• bu laflar türk düşmanı diyenlere gelsin;

    "anne-babam beni asla türklere nefret besleyecek şekilde yetiştirmediler. her zaman türkiye’den ve insanlardan harikulade insanlar olarak bahsederlerdi. bizim türklerle çok yakınlıklarımız olduğunu söylerlerdi. türkler ve ermenilerin ileride bir gün barışacaklarına inanıyorlardı. tazminat talep etmeyi hiçir zaman düşünmediler. ben de onların yüzünü kara çıkarmadım. türkiye ve türkler ile ilgili hep iyi şeyler hissettim ve iyi şeyler söyledim. (…)

    halklarımız arasındaki ayrışma olmamış olsaydı, bu ihtilaf ikinci ve üçüncü kuşakların hafızasına bu kadar derin biçimde nakşedilmemiş olsaydı şimdi belki de dünyanın en tanınmış türk şarkıcısı olacaktım. kendimi her şeyden önce türk sayacaktım. (…)
    benim söylediklerim iki taraftaki bazı gazetelerde çarpıtılıyor. bu sahte iddialara bir son verelim. hayır, hayır, hayır! lütfen iyi niyetli insanlara çelme atmayı bırakın! tanıma ve uzlaşı süreci bu tür muhalefetler nedeniyle daha fazla gecikmemeli. böyle konuşarak bazılarını rahatsız ettiğimi biliyorum. (…)

    hiçbir zaman 24 nisan yıldönümlerinde ve türkiye büyükelçiliği önünde düzenlenen bir gösteriye veya yürüyüşe katılmadım. ermenistan depremi kazazedelerine yardım yaptım ancak dağlık karabağ’da savaş için silah almak üzere yardım istediklerinde bunu derhal reddettim. dürüst bir diyalog yoluyla çözüme inandım. buna rağmen kendi adına konuşamayan ve hayal kırıklıklarının yükünü benim sırtıma yüklemek isteyen herkesin günah keçisi oldum. yaptığım çıkışlar nedeniyle bazı ermenilerin ağır saldırısına uğradım. (…)

    ermeni meselesiyle ilk kez kırk yaşlarımdan sonra 1960’larda ilgilendim. ölenlerin anısına bir şarkı (ıls ont tombé) yazmıştım. türkiye’de beni bu nedenle suçladılar. gazetelerde yüzüme kırmızı çarpı çektiler. şaşırdım. ”lütfen bir kere şarkıyı dinleyin” dedim: şarkıda ne türklere ne türkiye’ye hiçbir atıf yapmamaya özen göstermiştim. (…)

    soykırım kelimesi rahatsız edici bir kelime ve beni de rahatsız etmeye başladı. bazı ermenileri kızdıracağım ama sorun değil, söylemek istediğim şu: eğer türkler kendilerini rahatsız edenin soykırım kelimesi olduğu dürüstlüğünü gerçekten gösterirlerse, o halde sınırların açılması için başka bir kelime buluruz ve türk hükümeti de -türkler değil, türk hükümeti diyorum- bizlerle diyaloga geçmeyi düşünür. (…)

    “soykırım”ın asap bozucu bir kelime olduğunu biliyorum. ancak bu kelime ermeniler için bir trajediyi ve bir hafıza görevini temsil ediyor. atalarının mezarları bile yok. dolayısıyla ermeniler atalarının katillerine işledikleri suçları kabul ettirmeyi bir ödev olarak görüyorlar. “soykırım” kelime olarak umurumda değil. soykırım kelimesi icat edilmese bu olaylara ne diyeceksek beraber bir tanım bulalım. asıl olan tarihi bir vakıanın tanınmasıdır. türkler ”katliamlar” kelimesini kullanıyorlar, varsın kullansınlar. tek arzum türkleri ve ermenileri yaklaşık 90 yıldır bölen “tarihi bir gerçeğin” kabul edilmesi. sadece tarihi vakıaların tanınmasını ve sınırın açılmasını istiyorum. bundan başka da hiçbir şey talep etmiyorum. kendi büyükbabam ve büyükannemin türkiye’de yaşadıkları ev umurumda değil. (…)

    biz hıristiyanlar içerken “sağlığına” deriz, yahudiler “yaşamına” derler, türkler ise “şerefine” diye içerler. sanıyorum sorunun özü burada yatıyor. türkler onurlarının kırılacağını düşünüyorlar. türklerin anlamasını sağlamamız gereken şey şerefin çift yönlü olduğudur. şeref sadece korunmak/sakınmak değil, aynı zamanda olmuş olanı kabullenmek ve gençliğin omuzlarında çıkmaz bir lekeye sahip olmaması için çalışmaktır. ben türklerin, ki onlara karşı hiçbir şeyim yok, onurlarını kaybetmekten korktuklarını biliyorum. onlara zaman vermek gerek. acı bir konu da olsa ben iyimser yaklaşıyorum. (…)

    soykırım kelimesi (türkler tarafından) beğenilmiyorsa bunun için başka bir ifade bulunabileceğini, bundan korkulmaması gerektiğini, ermeniler’in toprak talebi bulunmadığını, fransa’nın şu an huzur içinde olduğunu, almanya’nın fransa’dan alsace ve lorraine’i talep etmediğini ifade etmiştim. bu ifadelerimle birçok ermeni’yi karşıma aldım. ne yazık ki türk yetkililer bu ifadelerime cevap vermediler. (…)

    hiç bir zaman toprak/mal iadesi veya tazminat talebinde bulunmadım. bunun yerine şunu öneririm: iki ülke arasında sınırların açılması halinde eski ani şehri unesco’nun yardımı ve türk ve ermenilerin işbirliğiyle dünya mirası’na layık biçimde restore edilsin ve türk hükümeti ermenilerin ani’yi ziyareti için erişim sağlayacak özel bir geçiş izni versin. (…)

    türkiye-ermenistan protokolleri imzalanmasının ertesi günü ermenilerce kötülenerek sonuçsuz bırakıldı. oysa ermenistan ile türkiye sınır komşusu. küçük bir kayıtdışı ekonomi var. ermeniler türkiye’ye tatile gidiyor. dolayısıyla tüm bu tartışmalar gülünç hale geliyor. ermenistan ciddi tehlike altında ve herkes soykırım kelimesine takılıyor. bunun ülkeyi nasıl ilerlettiğini göremiyorum. (…)

    not: aznavour’un eylül 2011 akşamı france-2 tv kanalında yayımlanan ‘vivement dimanche’ programında bir katılımcının türkler aleyhindeki ifadesi üzerine aznavur bu kişiyi susturup ”türkler mükemmel insanlardır, eğer aramızda varsa hoş gelmişlerdir” ifadesini kullanmıştı. aynı programda fransa’daki ermeniler sayılırken türkiye aleyhtarı bakan patrik deveciyan’ın adı sayıldığında kendisi ile onun adının yanyana zikredilmemesini istemişti. "

    https://www.gazeteduvar.com.tr/…-sarkici-olacaktim/
  • yurtdışında konserini izlemişliğim, hatta bir röporajında ‘lokum yemek istiyorum’ dediği için lokum götürüp korumalarına vermişliğim vardır. o zaman 91 yasındaydı. toprağı bol olsun.
  • milletimizi bu kadar güzel özetleyebilmiş insandır. biz şerefine diyerek içeriz. hıristiyanlar sağlıklarını yahudiler hayatlarını düşünürken biz şerefimizi düşünürüz. ve gel(eme)diğimiz noktanın sebebi belki de budur. yani kalitesiz yaşamak, klas yaşamamak o yüzden koymuyor belki de bize. belki de burada olan o yüzden başka bir yerde ol(a)muyor.
    türkiyeye gelmek istermiş, ben misafir ederim kendisini. bana la bohemia felan der, bende şerefine derim.
  • son olarak stalin'in, 1924'de emenistan'a erzurum, erzincan, bitlis, van ve muş gibi illerin iadesine söz verdiğini, 1920'de dönemin abd başkanı wilson tarafından çizilen ermenistan'ın da, trabzon, erzurum, van ve bitlis'i kapsadığını da söylemiş; sözün özü bu toprakların söz verildiği üzere (!) ermenistan'a verilmesini talep etmiş ermeni asıllı fransız şarkıcı. 85 yaşında olduğundan da bu işlemin bir an önce yapılmasını buyurmuştur, gözü açık gitmemek adına, sevindirin garibi be, hadi hacı be. töbe töbe !!!!

    yoğun istek üzerine kaynakça :

    http://www.haberturk.com/…198&cat=180&dt=2009/11/04
  • 1924 yilinda dogmus ermeni asilli fransiz ses sanatcisi..ayrica pekcok filmde de rol almistir..

    bir türk dosta mektup
    senin ayağında bir diken var,
    kardeşim,
    benim yüreğimde bir tane senin için,
    benim için de her şeyi güç kılıyor rahatsız.
    gülün dikenleri var el atılınca korur
    bir kan damlası oluşabilir parmağın ucunda,
    ama eğer dikkat edilirse
    o kendi güzelliğini bağışlar
    renk ve koku verir günlerimize
    hatta damaklarımızı okşar
    doyumsuz lezzetiyle.
    ben gülleri severim
    dikenleri hep olacak
    bundan kaçınılmaz
    kardeşim...
    eğer sen karar verseydin
    yüreğimdeki dikeni çekmeye
    ayağındaki dikende beraber
    çıkıp kaybolacaktı kendiliğinden
    ve biz ikimiz senle ben
    özgür olacaktık
    ve kardeş...

    charles aznavour
  • ve hatta bir gün kendisinden imza almaya gelen genç bir bayan a
    "değişik bir isminiz var hangi ulustansınız?" sorusunu yöneltmiş, kızın türk olduğunu öğrenince
    "ben türklere plak imzalamam" diyerek mekanı terketmiştir.oysaki laaaa bohemöööö laaaa bohemöö ne güzel şarkıdır, bu şarkıyı söyleyen o duygu adamı bu bibik midir?
  • gürcü değildir ermenidir. annesi türkiye ermenisi, babası da gürcistan ermenisidir. köken olarak ermenidir. türk düşmanı değildi, sadece soykırımın tanınmasını istiyordu.

    her şeyin ötesinde büyük bir sanatçıydı.
  • annemle babam gibi kırımdan kaçanların içinde mutsuzluk
    öyle bir yer etmişti ki, birçoğu atalarından söz etmekten kaçınıyordu.
    ya da bu konudan öyle az söz ediliyordu ki, yoldaşım -ablam
    aida- ve ben yaşamımız boyunca ailenin geçmişini ancak parçalar
    halinde yeniden oluşturmayı başarabildik, aslına bakılırsa öyle ahım
    şahım bir sonuç da elde edemedik. “bak nereden geliyoruz ve bugün
    neredeyiz..." aşırı ar duygusundan, ya da o acı dolu anıları pek karıştırmamak
    için, annem ve babam, yeryüzüne dağılmış yüz binlerce ermeni'nin
    öyküsünden, dehşetten kaçışlarından, onlara kucak açan
    bir ülkeye yerleşmelerinden çok nadir söz ederdi. aynı olayları yaşamış
    ve sağ kalmış insanların konuşmalarından işittiğimiz bölük pörçük
    parçalar, toplu göçleri konusunda sadece bulanık bir resim sunuyordu
    bize.
    annemle babam nerede tanıştı, nerede, ne zaman
    evlendiler, hiç bilmiyoruz. evlilik kayıtlarını kilisenin tuttuğu zamanlarmış.
    ne yazık ki kiliselerimiz yağmalandı, yıkıldı... kesin olan bir şey
    var: annemle babamın modern türkiye'yi küçümseyip kötülediğine
    hiç tanık olmadım; bize hiçbir zaman türk halkına karşı bir kin
    aşılamadılar. tam tersine, türkiye'nin güzel bir ülke,-kadınlarının çok
    alımlı, mutfağının ortadoğu’nun en iyi mutfağı olduğunu ve temelde
    bu halkla aramızda birçok benzerlik bulunduğunu söylediklerini işitmişimdir
    hep.
  • sanatına siyaset bulaştırmış ne demek lan. sanat, düşün dünyan ile oluşur, düşünce de acılarınla ve sevinçlerinle beslenir. siyaset te düşünceden doğar, hayata bakış açındır, hayatı algıladığın penceredir, veya yaşadıkların dolayısıyla takındığın tutumdur. dolayısıyla bakış açından beslenmeyen sanatın hem kişiselliği hem de toplumsallığı eksiktir.

    bu olaya makro açıdan baktığında aznavour'un konserlerinde dediklerini ya da arada yaptığı duygusal çıkışları belki haksız bulabilirsin, ama mikro baktığında bu insanlar ve aileleri normal halktı. kendi sevinçleri, kendi üzüntüleri, kendi hayat telaşları vardı. annesi ile de aynı şehirde, izmir'de doğmuşum. bir yerde hemşehrim sayılır. ve bu insanlar o veya bu nedenden kendi evinden ayrılmak zorunda bırakılmış. kendilerini kabul eden bir yer bulduklarında da orada kök salmışlar, charles aznavour'da o nedenle izmir'de ya da başka bir türk şehrinde değil de paris'te doğmuş. ve bizim gururumuz değil, onların gururu olmuş.

    üstelik sesinde ya da duygusal çıkışlarında hala üzüntüsünü hissedebilirsin, hissedebilirdin.. sana nefret ediyormuş gibi gelse de kan çekmesini, bu topraklara ve barışarak yaşama ülküsüne özlemini görebilirsin. sen cumhuriyet çocuğu olduğun kadar da imparatorluk torunusun, anlarsın.

    bu toplum kendisiyle ve farklılıklarıyla barışamadığı ve cahil olduğu için ilerleyemiyor zaten. derdim sadece aznavour'da değil. ne çok kültürü kaybettik. mesela ruhi su askeri cunta yüzünden kanser tedavisini çok geç olabildi ve öldü ya da yayıncı ilhan erdost, hapishane yolunda askeri araç içerisinde abisinin gözleri önünde dövülerek öldürüldü ya da eleştirmen asım bezirci-çok severim- sivas'ta yakılarak öldürüldü - temel amcanız hani demişti ya yanmadılar dumandan boğuldular diye- ve tabiki daha sayamadığım niceleri.. kısacası bu ülke, abd'nin - ve geçmişte başkalarının- yönlendirdiği her ülke gibi, kendi çocuklarına, kendi kültürüne ve kendi kurtuluş ümidine düşman. bize de bunları görerek yaşamak düşüyor işte. neticede tezer özlü'nün dediği gibi burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi ve hatta dünyası.

    -----

    büyük usta'nın toprağı bol olsun.
  • iki yüzlü insan, içten pazarlikli. turkiye'ye gelip gidip konser verip gulucukler dagittigi zamanlar icinde kapanmayan yara yokmus da bunayinca mi cikivermis?
hesabın var mı? giriş yap