• "tanrı herkese bir yetenek verir."
    "ya senin yeteneğin ne bess?"
    "inanabilirim."
  • kanımca, yalnız avrupanın değil dünya sinemasının da en iyi filmlerinden biri.
    lars von trier usta bu kadar yalın bir filme öyle bir derinlik kazandırmış ki, filmi izledikten günler sonra dahi etkisini gösteriyor.

    ayrıca bana göre, tüm zamanların en sıcak, en samimi ve de en iyi sahnelerinden birini barındıran film:

    --- spoiler ---
    filmin başrol oyuncuları evlenir, yatağa girer..ilk gecenin gerektirdiklerini yaptıktan sonra erkek eleman uykuya dalar ve karısına sarılarak horlamaya başlar. hatun ise kocası her horladığında onunla birlikte olmanın verdiği mutluluğa paralel olarak gülümser, içi içine sığmaz... işte bu sahnede başkahraman mutluluktan uyuyamazken, izleyici hüngür hüngür ağlamaya başlar.
    --- spoiler ---

    avrupa sinemasının hollywood'a sanatsal anlamda açtığı farkın uçlarında gezinen bir film.
  • kesinlikle dancer in the dark'tan çok daha iyi bi' film. emily watson'ın müthiş performansı, lars von trier'in kullanmış olduğu, o dönem için oldukça marjinal sayılabilecek kamera teknikleri...

    --- spoiler ---

    katolik bi' kız bess, gerçek aşkı bulabilmek için tanrı'ya yalvaran bi' kız... annesi var, dedesi var, dodo'su var... an geliyor ve jan giriyor hayatına. şükrediyor bess, bulduğu sevgi için, hissettikleri için şükrediyor.

    fallokrasinin egemen olduğu bi' kasaba orası. insanlar oldukça dindar. yaşlılar denen bi' güruhla doğuyor insan; büyüyor, ölüyor... onlar isterse cehenneme gidiyor, onlar isterse cennete...

    kasaba insanları oldukça dindar, bess de öyle. jan'la evlenmek istemesi yaşlılar tarafından pek hoş karşılanmıyor.

    bess ve dodo helikopterden inecek jan ve arkadaşlarını bekliyorlar. helikopter gecikiyor. bess bitmiş bi' vaziyette, gelmelerini bekliyor. helikopter iniyor, kapısı açılıyor ve jan'ı görmüş oluyoruz. şimdi, bu sahnede keşfedilmemiş bir çok şey var aslında. bess'in var olan bi' güce tepkisi söz konusu. biz bunu bess'in sahip olduğu şeylerle mutlu olamamasından, acı çekmesinden anlıyoruz. helikopter iniyor, kapı açılıyor, jan koşarak bess'e sarılıyor ve bess jan'a vurmaya başlıyor, itiyor, sarılıyor, öpüyor... yaklaşık üç dakika süren bir sahne, bess'in bütün çelişkilerini anlatmaya yetiyor.

    evdeki cinsel ilişkilerinden sonra, jan soruyor: "nasıl koruyabildin bekaretini. diğer erkeklerle nasıl ilişki kurmadın?" "seni bekledim." diye cevaplıyor bess. buradaki "sen"; jan değil aslında, jack de değil, michael da değil... tanrı ve bess arasındaki tek bağ o "sen"... "sen olmazsan, ben de olmam" fikrinde bess. "'sen' olmazsan, tanrım da olmaz çünkü. o'nunla iletişim kuramam. tanrım olmazsa ben de var olamam." bunu, bess'in tanrı'yla konuşmalarından da anlıyoruz. bess; tanrı'nın yardımını alabilmek için yürekten, isteyerek, çok severek ve mükemmel yaptığı bi' eyleme sahip olabilmeli. buna inanıyor yani. eğer ki mükemmel bir aşık olamazsa, tanrı'yla konuşacak gücü bulamayacağından korkuyor ve işinde profesyonelleşiyor.

    hava puslu ve yağmurlu. kasabanın dışında küçük bi' telefon kulübesi... bess kulübede, jan'dan gelecek telefonu bekliyor. beklerken yoldan dodo geçiyor, biraz laflıyorlar. "fazla bekleme burada" diyerek bess'e veda ediyor dodo. jan söz verdiği saatte arayamıyor bess'i saatler geçiyor. telefon kulübesinde uyuyan bi' kız var yoldan geçen bir peder ve sessizliği inleten telefon sesi... arayan jan, özür dileyerek başlıyor konuşmasına... bess'in hiçbir şey umrunda değil, aradı ya, iyi ya, gerisi umrunda değil. bu telefon konuşması da bir çok detayı içinde barındırıyor. özlemin hüzne dönüşmesi, mesafelerle yok edilmeye çalışan bi' tensel uzaklık var... nefes alış verişler, tonlamalar... o kadar güçlü bi' bağ ki bu, jan ve bess arasında oluşan ışıktan bi' köprü...

    telefonu kapatıyor bess, eve dönüyor.temizlik yaparken, jan'ın arkadaşı kapıdan giriyor. küçük bir sağlık probleminden dolayı üç günlüğüne izne gelmiş. film burada başlıyor işte. bess düşünüyor, sadece yere bakarak düşünüyor. "acaba jan da bu şekilde hemencecik yanıma gelebilir mi?" diye. belki de "keşke" diyor bess, "keşke küçük bi' sağlık sorunu olsa da o'nu görebilsem bir kaç gün."

    jan kaza geçiriyor ve omuriliğine darbe alıyor, kasabaya getiriliyor. o'nu o şekilde aciz ve acı çekerken gören bess, ölene kadar kendisini suçluyor ve jan'a olan sevgisi ve bağlılığı daha da güçleniyor.

    jan ve bess arasında bunlar yaşanırken kasaba ahalisi de durumdan pek hoşnut değil. bess'in jan için yapmış olduğu fedakarlıklar görmezden gelinip, abartılarak kulaktan kulağa yayılıyor. kilise, bess'i aforoz etmiyor; çünkü bess'in dedesi de yaşlıların içinde.

    tanrı'yla konuşmaya devam ediyor bess. jan için, jan'a duyduğu muhteşem sevgi için... o'nun yanında daha dik durabilmek için yardım istiyor.

    jan, durumunun vehametinin farkında ve bess'i kendisine bağlayıp da, ölümünden sonra çok daha fazla acı çekmesini istemiyor: "benim işim bitti bess. yeni bir sevgili bul!" bunu duyunca deliye dönen bess "felçli adam!" diyerek kapıyı çarpıp odayı terk ediyor. jan'ın durumu kötüleşiyor ve bess bunu jan'ın kendisinden istediği şeyi yapmamasına bağlıyor. bu sırada dodo da, jan'a bess'in kendisini ne kadar çok sevdiğini, o'na ne kadar bağlı olduğundan bahsediyor ve jan plan değiştiriyor. ilk günlerde "bol elbiseler giy!" diyen jan, şimdi bess'in başka erkeklerle ilişkiye girmesini ve gelip kendisine anlatmasını istiyor. asıl amacı ise bess'in başka bir erkekle mutlu olması, başka bir erkekle mesut bir hayat sürmesi, ölümünden sonra kendini kaybetmemesi, daha güçlü durabilmesi...

    jan, habersizdir bess'in tanrısından. bir üçgenin en önemli elemanı olduğundan da, tanrı'yla bess arasındaki pamuk ipliği olduğundan da habersizdir...

    dr. richardson'a gider bess, o'nun kendisine ilgi duyduğundan emindir; ama reddedilir. jan'a gidip uydurma hikayeler anlatır ve jan "who" diye yazar bi' kağıda... doğru olmadığını anlar jan.

    jan'ın durumu daha da kötüleşir ve bess tanrı'dan daha da uzaklaşır. tekrar tanrı'ya yakınlaşabilmek, jan'ı iyileştirmek için çeşitli fedakarlıklar yapması gerekmektedir: jan'ın istekleri...

    bir kaç kişiyle ilişkiye girer ve bunlardan faydalanarak jan'a fantastik şeyler anlatır. bu sırada kiliseyi de ihmal etmemeye çalışır. herhangi biriyle ilişkiye girdikten sonra dodo'dan jan'ın durumu hakkında bilgi alır. bunu kilisedeki bir ayin sırasında görüyoruz. jan'ın iyileştiğini düşünen bess, daha çabuk iyileşmesi için daha zor şeyleri yapması gerektiğini, daha kötü insanlarla ilişkiye girmesi gerektiğini düşünür ve bir gemiye doğru yola çıkar. tanrı bess'in yanında değildir. sonradan öğreniyoruz ki tanrı'nın diğer insanlarla da görüşmesi oluyor. tanrı desteğinden mahrum kalan bess yapamaz, bir adamın gözleri önünde, başka bir adamla sanki o'nu arzuluyormuş gibi sevişemez ve döner geriye. kilisede kadınların konuşma hakkı olmamasına rağmen konuşur ve aforoz edilir. artık hiç kimse bess'in yanında değildir: annesi, dedesi, komşuları... bu sırada jan'ın durumu daha da ağırlaşır. artık jan da öleceğini düşünmeketedir, dr. richardson tarafından imzası alınır ve bess için de yeni bir hayatın temelleri atılmış olur. tedavi için kliniğe yatırılacaktır bess. jan'ın durumunun daha da kötüleştiğini gören bess, kendisini götürmeye gelen adamların elinden kaçar ve jan'ın kötüleşmesini kendi beceriksizliğine, kendi korkularına bağlar. dodo'ya der ki: "jan'ın yanına git ve o'nun iyileşmesi için dua et!"... yarım bıraktığı işi tamamlamak için yola çıkar tekrar bess, tanrı'sını da bulur, yalnız değildir artık, daha inançlıdır. gemiye çıkar ve saatler sonra kan revan içinde hastaneye kaldırılır. jan'ı görmek ister. (evet, burada ağlıyoruz) jan iyileşme sürecine girerken, bess son nefesini verir.

    sonrası da malum işte. cenaze için gerekli işlemler... işlemler biter, jan iyileşmiştir tamamen. her seferinde denize koşan, dalgalara koşan, dalgalara haykıran sevgisini, sancısını... bess'ti o. toprak olmasını, yaşlılar tarafından cehenneme gönderilmesini kabullenemedi jan. aldı cansız bedenini, denize açıldı... son bir kez baktı yüzüne, öptü, öptü, öptü... ve ağladı... denizlere, dalgalara emanet etti bess'i... ve çan sesleri... çan seslerini seven bir kızdı bess, düğününde yoktu çanlar, sevinçliydi. jan çalışmak için ayrıldığında üzgündü ve yine çanlar yoktu... kimi zaman mutluluğu için aradı çan sesini bess, kimi zamansa kederi için... çan sesleriyle uyandı dalgaların arasından bess, jan'a elini uzattı, "uyan" dedi. jan uyandı, rüya bitti.

    --- spoiler ---
  • böyle filmlerden nefret ediyorum. ağzına sıçıp bırakıyor, and not even in a good way. ama çok iyi film olduğu için hiçbir laf edemiyorsun, öyle göt olduğunla kalıyorsun. sadece film bittiği anda bir daha izlemeyeceğime emin oluyorum. aftersun da böyleydi.

    izleyeli yıllar yıllar oldu, hala bende bıraktığı kasveti unutamadım. demin durduk yere aklıma geldi, bak yine asabım bozuldu.

    insanlar onlara ne yaptığınızı unutabilirler ama ne hissettirdiğinizi unutmazlar trier efendi, senin yapacağın filmi sikiyim. şerefsiz. it.
  • yukarida anlatilan konular disinda beni etkileyen iki sey vardi, bir tanesi yasanilan kasabada kilise canlarinin ibadet calinmamasidir. bunun sebebi ise oldukca dindar olan kasaba halkina ibadetin hatirlatilmasina gerek olmamasidir. dindarligin bu kadar keskin yasandigi bir kasabada bu olayin kurgulanmasi bir baska aractir, yonetmenin kullandigi.

    bir digeride, cinsellige duskun ama koturum kocaya sahip kadinin, kocasinin israri uzerine erkeklerle iliskiye girmesi ve her girdigi iliskide aldigi tehlike, karsilandigi asagilanmanin gittikce artmasi ve bunun karsilinga odenen bir diyetmiscesine, kocanin gittikce iyilesmesidir, aynen kocanin karisini kandirmak icin soyledigi gibi. insana isyan ettiren bir durumdur, huzunludur ama hersey gibi insancadir. durur, izlersiniz, icinizden birseylerin koptugunu hisseder, sinemadan cikar, bir sure konusmak istemezsiniz.

    insani ikinci defa izlemekten alikoyan, ikinci defayi hep tereddutte birakan filmlerdir.
  • soundtrack listesi:

    # "all the way from memphis"
    written by ian hunter
    performed by mott the hoople

    # "blowin' in the wind"
    written by bob dylan
    performed by tom harboe, jan harboe and ulrik corlin

    # "pipe major donald maclean"
    written and performed by roderick macleod

    # "in a broken dream"
    written by python lee jackson
    performed by python lee jackson and rod stewart

    # "cross eyed mary"
    written by ian anderson
    performed by jethro tull

    # "i did what i did for maria"
    written by mitch murray and peter callander
    performed by tony christie

    # "virginia plain"
    written by bryan ferry
    performed by roxy music

    # "whiter shade of pale"
    written by keith reid and gary brooker
    performed by procol harum

    # "hot love"
    written by marc bolan
    performed by t rex

    # "suzanne"
    written and performed by leonard cohen

    # "love lies bleeding"
    written by elton john and bernie taupin
    performed by elton john

    # "goodbye yellow brick road"
    written by elton john and bernie taupin
    performed by elton john

    # "whiskey in the jar"
    written by phil lynott, eric bell and brian downey
    performed by thin lizzy

    # "child in time"
    written by jon lord, ritchie blackmore, ian gillan, roger glover and ian paice
    performed by deep purple

    # "life on mars"
    (theatrical version of film)
    written and performed by david bowie

    # "your song"
    (non-theatrical version of film)
    written and performed by elton john

    # "gay gordons"
    performed and arranged by tom harboe, jan harboe and ulrik corlin

    # "scotland the brave"
    performed by tom harboe, jan harboe and ulrik corlin

    # "barren rock of eden"
    performed by tom harboe, jan harboe and ulrik corlin

    # "happy landing"
    written by paul harmann

    # "siciliana - sonata bwv n. 1031"
    written by johann sebastian bach
    performed by christian steenstrup (trumpet) and carl-ulrik munch andersen (organ)
    arranged by joachim holbek

    kaynak: http://www.imdb.com/title/tt0115751/
  • lars von trier filmlerinin en belirgin özelligi izleyiciyi rahatsiz etmek. bunu anlamak için sinema konusunda uzman olmaya gerek kalmiyor. filmlerinin eski usül kamera ile çekilmesi bile bunu saglamaya yetiyor. üzerine bir de senaryo ve çekimlerdeki kurgu (karakterlerin yüzlerine yakin çekim yapmak gibi) eklenince izleyicinin filmi seyrederken hop oturup, hop kalkmaktan baska çaresi yok.
    seyirci özellikle deger verilen ve yüceltilen (iyilik, ask, dürüstlük, güven vs…) kavramlari film boyunca yeniden sorgular, filmin sonunda, deyim yerindeyse hiç de hosnut ayrilmaz.

    bir baska husus, filmlerin sonlari alisik olmadigimiz tarzda mutsuz bitiyor gibi görünse de üzerinde düsünmeye mecalimiz kalmissa eger, bir ikinci son oldugunu da fark edilir. ve bu sonlardan biri mutlaka izleyicinin ‘iyi son’ ihtiyacini karsilar.

    filmde iyiliksever, herkes için her seyi yapabilen bess evlendiginde belki de ilk defa kendisi için bir sey yapiyor. esine karsi bagimlilik derecesindeki askiyla birlikte bencilligi ögreniyor (nasil olursa olsun esinin eve dönmesini istiyor). bencil olabilecegini farketmesinin onu rahatsiz ettigini tanri’yla (kendi kendisiyle) konusmalarindan anlayabiliyoruz. esinin de söyledigi gibi bess “her seyi istiyor.” film boyunca sarsilmayan neredeyse tek sey bess’in inanci. tanri’nin onu terk ettigini düsündügü anlarda bile o’nun yardimindan ve affediciliginden umudunu kesmiyor.
    filmin ikinci inanani bess’in esi, karisinin sevgisine, bu sevginin kendisini iyilestirebilecegine inaniyor. ne yazik ki jan’in (ayni zamanda bess’in) umudu gerçeklesirken bess’in hayati bitiyor. sanirim trier’in vermek istedigi mesajlardan biri de bu, “kazanmak istiyorsaniz karsiliginda degerli bir sey vermeniz gerekiyor.”
    karar veremedigim bir yer var, bess’in ölmeden önceki son “belki de her sey basindan beri yanlisti.” sözleriyle inancina bir hâlel gelip gelmedigi!

    bess'in yasantisini hz. isa ile özdeslestirebiliriz (trier neredeyse her filminde göndermelerde bulunuyor.) fakat bu özdeslestirme filmin degerini artirmadigi gibi, azaltmiyor da. bunu ögrenmeden önce de çile yolunu ve hz. isa’nin “tanrim, tanrim beni niye terk ettin.” dedigi ani hatirlariz ister istemez.
  • altını tekrar kalın kalın çizmek lazımdır ki; emily watson'la sinema tarihinin en büyük kadın oyuncu performanslarından birini izleten filmdir.
  • gerçekten dalga dalga geliyor ve aşamıyorsun. birisi gelip moralinizi fena derecede bozup, ardından toz oluyor. 159 dakikalık kanama. emily watson’un kameraya yani gözünüzün içine bakması kanamayı daha da hızlandırıyor. 3 kere izledim, yine izlerim. tavsiye falan etmiyorum bu filmi.
  • kameranin çoğunlukta omuz hizasinda kullanildiğini biliyorum ama kullanılan handycam olduğunu düşünmüyordum.emily watsonun oynadiği karakterin çıkışsızlığı, tanriyla olan diyaloglar içerileri tirmalarcasına süre geliyor.. film ve fragmanda kullanılan child in time in etkisini de unutmamak lazim.. filmin finalinide bu sikinti içerisinde gayet etkileyici bulmuştum..benim için sıkıntı yaratan film kötü film demek anlamina kesinlikle gelmiyor.. genede dalgalari aşmak ikinci kez izlemekden çekindiğim psikolojik filmdir..lars von trierin (bkz: avrupa) sınıda özellikle unutmamak lazım...önemli bir not emily watsonun ilk filmi...
hesabın var mı? giriş yap