• sinan piçinin ay aşk ay aşk diye süründüğü roman. amına koydun gül gibi kızın, hiç tanışmasaydınız kız neler neler yapardı ya.
    güzel roman.
  • romandaki sair tiplemesi tum sairlerden tiksindirecek kivamdadir. pinar kur'un bu karakteri yaratirken ne dusundugu merak konusudur. bulamamis mi soyle delikanli bir esas oglan diye okuyucuyu derin buhranlara suruklemektedir.
  • hakkaten oku oku bitmeyen bir pınar kür romanı, güzel bir roman olmakla beraber uzunluğuyla doğru orantılı bir sürükleyiciliğe sahip değildir, başka kitap olmadığı zamanlarda teknede mahsur kalınca bitirebilir*.
  • bence kendini tekrar eden kitaptır. hep aynı monotonlukla yazılmış bi kere de değişik bişey olsa da az heyecanlansak diye bekleyip ıkına sıkıla sonuna kadar geldim. 3 farklı bakış açısı değişik de olsa yazarın araya karışmasını hiç beğenmedim . malesef hiç bir şey katmadı bana.
  • seneler evvel okuduğum bir pınar kür kitabı..ne sabırlı bir insanmışım ki hepsini okumuşum o zamanlar.. tabi kitabı, o donem benim de şairle aynı isimli bir öküze aşık olup, ayrılığın akabinde okumuşluğumun etkisi büyük..bayılmıştım kitaba ve hiç bir satırını atlamadan okumuştum..
    iki gun once elime aldım ve tekrar okumaya başladım..kitap bir hayli uzun ve darallar getiriyor ara ara..
    ve ayrıca üzgünüm ama şairin ağzından anlatılan bölümlere tahammül edemedim, atlayarak okudum... şair bozuntularına tahammülüm kalmamış sanırım..evlerden ırak..
  • yazarının engin eğitim ve birikimine lafımız yok ama bu üç boyutlu kitap bildiğin tek boyutlu, gereksiz uzun, bitiren bir pişman bitirmeyen bin pişman cinsinden kitaptır. eğer olur da sonuna varabilirseniz hemen akabinde bir başka kitaba başlanmalı, kitap okuma sevgisi yeniden kazanılmalıdır. olayın üstüne gitmezseniz evlerden ırak kitap düşmanı falan olabilirsiniz.

    (bkz: o derece sıkıldım sözlük)
  • sürükleyici olmamakla birlikte, insanın yarıda bırakamadığı kitap. sürüm sürüm süründüren, cinnet geçirten ve sürekli bunu yapan insan olamaz dedirten bir kitap. adından dolayı zaten önyargılı olup evde bir yıl boyunca bekletip sonra okuduğumda anladım ki bekleterek doğru bir şey yapmışım. hayatında bir kez aşık olmuş ve o ilişkisi de kötü sonuçlanmış insanın okumadan önce bir kere daha düşünmesi gerekir. tamamen subjektif bakış açısıyla dünyanın en iğrenç erkeğini tanımak isteyenler için bire bir olsa da; objektif bakış açısıyla ele alındığında pınar kür, kadının ağzından yazılan kısımlarda gerçekçi ve içtenken, erkeğin ağzında yazarken tamamen yanlı davranmıştır, ama amacı "insanlar okusun da adama küfretsin" ise başarılıdır.
  • gece uykum gelir diye başladım bu kitaba, sonra da sabaha kadar okuyup uykusuz kaldım. ertesi gün de bitti zaten. bu yüzden hakkındaki “akıcı değil” iddialarına katılmıyorum.
    --- spoiler ---

    bundan sonrası kitaptan özet bilgiler içeriyor. o yüzden
    --- spoiler ---

    baş karakterleri ya da pınar kür’ün diliyle baş denekleri son derece itici, can sıkıcı insanlar. nilgün bir nebze de olsa tutarlı bir karakter olmuş. kafası karışık evet. kendiyle de derdi çok ama yaşadıklarının sorumluluğunu hep üstlenen bir karakter. yaşadıkları için içinde bulunduğu şartları, ya da başka insanları hiç suçlamıyor. bu açıdan sinan’a kıyasla hayatla çok daha gerçekçi bir bağı var. sinan saplantısı yüzünden kendini sürüklediği zorlukların bile bilincindeydi bir çok kez.
    yazarın da dediği gibi nilgün’ün kimlik algısı sinan’ın telkinleri etkisinde oluştuğundan sinan’a mecbur hissetmesi de bir derece anlaşılır bir durum.

    sinan... sinan kendisine en ufak bir hayranlık duyan, kendisine şefkatle karışık bir bağlılık gösteren her kadına aşık olup onlarla şiirsel şiirsel konuşan bir tip. bunları da sonsuz bir içtenlikle yapıyor. o anki hisleri sinan için mutlak gerçeklik. üç gün önce nilgün’e “bahar dalım, kırlangıcım, gül yaprağım... sensiz yaşayamam.” derken bir kaç gün sonra başka birine aynı aşk dolu gözlerle bakıp “kuzucuğum, gül goncam, kumrum... seni tanıdıktan sonra bir yuvanın imkanına inandım. hatta bir yuva kurma ihtiyacını duydum.” diyebiliyor. nilgün yerine suna’yı seçerken bile nilgün’ü suçluyor, kendi ailesini suçluyor, kaderi suçluyor... hayatında istemediği gibi olan her tür durum ve olay kendisi dışında mutlak bir olaya bağlı sinan için. aşka aşık ve kendi gözünde aşk için yaşayan aşk için fedakarlıklar yapan bir adam. yakından bakıldığında ise sinan kendine aşık, rahatı bozulmadan dönemlik duygusal, psikolojik, cinsel ihtiyaçlarını karşılayacak hayatı seçen biri. nilgün’ü terk ederken de hep sana aşıktım diye ona dönerken de en temel motivasyonu o anki kişisel ihtiyaçları ve kendi refahıydı. bunu planlamıyor aslında ama temelde yaptığı bu.
    her iki karekterde de ortak olan bir eksiklik hissi var. hep birileriyle ya da bir şeylerle tamamlamaya çalışıyorlar kendilerini. tamamlanma hissine en çok yaklaştıkları dönemler de birlikte olmaya başladıkları anlar. ilişkilerinin başları.
    yazarın bu kısımlardaki kişilik analizleri, ortaya attığı teoriler ve objektif eleştirileri çok hoşuma gitti.
    roman genel olarak aşk olgusunu analiz ediyor, irdeliyor. ortaya koyulan algoritma da çok tanıdık aslında. ilk zamanlarda yaşanan heyecanlar, aşık olmayla gelen pozitif bir benlik algısı ve umutlar, aşk nesnesini yitirmeyle yıkılan benlik. nilgün bu benlik yıkılmasını bilmediği bir şehirde otel odasında yalnız kaldıktan sonra yıllarca yaşıyor. büyük bir yas tutuyor sinan’ın arkasından. sinan o noktada bu aşamayı yaşamıyor çünkü hayatında zaten yeni biri var. nilgün’ün eksikliğini hissettiğinden bile bahsetmiyor.
    ikinci aşklarında da ilişkileri sıradanlaştıktan sonra nilgün sinan’ın kusurlarını görmeye başlıyor. bir noktadan sonra, sinan’ın önceden hayran olduğu özellikleri bile gözüne batmaya başlıyor.
    sinan da nilgün’ün geçmiş aşklarını takıntı ediyor. başkalarıyla birlikte olmaya başlıyor.
    aşk bitiyor ama ikisinin de yeni bir aşka yeni kimlikler kurmaya enerjileri de istekleri de olmadığı için bir arada kalıp aşklarının anısıyla yetiniyorlar. nilgün bu durumun da farkında ve doğal karşılıyor. sinan yine bir reddediş içinde. başkalarıyla birlikte olmasını bile nilgün’e olan aşkına bağlıyor.
    romanın genelinde daha sorumsuz, melankolik olmasına rağmen pozitif benlik algısını yitirmeyen, en umutsuz anlarında bile kendi değerinden şüphe etmeyen bir karakter sinan. intihar yönelimlerinde bile “benim gibi biri bu boktan hayata hapsedildi” kibri var. asla kendini değersiz görmüyor. bunun da nedeni kişisel/ içsel bir gerçeklik algısı olması gibi geliyor bana. sinan için objektif gerçekler yok. her şey kendi değerlendirmesiyle şekilleniyor. bu değerlendirmeleri de zamanla değişiyor.
    nilgün’ü yıllar sonra tekrar gördüğünde daha dün görüşmüşler de her şey yolundaymış gibi ona koşup “ışığım, güneşim...” diye ona sarılması doğal geliyor sinan’a. nilgün’den sonra başta karısı olmak üzere onlarca başka kadına aşık olmasına rağmen nilgün’e büyük bir içtenlikle ve inançla “ben sadece seni sevdim. bir tek sana aşık oldum...” diyebiliyor. inanıyor da bunlara. sinan için gerçek bunlar.
    nilgün de o gerçekliğe dahil olabildiği müddetçe mutlu bir aşk yaşıyorlar. nilgün somut olana ya da sinan’ın gerçekliğine uygunsuz bir duruma odaklandığında işler değişiyor.
    ilişkilerin içindeki bu tarz dinamikleri, dengeleri, dengesizlikleri ve manipülasyon, gaslighting, duygusal, psikolojik hatta fiziksel şiddet unsurlarını bu iki karakterin hayatları üzerinden inceliyor yazar. tekrar tekrar aynı döngüyü yaşayıp da ders çıkarmamalarına, değişip dönüşmemelerine yazar da bir yerden sonra deliriyor.
    en sonunda da ölmüşsünüz kalmışsınız kimin umrunda tavrıyla noktalıyor romanı. ben ikili ilişkilere yönelik düşüncelerinden, deneyimlerimden çok şey buldum kitapta. bana ayna tuttu pınar kür :)
  • sair karakterinin takintilarindan biri de gil ekidir. hatta kabus aile otaminda dogacak cocuguna herkese inat ve giciklik olsun diye gil ismini koymak istemistir.
hesabın var mı? giriş yap