• --- spoiler ---

    adamımız bence tiyatroda, kendini vurdugunda ölüyor. son uçuyor mu acaba diye tartışılan sahne ve öncesi adamın ölmeden önceki hayali. daha dogrusu ölerek başardıgını umdugu seylerin hayali diyelim. gazeteye çıkması, kızının istedigi cicekleri getirmesi, birdman'den kurtulusu, sanatıyla ilgi odagı olması, ailesini toparlaması ve sonunda gercekten uctugunu gormek hatta kendiyle hic gurur duymayan, sevmeyen kızının buna şahit olması... hepsi adamın icindeki uktelerdi. siren sesleri de tiyatroya gelip kahramanımıza mudahale etmeye calısan ambulans falan işte. o siren sesleri bitmiyor film bitince, cast donerken de suruyor.yani emma stone yukarı bakıp guluyor ama o anda siren seslerinin bitmeyişinden bi terslik oldugunu anlıyoruz. bu benim fikrim tabi quorada falan bu hala tartışılıyor. yani bu bir muamma. o yuzden kesin şudur demek hata gibime geliyor.

    ek olarak:film, o kendini vurma sahnesi dışında hic kesintiye ugramıyor. bir tek hastane sahnesine gecerken o geciş karartısını goruyoruz. sanki karakterin gercek hayatıyla baglantımız kopmuş da hayalıne girmişiz gibi.
    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    karakterlerinden biri (eleştirmen apla) bir adet ekşi sözlük bir siki beğenmeme timi üyesi olan film.
    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    birdman ile ilgili bir eleştiri yazısı yazabilmek hatta daha öncesinde filmi izledikten sonra filmi bir nebze de olsa anlayabilmek için michael keaton'un otobiyografisi hakkında az değil, ciddi bir bilgi sahibi olmak gerekiyor. zaten filmi izledikten sonra boşluğa düşen izleyici bu bilginin eksikliğinin kurbanı oluyor. filmi bu bilginin eksikliğinde izlediğinizde net bir şey anlamak mümkün değil gibi gözükebilir. fakat michael keaton ile alakalı mesela şu bilgiyi öğrendiğinizde; "oyunculuğa yeni başladığı günlerde michael douglas ile karıştırılma tehlikesi ile karşı karşıya kalan michael soyadını değiştirmeye karar verir. o dönemde büyük hayranlık beslediği diane keaton’un bir resmini gördükten sonra yeni soyadını bulur. aslında o zaman bu soyadını geçici olarak düşünmüştür ama bir süre sonra bu isme alışınca resmi olarak soyadını keaton olarak değiştirir." (ek bilgi: diane keaton oyunculuğa tiyatro sahnesinde başlamıştır)

    evet, bu bilgi bile film ile ilgili bazı sahnelerin anlamı olabiliyor. daha fazla filmin içine girebilmemiz için ise tim burton'ın 1989 yılında çektiği ünlü çizgi roman serisi batman'in sinema versiyonu için keaton’u düşünmesi fakat bu kararı kamuoyuna açıkladığında batman hayranlarından büyük bir tepki alması ve çoğu insanın keaton’un komedyen kimliğinin bu filme asla uygun olmadığını ifade etmesi fakat burton'ın kararından vazgeçmediği ve sonunda harika bir iş çıkardığı bilgisine kavuştuğumuzda ise, film algısını tamamen netleştiriyoruz.

    filme bu şekilde bir bilgi girizgahından sonra birdman bize "hikayenin", "insanların", "mekanın" ve "hatta zamanın" yani her şeyin birlikte aktığını gösteriyor. işte riggan'ın geçmişinde onu teslim alan süper kahraman, raymond carver'ın trajik ve melodramatik “what we talk about when we talk about love" hikayesinin arasına sıkışıyor. bu hikaye aslında filmin devamını anlatacak riggan'ın aynasında asılı bir quote ile başlıyor. “a thing is a thing not what is said of that thing.” yani "bir şey neyse odur, o şey hakkında söylenenler değil." bu söz sadece film için değil 1989 yılında tim burton'ın batman filminde michael keaton'u oynatmayı düşündükten sonra o filmi için uygun olmadığını düşünen kişilere, filmin sonundaki tiyatro eleştirmenine, günümüz klişelerine yani ön yargılara atfediliyor.

    riggan'ın peşindeki bu "anlamsızlık" o kadar güçlü ki onu gerçeküstü bir konuma bile getirebiliyor. o, şimdiki bu zamana kadar bu anlamsızlık vasıtasıyla geliyor. ve filmin sonunda da yine onunla beraber gidiyor. birdman, özetle keaton ile riggan arasında var oluyor.

    --- spoiler ---
  • kesinlikle enfes bir film en başta bunu belirteyim. nedenler aşağıda.

    öncelikle tıpkı küçük kardeşi whiplash gibi bu film de sanat, sanatçı ve yaratma edimi üstüne bir film. tabi bunları yaparken whiplash'in içine düştüğü (ya da tercih ettiği diyelim) sanatçının yaratma süreci gerilimi mi, o gerilimi yaratan oluşturan koşullar, baskılar ve beklentiler mi? gibi bir ayrıma düşmüyor film. whiplash o sürecin daha çok motivasyon yani dış unsur (hoca, sevgili, aile) kısmıyla ilgiliydi. birdman ise tüm sürece ortak ediyor bizi.

    büyük müzisyen, büyük oyuncu, büyük yazar, büyük ressam, heykeltraş farketmeksizin yaratma eylemiyle uğraşan insanların öncelikle önlerine koydukları bir çıta oluyor. yazarlar için dostoyevski, mann, kafka müzisyenler için rolling stone ya da mozart, ressamlar için van gogh ya da dali vs vs.

    haliyle bu durum öncelikle sanatçının kendine yönelttiği bir eleştiri haline geliyor. çünkü eğer dangalak bir insan değilseniz önünüzde duran abidileri görüyor ve ona göre kendinize bir çıta belirliyorsunuz. mesele elbet ve önce saygınlık, önce kalıcılık ve sonra o büyük yaratıcıların ulaştığı evrensel büyüye, harikaya yaklaşmak. en azından yaklaşmak.

    tam da bu noktada keaton gibi hollywood'da çaptan düşmüş eski şöhret bir oyuncu neredeyse gerçek yaşamının üstünden inşa edilen bir senaryoyonun içinde buluyor kendini. kendi kendinin parodisi olarak.

    tim burton'lu ilk batman'lari liseliler bilmez. ama filmi anlamak için bilseler iyi olur. işte birdman tam da o tercihe, o tercihle gelen şöhret, yükseliş ve düşüşe hınzır ve acımasız bir bakış atıyor.

    bu noktada yaratma sürecinin hem sahne önü hem sahne arkasındaki gerilimini ustaca aktarıyor seyirciye. karakteri hem sahnede rolünü oynayan ve o sürecin gerilimini, kaygısını taşıyan, daha sonra o rolden çıkıp insani zaaflarıyla cebelleşen bir insan olarak fazlasıya sahici kılıyor. üstelik bu noktada bu tür görkemli cilalı işlerin mutfağının merak eden seyirciyi de bir tür gözlemci, röntgenci konumuna sokarak seyircinin eline ipleri vermekten çekinmiyor.

    plan sekans tekniğinden, dış seslerin doğal aktarımına, müziğin yine yalnızca dış etken olarak doğal kullanımına, gerçek ve kurgunun sırıtmadan birbiri içine geçişine kadar film, hem teknik işçilik hem de hikaye, öykü aktarımı noktasında kesinlikle birinci sınıf bir iş koyuyor önümüze.

    aktörler arasında (ne kadar büyük aktör, aktris olursa olsunlar) her zaman kendini tiyatro sahnesinde kanıtlama arzusu vardır. o işlerin içindeki insanlar bunu çok iyi bilir. sinemanın sağladığı popüler ve geçici şöhret iyi bir aktör ya da aktris için tiyatro sahnesinde elde edilen başarının yerini almaz, alamaz. çünkü bu mesele yukarıda da belirttiğim gibi uğraştığınızı sanat disiplinene bağlı olarak önünüzde duran abidelere ulaşma arzusunu içerir.

    ben de 4 yıl boyunca tiyatro sahnesinin tozunu yutmuş bir insan olarak özellikle oyuncuların sahne sürecindeki gerilimlerine, egolarının yarattığı çatışmalara, bölünmelere, daha iyi olma hırslarına yakinen tanıklık ettim. haliyle bu filmin bende uyandırdığı duygu fazlasıyla tanıdıktı. sahne arkasını bilmeyen, sanatın herhangi bir alanıyla izleyici ya da icracı olarak ilgilenmeyen izleyici için belki bu noktada film o kadar da büyük bir anlam ifade etmeyebilir. ama zaten filmin bunu umursamadığı gerçeği de gün gibi ortada.

    çünkü film popüler olan içeriklere gayet dozunda eleştirilerde getiriyor. özellikle süper kahraman filmlerine attığı bakış oldukça ironik. çünkü merkezine (hem reelde, hem film özelinde) aldığı karakter bu süper roman uyarlamalarıyla şöhret olmuş biri. ve film bu ironini altını çizerken bir bakıma kendi eleştisini de yapıyor. çünkü tıpkı filmimizin merkezindeki kahramanımız gibi filmde diğer filmler gibi olmadığını, olmak istemediğini ama yeri geldiğinde buna ihtiyaç duyabileceğini söylüyor tüm o sahnelerle.

    ayrıca yine sahne sürecini bilmeyen insanların (en azından benim okumama göre)gözden kaçırdığı ya da kaçırabileceği bir şey var.

    tiyatro reel zamanlı bir sanat disiplinidir. şimdiki zamanda seyircinin de iştirak ettiği, tek bir hata ve sorunun dahi telafi edilemeyeceği bir alandır. aylarca prova edilen sahneler, replikler, mizansenler en mükemmele ulaşma arayışının sonucudur. nihayetinde oyunun yeterince olgunlaştığı ve hazır hale geldiği düşünüldüğünde, oyun sahnelenmeye başlar. ama işte bu noktada oyuncunun günlük motivasyonu, moral, enerji durumu, günlük yaşam içindeki rutin dertleri, sıkıntıları kısacası yaşamın kendisi her akşam aynı eksiksiz, gösterişli ve görkemli performansın icrası için oyuncuyla birlikte sahneye çıkar. işte tam da bu yüzden tiyatro bu kadar zor ve saygıdeğer bir disiplindir.

    sinema gibi önceden çekilen, kurgulanan, cilalanan bir tür değildir. bu noktada sinemanın olanakları sonsuzdur neredeyse. ve aslında tüm bu olanak ve imkanlara rağmen sinema maalesef gerekli içerikleri üretmekte başarısızdır toplama vurduğunuzda.

    tiyatro ise tüm enerji ve gücünü o sahnedeki performanlardan alır. aynı oyunu birkaç kez izlemiş insanlarında bilebileceği gibi eğer aktör ve aktrislerimizi o gün cidden havaya girerlerse enfes bir oyun izleyebilirsiniz, ama aynı oyuncuların kötü oynadığı bir oyuna denk gelirseniz salondan gayet mutsuz ayrılırsınız. işte tiyatroda reel zaman ve oyunculuk bu kadar önemlidir.

    şimdi filmimizde buradan hareketle reel zamanda geliştiriyor öyküsünü. tiyatronun zamansal anlamdaki gerçekliğine bağlı kalıyor bir bakıma. sahnenin gerçekliğine tekabül eden reel zamanı sinemanın olanaklarını kullanarak teatral bir seyirliğe dönüştürüyor filmimiz. bu durum izleyicinin bu tercihin yalnızca teknikle ilgili bir şey olduğunu düşünmesine yol açıyor. zaten yorumlardan da aşağı yukarı bu sonuç çıkıyor. çünkü seyirci bu anlamda filmin kurduğu gerçekliğe fazlasıyla yabancı.

    oysa yönetmen tiyatro ve sahne gerçekliğini sinemanın olanaklarıyla sinemanın önüne koyarak sinemaya meydan okuyor bir bakıma. çünkü istese yalnız teknik bir şeymiş gibi algılanan plan- sekans tekniğini uygulamaz ve eminim ki çok daha az yorulup, kafa patlatarak filmini çekerdi.

    ama ıñárritu gerçekten çok meşakkatli bir işe kalkışarak ele aldığı meseleyi yani sinemasal olanaklarla teatral bir hikaye anlatma isteğini ne kadar ciddiye aldığını gösteriyor.

    tabi bu durumu lars von trier'in dogville ve manderlay' filmleriyle karıştırmamak gerek. zira trier o filmlerde sadece tiyatronun (brechtyen) açık biçim tekniğini kullanıyordu.

    kısacası sinemayı teknik ve teorik olarak tiyatro sahnesi biçiminde ele almak ayrıca enfes bir seçim bana göre.

    tabi bu noktada neredeyse tüm strüktürü tam da bu mantık üstüne inşa eden ve maalesef gerekli ilgiyi görmeyen charlie kaufman imzalı synecdoche, new york filmini anmak lazım. zira synecdoche, new york, ıñárritu'nun oyuncu eksenli bu yaklaşımını bir rejisörün gerçek ve kurgu mefhumunu yitirdiği, varlık olarak yalnız va yalnız o eylemin kendisine dönüştüğü enfes bir yaratma çılgınlığı şeklinde ele almıştı.

    son olarak ben (sürekli belirtiyorum) fimleri ödüllerine, adaylıklarına göre ele almam. benim için bir şey ifade etmez o ödüller, adaylıklar. o kadar iyi filmler var ki sözde oscarlı, altın küreli, ayılı fimlere taş çıkaratacak.

    tam bu noktada birdman'in standart hollywood sinemasına göre çıtayı fazlasıyla yükseğe koyduğunu belirtmekte fayda var. örneğin imitation game gibi neredeyse sırf oscar şablonu için çekilmiş buram buram nostalji kokan, birbirinin tekrarı eski moda filmlerdense birdman gibi filmler sinemanın namusun kurtaracak filmler nazarımda. tabi hollywood standartlarına göre. bu sebepten 'imitation game' gibi belirli oscar şablonlarını kullanıp demode, eski usul bir sinema diliyle fazlasıyla hesaplı bir yapıya sahip filmlerin yanında birdman başyapıttır.

    nihai düşüncem akademinin bu sene biraz kendi kalıplarını da kırarak imitation game gibi şablon, demode, hesaplı filmlerdense birdman, boyhood gibi cesur ve güçlü (her anlamda) filmleri ödüllendireceği yönünde. ha ödüllendirmeseler umurumda olur mu? elbet olmaz. ama işte gönül böyle nitelikli işlerin hak ettiği değeri görmesini istiyor.
  • birçok film başlığının altında belli başlı kişiler o filmlerin trivia'sını yazıyor. bu filmin çekimleri de değişik olduğu için sadece çekimlerle ilgili olan trivia görevini üstlenmek istedim. şimdiden onlardan özür diliyorum.*

    şimdi öncelikle film baştan sona hiç kesintiye uğramadan devam ediyor. sadece son sahnede kesintiye uğruyor onu da şurada orijinall isimli yazar arkadaşımız spoiler'lı şekilde açıklamış, çok da güzel olmuş.

    - film çoğunlukla broadway's st. james tiyatrosunda çekilmiş

    - çoğu oyuncular, özellikle başroldekiler, yönetmenin bu değişik çekimine alışmakta baya zorlanmışlar ve 15 sayfayı geçkin diyalogları ezberlemek zorunda kalmışlar.

    - edward norton ve michael keaton filmde birçok hata yapmışlar. hatta filmde en çok hata yapan kişi emma stone olurken, en az hata yapan da zach galifianakis olmuş.

    - çekimleri bir aydan kısa süre sürmüş.

    - çekimler başlamadan önce filmin yönetmeni, alejandro gonzález ıñárritu, oyunculara philippe petit'in ikiz kulelerde bir ipin üstünde yürürken ki fotoğrafını yollamış ve altına şöyle bir not düşmüş:
    "guys, this is the movie we are doing. ıf we fall, we fail."

    - film hiç kesilmeden çekildiği için, filmi edit'lemek sadece 2 hafta sürmüş.

    - filmin görünen kesilmeleri toplam 16 taneymiş.

    bir de bonus olsun:
    --- spoiler ---

    - esas adamımız sarhoşken dışarıda manyak herifin bağıra bağıra söylediği sözler shakespeare'in macbeth oyunundanmış. sözlerini de yazayım tam olsun:

    "tomorrow, and tomorrow, and tomorrow, creeps in this petty pace from day to day to the last syllable of recorded time, and all our yesterdays have lighted fools the way to dusty death. out, out, brief candle! life's but a walking shadow, a poor player that struts and frets his hour upon the stage and then is heard no more. ıt is a tale told by an idiot, full of sound and fury, signifying nothing."

    - hatta bir görüşe göre film macbeth'ten esinlenmiş. esas adamımızın macbeth olduğunu ve birdman'in de lady macbeth olduğunu savunanlar varmış. mesela tiyatro oyununda dans eden ağaçlar macbeth'te de varmış.*
    --- spoiler ---
  • on numara film. bayıldım. o kamerayla birlikte siz de peşine düşüyorsunuz karakterlerin, bitene kadar da sürüklenip gidiyorsunuz. oscarlıktır, değildir, iñarritu'nun en iyisi değildir, bilmem ne, çok da umurumda değil de, anlayamadım şu çekim tekniğini çok değişik bir biçimde yorumlayan arkadaşları. özetle "tekniği çıkar bir sikim yok" diyor adam ya. oğlum messi'nin de bacağını kopart onda da bir sikim yok. hatta einstein'ın beynini çıkartırsan o da pek matah bir şey değil. çok ilginçsiniz ha.

    edit: imla
  • whiplash ile arka arkaya izleyince insanı davul manyağı eden filmdir. saatlerdir kafamda bir drum solodur gidiyor azizim *
  • "hayat kısa birdman uçuyor" inaritu *
  • filmle alakalı olarak birdman aynı zamanda bob kane'in batman'e verdiği ilk isim.
    michael keaton da batman karakteriyle tanınır.
hesabın var mı? giriş yap