• 2008 yılında oldukça vasat bir versiyonla hortlayarak tekrar hayatımıza giren vampir filmleri, sinema tarihindeki diğer örneklerine baktığımızda bugünkü mtv pornosu hallerinin çok aksine, derinlikli ve dramatik açıdan çok güçlü yapımlardır.özellikle gelmiş geçmiş her karaktere açık ara fark atarak tam 162 kere sinemaya konu olan dracula üzerine yapılanlar.yine de hiçbiri 19. yüzyılda bram stoker tarafından yazılan romandan yola çıkılarak yapılan ilk dracula uyarlaması 1922 yapımı nosferatu ve şimdiye kadar en çok yankı uyandırmış, hafızalara son derece ikonik bir dracula kazımış, tod browning tarafından 1931'de çekilen bela lugosi'li dracula kadar önemli bir yere sahip olamamıştır.bu iki filmin şanına yaklaşabilen, üçüncülüğe en yakın aday olan uyarlamaysa şüphesiz francis ford coppola'nın 1992 yapımı 'bram stoker's dracula'sıdır.

    coppola'nın her zamanki gibi büyük bir uğraş ve titizlikle çektiği filmi;sanat yönetimi, hikaye kurgusu, oyuncular ve efektlerdeki göz alıcılık açısından ilk sahnelerinden itibaren izleyicisini içine alıyor ve sürekli tekrarlanan bir tatmin hissi sağlıyor.renklerin o karikatürize hali ve film boyunca dozunu yitirmeyen ironik anlatıysa ayrı bir keyif veriyor.bir karikatür sanatçısı olan jim steranko'nun filmde 'project conceptualist' olarak görev yapmış olması da bunu daha iyi açıklıyor.

    kitaptan james v. hart tarafından senaryolaştırılan bu film aslında bir tv yapımı olarak düşünülüyorken, winona ryder'ın senaryoyu okuması ve onu godfather part 2'deki rol teklifini geri çevirdiğinden beri görüşmediği francis ford coppola'ya götürmesi sonucu işler değişmiş.coppola'nın senaryoyu beğenmesiyle ve filmin haklarını satın almaya karar vermesiyle hem ikilinin arasındaki buzlar erimiş,hem de o tarihe kadar jim jarmusch ve tim burton gibi ustalarla çalışmış olan ryder kendine bir başrol kaparak filmografisine bir potansiyel başarı daha eklemiş.filmin diğer rollerindeki isimler de birbirinden ilgi çekici.o güne kadar hep karizmatik ve etkileyici olmuş fakat hiçbir zaman yeterince yakışıklı olamamış dracula karakteri, bu filmde kitaptaki anlatısına da sadık kalınmayarak son derece yakışıklı bir gary oldman tarafından canlandırılıyor.coppola'nın olası dracula'lar listesindeki daniel day-lewis, keanu reeves, nicholas cage, huge grant(!), sting, ray liotta ve colin firth gibi isimlere bakınca oldman'ın çok iyi bir seçim olduğu aşikar.ne bebek yüzlü ne de fazla hırpani, tam kıvamında bir erkek olan oldman filmdeki o iç gıcıklayan harika aksanındaki ironi-inandırıcılık-etkileyicilik üçgenini hiçbir yerde bozmuyor ve baştan sona lanetlenmiş, acı çeken ve içindeki canavarla savaşan dracula'yı inanılmaz iyi oynuyor.öyle ki kitapta aşkı mina'ya kanını zorla içirirken filmde o buna karşı çıktığı halde mina'nın onun kanını içmek için diretmesi kitabın hayranları tarafından gelen yoğun homurtulara yol açsa da, böyle bir dracula karşısında da muhtemelen her kadının yapacağı bu olduğundan gayet yerinde bir karardır.filmdeki bir diğer önemli rolse efsanevi vampir avcısı abraham van helsing.coppola bu rol için fazla düşünmemiş ve halen 1991 yapımı kuzuların sessizliği'nin şanı üzerinde parlayan anthony hopkins'de karar kılmış.hopkins aynı zamanda dracula'nın hayatının aşkı elisabetha'nın ölümünün ardından yıkılıp kiliseyi reddedişi sahnesinde de papaz cesare'ı oynuyor.hopkins'in bu rol için aldığı en olumsuz eleştriyse aksanı yönünde olmuş.hollandalı olması gerekirken alman aksanıyla konuşan bir van helsing yarattığı için.aşk üçgeninin son köşesinde ise,dracula'nın aşkı elisabetha'nın reankarnesi(veya kendisi, ya da hayali) olan mina'nın nişanlısı ezik jonathan harper var.bu rol için coppola filmin 'genç kızlar tarafından hayran olunacak genç ve yakışıklı celebrity' açığını kapatmayı amaçlayarak keanu reeves'i seçmiş.o şapşal suratıyla ortalıkta dolaşarak bunu nasıl yaptığı tartışılır tabii.gerçi kendisi de yıllar sonra filmi izlemeye dayanamadığını itiraf ederek bu tartışmaya noktayı koymuş.filmde mina'nın en yakın arkadaşı ateşli ve flörtöz lucy westenra rolünde ise günümüzde jude law'la evliyken onun kendisini çocukların dadısıyla aldatması sonucu olaylı bir boşanma sürecinden geçmesi dışında hiç tanınmayan,bu filme kadar ve bu filmden sonra hiçbir kayda değer filmde oynamamış olan sadie frost.frost o dönem winona ryder'a fazlasıyla benzediği için onun en yakın arkadaşı rolünü alamayacağını düşünerek saçlarını filmdeki turuncuya boyayarak seçmelere katılmış ve rolü kapmış.onun dışında o zamanlar dünya çapında tanınmayan fakat şu anda ülkemiz de dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanından sayısız hayranı bulunan italyan aktris monica belluci de dracula'nın gelinlerinden biri rolünde.filmin süprizlerinden biri de reinfield rolündeki tom waits.kendisi hakikaten sadece sevenlerini salonlara çekmek için kullanılmadığını rolünün hakkını fazlasıyla vererek kanıtlıyor.

    kostüm, özel efekt ve makyaj dalında tam üç oscar sahibi olan film, devamlılık konusunda çuvallıyor denebilir.fakat sahnelerin göz alıcılığı bunun farkına varılmasını oldukça zorlaştırıyor.ayrıca o döneme ait olmayan objelerin bazı sahnelerde kullanılmış olması bir yana, yine o yıllarda henüz bilinmeyen madam curie'ye atıfta bulunuluyor ve bu gibi bir çok benzeri ufak hata mevcut.

    francis ford coppola'nın bence filmdeki en iyi seçimlerinden biri de özel efektleri bilgisayarla değil, eski bilindik yöntemlerle yapmaya karar vermesi.bu kadar masalsı bir filme bilgisayarla teknolojik ve yapay bir his katmak yerine, eski sihirbazlık numaralarına başvurması görsel kaliteyi arttırmış.bu kararı aldığında coppola'nın isteği karşısında hayrete düşen özel efekt ekibi,onun istediği efektlerin bilgisayar kullanılmadan yapılmasının imkansız olduğunu söyleyince kovulmuş ve yerlerine coppola'nın oğlu roman işe alınmış.böylelikle mavi duman sahnesi dışındaki hiçbir efekt post prodüksiyonda yapılmamış.örneğin jonathan'ın transilvanya yolunda haritaya bakarken yüzünde haritanın belirişi basit bir projektörle yapılmış.yine aynı yolda günlüğüne yazarken sayfadan geçen tren de dev bir kitap ve küçük bir tren maketi kullanılarak meydana getirilmiş.at arabasının şatoya yaklaşırkenki sahnesinde şatonun imajı da şatonun resminin bir cama çizilmesi ve bu camın kameranın önüne konmasıyla sağlanmış.meşhur ayna önündeki traş sahnesindeyse çok eski ve bildik bir yöntem kullanılmış; duvarda aynanın bulunması gereken yerde bir boşluk, boşluğun içinden bakan keanu reeves, bize sırtı dönük olan reeves'in dublörü ve yanında gary oldman,dolayısıyla oldman'ın görüntüsü aynaya yansamıyor havası verilmiş.dracula'nın londra'ya ilk vardığındaki sahneleri de gerçek bir (elle çevrilen) pathe kamerayla çekilmiş.ve daha bir çok özel efekt yine basit ama zekice yöntemler kullanılarak mümkün kılınmış.

    coppola sete ilk girdiğinde bir vampir için fizik kurallarının insan için olduğu gibi işlemeyeceği kararını vermiş böylelikle dracula'nın gölgesinin kendisinden bağımsız hareket etmesi kararı alınmış.aynı zamanda bu gölge her şeyin dracula'nın kontrolü altında olduğu hissi veriyor ve onun ürkütücülüğünü arttırıyor.farelerin tavanda ters yürüyebilmesi de bu değişen fizik kurallarının göstergesi.(bu sahne de yine tahmin edilebileceği gibi kameranın yere konulup daha sonra ters çevrilmesiyle elde edilmiş.)

    filmde ayrıca sayısız gönderme bulunur;bunlardan başlıcaları dracula fanatiklerini memnun eden ve nosferatu'ya gönderme olarak yapılan tabuttan dimdik kalkma sahnesi.zaten filmdeki bir çok detay da eski dracula'lardan alınmıştır.örneğin reinfield karakterinin romanla alakası yoktur ama nosferatu'dan başlayarak bir çok dracula'da vardır.gary oldman'ın o harika sesi ve aksanıyla söylediği “i never drink...wine.” repliği de daha önce birçok dracula filminde kullanılmıştır.odanın duvarlarından lucy'nin yatağına sıçrayan kan ise shining'e bariz bir göndermedir.kan kusma sahneleriyle de coppola'nın the exorcist'e gönderme yaptığı düşünülebilir.bunun dışında dracula'nın mina'nın gözyaşlarını elmas parçalarına çevirmesi de jean cocteau'nün 1946 yapımı la belle et la bete filmindendir.lucy'nin cam tabutunun pamuk prenses'ten olduğunuysa yine açıktır.

    filmin giriş sahnesinde,savaşın anlatıldığı turuncu/kırmızı-siyah ağırlıklı sahnelerle daha sonra dracula ve mina'nın ilk karşılaşmalarından sonra gittikleri sinema evindeki gölge oyunları neredeyse aynıdır.coppola önce baştaki savaş sahnelerini de kuklalarla çekmek istemiştir,daha sonra bu fikri sinema evi sahnesinde kullanmıştır.

    filmin yine önemli özelliklerinden biri de kurgusu kronolojik olarak ilerlemeyen ilk büyük bütçeli amerikan filmi olmasıdır.film,coppola'nın batmakta olan film şirketini kurtarma çabalarından bir başkasıdır ve bu konuda hayli yararlı olmuştur fakat bunu mümkün kılmak adına şerbeti amerikan seyircisinin nabzına göre vermiştir ve bu da romanın hayranlarını memnuniyetsizliğe itmiştir.her ne kadar o zamana kadar çekilen dracula'lar arasından kitaba en bağlı kalınanı olduğu söylense de senaryolaştırılma aşamasında bazı önemli noktalar farklılığa uğramıştır.örneğin mina'nın filmde dracula'nın karısının reankarnesi olması.filmde mina üzerinde bir elisabeta'nın ruhunun, dracula ile ikisini ebediyette birleştirmek üzere oluşmuş uzantısı iması vardır sanki.kitaptaysa mina sadece mina'dır.dracula aynı zamanda romanda yine acı çeken bir aşık olmasına rağmen daha vahşidir fakat filmdeki dracula nazik, neredeyse öldürmeye çekinen, mina'nın nişanlısı jonathan'a bile doğru düzgün bir kötülük yapamayacak kadar iyi kalpli bir kişiliktir.aynı zamanda dracula'nın gelinlerinin dracula gelmeden önce jonathan'a saldırışı, çıplak oluşları ve daha bir çok şey de kitapta geçmemektedir.

    bram stoker's dracula'yla ilgili bir diğer ilginç olay ise filmin dvd'sinin ek cd'sinde coppola'nın anlattığı mina ve harker'ın düğün sahnesidir.coppola'nın dediğine göre düğün sahnesi los angeles'ta bir yunan ortodoks kilisesinde gerçek bir rahip eşliğinde çekilmiştir.sonradan farketmişlerdir ki sahnenin çekimlerinde ryder ve reeves gerçekten evlendirilmiştir.
  • francis ford coppola, avrupa sanat tarzı içerisinde sinema ile opera arasında sıkı bağlar kuran, kurabilen son yönetmenlerden. özellikle italyan kökenli sinemanın operavari grandiyöz unsurlarını çok iyi kullanıyor. filmlerinde hikâyenin kurgusu da genelde bu yaklaşımından neşet ediyor. apocalypse now'ı düşünün mesela, tam bir opera-filmdir.

    bu girişi yapmamın sebebi, filmdeki kopuklukları anlamlandırmak. iyi bir operayı tanımlayan şey seyirciye aktardığı duygudur, coppola da bu filmde "güzel ve çirkin" temasını kullanarak, hem seyirciyi "çirkin"in iç dünyasına çağırmayı başarmış hem de "aşk" temasını merkeze koyarak dünyevî ile ilahî arasında bir köprü kurmuş. aktarmak istediği duygu da, iki insan arasındaki aşkın aşkınlığı. (aslında kont dracula'nın aşka kabiliyetindeki aşkınlık bu ama neyse...)

    burada kont dracula, kendisini ölümün kollarına bırakan karısını ebedî cennetten alıkoyan tanrının yasasına baş kaldıran bir "isyankâr" olduğu kadar, finalde "tanrım beni neden terk ettin?" diye soracak kadar da "tanrının çocuğu"dur. onun çağları aşan aşkı karşısında diğer fanilerin cezbeye kapılmasının sebebi de budur. bu sebeple biraz mina'nın bu aşka kul köle olmak dışında çaresi kalmaz.

    film baştan sona bir görsel şölen. bunu yaparken yeri gelmiş karakterleri karikatürleştirmekten çekinmemiş (bkz: van helsing), yeri gelmiş sahneleri alakasız biçimde kurguda arka arkaya oturtmuş. kitaba en sadık kaldığı nokta, çok sayıda farklı anlatıcının bizi oradan oraya sürüklemesi. her karakterin temsil ettiği belli başlı duygular var ve bunlar doğru formülle arka arkaya geldiğinde, filmin asıl çatısı da ortaya çıkıyor.

    başyapıt mı? değil. ama izlerken duygusal/ruhsal bir yükselme yaşatıyor insana. üstelik bunu korku janrının içinden geçerek yapması, karmaşaya sürüklüyor bizi. ölümsüzlük ve aşk, en büyük arzularımızın başında geldiği kadar, en büyük korkularımızdan da ikisi neticede.
  • http://www.youtube.com/…mfszfs6s3si&feature=related

    "edward'a aşığım ölüyorum geberiyorum onun için ühühü" diye zırlayan ve her yerde bıkmadan kafa şişiren yeni yetme kızların sadece bir sahnesini` :yukarıdaki link`, bir repliğini(bkz: mina see me) izleyip vampirlik ve aşk teması layıkıyla nasıl işlenir görmeleri ve kafalarını kayalara vurmaları gereken, derin ve tutkulu yapıt.
  • abazan ingiliz erkekleri ile, hoppa karıların buluştuğu film. efendim hikayemiz salak bir başlangıç yaparak osmanlı'ya karşı cengaverce savaşan vlad tepeş'den bahsetmiş. sonra vay efendim karısı intihar etmiş, bizim vlad'da halil sezai misail isyeaaan diye bağırarak ortalığı ayağa kaldırmış. sonra zaman içerisinde bizim vlad güzel ortam yapıyor şato'da, 400 yıl biriktirdiği emekli maaşı sayesinde londra'dan emlak alıp kiraya vermeye karar veriyor. lavuğun biri gidiyor en gözlüklü o olduğu için çok kolay conta yakıp geri geliyor. gelir gelmez emlakçı dayı bu sefer keanu reeves'i gönderiyor. buraya kadar film benim için gerçekçiydi ama buradan sonra olamadı. çünkü keanu reeves filmde hukuk fakültesi mezunu cillop gibi bir avukat, niye ev göstermek için emlakçının yanında ev gösterip çıraklık yapıyor. geç icraa avukatı ol, on numero iş abicim arada ihalelerede eşi dostu sokarsın, çok rahat köşe olursun. neyse keanu reeves abimiz londra'da ki evi göstermek için tee translinvanya'ya gidiyor (mantık hatası 2). benim bildiğim emlakçıya gidilir, emlakçı ilk araba var mı abi diye sorar varsa pişkin pişkin senin arabana biner bide arabana bok atar. neyse sonra keanu reeves abimiz, vlad ile karşılaşıyor selamlaşma bir şeyler. sonra sofraya oturuyorlar vlad niyetli olduğu için yemiyor, keanu reeves abimizde seferi kontenjanından yararlanarak vlad'ın önünde götürüyor kuruynan, pilavı.
    keanu reeves çok pis boğaz olacak ki adamın tipine, sıfatına bakmıyor bir emmiymişcesine benimsiyor vlad'ı şerefsiz. halbuki vlad diyip emmi yerine koyduğu adam böyle salak bağırmalar, geğirmeler, pelerinle dolaşmalar, damda yürümeler vs. her türlüğü itliği hayvanlığı yapıyor. bizim salak keanu hala beyim bak güzel yerden alıyorsun evi, hastaneye falan yakın ayaklarında. sonra vlad atarı koyuyor bir ay benle kal annemle babam yazlıkta diyor bunu ikna ediyor. sonra vlad'ın şatoda yaptığı güzel ortam ortaya çıkıyor adam masraftan kaçınmamış gitmiş monica belluci'yi getirmiş. o görüntüler bir acayip çirkin şeyler var kanlı, manlı nasıl bir iç dünyası varsa bram stoker'ın hafif oryantalist ezgiler eşliğinde garip olaylar cereyan ediyor.
    vlad gözünü bizim keanu reeves'in uzatmalı nişanlısına göz dikiyor, yok efendim bunun merhum eşinin aynısıymış bişeyler bişeyler. bizim saf emlakçı çırağı avukat keanu reeves'de monica belluci'nin önderlik yaptığı tarikata emanet ediyor, zaten lavuk yalandan kurtulmak istiyorum falan diyor yoksa keyfi yerinde.

    vlad gemide yolculuk yaparken bir teşkilat kuruyor bak ben orasını anlamadım. bu keanu reeves'in manitusu mina'nın zengin, hafif kaşar bir arkadaşı var lucy ona kıllı yaratık gönderiyor. onlar halvet oluyor sonra o hafif kaşar arkadaşına bir şeyler oluyor. ben ilk gördüğümde lucy'i damper gibi karı buna hiç bir şey olmaz derken kıllı yaratık bunun bünyeyi altüst ediyor. bu heralde hastalık kapıyor yaratıktan tez vakitte toprağa kavuşuyor derken bir baktık ki ingiliz sosyetesi gömmüyor kızı. lahit içine yerleştiriyor, sonra vay efendim kız ölmemiş, ölmez tabi. toprağa gömecen sen onu öyle defin mi olur.
    bu arada vlad bi yandan mina'nın kankisi oluyor. vlad değil sanki şerefsiz kız kankisi meriç. yok bu konuda canıtın sana hata yaptı demeler, yemeğe çıkıp dedikodular, ortak tatil planı yapmalar falan bildiğin iş koyuyor. neyse canıtın lakaplı keanu reeves'i her halde kan tutuyor bir şekilde kendini romanya'da kiliseye atıyor kendini. ben kan tuttu herhalde dedim yoksa o güzel ortamı kimse bırakmaz. hee bak doymuşta olabilir ünlüler falan doyup gay oluyor ya gerçi bu gay olmuyor. neyse kızı yanına çağırıyor öküz tee ebesinin nikahına orada bir ortodoks düğünü ( mantık hatası 3 bunu da anlamadım romanya katolikti en son). olaylar böyle cereyan ederken lan canıtın reeves'in saçları beyazlamış. herhalde yönetmen arabesk filminde ki şener şen'e selam çaktı. bu arada tıp ve ilahiyat fakültesini çift anadal yaparak bitiren anthony hopkins'den bahsetmedim. o çıkıyor birden ortaya abraham van helsing ismiyle yahudi mi, hollandalı mı, ingiliz mi, doktor mu, papaz mı, laz mı ne olduğu belli değil şerefsizin. bunun gözler fıldır fıldır bir şekilde takıyor peşine elemanları kızıda alıyorlar düşüyorlar vlad'ın peşine. canıtının zevcesi ile bir ara yalnız kalıyor ona musallat oluyor bu van helsing şerefsizi. nereden baksan 100 yaşına gelmiş, yaşıtları camide tespih sallıyor bu hala milletin karısına, kızına musallat oluyor. sonra vlad falan geliyor bişeyler oluyor, mina adlı kevaşede gidip aman vladıma dokanmayın gibi birşeyler zırvalıyor. canıtın'da bakıyor van helsing in üstü başı dağınık bu karı azmış durduramayız burada bırakalım der gibi bir şeyler diyor. sonra vlad, mina ve vlad'ın karnında ki kılıç şatoda şömünenin başına geçiyor. orada hafif duygusallık vermeye çalışmışlarda ulan o vlad'ın o tipiyle ne duygusallığı olur mina onu öptükçe benim midem kalktı. sonra mina bi manyaklaştı aniden kafayı falan kesti vlad'ın orada bitti. sonu sanki olmamış...
  • gary oldman kan icen bir canavar yerine aci ceken bir asigi hakkiyla oynayarak en iyi dracula olmustur bu filmle.
  • winona ryder'ın mina rolünde oynadığı,gary oldman'ın aştığı, keanu reeves'in sıçtığı süper film.en etkileyici sahnesi dracula(gary oldman)nın mina'ya "see me ..see me now" diyerek attığı enfes bakış sahnesidir.
  • turklerin heryerde karsiniza ansizin cikabilecegini hatirlatan film.
  • 1992 yapımı
    francis ford coppola'nın yönettigi
    gary oldman'ın en önemli performanslarından birini gösterdigi
    keanu reeves'in oyunculugunun eleştirmenlerce donuk bulundugu
    aslında vampirleri diil aşkı anlatan
    ve hayatımın filmi olan sanat şaheseri...

    edit: turkce'ye cevrildi
  • en sewdiim sahnesi aşaıda yazılı olan film..

    mina: yes, my love, you found me.
    dracula: my most precious life.
    mina: i've wanted this to happen. i know that now. i want to be with you always.
    dracula: you cannot know what you are saying.
    mina: yes, i do. i feared i would never feel your touch again.
    i thought you were dead.
    dracula: there is no life in this body.
    mina: but you live! you live! what are you? i must know!
    you must tell me!
    dracula: i am nothing, lifeless, soulless, hated and feared. i
    am dead to all the world...hear me! i am the monster the
    breathing men would kill. i am dracula.

    mina beats at dracula

    mina: no! you murdered lucy! (she collapses in his arms) i
    love you. oh, god forgive me, i do. i want to be what you are,
    see what you see, love what you love.
    dracula: mina, to walk with me, you must die to your breathing
    life and be reborn to mine.
    mina: you are my love and my life always.
    dracula: then i give you life eternal, everlasting love, the
    power over the storm and the beasts of the earth. walk with me
    to be my loving wife forever.
    mina: i will. yes, yes.

    dracula drinks from mina
    he opens a vein in his chest

    dracula: mina! mina, drink and join me in eternal life.

    mina drinks
    dracula suddenly pushes mina away

    dracula: no, i cannot let this be.
    mina: please, i don't care. make me yours.
    dracula: you'll be cursed as i am and walk through the shadow
    of death for all eternity. i love you too much to condemn you.
    mina: then take me away from all this death!
  • keanu reeves yerine kesinlile j. depp in oynamasi gerektigine inandigim film.
    the children of the night
    can you hear what sweet music they make...
hesabın var mı? giriş yap