• ne maması var ne tüyü, ne gürültüsü var ne kaybolması. günlerce su vermezsin gık demez. ayda yılda bir su verirsin kana kana içer, güller açar. durduğu yerde durur. hiçbir yeri kirletmez. oksijen üretir gram ses çıkarmaz. küçücük saksıda sebat içerisinde yaşar gider. ne etliye karışır ne sütlüye. ölüsü bile çevresine yaşam getirir. azıcık güneş görsün yeter. dünyanın en küçük kara parçasında mutlu mesut yaşar gider.
  • dokunulmaması gereken en tehlikeli 7 bitki;

    bitkiler, yapraklarını otçullara akşam yemeği olarak sunmaktan hoşlanmaz ve yaprak avcılarını caydırmak için bir takım ustaca strateji geliştirmişlerdir. ne yazık ki insanlar için, bu kimyasal savunmaların birçoğu ağrılı cilt reaksiyonlarına neden olabilir. sizi yakabilecek, derinizi kabarcıkla veya başka şekilde tahriş edebilecek bazı bitkiler vardır.

    manşinel*
    manşinel florida, karayipler ile orta ve güney amerika bölgelerine özgü yaprak dökmeyen bir ağaçtır. yaprakları ve meyveleri bir elma ağacına benzer ve “plaj elması” olarak da bilinir. bazen ispanyolca ismi olan manzanilla de la muerte (küçük ölüm elması), ağacın tehlikeli özelliklerini daha iyi yansıtır. bitki çok sayıda toksin içerir ve meyvelerini yemek sizi muhtemelen öldürebilir,c öldürmese de kesinlikle ağzınız ile yemek borunuzu kabartır. yaprakların ve kabuğun sağım sapı, güçlü bir alerjik cilt reaksiyonu oluşturan, forbol denilen tahriş edici bir kimyasal içerir. ağaca düşen yağmur damlaları, forbol toplar ve altında duran bir insanın üzerine düşüp onu yakabilir. ağaca dokunmak bile derinin kabarmasına neden olur. yerli halklar uzun zamandır özleri, oklarının uçlarını zehirlemek için kullandılar ve kaşif juan ponce de león'un florida'ya yaptığı ikinci sefer sırasında muhtemelen bir yaydan çıkan böyle zehirli bir ok ile öldüğü tahmin edilir.

    zehirli sarmaşık
    kuzey amerika’nın doğusunda yaşayanlar, zehirli sarmaşığın kötü üne sahip üç yaprağına dikkat etmeyi muhtemelen bilirler. zehirli sarmaşık ile yakın akrabaları poison sumac ve zehirli meşenin her biri uruşiol olarak bilinen bir kimyasal madde içerir. dokunulduğunda, bu bitkilerin hemen hemen tüm kısımları, kontakt dermatit olarak bilinen, cildin şiddetli, kaşıntılı ve ağrılı bir iltihabını tetikler. daha da korkutucu bir şekilde uruşiol giysilerle, ayakkabılarla, aletlerle, toprakla ya da bitkilerle temasta bulunarak onların üzerinde durabilir, böylece daha sonra alakası olmayan bir kurbanı zehirleyebilir. bu bitkilerin bulunduğu alanlarını geziyorsanız, kıyafetlerinizi, dış cildinize temas etmeyecek şekilde çıkarmaya ve giysilerinizi derhal yıkamaya dikkat edin. döküntü bir haftadan az bir sürede üç haftadan fazla sürebilir, ancak genellikle tıbbi tedavi gerektirmez.

    ısırgan otu*
    ısırgan otu avrasya, kuzey amerika ve kuzey afrika'da bulunur ve güney amerika'nın bazı bölgelerinde de görülür. bu otsu bitkinin yaprakları ve gövdeleri, formik asit ve diğer tahriş edici maddelerle ve uçlu tüylerle donatılmıştır. dokunulduğunda iğneye benzer bu tüyler cilde acı veren asidi enjekte eder, yanma, karıncalanma hissi ve kaşıntılı kızarıklık tetiklenir. neyse ki belirtiler genellikle 24 saatten uzun sürmez. ilginç bir şekilde, bazi yerlerde pişmiş halde yemek için güvenli ve popüler bir sebze olarak tüketilir.

    tavşancıl otu
    iki tavşancıl otu türü, dev tavşancıl otu* ve orta tavşancıl otu *, avrupa’nın doğusuna özgüdür ve abd’nin bazı bölgelerinde doğallaştırılmıştır. bu yabani otların yaprakları ve özü, furocoumarins adı verilen kimyasalları içerir. temas, cildin güneş ışığına maruz kalması durumunda ciddi kabarcıklarla patladığı fitofotodermatite neden olabilir. sap gözlere girerse körlük oluşabilir. tavşancıl otu'nun, zehirli su baldıranlarına* görünüşte benzer olduğu göz önüne alındığında, beyaz çiçek kümeleriyle birlikte uzun boylu havuç görünümlü bitkilerden kaçınmak büyük olasılıkla iyi bir kural olur.

    cnidoscolus stimulosus
    burunyakan ya da parmak çürüten olarak da bilinen bu bitki, güneydoğu amerika'ya özgü çekici küçük bir bitkidir. bitkinin çiçekleri ve meyveleri, deriye dokununca kırılan ve çeşitli tahriş edici bileşikleri açığa çıkaran, şiddetli acılara neden olan kıllarla kaplıdır. temas, yoğun acı ve kaşıntıya neden olsa da, semptomlar genellikle bir saatten az sürer; bazı insanlar birkaç gün ciltlerinde renk değişimine tanık olabilir. kesinlikle çıplak ayakla basılacak bir bitki değildir.

    gympie gympie
    ısırgan ailesi dişli bitkilerle doludur, ancak hiçbiri gympie gympie* kadar saldırgan değildir. avustralya'ya özgü altı ağaçtan biridir ve endonezya'da da bulunur. gympie gympie dünyanın en tehlikeli bitkilerinden biridir. yapraklar kurbanlarında yoğun bir alerjik reaksiyonu tetikler, hatta bazen anafilaktik şoka neden olur. acı, aylarca acımasız, zayıflatıcı bir ağrıya neden olur. hatta insanlar, asit tarafından yakıldıkları, elektrikle çarpıldıkları veya dev eller tarafından ezilmiş oldukları hissini çeşitli şekilde tanımlarlar. pek çok insan, yıllar sonra ağrının yeniden nüksettiğini bildirdi ve temastan sonra acıdan dolayı çıldırıp uçurumdan atlayarak intihar edenler dahi oldu. bitkinin etrafında çalışan ormancılar ve bilim adamları, gaz maskesi ile kalın koruyucu kıyafetler giymeli ve 7.62 merminin işlemediği bu bitkiye karşı antihistamin hapları ile donanmış olmalıdır.

    smodingium argutum*
    afrika zehirli sarmaşığı olarak da bilinen acı fırçası*, güney afrika’ya özgüdür ve fırça ismi, onu birebir yansıtır. bitki bir çalı veya küçük bir ağaçtır ve heptadesil katekoller olarak bilinen kimyasal maddelerle yüklü kremsi bir özü vardır. kuruduğunda siyaha dönüşen öz ile temas, bazı şanslı kişilerin bağışıklık kazanmasına rağmen, kabarcıklı ve şişmiş bir döküntüye neden olur. belirtiler genellikle birkaç gün sonra azalır.
  • birlikte zaman gecirdikce kendileriyle ortak bir akil olusturdugumu hissettigim canli turu.

    uzun zamandir bitkilerle ilgileniyorum. gerci bu ilgilenme bilimsel bir boyutta olmadi hicbir zaman ki neden bilimsel kaynaklari acip okumadigima sasiriyorum. bu da benim eksikligim olarak dursun burada. bitkilerin turlerinden bagimsiz olarak neyi sevip sevmediklerini (duygulari isin icine katip katmamak konusunda kararsizim gerci), neyden olumlu ya da olumsuz etkilenmediklerini diyelim, haklarinda biraz okuyarak ya da birkac hafta gozlemleyerek anlayabiliyorum. soz gelimi, afrika menekseleri dogrudan gunes'e maruz kalmaktan hic hoslanmiyorlar ve yapraklari yaniyor. guller alindiktan sonra evin icinde birkac gun bile bekleseler hemen solmaya ve kurumaya basliyorlar. gunes'in altinda olduklarinda cosuyorlar onlar. bu ve benzer seyler iste. ben bunlardan soz etmiyorum. bitkilerle ilgilendikce her bir bitkinin kendine ait bir kisiligi oldugunu gormeye basladim. ayni tur bitkileri, ayni toprakla ayni buyuklukteki saksilara ekip yan yana koysam bile farkli tepki verebiliyorlar. belki su an her seyi uyduruyorumdur ve goz ardi ettigim degiskenler vardir. sonucta ayni tohumdan gelmiyorlar ve ben onlari aldigim zamanin oncesinde ne gibi etmenlere maruz kaldiklarini da bilmiyorum. benimkisi daha cok sezgisel bir sey. baktigim zaman hangisinin yasamak icin daha fazla direnc gosterecegini, ne hizda toparlanacaklarini ya da durumlarindan hosnut olup olmadiklarini anlayabiliyorum. anlastigimizi hissediyorum.

    bitkiler cok siradisi canlilar bence. yeryuzu ile dogrudan baglari var. toprakla ugrastigimda, yalinayak toprakta gezindigimde ya da topraga dokundugumda yeryuzune dogrudan bagli olmanin nasil bir sey oldugunu anlamaya calisiyorum. bazen de ellerimi bitkilerin govdelerine koyarak, yapraklarina dokunarak ne hissettiklerini anlamaya, yeryuzuyle onlar araciligiyla bag kurmaya calisiyorum. onlarin sessiz ama derin varliklarinin farkinda hep oldum ve bir mekanda dikkatimi ceken ilk sey yokluklari oluyor. kendi turumdeki canlilarla iletisim kurma gereksinimi hissediyorum elbette ama, kendi turumden hicbir canli olmadiginda bile bitkilerin varligi yalnizligimi azaltarak beni daha huzurlu kiliyor. onlarin anlattiklarini anlamaya calisiyorum bu yuzden. konustuklarina eminim cunku.

    aklimi kaciriyorum ben her zamanki gibi. yazili dusundum yine. aldirmayin siz bana. sallamak yerine gidip iki makale okuyayim en iyisi.
  • birincil olarak karada yaşamaya uyum sağlamış, hücrelerinde kloroplast bulunan, fotosentez yapabilen, ototrof (kendibeslek) canlılardır. bu canlıların kloroplastları, ökaryot kökenlidir. hücre duvarı sellüloz içerir. organ ve doku sistemlerinde belirgin farklılaşmalar vardır.

    çoğalmaları birincil olarak gametofitik ve sporofitik fazların birbirini izlemesi suretiyle ortaya çıkan eşeyli üremedir. gametofitik evre, evrimsel olarak gittikçe küçülmüştür. yumurta ve sperm üreten yapılar çok hücrelidir ve kısır bir kılıf ile çevrelenmiştir. zigottan embriyo gelişir ya da tohumsuz bitkilerde arkegoniyum, tohumlu bitkilerdeyse embriyo kesesi içine girerek genç sporofiti oluşturur.
    kural olarak sonsuz yaşarlar, vejetatif çoğalabilirler ve uyarılma için herhangi bir doku geliştirmemişlerdir.

    günümüzde bitki aleminde 360 bin tür bilinmektedir. bunların yaklaşık 2/3'ü tohumlu (600'ü açık tohumlular; 200 bini çift çenekli ve 50 bini de tek çenekli olmak üzere kapalı tohumlular), 1/3'üyse tohumsuz bitkilerdir.

    1. divisio (bölüm): cryptophyta (tohumsuz bitkiler)
    2. divisio (bölüm): spermatophyta (tohumlu bitkiler)

    http://www.biltek.tubitak.gov.tr/…plantae_giris.htm
  • bilinç ve duygu sahibi oldukları ortaya çıktığında vejetaryenleri şoka uğratacak canlı sınıfı.
  • toprakla göğü perçinleyen.
  • aslinda bir bilince sahipler. nitekim isikla ve mineralle aralarinda fiziksel bir cekim yok, bizzat bitki isiga ve minerallere yoneliyor. hatta bu amac ugruna fizyolojisini ve fenotipini degistiriyor. tozlasma icin ihtiyaci olan bortu bocege ve kusa farkli lezzetler sunuyor. bazi uyarilabilir bitkiler otcul hayvanlara karsi savunmaya gecebiliyor. bilimin dedigi sey bitkilerin isikli bir ortamda hatirlayabildigi(tecrubesini) ve tepki gosterebildigi. gorunen o ki bilim ilerledikce, farkindalik arttikca bitkileri daha saygin, vejetaryenleri daha sikintili bir gelecek bekliyor.

    http://www.bbc.co.uk/news/10598926
    http://www.ted.com/…oots_of_plant_intelligence.html (turkce altyazi secenegi mevcut)
  • kökleriyle karanlığı, dallarıyla da aydınlığı kucaklayan canlı türü. ayrıca dalları, kökleri ve tüm benliğiyle hayata ve birbirine sarılmayı da yine bitkiler bilir. maalesef
    insanlar hâlâ o kadar gelişemedi.
  • ayrıca;

    palmiyegiller (arecaceae) ve özellikle fenix ( phoenix) turu bitkiler dünyanın en büyük kaktüsleri olarak geçerler.
    fenix hurma ağacıdır fakat yeterli sıcaklığa ulaşmadığından ülkemizde meyveleri olgunlaşamaz.
    bu ağaçların ataları sayılan cycas (cycas revoluta) dinazorlar döneminde de varolmuştur.

    ankakusu olarak geçen mitoloji kuş adını phoenix yani fenixten almıştır.

    starliçe (strelitzia nicolai) isimli çiçek, erkeklere verilen tek çiçek olarak kayıtlara geçmiştir.
  • bahar, benim icin bugun geldi. balkonumun kapisi acik. oglen saatlerini hem evdeki hem de balkondaki bitkilerimin saksilarini degistirip topraklarini yenilemekle gecirdim. aslinda birkac gun once, kendilerinin artik yetiskinlige ulastiklarini* ve baska bir saksiya cikmak istediklerini isyankar bicimde dile getirdi sevgili kalansolarim.* iclerinden biri, uzerinde bulundugu tezgahtan sarkittigi dallarin ve yapraklarin agirligini bulundugu saksinin artik tasiyamadigini bana animsatmak icin kendisini arkadaslari icin feda ederek asagi atti. yuregim agzima geldi o anda. paramparca olacak sandim. olmadi. narince dokunmazsam pit diye kiriliveren yumusak yapraklarina kanmisim oysaki. birkac yaprak koptu evet ama, dallari dusundugumden sert ve direncliymis. hata benim. o mini mini saksilarda olmalarina karsin bu kadar buyuyebilen bitkiler elbette ki gucludurler. ipuclarini iyi okuyamamis, gorunuse kanmisim. "tamam" dedim, "tamam. saksilarinizi degistirecegim."

    sabah once balkon demirlerinden sarkan bitkilerime su verdikten sonra sandalye koysan koyulmaz, otursan oturulamaz miniklikteki balkonuma ne kadar saksi ve altlik varsa yigdim. topragi getirip koydum. yasadigim yerleri ufak bir ormana cevirmeyi cok sevdigimden, evimde irili ufakli pek cok saksi, altlik, toprak ve kurek mutlaka bulunur zaten. sonra saksisi degistirilecek tum bitkileri o minicik balkona siraladim. oylesine gunesliydi ki gidip basima bir sapka gecirip dondum. ardindan bitkilere bakip kimin hangi saksiya gecis yapacagina karar verdikten sonra isyankar kalansolardan basladim saksi degistirmeye.

    onume en buyuk saksilardan birini cektim. "bu sefer kurek kullanmayacagim." dedim kendime ve yanibasimda duran toprak dolu torbaya elimi daldirip bir avuc toprak aldim. ellerimi topraga surmekten hic cekinmem zaten ama, bu sefer ozellikle istedim. topragin dokusunu, tenimde biraktigi hissi duyumsadim. elim bilegimden yukarisina kadar toprak olmus halde saksinin dibini toprakla doldurdum. toprak yeteri kadar yukseldikten sonra kalansoyu saksiya yerlestirip toprak eklemeyi surdurdum. bitkilerle boylesine bir bag kurmanin, onlara dokunmanin* ve onlarla birlikte olmanin beni ne kadar yatistirdigini ve bunu cok ozledigimi fark ettim. birine, bir canliya dokunmanin da etkisi var elbet ama, yalnizca dokunmakla ilgili degil. yasadigimi animsattiklari ve yeryuzuyle baglanti kurmama yardimci olduklari icin de degil. yalnizca bunlar icin degil. yanlarinda kendim olabildigim icin. beni her halimde kabul ettikleri icin. iyiligin ne oldugunu bana gosterdikleri icin. onlarin karsisinda mahcup hissettim kendimi birden. ben onlarin saksilarini degistiriyorum ve onlara su veriyorum ama, onlarin ait olduklari yeryuzune kok salmalarina engel olup onlari minicik saksilara hapsediyorum. onlarla birlikteyken iyi hissediyorum diye benimle yasamak zorunda biraktigimi dusunuyorum bazen.

    yani aklimdan bunlar geciyordu kalansoyu yeni saksisina yerlestirirken. onceki saksisindan cikarip yeni saksisina yerlestirirken bir yandan da saskinlik yasiyordum. bitki ekmisliginiz varsa bilirsiniz. bir bitkiyi saksidan cikarirken bir parca toprak illaki dokulur ama, koklerle toprak neredeyse bir butun halinde cikar. o incecik koklerin topraga nasil da simsiki sarilmis olduklarini, o topragi nasil da birakmadiklarini gordukce kendime "ben yasama boylesine bir istekle sarilmiyorum. ben neden yapamiyorum?" dedim kendime ve birazcik da utandim onlarin bu direncleri karsisinda. gercekten, neden? koksuzlukten mi? bilemedim.

    her biri ayri olsa da birbiriyle ic ice olan, birbirine dolanmis ve acilmasi olanaksiz o incececik kokleri koparmamaya calisirken toprak icindeki ellerime baktim. "iyi biri olmak istiyorum." dedim, "iyi biri olmak istiyorum ama, olamiyorum."

    insanin iki yuzunun oldugunu biliyorum. insanin butunuyle siyah ya da butunuyle beyaz olmasinin mumkun olmadigini da biliyorum. bir insan olarak iyi ile kotu arasindaki ince cizgide gezindigimi de biliyorum. o cizgiye bakacak cesareti buluyorum bazen. kimseye anlatamasam da kendime anlatiyorum. duygularim, dusuncelerim ve eylemlerim uzerine tam bir durustlukle dusundugumde, kapatmis oldugum gozlerimi acip siyahlarimi, beyazlarimi ve siyahlarimla beyazlarimin ic ice gectigi noktalarimi gormeye basliyorum ve o zaman uzerinde durdugum o ince cizgiyi fark ediyorum bir kez daha. gozlerimi kapatmis olsam da ben bir cizginin uzerinde yuruyorum. kimse bilmese de ben biliyorum ya kendimi, bu, yeterli. kaucugu saksiya yerlestirirken bazi bitkilerin uygun kosullar varsa yuzyillarca yasayabildikleri geliyor aklima. kendi geciciligimi animsiyorum ve buyuk olasilikla bir yuzyili dolduramayacak uzunlukta bir yasamim olacaginini dusunuyorum. insan olmanin ya da farkinda olmanin agirligi altinda ezilen yuregim, bir parca da olsa hafifliyor.

    bitkilere bakarken aklimdan onlarca sey daha geciyor. iyi biri olma istedigi, gercekci bir istek degildir belki ya da beni asiyordur diye dusunuyorum. siyahlarima gozlerimi acmaya ve onlari olabildigince zapt etmeye calisiyorum. "kendini bil; farkinda ol." diyorum kendime. kendime karsi durust olabildigimce degismeye de cabaliyorum ama, farkinda oldugum olcude yasama ayni istekle sarilamamaya basliyorum. coktan fark ettigim bu gercegi, yani sandigim gibi iyi biri olmadigim gercegini tasimakta zorlaniyor yuregim. olemiyorum da. yasayamiyorum da. kacsam da olmuyor. kacamiyorum da zaten. annemin "sen guclu birisin. kacma. devrimciler mucadeleden kacar mi hic?" deyisi geliyor aklima. buruk bir gulumseme beliriyor yuzumde. "ben ise yaramaz biriyim anne. kimseye hicbir yararim yok. verdigim zarari azaltayim en azindan." diye geciriyorum icimden, elimdeki topragi sardunyanin saksisina doldururken. dusunuyorum. dusunuyorum ama, bir yere varamiyorum.

    saksilari degismis, olu yapraklari ve dallari temizlenmis bitkilerime bakiyorum. kendi hallerindeler ve cok huzurlu gorunuyorlar. ben onlara iyilik etmiyorum. yeryuzune bagli olduklari surece kendilerine yeterler, biliyorum; ama onlar bana iyilik ediyorlar. bunun farkindalar mi bilmiyorum. bitkilerime su verirken onlara bir kez daha minnettar hissediyorum. beni oldugum gibi kabul ettikleri icin.

    boyle gunlerim oluyor bazen.
hesabın var mı? giriş yap