarmış olurlar[4].”

    kimi hadiste, yerine getirilmesi istenen koşullara, zekât’ın da eklendiği görülür[5].

    2. durumlarına göre puta taparlara ve “kitap ehli”ne karşı:

    a. müslümanlarla aralarında saldırmazlık antlaşması bulunmayanların durumu:

    bu durumda olanlar, iki şeyden birini seçmek zorundadırlar: ya islam ya da ölüm. ya islam’ı seçer, müslüman olarak çatının altına girerler ya da öldürülürler. “bunları yakalayın, nerede bulursanız öldürün.”(bakara suresi 191. ayet; nisa suresi 89, 91. ayetler; tevbe suresi 5. ayet)

    bu hüküm, dinden dönenler için de geçerlidir. arap olmayan puta taparların bu hükmün dışında tutulması ve onlardan “islam’ı kabul etmemeleri durumunda” “cizye(bir çeşit vergi)” alınması yoluna gidilebileceği görüşü de vardır. hanefi fıkhında bu görüşün benimsendiği görülür[6].

    b. müslümanlarla aralarında saldırmazlık antlaşması bulunanların durumu:

    antlaşmanın gereğine uyulur. ancak bu durum, peygamber döneminde, islam’ın güçlenmesine kadar sürmüştür. sonrası için söz konusu değildir(bkz: tevbe suresi ayet 1-9). aralarında antlaşma olan puta taparlarla “yeryüzünde dolaşabilmeleri için 4 ay süre” verilmiştir(bkz: tevbe suresi ayet 1). bu süre geçtikten sonra, onlara karşı müslümanların ne yapmaları gerektiği bildirilmiştir:

    “nerede bulursanız öldürün, yakalayın, hapsedin ve tüm gözetleme yerlerinde bekleyin yakalamak için. eğer tövbe eder, namaz kılarlar ve zekât verirlerse serbest bırakın. tanrı bağışlayan ve acıyandır(tevbe suresi ayet 5).”

    c. müslümanlarla aralarında saldırmazlık antlaşması bulunmayan kitap ehli’nin durumu:

    bunların önlerinde 3 seçenek var; ya islam, ya “cizye”, ya da ölüm.

    d. müslümanlarla aralarında antlaşma bulunan kitap ehli’nin durumu:

    antlaşma hükümlerine uyulur. ne var ki, peygamber döneminde, arada “saldırmazlık antlaşması” bulunan kimi kitap ehline “antlaşma hükümlerini bozuyorsunuz, kimileriniz gidip şurada, burada aleyhimizde bulunuyor…” denilerek saldırılmış ve çoğunluğuyla öldürülmüşlerdir. “benu kurayza (kurayza oğulları-yahudiler) ” bunlardandır. bunlar kılıçtan geçirilirken, peygamber de başlarında beklemiş ve tüyler ürpertici durumlar sergilemiştir[7].

    c. cihad’ın hükmü

    yani, cihad farz mıdır, ne zaman farzdır, nasıl farzdır?

    1. düşman’ın saldırısı söz konusu değilken: “kifayeten farz”

    başlangıçta, “barış” önerisi sunmak kâfirlere düşer. sunulduğunda görüşülebilir, görüşülmez, kabul edilebilir ya da kabul edilemez. bu, müslümanların bileceği iştir. barış önerisi gelmemişse ya da kabul edilmemişse, arada da bir saldırmazlık antlaşması yoksa “cihad” gereklidir. “farz”dır, ancak bu farz olma durumu “kifayeten”dir, yani toplumdan bir kesimin unu yerine getirmesi yeterlidir. toplumun başındakiler, gerekli cihadı açarlar. gerektiğinde de güç toplarlar. ilgililer, cihadı başlatmak ve gereğini yerine getirmek zorundadırlar. “kâfirlere” seçenekleri göstermelidirler: kâfirler, durumlarına göre seçeneklerden birini kabul etmek zorundadırlar. kabul etmiyorlarsa, müslüman ilgililere düşen “cihad”dır. eğer cihad hiç yapılmıyorsa, başka bir deyişle toplum “cihadsız” kalmışsa, o toplum, bütünüyle “sorumlu ve suçludur.” çünkü kişilere değilse bile toplumun tümüne yüklenmiş olan “farz” yerine getirilmemiştir[8].

    2. kâfirlerin, islam ülkelerinden herhangi bir kesime saldırmaları durumunda

    bu durumda “cihad” herkese ayrı ayrı farz (aynen farz) olmuş olur. “kadınlara” ve “kölelere” bile bu farz yönelir. kadın kocasının izni olmadan, köle de efendisinin izni olmadan bu cihada çıkabilir. hiç kimse, islami açıdan geçerli bir gerekçesi olmadan bu cihadın dışında kalamaz[9].

    ııı. cihad sırasında neler olur

    1. kimler öldürülür

    a) eli silah tutan tüm erkekler:

    “savaşır durumda” olan herkes. savaşır durumda olan ve daha “aklını-belleğini yitirmemiş” olan “yaşlı kişiler” bile. “deliler” bu hükmün dışında tutulur. ama “deli”, savaşır durumdaysa veya “zengin” ise ya da hükümdarlık makamında bulunuyorsa öldürülür.

    karşı tarafta olan “yakın akrabalar”, aileden kişiler de öldürülür. ayetlerde, “iman”ı bırakıp kâfirlik yolunu seçen “babaların, kardeşlerin” “dost” edinilmeyeceği, “cihad” söz konusu olduğunda da “babaların, oğulların, kardeşlerin, eşlerin (karı-kocanın)” ve “aşiret(kabile)” üyelerinin artık tanrı ve peygamber karşısında önemlerini yitirecekleri, bunlara karşı savaşılması gerektiği bildirilir(bkz: tevbe suresi ayet 23-24). ve hep böyle olmuştur: baba oğlu, kardeş kardeşi öldürmüştür. yalnız islam hukukunda bir istisna göze çarpıyor: cihadda karşı karşıya gelen baba-oğuldan, oğul babayı öldürmeye girişmemelidir. ama baba oğlunu öldürmeye yönelmişse, müslüman olan oğul artık babasını öldürme hakkını ede etmiştir. baba müslüman ise kâfir olan oğlunu öldürebilir. oğul müslüman ise kâfir olan babayı öldürmeye atılamaz ama cihad sırasında başkasının, onu öldürmesine engel olmaz, olmamak zorundadır[10].

    b) kimi durumlarda, çocuklar, kadınlar, köleler, kötürümler, yatalaklar

    bunlar genellikle öldürülmezlerse de bunlardan savaşır durumda olan “görüş sahibi” olan, mal sahibi olan, yetki-hükümdarlık makamında olan öldürülür[11]. peygamberin şöyle bir buyruğu var:

    -“puta taparların yaşlılarını öldürün de çocuklarını bırakın![12]” kurayza yahudilerinin öldürülmesi sırasında bu buyruk verilmişti. çocukların bırakılması isteniyordu çünkü elde bulunan çocuklar, köleler arasındaki yerleri alacak ve işe yarayacaklardı. hepsi ele geçirilmiş “değerli mal” türündendi. kaldı ki, o sırada yüzlerce kişi öldürülürken, bunları öldüren “müslüman öldürücüler” adamakıllı yorulmuştu. öldürülecekler, elleri bağlı öldürülmeye hazır bir şekilde, uzunca bir çukurun önünde hazır bulundukları halde… herkes bitkin bir duruma gelmişti, adam kesmekten. (öldürücüler arasında muhammed’in damadı ali de vardı, peygamber de başlarındaydı.) bu sırada, peygambere dil uzattı diye bir de kadın öldürülmüştü. kadınların sağ bırakılmasına hükmedildiği halde…[13]

    gece baskınında, kafirler toptan kılıçtan geçirildiğinde evler yakılıp yıkıldığında, öldürülenler arasında “kadınlar ve çocuklar” da bulunuyordu[14]. arkadaşlarından biriyle peygamber arasında şyle bir konuşma geçiyor:

    -“ey tanrı elçisi! evlere yapılan gece baskınlarında puta taparların kadınları, çocukları da öldürülüyor. ne dersin?”

    -“onlar da öbürlerindendir(kadın ve çocukların, öbürlerinden farkı yok. öldürülebilirler!)[15]”

    peygamber böylece, bir yandan “kadın ve çocukların öldürülmemeleri” için buyruk verirken, öbür yandan da “toplu kırımlarda” bunların da öldürülmesinde bir sakınca olmadığını bildiriyor.

    2. nasıl öldürülür

    tanrı ve peygamberiyle savaşanların ve yeryüzünde fesatlık çıkaranların cezası; boğazlanarak öldürülmek ya da el ve ayaklarının çapraz olarak kesilmesi ya da bulundukları yerden sürülmeleridir. bu onlar için dünyadaki rezilliktir. ahretteyse daha büyük azap hazırlanmıştır(maide suresi, ayet 33).

    demek ki, “boğazlama” var, “asma” var. dahası “işkence” bile var. (ellerin ve ayakların çapraz olarak kesilmesi, kuşkusuz bir işkencedir) hadislerde daha başka öldürme biçimleri de yer alıyor: tümü özetle şöyle sıralanabilir:

    a) kılıçla öldürme: birden boğazlayarak… ya da herhangi bir yere kılıcı sokarak, keserek, parçalayarak…

    b) asarak öldürme.

    c) işkenceyle öldürme.

    peygamberin işkence(müsle) yapılmamasını istediği aktarılır[16]. burada sözü edilen işkencenin insanın orasını burasını örneğin burnunu, kulağını, kolunu, bacağını kesmek, gözlerini çıkarmak türünden olduğu açıklanıyor(bkz: aynı hadis, not 3). islam hukukunda da işkence yapılmaması yönünde hüküm var[17]. ne var ki, peygamberin kendisi işkence uygulamıştır.

    peygamberin uyguladığı işkence

    olayın özeti: ukül, ureyne kabilelerinden birkaç kişi (kimilerine göre 7-8 kişi) peygambere gelirler. müslüman olduklarını bildirirler. renkleri sararmıştır, hasta oldukları anlaşılmaktadır. peygamber, deve sütü ve “deve sidiği” içirerek bunları tedavi etme yoluna gider. bir süre sonra iyileşmişlerdir. medine’nin havasının kendilerine iyi gelmediğini ve havası uygun bir kesime çıkmak istediklerini peygambere bildirirler. peygamber de gereksinimleri karşılansın diye bir deve sürüsünü, başındaki çobanıyla birlikte bunların buyruğuna verir. ve develerin bulundukları yere giderler. bir süre, develerin sütüyle beslendikten sonra çobanı öldürürler; develeri de alıp götürürler. olay öğrenilir, medine’ye, peygambere iletilir. peygamber öfkelenmiştir. adamların yakalanması için buyruğunu verir, tümünü yakalattırır. suçlular peygamberin huzuruna getirilirler. ve peygamberin kararı: “elleri ayakları çapraz kesilsin, gözleri oyulup çıkarılsın.”

    peygamberin buyruğu uygulanır. peygamberin buyruğuyla:

    - suçluların elleri, ayakları çapraz kesilir.

    - gözleri oyulur.

    - medine dışında, güneşin altında ateş gibi yandığı için “harre” adı verilen yere götürülüp koyulurlar.

    - suçlular su isterler, su verilmez.

    - zavallılar “taşları kemirirler”, “ağızlarıyla, dişleriyle toprağı kazarlar.”

    - ölünceye dek öylece bırakılırlar.

    buhari, bu hadisi yedi yerde ve dokuz yolla, müslim bir terde ve yedi yolla, ebu davud bir yerde ve beş yolla, nesei bir yerde ve dört yolla aktarıp yazmıştır. bunu göz önünde tutan ahmed naim, hadisin sağlamlığı konusunda şöyle diyor:

    - “altı kitaptan sağlamlık derecelerine göre en sağlamları sayılan dördünde böyle yirmi beş yolla belirlenen, ayrıca ebu avane, ibn sa’d, taheri, taberani, abdurrazzak, ibnü’t-talla, ibn ishak ve vakidi bir çokları tarafından başka bir çok yollardan aktarıla gelen bu hadis hakkında (gerçek midir, değil midir diyerek) kuşkuya kapılmak hiçbir müslüman için düşünülemez[18].” görülüyor ki, olayı ahmed naim’in söylediği gibi altı kitabın (kütüb ü sitte) dördü değil, altısı da yazmıştır.

    kimi aktarmalarda, suçluların, çobanı işkence yaparak öldürdüklerinin de eklendiği görülüyor. onlara da bu nedenle işkence uygulandığı açıklanıyor. oysa aynı hadiste şu nedenler de belirtiliyor: “suçlulara ayetin hükmü uygulanmıştır.” (sözü edilen ayet, yukarıda anlamı verilmiş olan maide suresi ayet 33’tür) “peygamberin damızlık develerini alıp götürmeye yeltendikleri için bu ceza uygulanmıştır.”

    şaşılası durumdur ki, kimi müslüman yazar, bu olayda suçlulara uygulananı işkence türünden saymamaktadır. bu yazarlar arasında, tecrid’in “mütercim”i profesör kamil miras da vardır. oysa hadisi aktaranlar da hadise kitaplarında yer verenler de bunun “işkence” olduğunu açıkça belirtiyorlar. yalnız, “peygamber işkence yapılmamasını istediği halde kendisi nasıl işkence yapmış olabilir?“ sorusuna uygun karşılık bulmaya çabalıyorlar. kimileri, peygamberin bu işkenceyi, “işkence edilmesini yasaklamadan önce” uygulattırdığını ileri sürüyorlar. kimi bunun bir “kısas” olduğunu savunuyor. bu görüşte olanlara göre, suçlular da çobana işkence etmişlerdir. kimileriyse, (genellikle bu görüş benimseniyor) söz konusu olayda, işkence uygulatırken, peygamberin maide suresi 13. ayetin hükümlerini yerine getirdiğini savunmaktadırlar. ne olursa olsun, gerçek saklanamıyor: peygamber, en acımasızların bile kolay kolay yapamayacağı türden bir işkence uygulamıştır.

    d) yakarak öldürme:

    hamza oğlu muhammed aktarıyor: peygamber bir gün hamza’yı çağırır, bir savaş birliğinin başına komutan olarak atar ve şu buyruğu verir: “falan kişiyi bulursanız ateşe atıp yakın!”. hamza, birliği ile birlikte yola çıkmak üzeredir. o sırada peygamber hamzayı yine çağırır. bu kez şöyle konuşur: “falacayı bulursanız, ateşe atın yakın dedim. ama önce öldürün, sonra yakın. çünkü ateşte yakma cezasını, yalnızca ateşi yaratan verebilir[20].”

    ebu hureyye anlatıyor: “bir gün peygamber bizi bir savaş birliği olarak düşmana gönderiyordu. o sırada, kurayş’ten iki kişinin adlarını vererek: ‘bunları yakaladığınızda ateşte yakın, ikisini de!’ dedi. bir süre sonra da dönüp şöyle dedi: ‘size onları bulursanız ikisini de yakın dedim, ama yakmayın, çünkü ateşte yakma cezasını yalnızca allah verir. siz bu ikisini yakalayın öldürün yalnızca[21]’.”

    görülüyor ki peygamberin “ateşte yakma” konusundaki tutumu duraksamalı. ne var ki, hadislerde anlatılanlardan anlaşıldığına göre, peygamberin kimi en yakın arkadaşları bile, “ateşte yakarak öldürme” cezasını uygulamışlar ve “fetvayı” peygamberden aldıklarını belirtmişlerdir. ebubekir, peygamberin ölümünden sonra baş gösteren “dinden dönme (ridde)” olayları sırasında komutanlarına talimat vermiştir: “daha da direnirlerse, demirle dağlayın, ateşte yakın![22]” ve bu talimat tüyler ürpertici biçimde uygulanmıştı: halid ibn velid (ölm. 642. mekke’nin fethinden bir süre önce müslüman olmuştur) savaş sırasında, “ateş çukurları” açtırmış, yaktırdığı ateşin içine bir çok kimseyi diri diri attırtıp yaktırmıştır. bunların içinde kadın da vardır. bir tutsak kadına, müslüman olması önerilir. kadın kabul etmez. önünde yanan ateşe atılacağı söylenir. kadın, “hoş geldin ölüm! yakız ki başka kurtuluşum yok. o yüzden kendimi atıyorum ateşe” anlamındaki şiiri okuyup kendini ateşe atar. ve tabii cayır cayır yanar[23].

    ebubekir’in ateşte diri diri yakma cezasını nasıl verebildiği sorulduğunda, peygamberin bu tür cezaya izin verdiği söylenerek karşılık verilir. insanları, inançlarından dönmüyorlar diye ateş çukurlarına attırıp yaktıranlardan birinin de ali olduğu aktarılır: buhari’nin de yer verdiği bir hadiste, ali’nin “bir topluluğu ateşe attırıp yaktırdığı” ibn abbas’a söylendiğinde, ibn abbas’ın şöyle dediği belirtilir: “ben olsaydım bunu yapmazdım. çünkü peygamber; tanrının verdiği ceza biçiminde ceza vermeyin! demişti. ben olsaydım öldürürdüm yalnızca[24].”

    peygamberin damadı olan ali, nereden fetva almış olabilirdi? fetvanın kaynağı peygamberden başkası olabilir miydi? peygamber, kimi yerleşme bölgelerinin “yakılmasını” buyurmuştu[25]. kuşkusuz, peygamberin yakılmasını buyurduğu yerleşim yerinde insanlar da vardı. zaten islam hukukunda da böyle durumlarda, “insanları yakmanın” “mekruh” olmadığı açıklanır[26].

    b. yakma – yıkma ve yağma

    1. evler, mahalleler, köyler, kasabalar yakılır, yıkılır, yağmalanır

    birçok örneği vardır bunun. peygamber döneminde de daha sonraki dönemlerde de…

    peygamberin döneminde peygamberin buyruğuyla “gece baskınları” düzenlenirdi. “öldür, öldür” parolalı (şiar) olarak. sonra da yağmalamaya girişilirdi[27]. işte bir hadis:

    “filistin’de übna(sonraları yübna)” denen bir yerleşim yeri. peygamber buraya baskın düzenliyor. baskını düzenleyeceklere de buyruğu şöyle veriyor: ‘sabahleyin übna’ya (ansızın) baskın yap ve orayı yak!’

    buyruk yerine getiriliyor, yani “übna” köyü yakılıyor. içindekilerle birlikte[28]. islam hukukunda da düşman evlerinin yakılması caiz görülmüştür[29].

    2. düşmanın bulunduğu yerdeki ağaçlar, ürünler yakılır ya da kesilir

    örnek:

    peygamber, benu nadir kabilesinin hurmalıklarını yaktırmıştı, ayrıca kestirmişti. haşr suresinin 5. ayetinde bu olaya kısaca değinilir. bu ayetin diyanet çevirisindeki anlamı şöyledir: “inkarcı kitap ehlinin yurtlarında hurma ağaçlarını kesmeniz veya onları kesmeyip gövdeleri üzerinde ayakta bırakmanız allah’ın izniyledir. allah yoldan çıkanları böylece rezilliğe uğratır.” bu ayette geçmeyen yakma olayı, hadislerde yer alır[30].

    islam hukukunda da cihad sırasında, düşman kesimindeki yaş ağaçların kesilebileceği, kesilmeden yakılabileceği hükme bağlanmıştır[31].

    c. yalan, hile, tuzak

    hadis; “savaş hiledir![32]”

    yani, “cihad” sırasında “her türlü yalan, aldatma, hile, tuzak mübahtır.” buhari, buna bir örnek olarak, eşref oğlu ka’b’ın “hileyle” öldürülüşünü gösteriyor. eşref oğlu ka’b (ölm. 625), genç bir şairdi. peygamberi ve inanırları eleştiriyordu. peygamber bir gün arkadaşlarına “bu adamı öldürecek kimse var mı?” diye sordu. muhammed ibn mesleme ortaya atıldı: “ben varım!” dedi. eşref oğlu ka’b’ın nasıl öldürüleceği planlandı. “yalanlar” uyduruldu, “tuzak” hazırlandı ve sonunda, bir gece, kalesinde bulunan şairin kafası kesilerek plan sonuçlandırıldı. ve baş, peygambere alınıp götürüldü[33].

    ıv. cihadın “fazileti” (üstünlüğü, sevabı, ödülü)

    ayetlerde, hadislerde ve yorumcuların sözlerinde, “cihad”ın inanırlara neler sağlayacağı uzun uzun anlatılır. bu konuda bir ayetle bir hadisi hatırlamak yerindedir.

    ayet:

    yukarıda da değinilmişti. diyanetin çevirisindeki anlamı şöyledir: “allah şüphesiz, allah yolunda savaşıp ölen ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını –tevrat, incil ve kuran’da söz verilmiş bir hak olarak- cennete karşılık satın almıştır. verdiği sözü, allah’tan daha çok tutan kim vardır? öyleyse yaptığınız alış verişe sevinin! bu, büyük başarıdır.”(tevbe suresi, ayet 111)

    hadis:

    “kafirle öldüreni, cehennemde birlikte bulunamaz[34].”

    yani “kafir” kesinlikle cehenneme gideceğine göre, onu öldüren müslüman da kesinlikle cehenneme değil, cennete gidecektir. öyleyse, müslüman, “kafir öldürmeye” bakmalıdır sürekli.

    dipnotlar:

    1. damad, c. 1, sy:494.

    2. rağıb, el-müfredat, “c-h-d”

    3. ebu davud, kitabu’l cihad, 4-babuun fi devamı’l-cihad, hadis no: 2484, c. 3, sy:11.

    4.buhari, selat/28; ebu davud, cihad/104, hadis no: 2641.

    5. buhari, zakat/1, buhari, muhtasar-ı tecrid, hadis no: 24; müslim, iman/32, 36, hadis no: 20, 22.

    6. damad, c. 1, sy: 496.

    7. buhari, kutabu’l-meğazi/30, tecrid, hadis no: 1590-1591; müslim, cihad/64, hadis no: 1768. ayrıca bkz. siyer kitapları.

    8. dürer, arapça, cihad, c. 1, sy: 282; damad, c. 1, sy: 494-495.

    9. düder, c. 1, sy: 282; damad, c. 1 sy: 495-496.

    10. düder, c. 1, sy: 283-284; damad, c. 1 sy: 497.

    11. dürer, aynı yer; damad, aynı yer.

    12. ebu davud, cihad/121, hadis no: 2670; tirmizi, siyer/29, hadis no: 1583.

    13. karar için bkz. buhari, kitabu’l meğazi/30, tecrid, hadis no: 1591, müslim, cihad/64, hadis no: 1768, tirmizi, siyer/29, hadis no: 582. söven kadının öldürülmesi olayı için bkz: ebu davud, cihad/121, hadis no: 2671.

    14. davud, cihad/102, hadis no:2638, cihad/121, hadis no: 2672; ibn mace, cihad, hadis no: 2840; ahmet ibn hanbel, 4/46; tirmizi, siyer/19, hadis no: 1570.

    15. hadis için bkz. ebu davud, cihad/121, hadis no:2672; tirmizi, siyer/19, hadis no: 1570.

    16. ebu davud, cihad/120, hadis no: 2667.

    17. dürer, c. 1 sy: 497.

    18. sahih-i buhari mustasarı tecrid-i sarih rercemesi, c. 1, hadis no:172, not 2.

    19. sahih-i buhari muhtasarı tecrid-i sarih tercemesi, istanbul, 1938, c. 5, sy: 473.

    20. ebu davud, cihad/122, hadis no:2673.

    21. buhari, cihad/107, 149; ebu davud, cihad/122, hadis no: 3674; tirmizi, siyer/20, hadis no: 1571.

    22. taberi, tarih, 1/1881-1885; leoni caetani, islam tarihi, çeviren hüseyin cahid, istanbul, 1926, 8/276.

    23. habiş, yaprak 28-34; caetani, aynı kitap, 8/306.

    24. buhari, cihad/149; tecrid, hadis no: 1264; nesei, tahrimu’d-dem/14.

    25. ebu davud, cihad/91, hadis no:2616; ibn mace, cihad, hadis no: 2843.

    26. ebu davud, cihad/122, hadis no:2673, not 2, c. 3, sy: 124-125.

    27. ebu davud, cihad/102, hadis no:2638; ibn mace, cihad/30, hadis no: 2840.

    28. ebu davud, cihad/91, hadis no:2616, c. 3, sy: 88, ayrıca sy: 124’teki 2 nolu not; ibn mace, cihad/31, hadis no:2843, c. 2, sy:948.

    29. bkz. damad.

    30. buhari, cihad/154, hars/6, meğazi/14, tesir/59/2, tecrid, hadis no:1576; müslim, cihad/29-31, hadis no: 1746; ebu davud, cihad/91, hadis no: 2615, tirmizi, siyer/4, hadis no: 1552; ibn mace, cihad/31, hadis no:2845; darimi, siyer/22; ahmed ibn hanbel, 2/8, 52, 80.

    31. damad, c. 1, sy:496.

    32. buhari, cihad/107, tecrid, hadis no: 1268; müsim, hadis no: 1739; ebu davud, cihad/101, hadis no: 2636-2637; ibn mace, cihad/28, hadis no: 2833;ahmed ibn hanbel, 1/81, 90.

    33. buhari, cihad/158/1, rehn/3, tecrid, hadis no: 1578; müslim, cihad/119, hadis no:801; ebu davud, cihad/169, hadis no: 2768.

    34. müslim, imaret/130-131, hadis no: 1891; ebu davud, cihad/11, hadis no: 2495; nesei, cihad/9; amhed ibn hanbel, 2/263, 340, 342…

    turan dursun, din bu 2, sy: 327-337.
  • ateistlerin paylaşmayı çok sevdikleri ayetlerden biri: “allah ve resulün yasakladığını haram saymayan kitap ehliyle cizye verinceye kadar savaşın” (tevbe, 29)

    tabi hiçbir kitap/makale bir röportaj bile aradan cümleler çekilerek okunmaz. geneli okunur, bütüncül okuma yapılır yani.

    savaşta elimize düşen bir müşrik aman dilerse biz de kabul ediyormuşuz. hatta güvenli bir yere ulaştırıyormuşuz.

    tevbe suresi 6.ayet:müşriklerden biri, senden aman dilerse aman ver ona da allah sözünü dinlesin, sonra da emin olduğu yere dek yolla onu.

    tabi bu ayet muhammed suresi 4.ayette de savaş bittiğinde fidyeli veya fidyesiz serbest bırakın denilerek açıklanıyor. (fidye=para/mal. yani yanımızda zorla tutmak fidye olmuyor. fidye ödeyemezse fidyesiz serbest bırakılacak demek ki. google' bile yazsanız
    tutsak düşmüş olan ya da rehine olarak tutulan birini kurtarmak için verilen para olarak anlamını görürsünüz, aynı anlam, değişmedi) ayrıca aslında bize karşı savaşmayan bir kişiyi de yanlışlıkla esir edebiliriz, böyle bir kişi de aman dilerse ve bu gerçek anlaşılırsa bırakmamız gerekir.

    müşrikler doğru hareket ederlerse yani saldırmazlarsa biz de saldırmıyormuşuz:

    tevbe suresi 7.ayet: müşriklerin, allah ve peygamberi katında nasıl bir ahitleri olabilir ki? ancak mescidi haram yanında ahitleştikleriniz müstesna. onlar, size karşı doğru hareket ederlerse siz de onlara karşı doğru hareket edin. şüphe yok ki allah, çekinenleri sever.

    ayrıca ateistler şu ayeti de paylaşmayı çok seviyor:
    haram aylar çıkınca müşrikleri nerede bulursanız müşrikleri öldürün, yakalayın, kuşatın, hapsedin onları, gelip geçecekleri bütün yolları tutun. (tevbe suresi 5.ayet)

    hemen öncesindeki 4.ayeti okuyalım, barış sözlerinden dönmeyen müşrikler bunun dışındadır:

    tevbe 4.ayet: ancak müşriklerden ahitleştiğiniz kimseler, bu ahitten sonra size karşı sözlerinden hiçbir suretle dönmemiş, şartlardan hiçbirini bozmamış ve aleyhinize hiçbir kimseye yardıma kalkışmamış olanlar müstesna.

    kimmiş bu savaşılması emredilenler? yine aynı surede anlatılıyor zaten:
    tevbe 12.ayet: ahitlerinden sonra gene yeminlerini bozarlar ve dininizi kınarlarsa kafirliğe baş olanlarla savaşın, şüphe yok ki yeminini tutmayan kişilerdir onlar, belki bu suretle yaptıklarından vazgeçerler.

    müminlere öldürün/savaşın denilen müşrikler kimlermiş aynı surenin 13.ayetin de tekrar söyleniyor:
    tevbe 13.ayet: yeminlerinden dönen ve peygamberi, ülkesinden çıkarmaya çabalayan ve size karşı ahitlerini ilkin bozan bir toplulukla savaşmaz mısınız, korkar mısınız onlardan? inanmışsanız kendisinden korkulmaya daha layık olan allah'tır.
  • allah yolunda gosterilen her turlu gayrettir. kital'den daha genis bir anlami vardir. the smell of paradise "cennetin kokusu" ismiyle hazirlanmis bir bbc belgeseli cecenistan ve afganistan merkezli, gercekci ve etkileyici olarak cihat ve mucahit kavramini incelemistir. o kadar gercekci ve carpicidir ki roportaj yaptiklari insanlarin bir kismi henuz belgesel yayinlanmadan sehit dusmuslerdir. maalesef ingilizce ve alt yazisi yok. ingilizce bilenler icin guzel bir belgesel, birazcik da uzun. merak edenler icin:
    (bkz: the smell of paradise)

    http://video.google.com/…&q=documentary bbc&view=3#
hesabın var mı? giriş yap