• kitaptan ayrı olarak düşünüldüğünde film genel olarak çocuklarını şımartan, şiddet içerikli oyun ve tv kültüründe yetiştiren vs aileleri suçlayıp sorumlu tutmuş gibi görülse de;
    asıl olarak çocukların temsil ettiği ülkeler üzerinden mesaj vermektedir.
    fabrika dünyayı ve güzelliklerini temsil etmektedir.

    augustus:zaten alman olarak çocuk üzerinden almanyanın eleştirildiği ve sonunun aç gözlülükten olduğu temsil edilmiştir. charlie'ye çikolata yer misin diye sormasına rağmen getirseydin diyerek zaten alman usulü bakış açısını ve bencilliğini pekiştirmiştir. şişmandır ama yine de yer doymaz.

    violet:atlantadan geldiği söylense de rusyayı temsil etmektedir. dövüş sporları ile ilgilenmesi, olimpiyattaki gereksiz dallardaki bile başarıları, kendisi ve annesinin sarı saçı ve kesimleri ve sürekli giydikleri mavi renk ile tam olarak rustur. sondaki sahnede "bak anne daha esneğim" sözü rusyanın önceki yıllara göre politikalarında daha toleranslı olduğu ancak annesinin "hala mavisin" sözü ile de eski anlayışın hala devam ettiği vurgulanmıştır. (bkz: russian blue)

    veruca:ingilizdir ve filmde ingiltereyi temsil eder ve tek sözü istiyorumdur. babası da prensliği temsil eder. en sonunda kurtarmaya gitse de aynı çöp çukuruna düşer. ingilterenin bir sürü hayvanı olarak sincap olarak yeni bir "sömürge" edinmek ister. sonu çöp olur. babası arada rusya ile kesişir falan.

    mike:klasik amerikadır, kazanmasının sebebini sayarken bile borsayı hesaba kattığını belirtir. sürekli anlamsız konuşur, küçümser, monolit sahnesinde tv.den çikolata almaktan çekinir korkar almaz. sonu, yozlaşmış, şiddet ve cinsellik içeren tv içine hapsolarak küçülmesi ile olur. willy, mike'ın babasına sorar hangi yarısını tercih ederdin? kuzey amerika mı güney amerika mı diye kastetmektedir. bilmiş ve tepeden bakan tavırlarla gezer ortalıkta. son sahnede uzamıştır ancak artık tek boyutludur.

    en sonunda klasik hikayeler gibi dünya iyi insanlara kalır ve mutlu bir hayat yaşarlar. orijinalinde willy ve charlie siyahtır ve kazanan onlar olurken dünyadaki bakış açılarını eleştirir.
  • çok acıklı ve derin filmdir.

    kime sorsam oompa-loompa'ların dansını hatırlasa da benim aklıma kazınan sahneler bambaşka.
    o yokluk içinde ailesi tarafından zar zor alınan bir paket çikolatanın sadece çocuğa özel olması ve çocuğun da dayanamayıp parçalara ayırarak herkesle paylaşması, fabrikaya girdiklerinde yaban domuzu gibi olmuş ultra zengin çocuklarının oraya buraya koşturup her yeri karıştırmaları, arsızlıklarından makinelere sıkışmaları yani paranın verdiği rahatlık ve aymazlığın örnekleri. tüm bunlar olurken dede ile çocuğun sakince etrafı incelemeleri, ters bir şey söylenmesin diye tedirgince attıkları adımlar, ikram edilen çikolataları yavaş yavaş yemeleri...

    tim burton kesinlikle işini bilir, her filminde de gösterilmek izlenen asıl sahnelerin mutlaka arka planda saklandığını düşünürüm.
  • cikolata selalesinde, kimyasallarla gercege yakin bir renk elde etmeye calisip etkileyici olmayinca gercek cikolata kullanilmis filmdir. titanic'de de kirilan porselenlere uzulen biri olarak bu sahnede karalar bagladigimi belirtmek isterim.
  • yuzlerce kucucuk kucucuk fatih terim'i bir arada gorebileceginiz film.

    (bkz: oompa loompa) **
  • birçok yönetmen çocukken çok fazla film izlediğinden bahseder. mesela martin scorsese astımı olduğu için evde çok vakit geçirdiğini ve bu dönemde birçok film izlediğini anlatır. bir diğer örnek de quentin tarantino. kendisi bir film kiralama dükkanında çalışmış ve bu sırada pek çok film izlemiş. bu tür isimlerin erken yaşta izleyip ben de böyle filmler yapmak istiyorum dedikleri bazı filmler de var. çocuklukta atılan bu temellerin etkileri de genelde ileride görülür. mesela 60’lar ve 70’lerde patlayan kung fu filmlerinin tarantino filmlerine etkisi çok barizdir.

    tim burton için de durumun benzer olduğunu tahmin etmek zor değil. zaten filmlerine baktığımızda ed wood ve orson welles gibi yönetmenlere belli bir ilgisi olduğunu görebiliyoruz. ayrıca korku filmleriyle ünlenmiş vincent price’a da kendi filmlerinde rol vermiş. muhtemelen çocukluk kahramanı olan bu oyuncuyla çalışmak kendisi için çok önemliydi. bu açıdan willy wonka and the chocolate factory filminin de tim burton için böyle bir öneme sahip olduğunu düşünebiliriz. çünkü hem 1964 yılında yayınlanan kitap hem de 1971 yılında yapılan film tam tim burton’ın tarzını etkileyecek bir hikayeye ve görsellere sahip.

    bu yüzden tahminimce belli bir seviyeye geldiğinde tim burton yönetmenliğini etkileyen bu filmi tekrar çekmeye karar verdi. bu da insanın müziğe başlaması için ilham kaynağı olan kişiyle beraber sahne alması gibi çok özel bir durum. ancak böyle durumlarda genelde insanlar kendilerini çok iyi ifade edemezler. çünkü hayranlık çok özgür hareket etmelerine izin vermez. ancak tim burton burada gerekli dokunuşları yaparak hikayeyi kendine göre yorumlamayı başarmış.

    yine de bu film çıktığı dönemde pek beğenilmedi. hatta bu film çıktıktan sonra johnny depp ve tim burton ortaklığının artık pek verimli olmadığı yönünde yorumlar da yapılmıştı. filmi ilk izlediğimde ben de anlatılan hikayeye çok ısınamamıştım. çünkü charlie and the chocolate factory gücünü çocuksu hayal gücünden alan bir hikayeydi. çikolatadan oluşan nehirler, dalında şeker olan ağaçlar hep buna işaret ediyordu. tim burton’ın anlattığı hikaye ise biraz grotesk biraz da karamsar gelmişti izleyenlere.

    ancak geri dönüp baktığımda şunu fark ettim; evet tim burton filmi yaparken hayal gücünü çok umursamamıştı ama yine de kendine özgü bir ana fikri vardı. o da “güzelliğin içindeki çirkinlik.” gibi tam tim burton sinemasına uygun bir yorumdu. çünkü tim burton kendi filmlerinde normal ile alay eden (banliyö tasvirlerine bakabilirsiniz), yerleşik nizama karşı çıkan (filmlerindeki ergenlik çağındaki karakterler normal olan her şeyden şikayet ederler genelde) fikirleri işliyordu ve bu filmde toplumun “güzel” olarak kabul ettiği şeylerin kendi gözüyle ne kadar “sıradan ve çirkin” olduğunu anlatmaya çalışmıştı. bu da ölüm gibi insanların korktuğu konular üzerine eğlenceli filmler çeken bir yönetmen için çok şaşırtıcı bir durum değil aslında. şimdi biz de bu entry’mizde tim burton genel olarak güzel kabul edilen hangi kavramların çirkin yönünü göstermiş birlikte bakalım.

    --- spoiler ---

    bu hikayenin merkezinde çocuklar var. ilk film de ürkütücü havasına rağmen çocuklara açgözlü olmayın, aceleci olmayın gibi öğütler veriyordu temelde. bu filmde ise amaç bu şekilde öğütler vermek değil. çünkü zaten filmin hedeflediği kitle çocuklar değil. burada amaç çocuk gibi toplum tarafından masumluk, uysallık ve güzellik gibi kavramlar ile anılan genel fikre karşı çıkmak.

    ilk filmde çocuklara charlie’nin gözünden bakılıyordu ve bu bakış açısına “onlar yaramaz. ben uslu bir çocuğum değil mi?” gibi bir düşünce hakimdi. bu filmde ise çocuklara yetişkin gözüyle bakılıyor ve onları obur, istekleri bitmeyen, şımarık, ukala, hiçbir şeyden memnun olmayan varlıklar olarak görüyor. tabi ki bütün yetişkinler çocukları böyle görmüyor ancak burada amaç çocuk gibi toplum tarafından “güzel” kabul edilen genel bir durumun çirkin olabilecek yönlerine odaklanmak. çünkü evet her çocuk bu filmde gösterilen rakipler kadar kötü değil. ancak her filmde çocuklar masum, iyi, güzel olarak kabul ediliyor ve buradan hareketle hikayeye dahil ediliyorlar. tim burton’ın burada yaptığı ise genel anlayışa bir sanatçı olarak karşı çıkmak.

    bu düşüncenin etkilerini teknik açıdan da görebiliriz. mesela psikologlar çocuklar ile konuşurken başlarında heyula gibi dikilmeyin, daha kolay iletişim kurmak için onlarla göz hizasına inin derler. bu filmde ise çocuklar orta portre alınırken hep yukarıdan çekilmişler ve sanki ayakta duran bir yetişkine bakar gibi konuşuyorlar. buradaki yetişkin de filmdeki bakış açısını yaratan tim burton oluyor.

    filmde toplum tarafından kabul gören ancak tim burton tarafından karşı çıkılan bir diğer kavram da aile. her ne kadar finalde willy wonka aile yaşamını kabul etmiş görünse de filmin genel akışına bakarsanız anlatılan hikayenin aile konseptiyle arasının çok iyi olmadığını görebilirsiniz. ilk çatışma tabi ki willy ile başlıyor. filmde çikolatacı olmak istemesi öyle bir perspektiften anlatılmış ki sanki willy dişçi olan babasının topluma sağladığı faydayı yıkmak için çalışıyormuş gibi görünüyor. çünkü christopher lee’nin canlandırdığı babası dişçi. dişçilerin baş düşmanı nedir? şeker ve çikolata. baba da ailede ve toplumdaki otoriteyi temsil ettiği için willy’nin meslek seçimi yaşadığı çocukluk travması nedeniyle yerleşik otoriteye karşı çıkmak gibi görünüyor.

    bu filmin aile kavramına en belirgin bakışı. ancak tim burton bununla da durmuyor. charlie hariç diğer dört çocuğun ailesi de suçlanıyor aynı zamanda. mesela veruca; evet şımarık, her istediği anında olsun isteyen bir çocuk ama onu kim bu hale getirdi film bunu da açıkça söylüyor. benzer şekilde violet de çok hırslı bir çocuk ama bunun sebebi onu proje çocuk gibi yetiştiren annesinde. kendi başarısızlığını çocuğunun üstüne yıkmış biri var burada. mike da çok zeki olmasına karşın etrafına öfke duyan bir çocuk. çünkü ailesi bir süre sonra onu dinlemeyi bırakmış muhtemelen ve öfkesinin temelinde iletişimsizlik var. augustus’un da kötü beslenmesine izin veriyor ailesi. bunlar da yan karakterler üzerinden aile kavramına atılan bakışlar.

    filmin charlie’nin ailesi hakkında söylediği şeyler de bu bakışı destekler nitelikte. sürekli charlie’nin ne kadar şanslı olduğundan bahsediliyor çünkü anlayışlı bir aileye denk gelmenin ne kadar küçük bir ihtimal olduğunu göstermek istiyor film. burada tim burton’ın amacı finalde charlie’ye ailesini tercih ettirerek duygusal bir hava yakalamak değil. daha çok aşağı yukarı bütün hollywood filmlerinde iyi ve güzel olarak kabul edilen “aile” kavramına karşı çıkmak. bu bakış açısını da willy’nin ağzından duyuyoruz iki sefer. birincisini charlie ve willy, charlie’nin evine ilk defa geldiğinde görüyoruz. burada willy, fabrikayı charlie’ye devredeceğini ancak ailesini geride bırakması gerektiğini açıklıyor. bu ayrılığın da bonus olduğunu söylüyor. ikincisinde de willy, charlie’ye üzüntüsünü nasıl atlattığını soruyor. charlie “ailem ile” diye yanıt verdiğinde willy “ew.” gibi bir tepki gösteriyor ki filmin aile kavramına bakış açısı tam olarak bu aslında.

    filmde karşı çıkılan son kavram çikolata gibi görünüyor ancak bu aslında güzel kabul edilen her şeyin bir alegorisi. çünkü çikolata şimdiye kadar hep çok sevilen, çok iyi bir şey gibi anlatıldı. çikolataya bayılan, aşık olan yüzlerce insan var. bir parça çikolata ikram ettiğinizde reddedecek insan sayısı da hayli az. burada ise tim burton bu “güzel” kavramı aşırı kullanarak çirkinleştiriyor.

    ilk filmde çikolatanın kullanımı bir çocuğun rüyası gibiydi. bu filmin açılışında ise hintli bir prens için yapılan çikolatadan bir saray görüyoruz. burada o sihir gibi görünen çikolatanın önce harç olarak kullanıldığını daha sonra da eriyerek çamur gibi bir şeye dönüştüğünü izliyoruz. ayrıca burada willy wonka sarayı yenilmesi için üretiyor. prens ise içinde yaşamaya karar veriyor. bunu da şöyle düşünün; çok sevdiğiniz bir yemek var ama tokken hatta 7 / 24 bu yemeğin kokusunu duyuyorsunuz. böyle bir durumda yemeği ne kadar severseniz sevin bir saatten sonra tiksinme gelir. burada hintli prens üzerinden anlatılan da tam olarak bu.

    hatta filmin bütün görselleri aşağı yukarı bu fikir üzerine kurulu. bir hat boyunca dökülen cevizler yok. tonlarca ceviz var. mesela 2001’e gönderme yaptıkları sahnede çikolata barını de bir monolit gibi gösteriyorlar. böylece ölçüsünü bozarak güzel olan bir şeyi size çirkin gibi algılatıyor tim burton.

    --- spoiler ---

    gördüğümüz üzere film, hikayenin orijinalinden hayli farklı bir noktaya getirilmiş. ancak bu yönetmenin kendi tercihi. bu hikayeyi görmüş, beğenmiş ve ben olsam böyle yapardım diyerek ortaya bu filmi çıkarmış. sonuç izleyicinin pek sevmediği bir film olsa da yaratıcılık anlamında çok değerli bir iş bu. çünkü keith richards için muddy waters ile çalmak neyse tim burton için de bu filmi yapmak muhtemelen aynı şeydi.

    filmin pek beğenilmemesinin sebebi ise sanırım insanların önceki hikayenin tekrarını beklemesi. tim burton ise kreatif anlamda daha özgür davrandığı için ortaya toplumsal normları reddeden farklı bir film çıkmış. bu yüzden ilk izleyişte filmi sevmemiş olabilirsiniz ancak yönetmeni biraz tanıyınca ne yapmak istediği ortaya çıkıyor ve tim burton’ın yapmaya çalıştığı şeyi ekrana yansıtabildiğini görüyoruz. bu açıdan bakıldığında ise filmin başarılı olduğunu söyleyebiliriz.
  • bu filmden anladıklarım:

    1- ortada sinema yoluyla anlatılacak bir masal varsa tim burton'dan ötesini düşünmek gaflet, dalalet ve hatta hıyanettir...

    2- bir kaç oompa loompa bulup t.c. vatandaşı olmaya ikna edebilirsek erovizyon'da sittin sene sırtımız yere gelmez. sadettin teksoy uyumasın derhal yola düşsün, vatan ondan hizmet bekler...

    3- johnny depp'ten süper travesti olur (ki kendisi de o yolda istikrarlı bir şekilde yürüyor sanırım)...

    4- deep roy alemlerin en komik surat ifadesine sahiptir...

    5- bir sinema dolusu çocukla film seyretmek iğrenç bir şeydir, bundan daha iğrenci ise izlenen filme çocukların toplamından daha fazla gülmektir...
  • en sevilen çocuk romanlarından biri olmasının yanında, bu ayki sinema dergisinde engin ertan'ın filmle ilgili yazısında da belirtildiği gibi farklı bir okumayla kapitalist sistemi idealize eden bir sınıf atlama hikayesi olarak da değerlendirilebilecek roald dahl romanı. nedir peki bu okumaya yol açan ipuçları? öncelikle, hikayenin vardığı noktaya bakılırsa bir çocuk romanı olarak söylediği şu: iyi huylu, alçakgönüllü, açgözlü olmayan, uslu ve terbiyeli çocuklar sonuçta hayatta kazanan kişi olurlar. ama farklı bir okumayla fakir bir işçi ailesinin çocuğu olan charlie'nin sisteme uyumlu olduğu, kendisine verilenden fazlasını talep etmeye yeltenmediği, ses çıkartmadığı ve sırf bu yüzden yine kapitalist sistem tarafından ödüllendirildiği ve sınıf atladığı görülebilir. yine willie wonka karakteri üzerinden bir okuma yapılırsa görülüyor ki wonka için dünyadaki hiçbir şey ve kişi koskoca fabrikasından, ürettiği çikolata ve şekerlerden önemli değil. hatta üreteceği bir sakızın tüm yemek endüstrisini çökertmesi de hiç umrunda değil. yine tüm işçilerini kapının önüne koymaktan ve onların yerine lumpa ülkesinde yaşayan yerlileri, oompa loompaları gemilerle fabrikasına getirmekten de çekinmiyor. bu davranışının günümüzdeki bir takım sanayi devlerinin kaçak işçi çalıştırması ya da karın tokluğuna çalışmaya niyetli fakir ülkelerdeki işgücünü sömürmelerinden pek bir farkı yok. üstelik kitapta bu sömürü idealize ediliyor gibi görünüyor. çünkü wonka sürekli oompa loompalara büyük bir iyilik yaptığını düşünürken, oompa loompalar da "balta girmemiş ormanlarla dolu, korkunç bir yer" olarak tasvir edilen ülkelerini hiç özlemiyorlar. dış dünyayla hiçbir bağlantılarının olmamasına, sabah akşam demeden aralıksız çalışmaları, hatta bazılarının wonka'nın deneyleri sırasında hayatlarını kaybetmeleri çok da umurlarında değil gibi, çünkü sürekli şarkı söylüyor ve dans ediyorlar, kısacası çok mutlular. çalışmalarının karşılığını da parayla değil, kahve çekirdeği ile ödeniyor, ne de olsa dışarı çıkmadıkları için paraya da ihtiyaçları yok. wonka'da böylece elindeki fazla sermaylerden biriyle başka bir sermayeyi iş gücünü tatmin ederek kendi içinde karlı bir devir daim sağlamış oluyor. evet alt tarafı bir çocuk kitabı, belki bu tip detaylara inmek biraz anlamsız kaçıyor ama zamanında bu detaylar yüzünden oldukça tartışılmış bir kitap bu, göz ardı etmemek gerekiyor.

    film uyarlamasına gelince tim burton kitaba ne kadar bağlı kalsa da benzersiz görselliği ile yine kendi imzasını atmış gözüküyor. oldukça keyifle izlenen, hiçbir anında sırıtmayan (bazı görsel efektler hariç) çok iyi bir uyarlama olmuş bu. burton sonlara doğru bir de kubrick'e kocaman bir selam çakmış ki tadından yenmiyor. oyunculara gelince; johnny depp her zamanki gibi mükemmel oynamış ama charlie rolündeki freddie highmore,finding neverland'den sonra bir kez daha johnny depp'den ciddi şekilde rol çalıyor. tartışmasız dakota fanning ile birlikte son dönemim en yetenekli çocuk oyuncularından biri bu çocuk. diğer dört çocuk da ilk sahnelerinden itibaren kendilerinden nefret ettiriyolar, amaç da bu olduğuna göre demek ki çok başarılılar. dıştan edward scissorhands'deki kasvetli yapıyı andıran fabrika ise içine girilince ağzı açık bırakan bir masal dünyası sunuyor izleyiciye. sonuçta, burton filmografisi içinde çok yüksek bir yerlere koyulamayacak olsa da vaadettiklerini sonuna kadar veren bir film charlie and the chocolate factory, izleyici kitlesini hiç pişman etmeyecek bir eğlencelik.
  • --- spoiler ---

    türkçe ismi olan charlie'nin çikolata fabrikası başlı başına bir spoilerdır.

    tabi benim bunu söylemem de önceden dikkat etmemişler için spoiler olabilir o yüzden en hayırlısı şu butonu* kullanmak.

    --- spoiler ---
  • willy wonka'nın micheal jackson rahmetliğe çok benzediği film.
hesabın var mı? giriş yap