• aşık olup evlendiği ve 10 çocuk yaptığı karısını bırakıp genç bir kadınla birlikte yaşamaya başlamış. neymiş efendim, karısı şişmanmış, çok akıllı değilmiş! efendiii efendiii!! (hanımm hanııımm tonlamasıyla) 10 çocuğu peydahlarken aklın neredeydi? kadıncağızı victoria ingilteresinde 10 çocukla sersefil perperişan bırakmışsın, vicdanın bile sızlamamış! sen şimdi great expectations ı yazsan noolur? ayıp ayıp... azönce izlediğim belgesele göre, metresi olan kadın, charles dickens'ın ölümünden sonra "yaşlı adamın dokunuşundan nefret ediyordum" demiş. edersin kızım, edersin tabii... 10 çocuktan sonra karısı yaşlı çirkin şişman diye götüne tekme atan adam, buruşuk bir yaşlı olmasa bile iğrenç bir insandır zaten. kaldı ki, sırf para ve mevkii için deden yaşında adamla birlikte oldun diye sen de iğrençsin! ay nasıl sinir yaptım heeaa sanki beni bıraktılar on çocukla.

    ayrıca bilgi olarak söylüyorum: beni on çocuk doğurduktan sonra şişmanım çirkinim diye bırakacak olan adamın gırtlağını sıkarım. sonra girer hapse paşa paşa cezamı çekerim. charles dickens'ın karısı valla melek gibi kadınmış. belki iyi nafaka almıştır. onu bilemem ki.
  • yapıtlarını önce yakın çevresine okurmuş dickens. daha sonra ise çeşitli "okuma turneleri"ne katılarak halka kendi sesiyle kendi yazdıklarını aktarırmış bu büyük romancı. arkadaşlarının ve "okuma turneleri"ndeki dinleyicilerinin tepkilerine göre romanlarında bazı değişklikler yaptığı söyleniyor dickens'ın. hasan ali toptaş'ın alberto manguel'den aktardığına göre; dickens, tek bir "okuma turnesi"nde 40 şehir gezip, 80 okuma toplantısı düzenlemiş. bu büyük romancı; söz konusu toplantılara büyük bir titizlikle hazırlanır; yazdıklarının yanına -nasıl okuması gerektiğini hatırlamak için- "neşeli... acıklı...hızlı, hızlı... ürperir gibi yap... korkuyla çevrene bak..." gibi notlar alırmış.

    dickens kendi yazdığı bu metinleri "okuma" işinde o kadar başarılıymış ki dinleyicileri; bazen gözyaşlarına boğulur, bazen heyecan titrer, bazen de sevinçten haykırırmış.

    kaynak ve konuyla ilgili başka hoş anekdotlar için: hasan ali toptaş, harfler ve notalar, s. 105-109, istanbul, doğan kitap, 2007.
  • romanlarının başlangıçları çoğu zaman akıllardan silinmez; ama hiçbiri, yazarın yazdığı sondan bir önceki, bitirdiği son romanı olan our mutual friend'in (ortak dostumuz) ilk bölümünü aşamaz. ceset avcısının kayığıyla, sanki tersyüz olmuş bir dünyaya gireriz:

    “gün batarken, suların iskele kazıkları boyunca yükseldiği bir sırada, külrengi, çamurlu bir thames: bu yılın haberlerinin en iç karartıcı çehresiyle güncelliğe taşıdığı bu görünüm üstünde bir kayık, suda yüzen kütükleri, dubaları, enkazları sıyırarak yol alır. kayığın uç kısmında, akbaba bakışlı bir adam bir şey arıyormuş gibi akıntıya gözlerini dikmiştir; kürekte, bir başlık ve muşamba bir üstlüğün yarı gizlediği melek yüzlü bir genç kız vardır. aradıkları nedir? çok geçmeden anlarız: adam, intihar etmiş ya da öldürülüp ırmağa atılmış kişilerin cesetlerini toplayan birisidir; belli ki, thames'in suları günlük olarak bu tür "balık avı" açısından zengindir. adam su yüzünde bir ceset görür görmez, hemen onun cebindeki altın paraları boşaltır, sonra cesedi bir iple kıyıdaki bir karakola kadar sürükleyip polisten ceset başına belli bir para alır. kayıkçının melek yüzlü kızı, bu ölü soygununa bakmamaya çalışır; dehşete kapılmıştır, ama kürek çekmeye devam eder.”

    kaynak: klasikleri niçin okumalı/italo calvino/yky/kemal atakay
  • sağlığında 40 milyon pound kazandığı söylenir. bu ticari zekânın işleyişini mister pickwick'in serüvenleri'nin basımı aşamasında izlediği yolda görmek mümkün.

    pickwick'in serüvenleri'nin birer şilinlik fasiküller hâlinde, ayda bir olmak üzere basılıp satılması planlanır, ancak bir şilin o günler için baskı mâliyetini karşılayacak ve dickens'a aklından geçen kârı sağlayacak bir fiyat değildir. mümkün olduğu kadar geniş bir kitleye hitap edebilmek için fiyatta oynama yapamayacaklarından dickens kitabın basım aşamasında iki hinlik düşünür: ilk olarak maliyeti oldukça artıran cilt kapak yerine kağıt kapağa (londra babıali'sinde paperback deniyor) geçilir, ikinci olarak da serüvenler bulunabilecek en ucuz ve dolayısıyla en âdi kağıda basılır. okuyucular için bu sorun değildir elbette, sonuçta yeni fasikül geldiği zaman eskilerin bir hükmü kalmayacaktır. ama öyle midir?

    sanırım söylemeyi unuttum, dickens'ın pickwick hâdisesinden birkaç yıl önce basılan kitabı pek satmamıştır ve yayınevleri de dickens'ın yazacağı yeni bir romanı yayınlamaya pek gönüllü görünmemektedir. aslında bu nedenle, kitabını "arkası yarın" şeklinde yayınlama fikriyle yayıncılara gelen dickens'tır. her fasikülün sonunu okuyucuların merâkını canlı tutacak bir gelişmenin yarısında bırakacak, olayın gizemini-sonucunu da bir sonraki fasikülde açıklayacak ve bu böyle devam edecektir.

    beklendiği üzere fikir tutar. fasiküllerin yayınlanma günlerinde yay-sat bâyilerinin önü nimet abla büfesi gibi işler ve mister pickwick'in serüvenlerin tüm zamanların en çok satan yayını olur.

    40 milyon pound kazanmak için bu yeterli olmaz elbette. pickwick'in serüvenleri'nin basıldığı kâğıtların çok kalitesiz olduğundan bahsetmiştik. fasiküller yayınlanırken pickwick hayranları bir yandan da, okuyup bitirene kadar ellerinde parçalanmaya başlayan bu eşsiz fasikülleri yıllar boyunca saklayabilmek için neler yapabileceklerini kara kara düşünmeye başlamışlardır.

    son fasikülün yayınlandığı günü büyük bir mutluluk yaşarlar: yeni fasiküllerin yanında, tüm fasiküllerin bir arada olduğu ciltli serüvenler basılmış ve satışa sunulmuştur. okurların çoğu elbette bu son fasikülü almak yerine kitaplıklarının baş köşesine koyacakları bu yeni ciltleri almayı tercih ederler.

    bitti sanıyorsanız yanılıyorsunuz. henüz en keyifli kısmına gelmedik. okurların ellerinde paralanan fasiküllerden bahsetmiştik. çil çil ciltler yayınlanınca bunların bir kıymeti kalmadı elbette. en azından okurlar için. bu saf ve düşüncesiz okurlar raflarındaki yeni ciltlerin tozunu almaktayken, dickens'ın örgütlediği, londra'nın en bıçkın kağıt toplayıcı çocukları sokak sokak dolaşıp pickwick'in eski fasiküllerini toplamaktadırlar. bu fasiküller de bir süre sonra tekrar ciltlenip "koleksiyoncu parçası" adıyla oldukça yüksek bir fiyata tekrar piyasaya sürülür ve 40 milyon pound'luk servetin başka bir kısmını oluşturur.

    poe, twain, wilde, melville, flaubert gibi borç içinde, beş parasız ölen yazarların yanında, edebi dehâsından kimsenin şüphesi olmayan dickens'ın böyle maddi konularda oldukça fazla kafa yormuş olması size biraz garip gelmiş olabilir. eğer öyleyse, tam bir ticaret beceriksizi olan babası'nın ardı arkası gelmeyen iflasları nedeniyle, dickens'ın çocukluğunun ve ilk gençliğinin uzunca bir bölümünü - ailenin diğer üyeleriyle beraber - borçlular tutukevi'nde geçirdiğini ve yine babasının borçlarını ödeyebilmek için okulu bırakıp on iki yaşında fabrikada çalışmaya başladığını hatırlatmak boynumuzun borcu.
  • andersen masalları yerine butun cocuklugumu annem sayesinde bu adamın romanlarını dinleyerek gecirdim,ruyalarımda david copperfield den a christmas carol dan canlandırmalar gormemle hayal gucumun ilerledigi kulvarın bu adamın romanlarını dayanak almasıyla binlerce kez anneme dolayısıyla binlerce kez kendisine tesekkur ettigim adam.
  • karakter betimlemeleri ve hikaye anlatma teknigi acisindan edebiyatin en iyilerinden biri olarak gosterilegelmistir. cizdigi portreleri mala ile kazisaniz sokup atamazsiniz belleginizden.
  • bu gün 200. doğum günü olan yazar.

    not: sözlük yazarı değil lan oha artık.
  • ünlü yazar charles dickens'in de çok etkilenip adını değiştirmesine neden olan ve ömrü boyunca dürüstlükten ve hoşgörüden şaşmayan demir ustası... kayıtlarda yaşadığı dönem tam olarak doğru tespit edilemeyen bu demir ustası yaptığı kılıç ve kargılarla nam salmış, doğduğu kent olan new castle'dan stajını yapmak üzere gittiği middlesborough kentine yerleşmiş ve maharetli elleriyle ömrü boyunca tam 135000 kılıca şekil vermiştir. ayrıca sonraları bir kitapta derlenen düşünsel ve edebi sözleriyle, çok yönlü kişiliğini sergileme fırsatı bulmuştur... dürüstlük, eşitlik, adalet, insan hakları konularında günümüz felsefelerine ışık olmuştur, yol açmıştır... rahat uyu dickens...
  • dickens 24 yaşında çok hızlı ünlü olan bir yazardı. o dönemde çok satan ama eleştirmenler tarafından az sevilen biriydi. hatta saturday review hakkında "şöhretinin kalıcı olduğunu düşünmüyoruz" bile demişti. "çocuklarımız dickens'ı günümüz romancılarının en tepesine yerleştirirken atalarının ne demeye çalıştıklarını anlamaya zorlanacaklar" ancak tolstoy, henry james, dostoyevski gibi yazarlar ise dickens'ı epey beğeniyordu. hatta tolstoy'a göre shakespeare'den sonra en iyi ingiliz yazar dickens'tı.

    1841'de the old cruirosity çıktığında yaklaşık 6 bin kişi new york limanında kitabı beklemişlerdi. çünkü kitap bir serinin devamıydı ve herkes küçük neil'in ölüp ölmediğini merak ediyordu. hatta limanda beklerlerken bağırarak "küçük neil öldü mü" diye birbirlerine soruyolardı. (spoiler : ölüyor. hatta oscar wilde şöyle demiş : küçük neil'in ölümünü okuyabilmek için taş yürekli olmak gerekir... gülmeden okuyabilmekten söz ediyorum)

    kitaplarını bu kadar çok insan beklediği için ve beklemesi için dickens kitaplarını bölümler halinde yazıyor ve bölüm başına para alıyordu. kısacası daha fazla para kazanmak için hikayelerini parçalayarak satıyordu.

    dickens, takıntılıydı. evindeki her eşyanın yerinin sabit olmasına çok özen gösterirdi. hatta saatlerce eşyaları doğru konumlarına getirmek için uğraşırdı. eve birileri geldikten sonra hemen evi düzenlerdi. ayrıca saçlarına çok özen gösterirdi. zaman içinde dökülen saçlarını çok uzun süre tarayabilirdi. hatta yemeğin ortasında cebinden tarağını çıkartıp saçını taramaya başlardı.

    dickens'ın takıntılı davranışlarını daha da arttıran özelliği batıl inançlarıydı. belirli sayılarda eşyalara şans getirsin diye dokunur, cumayı şanslı gün sayar, londra'dan kitabının son bölümü yayınlandığında ayrılır, kafası kuzey kutba gelecek şekilde yatardı. eğer kafası kuzey kutbuna bakmazsa uyuyumadığını söylerdi. bunu yapmasının diğer bir sebebi ise kafasının kuzey kutba bakmasının yaratıcılığını arttırdığına inanmasıydı.

    yazarın takıntısının başka bir yönü ise morglardı. morgların dickens için büyüleyici bir yönü vardı ve zamanını ölülerin arasında geçirmekten epey hoşlanıyordu. günlerce morglarda kalır ve burada yer alan ölüleri takıntısı haline getirir ve ölümleri üzerine uzun uzun düşünürdü. bunu "iğrençliğin çekiciliği" olarak tanımlıyordu.

    franz anton mesmer tarafından keşfedilen sözde bilim mesmerizm o dönemde epey ünlüydü. canlıların manyetik alanları ile hipnotize ederek hastalıkları tedavi etme yöntemi olan mesmerizm'i yazar katıldığı davetlerde eğlence olsun diye kullanıyordu. ancak panik ataklar geçiren birini bir haftalık bir süre ile tedavi etmişti. ayrıca yakın arkadaşı beyin sarsıntısı geçirdiğinde de onu iyileştirtirmişti. ancak kendi astım hastalığını yıllarca denemesine rağmen bir türlü iyileştiremedi.

    masal yazarı hans andersen ile dickens epey samimiydi. tanışmaları andersen'ın londra'daki imza gününde gerçekleşmişti ve birbirlerine hemen ısınmışlardı. anderson giderken tüm kitaplarını imzalı olarak dickens'a hediye etmişti. on yıl sonra andersen kendini dickens'a davet ettirdi. ancak dickens bu sırada karısından ayrılmış ve metresiyle eve çıkmak üzereydi. ayrıca andersen'a karşı mesefeli ve aksiydi. ancak yine de teklifi istemeden de olsa kabul etti. mektuplarında bir arkadaşına "andersen yanımızda olabilir ancak sen ona aldırış etme. kendi dili danca'dan başka bir dil bimiyor ve onu bildiğinden de şüpheliyim" demiş. andersen gelince ise evinde pek kalmamış londra'daki kendi işlerini halletmiş ve çok fazla andersen ile konuşmamış. evdekiler andersen ile dalga geçiyor ve yapılmasını istediklerini yapmıyorlarmış. üstüne üstlük kitapları hakkında yüzüne dalga geçiyorlarmış. hatta beş yaşındaki bir çocuk ile yazarla dalga geçip kitaplarını dışarıya atıyormuş. bu yüzden andersen'ın evin bahçesinde ağladığı bile olmuş. tüm bunlara rağmen andersen beş hafta evde kalmış. gitmesinin ardından dickens'ın kızı yazar hakkında "baş belası sıskanın tekiydi, gitmek bilmedi." demiş. ayrıca dickens ise yazarın kaldığı odaya şu notu bırakmış "hans andersen bu odada 5 hafta kaldı ve o beş hafta bu aileye asırlar gibi geldi."
  • "insan, hiçbir yerde kendisinden iyi dost bulamaz."
hesabın var mı? giriş yap