• ringdeki iki insandan birinin ayakta kaldığı, diğerinin kalamadığı...

    genellikle yenmek/kazanmak üzerine kurulu olan spor dalları arasında, bu yönüyle en gerçekçi bulduğum spor dalıdır boks. efendim delikten top geçecekmiş, kimin topu fileyi aşacakmış, kim daha hızlı koşacakmış falan... yenmek için bu kadar takla mı atılır?!

    "şimdi işte sen ve ben varız... ya sen düşeceksin ya ben!"

    bu basit felsefesi, kendisini bir spor dalı olarak gözümde, diğer tüm sporlardan daha üstün yapmaktadır. sanki böyle, hayatın o basit sırrını çözmüş gibi... ben henry chinaski'yi de bu yüzden severim biraz... dayak yediği bir kitabın sonunda, "bildiğim tek şey, ne olursa olsun ayakta kalmam gerektiğiydi" benzeri bir cümle kurabildiği için. sonunda hayat, sadece ayakta kalabilmek için harcanan bir emek... ve boks, bana hayatın kendisini hatırlatan tek spor dalı.

    entry'ye çok ciddi başladım sanki... oysa derdim, küçük bir boks kariyeri hikayesi anlatmaktı kendimle ilgili. öyle şampiyonluklar, büyük maçlar falan değil tabii... kısa süren, yerde biten bir hikaye. işte bu, si murg'un vietnam'da düşüşünün hikayesidir...

    ikibinli yıllar başlamış... ünlü boksör si murg, bilim mi sanat mı ikilemi arasında kalmıştır. karar veremeyen dünyaca ünlü genç boksör, ilgilendiği bilim dalının da, sanat dalının da farklı üniversitelerde master programlarına başlamıştır birer yıl arayla... o tarihlere kadar gül gibi geçip giden hayat, master dersleri ve özelikle tez yazım sürecinin başlamasıyla kabusa dönüşmüştür. "sigara sigara çay sigara" diyen şarkıdaki sigara, gün geçtikçe daha fazla içildiğinden, genç boksörümüz bu sıkıntısını yakın bir arkadaşıyla paylaşmaktadır sürekli. bir gün arkadaşı "buluşup iki tek atalım" der... iki tek atılan o gece alınan kararlar, bu isimsiz gencin boks kariyerini başlatacaktır kısa süre sonra...

    - çok sıkıldım abi, bildiğin gibi değil.
    - hadi yaa...
    - evet abi. o değil, deli gibi sigara içiyorum.
    - abi o dert bende de var ama buldum ne yapacağımızı...
    - ne yapacağız abi?
    - boks!
    - ya yürü git...
    - abi boks yapmayacağız tabii. boks antremanlarına katılacağız sadece.
    - nasıl olacak?
    - beşiktaş'ta, inönü stadyumu'nun altında.
    - nasıl ya?
    - orada çalışıyor abi beşilktaş boks klübü. dışardan ayda yirmi milyon lira verip katılabiliyorsun istersen...
    - yirmi milyon mu?!
    - evet abi, şaka gibi...
    - gidelim o zaman abi... bahane olur, sigarayı bırakırız.

    kayıt yaptırılır, eve bal alınır, limon alınır... ballı limon hazırlanır antreman öncesi falan... sonra beşiktaş-inönü'ye gidilir ve stadyumda 1200 metre koşulur antreman günleri. sonra aşağı inilir ve gölge çalışılır. gölge sonunda torba ile bir amatör maç süresi kadar boks yapılır. rutini bu kadar...

    "abi destan gibi yazıyorsun ama kaç yıl yaptın sen bu sporu?" diye sorabilirdiniz bunu size yüzyüze anlatıyor olsaydım.
    "sadece 2 ay" cevabım lütfen konsantrasyonunuzu bozmasın yazıya dair...
    burada size, palmiye ağaçları altında, uzaktan gelen silah ve helikopter sesleri arasında biten bir boks kariyerinden bahsediyorum...

    salondaki antrenör, rocky'nin antrenörü mickey'nin birebir kopyasıydı. abartıyorsam namerdim. karakter falan da aynı... yüzü gülmez, sürekli eleştirir. günün sonunda yaşlı ama karizmatik bir boksör. bir gün geldi bu yanıma, "senin yaşın genç olsaymış, sende iş varmış aslında" dedi. o an fonda bir şarkı çalmaya başladı benim beynimde. bilimmiş, sanatmış falan... yalan bunlar aga moduna girmişim, hayali düşmanım kum torbasına olanca hırsımla girişiyorum. ya sen ayakta kalacaksın, ya ben. işte hepsi bu modundayım. tahmin etmek zor değil tabii... amatör maçların süresi üzerinden devam eden maçımızın sonunda, torba yerinde sapasağlam dururken, ben yerdeyim. nefes almakta zorlanıyorum. ama gururluyum arkadaş. ne de güzel söylüyor fonda elin gavuru... eye of the tiger... vur sazın teline amına koyayım, bağrımız yanmış!

    çıkıyoruz antreman günleri stadyumdan... kapşonları çekiyoruz kafaya. taksim'e çıkıp parktan, metroya biniyoruz gayrettepe'ye gitmek için. eğer ikibinli yılların başında, mecidiyeköy metrosunun merdivenlerini koşarak çıkan iki tiple karşılaşmışsanız, onlar olasılıkla bizizdir. eğer bu iki tip, son basamağı da çıkıp, yol seviyesine ulaştıklarında, elleri havada, oldukları yerde, "adriaaaan! adriaaaan!" diye zıplıyorsa, o zaman o iki tipin biz olduğumuzdan kendi adınız kadar emin olabilirsiniz.

    sigarayı bırakıyoruz. sigaraya 16 yaşında başlamış bir insan olarak, nefes alabildiğimi hissediyorum. üzerine bir de boks antremanları eklenince, kendimi uzun zamandır ilk kez sağlıklı hissediyorum. hoşuma gidiyor bu durum. tez çalışmalarıma da faydası olduğunu, daha disiplinli çalıştığımı da ekleyeyim ama konumuz bu değil... konumuz hızla yükselen boks kariyerim ve işte o kariyerin kilometre taşlarından bir gün...

    arkadaşla inönü'deyiz yine... keyfimiz yerinde. koşuyoruz stadyumda. sonra inip gölge yapıyoruz. gölge sonrası tam torbalara yönelirken, mickey bağırıyor; "herkes ringe!" işte kariyerimde ilk kez ringe çıkacağım. gerçi 20 adam birden çıkacağız ama olsun... ringe doğru, şarkı eşliğinde slow motion yürüyorum. salonda binlerce, tüm dünyada milyonlarca insan ekran karşısında beni alkışlıyor. patlayan flaşlardan, ben ringe doğru yürürken, eldivenlerime dokunabilmek için, onlara bir el vermem için uzanan hayranlardan bahsetmeye gerek bile duymuyorum bu aşamada...

    ringdeyiz. mickey "herkes eşleşsin" diyor. biz arkadaşla eşleşiyoruz. mickey diyor ki, "sakin olun, birbirinizi hırpalamayın. basit bir dövüş olsun" herkes ringde olduğundan, hareket etmemiz de pek mümkün değil. insanlar alışık duruma ama biz ilk defa ringdeyiz. bir kaç saniye diğerlerini gözlemleyince anlıyoruz ki, basit ve hafif direkler atacağız birbirimize... başlıyoruz. önce bi sol, yine sol... sonra bi sağ ve onu takip eden bi sol daha. gelgelelim, ben 2. raundda, bir şarkı daha duymaya başlıyorum beynimin içinde. gerçekle bağlantım kopuyor yine...

    mickey köşeden bağırıyor.
    "öldür onu si murg, öldür onu"
    direği çakıyorum ivan'ın burnuna...
    ivan diyor ki, "abi sakin ol"
    "bu apollo için" diyerek bir tane daha sol çıkartıyorum ivan'a...
    "baba acıyor lan, manyak mısın" diyor ivan.
    bir sağ, kroşe bu sefer...
    "si murg manyak mısın olm" diye sol çıkartıyor kaşıma doğru ivan.
    çok acıyor...
    mickey bağırıyor ama köşeden, "acı yok rocky acı yok"
    "öldün sen ivan" diyorum, basıyorum solu burnuna...
    ivan sarılıyor, "abi sikerim bak, allah yarattı demem tekme tokat girişirim" diyor.
    kendime geliyorum.
    mickey geliyor yanımıza, "daha sakin gençler, siz burada çorbadansınız, hehe" diyor.

    duş alıp çıkıyoruz inönü'den... taksim'de içeceğiz arkadaşlarla buluşup. yolda yürürken...
    "abi niye o kadar sert vuruyordun?" diyor arkadaş.
    "şarkılardan oluyor abi" diyorum.
    "ne şarkısı abi, şarkı çalmıyorki hiç salonda" diyor.
    "çaldığı kadar işte" diyorum.
    "efendim?!" diyor.
    "pardon ya, bi daha olmaz" diye geçiştiriyorum.

    fazla uzatmak istemiyorum. salonda bir tane de zenci çalışıyor. adam mike tyson'ın genç ve hafif siklet olanı. lisansüstü öğrencisiydi o da sanırım. salondaki herkesten başka ama eleman... kibar, güleryüzlü ama çok iyi boksör. mesela bak şu alet var ya, bu aletle filmlerdeki gibi çok seri çalışmak mümkün değil. ben buna bir vuruyordum, sonra bir daha vurabilmek için en az 20 tane boşa sallıyordum. salondaki o kadar sporcu arasında, söz konusu aletin hakkını veren tek sporcu bu zenciydi. sessiz, kendi halinde bir eleman... niye mi anlatıyorum bunları?! bir gün mickey dedi ki, "hey si murg, gel bakalım"

    ringde mickey ve zenci var. yürüyorum onlara doğru. boks kariyerimin ikinci ayı.

    "efendim hocam"
    "hafif bi çalışma yapın beraber" diyor.
    "nasıl ya?!" diye geçiriyorum aklımdan...
    "fazla sert olmayın" diyor mickey.
    lan ne serti, benim dizlerim titriyor. o değil şarkı falan da çalmıyor beynimin içinde. şarkılar bile susmuş.

    arkadaşım da gelmiş ringin kenarına... ona bakıyorum. slow motion kafasını iki yana sallıyor. slow motion'da ses olmadığından dudaklarını okuyorum, "nooooooooooooooooooooooooo" diyor. ama yapacak bir şey yok artık :((

    mickey "boks" deyip çekiliyor. daha geçen gün köşeden "öldür onu, acı yok" diyen mickey gitmiş, yerine bambaşka bir mickey gelmiş. oysa biz seninle ne acılar paylaşmıştık mickey... rahmetli apollo için az mı ağladık beraber?! :((

    zenci hareketsiz duruyor karşımda. o kibar adam gitmiş, resmen bir psikopat gelmiş arkadaş. ifadesiz ifadesiz bakıyor. vursam mı vurmasam mı... lan her gün selamlaştığımız adam sonuçta. ayıp yani, vurulur mu elin adamına. bu böyle duruyor hareketsiz... bir tane sol vuruyorum. yine hareket yok elemanda. hayatımın hatasını yapıp, hareket olsun diye sol/sol/sağ/sol kombosuna çıkayım diyorum. adam ne de olsa vurmuyor. çok kibar adam sağolsun. sol direği atıyorum... sonra yine bir sol direk... sağı açtığım an, işte o an... eleman bana bir aparkat çıkartıyor!

    adrian elleriyle yüzünü kapatıyor ring kenarında... kıyamam ona ben. arkadaşım atıyor kanlı havluyu ringe ama artık çok geç... dünyaca ünlü boksör si murg, ben yani, yine bir slow motion sahnede arkaya doğru devriliyorum... koca bir çınar gibi :((

    felç olmuş gibi yerde yatıyorum. açıyorum gözleri, kendi nefesimi duyuyorum derinlerden... echolu falan böyle. palmiyeler falan da var... silah sesleri geliyor yakından. uzakta bir helikopter sesi.

    "hey man, r u allright?!" diyor arkadaş kadrajıma girip... ama sesi çok uzaklardan geliyor sanki.
    "siktiğimin vietnamlısı vurdu beni" diyorum.
    "stay with me man, stay with me" diyor arkadaş.
    "artık çok geç, beni bırakıp kaç, kendini kurtar" diyorum.
    "baba ne vietnam'ı, ne kurtarması..."
    "did my time, took my chances buddy" diyorum.
    "hocam ambulans mı çağırsak ühühühühüh" diyor arkadaş mickey'e.

    biraz sonra toparlıyorum kendimi. ballı limonlu içeceğimden içiyorum kenarda... zenci arkadaş geliyor üzgün üzgün.
    "sorry man" diyor...
    "bana fair play ayağı çekme lavuk, öldürüyordun lan az kalsın" demek istesem de, diyemiyorum tabii.
    "önemli değil arkadaşım" diyorum.

    son kez çıkıyoruz bir daha dönmeyeceğimiz o köhne salondan. kapşonları çekmişiz yine. hafif bi yağmur, bir sonbahar akşamı... fahişeler, pezevenkler, katiller karışmaya başlamış yine şehre karanlıkla birlikte. uzaklarda bir yerde köpekler havlıyor. düşmüşüm ben o akşam. knock out olmuşum. hayata karşı guardı düşmüş bir boksör gibiyim artık... *

    sonuçta şaka bir yana, ne ring, ne boks, ne de antreman... kapşonu kafaya çekip, kendi dünyamda yaşadığım iki aylık rocky tribi paha biçilemez...

    - bize göre değil abi...
    - haklısın.
    - sigara mı alsak?!
    - alalım.
  • aşağıda anlatacaklarım ilk ring tecrübemden aklımda kalanlardır. kısa olursa kusuruma bakmayın. aklımda sadece onlar kalmış olabilir. kolay değil, başım hala ağrıyor! ne eksik ne fazladır.

    aslında yazıya "beni şu inşaatta bi siktiler, bi siktiler" gibi bir giriş yazsam aşağıdakileri okuduğunuzda bu girişin abes kaçmadığını farkedersiniz. ama ben daha kibar olacağım.

    öncelikle şunu söyleyeyim ki, öyle karşılık vermeyip sizin vurmanız için el pençe divan duran kum torbasına vurup "ooo acaip güçlü yumruklarım var" diyenlerin 1,2,3,4,5 hatta 5555 kere durup düşünmeleri gereken bir spormuş(bkz: kendimden biliyorum). atalarımız ne güzel demiş, el yumruğu yemeyen kendi yumruğunu balyoz sanırmış diye. kum torbasına vurursun, vurduktan sonra kum torbası üzerine gelince sağa sola eskiv yaparsın. zannedersin ki karşıda adam olsa yumrukları boşa çıkar böylece. ama öyle olmuyormuş işte. elin oğlu koyuveriyor kroşeyi çeneye. sonra groki vaziyette boşluğa iki adım atar halde buluyor insan kendini. groki ne ola derseniz, yarı beyinsiz olma hali gibi birşeymiş. onu da öğrendim, hem de yaşayarak. dünya, bünyeye ve yenilen yumruğun şiddetine göre takriben 1-2 saniye kadar kararıyor. bu durum çeneye yenilen yumrukta ortaya çıkıyor. bir de çeneye alınan yumruk kulak ağrısı yaptı ilk gün. guard pozisyonunda ise rakibin 8 onsluk incecik eldiveni ile kafanıza bir dare alırsanız, önce kafanızda bir acı duyarsınız, ardından darbeyi aldığınız tarafta bulunan gözünüzün dibinde bir flaş patlar, sonra dünya 1 saniyeliğine kararır. 5 saniye sonra da kafanızda bir yumurta belirir. neden diye sormayın, hikmet-i hüda! efendim bir de meşhur kombine yumruk çalışmaları vardır. en önemli tavsiyem, hepsini unutun! zira öyle kolay değilmiş o işler. siz sol aparkat, sol kroşe, sağ direk kombine planınızı uygulamaya koyduğunuz anda olacak olan şudur; sol aparkatı çıkarırsınız, rakip kendi soluna kaçar, sağ direği geçirir. nereden biliyorum? tabi ki kendimden!

    tüm maç boyunca iki kez grokiye düştüm, bir kez de grokiye düşürdüm. köşelere sıkışmak tehlikeliymiş. ben sıkıştım. iyi bir dayak yedikten sonra nasıl olduysa sağa kaçıp sağ kroşe vurdum, hedefi tuttu. rakibin gözlerinin 2 saniye boş baktığını gördüm. kimbilir ben ne hale gelmişimdir. ama köşe tehlikeliymiş.

    bir de play station'da fight night diye bir oyun oynardık. harika bir oyundu zaten ama artık gözümde devleşti. oyun resmen gerçek gibiymiş. flaş patlaması, etrafın kararması, yorgunluk belirtileri falan.

    böyle işte, diyeceklerim bunlar.
    sağlıcakla kalın.
  • hoca faktörü çok önemli.

    evet, dan diye girdim konuya kusura bakmayın. hoca vardır, dersinize girer geç der torbanın karşısına sol sağ direk sol kroşe, sol direk sol direk sağ aparkat vs vs yani nasıl anlatsam tek düze bir idman verdirir size. hoca var ellik tutar, aman elime bandaj sarmadım yavas vur parmaklarım kırılmasın der, hoca vardır e hadi sparringe gel hoca dersiniz ya simdi beni terletme der...

    bir de "hoca" vardır, torbanın karsısına gec der, torbaya o da yapısır sizle beraber idmana aktif katılım sağlar, kombinasyon calısmanızda hatalarınızı direk söyler, ısrarla yanlısa devam ederseniz durdurur bir daha söyler, kafanıza sokar kısacası. hadi ellik der, sizin sınırlarınızı zorlar, hadi son tur der o tur en az 5 set daha devam eder... hoop dur bakalım nereye gidiyorsun der?! gec bakalım sparringe hadi sol sag direk hadi geriye kacarken ayaklarına dikkat et hoop dirsekler kapalı hop o hop bu..

    illa pro sporcu olmak zorunda degilsiniz. semi- amator olsanız dahi bu sporu yapmanızı tavsiye ederim. cardio idmanları ile sıkı bir vucuda sahip olabilirsiniz. sokak icinse ideal sporlardan birisidir. cogu kavgada yumruklar ile iş biter, duzgun bir 9 aylık boks idmanı size uzun omurlu bir guvenlik tesisatı saglar kanımca.

    fazla kiloluyum nasıl yapıcam demeyin? fazla kasmadan yavastan baslaya baslaya 3 aya kalmadan ne kadar fark ettigini gorursunuz. şınavlarınızın mekiklerinizin tekrar sayılarının ne kadar da arttıgını fark edersiniz.

    kadınsınız ve hem spor yapayım vucudum sıklaşsın hem de sokakta kendimi savunacak bir spor olsun diyorsanız düzgün bir salon bulun, yazılın. düzgün - temiz ve serserilerin cirit atmadıgı spor salonu cok önemli. eger biraz fazla paranız varsa özel derse yönelin.

    ama unutmayın, hoca varrr "hoca" varrr... iyice araştırın, referans bakın, hiç pişman olmazsınız.

    boks bir, muay thai iki.. bu sanatları yapan her sporcuyu cok sert- psikopat vs vs zannedersiniz, alakası yok. herkes pro degil a dostlar, gidin salonları gezin, her yaştan her kesimden insan var. herkes tv lerdeki - fimlerdeki gibi sert ve pro değil. yetenekli değil. mükemmel yapmak zorunda değilsiniz ama düzenli yaparsanız mükemmele yakın olabilirsiniz.

    deneyin, karadayı kuzey izleyin ama boks da yapın.
  • abd'de "beyazları dövebilmenin tek yolu" olduğu gerekçesiyle siyahların azmederek epey yol aldığı spor dalı.
  • her ne kadar çoğu insan spor olarak görmese de, bence bu dünyada var olmuş en güzel spordur. kendi içerisinde bir bilimi vardır bile denilebilir. hatta sweet science da derler boksa. boksun teknik detaylarını, yani footwork olsun, eskivler olsun, paratlar olsun ringe güzel bir şekilde yansıtan boksörlere yani bu tatlı bilimi çok güzel uygulayan kişilere de sugar lakabı verilir. ray leonard, ray robinson ve shane mosley örnek gösterilebilir buna.

    zaman içerisinde evrimleşmiş, temel boksun üstüne boksörlerin kendi yeteneklerine göre ekledikleriyle bir sürü stili ortaya çıkmıştır. floyd mayweather jr'in uyguladığı shoulder roll, mike tyson'un uyguladığı peek-a-boo gibi stiller vardır. roy jones jr gibi keskin reflekslere sahip boksörler neredeyse gard almadan dövüşürken, kimi boksörler -mike tyson, thomas hearns- gardını sürekli yukarıda tutar, kimi boksörler ringin bütün alanını kullanıp -muhammad ali-, rakibiyle arasına mesafe koyup uzun kollarının avantajını kullanıp rakipleriyle uzaktan dövüşürken, kimi boksörler yavaş ayaklarına, ortalama reflekslerine rağmen -george foreman- insanüstü güçleri sayesinde bu sporda başarılı olmuştur.

    jack johnson'un jeffries ile yaptığı ve boksu aşıp zencilere karşı yapılan ırkçılığa dokunan maç, joe louis'in schmeling ile yaptığı amerika-almanya savaşı tadındaki maç, george foreman'ın olimpiyatlarda altın madalyayı aldığında kaldırdığı amerikan bayrağı-siyah panterlerin olimpiyatlardaki yumruk eylemi, cassius clay'in muhammad ali olması ve zencileri peşinden sürüklemesi gibi daha bir sürü maç ve olayla sporun dışına defalarca taşmıştır. jack dempsey, rocky marciano gibi bir sürü idol çıkartmıştır.

    öğrenmesi ise epey zordur. dışarıdan sadece kavga eden iki adam gibi görünse de, adımlaması, refleksleri geliştirmesi, yumruk atarken gelen yumruklardan korunmak, rakip kısaysa mesafeyi korumak, uzunsa mesafeyi kapatmak, rakibi baskı altına almak daha doğrusu bunların her birini öğrenmek epey zaman ve sıkı çalışma gerektirir. ama gel gelelim boks yapmak, izlemekten çok daha zevklidir. uzun bir rakibin direklerinden kaçmak için açı değiştirmek, saniyeden kısa sürelerde çıkan yumruklardan kafa hareketleriyle kaçmak ve yakaladığın bir anlık boşluğu rakip kapatamadan değerlendirmek bunları başardığınızda insana inanılmaz bir haz verir.

    muhammad ali

    shoulder roll

    peek-a-boo

    özetlersem, bana göre bu dünyadaki en güzel spordur.

    bir de birkaç boksörün hikayesi için:

    (bkz: george foreman/@ucuz pringles)
    (bkz: joe frazier/@ucuz pringles)
    (bkz: joe louis/@ucuz pringles)
  • dalgın, durgun ya da düşünceli olduğumda "boks!" der, gardını alırdı. hüzünlü halleri sevmezdi hiç babam. onun "omuzlarını çökerten, yüzündeki neşeyi çalan o hayat denen ağırlığı kaldır at omuzlarından" deme şekli buydu. "boks!"
    yanıbaşımda havaya savurduğu sağlı sollu kroşeler, aparkatlar sonrası kendime gelip ayağa kalkar, gardımı almak zorunda kalırdım. yanlışlıkla vurur da canım yanar korkusuyla kaçmaya yeltenir fakat hep yakalanırdım, onun çevikliği karşısındaki perişan halime bakar gülmekten kırılırdım. hiç durmazdı babam, bense artık kaçamayacağımı anladığım anda dik durup hamle yapmak zorunda kalırdım. hep o kazanırdı gerçi ama pes etmekten vazgeçip karşısında durmaya başladığım anda aslında ben de kazanırdım. "boks!" demek "durma, kalk, kaç, gülümse, geri dön, dövüş, yenil ama kazan!" demekti onun dilinde. ringde de, hayatta da çok darbe aldı lakin ikisinde de nakavt olmadı hiç. hayata da dimdik ayakta veda etti zaten...
    şimdi ne zaman boks kelimesini duysam, önce kalkıp etrafa bakıyorum mal mal. tam boyun büküp yerime oturacakken bu sefer o bağırıyor davudi sesiyle, "boks!" ... kalkıp gölgemle dövüşüyor, havaya kroşeler savuruyorum. biliyorum, yanıbaşımda ve gülümsüyor...
  • yapan kisiden onemli olcude ozveri isteyen bir "dovus'' sporudur. boks yapan kisiler genellikle dovusmek terimini kullanmaktan kacinirlar, dovusmekten ziyade boks yapmak diye hitap ederler. boks gunumuz ''modern'' insaninin insan iliskileri konusunda ogrendikleriyle celisir. kisiye ogretilen sorunlari konusarak cozmek prensibine son derece aykiridir. bu yuzdendir ki insanlar boksa basladiklarida yumruk atmaktan cekinirler veya yumruk yemekten korkarlar, bu korkuyu yenmek zaman ister ve asildiginda ise aslinda yumruk yemenin okadarda can acitmadigi anlasilir.

    boksu ogrenmek bu noktada baslar ve once kitabina gore yumruk atmak ve yumruklardan korunmak ogrenilir, daha sonra hareketler kisinin kendi tarzina ve fiziksel ozelliklerine gore degisebilir. yumruk atmayi ogrendikten sonra kombinasyonlar ogrenilir, bunlarida yeterli derecede ogrendikten sonra is boks yapmaya gelir. bu noktadan sonra isin oyun kismi baslar eger kisilerin spor ahlak ve anlayisi gelismisse bunu oyun olarak algilar ve oyunun amacini ''karsindakinden hizli olup olabildigince fazla puan almak'' olarak tanimlar ama eger kisi spor ahlak ve anlayisindan mahrum ise oyunun amacini ''karsimdakinin canini ne kadar yakarsam okadar iyi, agzini burnunu bi kiriyimde gorsun kim daha guclu'' diye tanimlar. iste boksa yapilan haksizliklardan biri budur ve futbolda karsisindakine kasti olarak faul yapan insanlari gostererek bakin cok vahsi bir spor denmesi ne kadar haksizsa boksa bu yakistirmayi yapmakta ayni derecede haksizdir.

    bir cok insanin karsi oldugu konu ise kisilerin birbirine zarar vermesidir. bir cok insan ozellikle boks yapanlarin ''ilerde'' ''alzheimer'' ya da
    ''parkinson'' olacagindan emindir. sorun su ki bu konuda cok fazla arastirma yapilmamistir ve herkes ''bak koskoca ali'nin eli ayagi tutmuyo simdi'' diyerek muhammed aliyi ornek verir. sorun su dur ki ali ve bir iki ozel vaka disinda ornek gosterilemez.

    kafaya alinan darbeler kuskusuz zararlidir ama yine futbolla ornek vermek gerekirse suratle gelen bir topa kafa atmak bir cok insanin yaptigi ve gormeye alistigi bir harekettir. kafaya alinan darbelerde asil onemli olan darbenin siddeti degil darbenin alindigi noktadir. bu yuzdendir ki boksta kafatasinin arkasina ve enseye vurmak katiyen yasaktir.

    bu hassas bolgelerden biride burun kikirdagidir. ''boks cok kotu bak burnun kirilir cirkin olursun'' da sikca soylenen bir goz korkutma ve caydirma aracidir. dogruluk olasiligi tabiki vardir ama dusuktur, hatta futbol oynarken birisinin dirseginin carpmasi sonucu burnunuzun kirilmasi yada basketbolda rebound mucadelesi sirasinda dirsek yemeniz ve burnunuzun kirilmasi boksta burnunuzun kirilmasindan daha olasidir. birisi diyecektir ki ''peki ozaman neden butun boksorlerin burunlari yamuk yumuk ?'' oncelikle butun boksorlerin burnu yamuk yumuk degildir, ama profesyonel boksorlerin burunlari diger sporculara kiyasla daha fazla zarar gormus olabilir dogrudur ama burda yine sunu unutmamaklazimdir onlar profesyonel boksordur onlarin isi bokstur ve her is gibi boksta bazi riskler digerlerine gore daha yuksektir. boks yapma burnun kirilir demek futbol oynama meniskusun yirtilir demekle esdegerdir.

    kafada yine bir cok insanin hassas olarak nitelendirecegi nokta agizdir ve yanlistir. dislik kullanildigi surece diskirilmasi yok denecek kadar azdir cenekirilmasi/cikmasi yok varsayilabilir zira profesyonel duzeyde bile ornekleri bir elin parmak sayini gecmez.

    kisaca boks sanildigi kadar vahsi ve tehlikeli degildir ama yine boks yapan kisi icin sanilandan kat kat heyecanlidir. ozellikle de ringin icindeyseniz ve hocaniz zaman tutup hakemlik yapiyorsa kendinizi madison square gardenda unvan macinda sanabilirsiniz o kadar heyecanlidir.
  • kanaatimce, dünya üzerindeki en taşaklı ünvan bu spordadır. şöyle ki;

    (bkz: undefeated undisputed heavyweight champion of the world)

    breh breh breh...
  • hızlı ve net karar verebilme yetisini geliştiren, daha dinç ve daha güçlü olmana sebep olan bir disiplindir.

    bir çok defa kum torbası veya yastık döverken kollarımda güç kalmadığını ama devam ettiğimi gayet iyi biliyorum. disiplin olmasının sebebi işte tam olarak budur. gebersen bile devam edecek gücü sağlar sana.

    ringe çıktığında, aslında karşında kimse yoktur. hangi varoluş şekline inanırsan inan, her insanın başka bir insanla temel olarak aynı olduğuna inanıyorsun demektir. yumruk attığın insan aslında sensin, karşındaki insan senin günahların, hataların ve pişmanlıkların. sen aslında kendine saldırıyorsun. hiçbir zaman ve hiçbir yerde kendinden bu denli kaçamazsın ve asla kendinle bu denli karşılaşamazsın. tanımadığın bir şehirde, bomboş bir otel odasında, tek başına yatağın kenarında oturup yaptığını muhasebe bile bunun yerini tutamaz. yaşadığın hiçbir şey kendine saldırmanın ve kendi açıklarını aramanın hazzını veremez.

    ve hiç kimse bunu yaşamadan bilemez.
  • latince pugil, pugnis, pugna gibi sözcükler, dövüşçü, dövüş, yumruk gibi sözcüklerin kökü. o dönemlerde boks müsabakalarına pugilism denirmiş. insanlar tabii ki çıplak elle dövüşürlermiş ve halk/seyirci yuvarlak oluştururmuş. bu yuvarlağın içinde dövüşürlermiş. bu yüzden bu yuvarlağa zamanla "ring" denmeye başlanmış, ve ringe çıkar olmuş dövüşçüler. gel zaman git zaman, pugilism'in modern sayılabilecek dönemlerde popülerleşmesiyle, herkes eline yüzüne kan sıçramasın, arka sıradakiler de dövüşü izleyebilsin diye iplerden bir "ring" yapmaya karar vermiş. ancak ipleri havada tutmanın tabii ki en kolay yolu dört tane çubuğa/direğe ip bağlamak olduğunan, "ring" kare şekline (bkz: box) dönmüş. bu yüzden müsabakaların adı boxing olmuş. komik bir şekilde ring'in adı da boxing ring olmuş. (kutu şeklinde yuvarlak gibi geliyor kulağa, ama bu artık bir ismin [box] nasıl bir fiile dönüştüğünü güzel gösteriyor.)
    söylemeye gerek yok heralde. buradan oluşan boxing sözcüğü de bizim dilimize boks olarak geçmiş.
hesabın var mı? giriş yap