• sevginin değiştiremeyeceği güzelleştiremeyeceği duygu yoktur. --- spoiler ---

    misal beyaz dişin kulübedeyken scott bir süreliğine gidip gelmişti. o süre zarfında kurt tüm güdülerini yoksayıp yaşamdan vazgeçmişti yememiş içmemiş sadece sahibinin gelmesini beklemişti gücü giderek tükenerek. sonrasında scottın geldiğinde hayatında hiç yapmadığı şey sahibinin kollarının arasına girmesi.. kitabın bence en vurucu yeriydi.
    --- spoiler ---
    sevgi en önemli ihtiyaç. insan genel olarak canlılar sevgisizlikle canavara dönüşebilir. sevgiyle bir çok güzel şeye. bunu jack london çooook iyi anlatmış. okunmalı..
  • --- spoiler ---
    doğduğu andan itiberen neredeyse cehennem hayatı yaşayan, kendisi dışında bildiğin her canlıdan nefret eden ve sadece korku ile itaat edebilen yarı kurt - yarı köpek olan beyaz diş'in kitabın sonlarına doğru sevgi ile tanışması çok etkileyicidir.
    --- spoiler ---
  • kurt-köpek kırması olan, kurt soylu bir köpeğin namıdiğer beyaz diş'in yaşam mücadelesinin anlatıldığı bir jack london romanıdır.

    baştan söyleyeyim bu romanı çok sevdim. kitabı okurken cümleler kendiliğinden akıp gidiyordu. tıpkı bir belgeselde, kurtların vahşi doğada hayatta kalma mücadelesini izliyor gibiydim. eserin dili açık ve anlaşılır, tasvirler tanıdık, kahramanımız içimizden biri gibiydi. yazar, sanki sözcüklerle sanat eseri yapmış. kitapta beğenmediğim diyebileceğim hiçbir şey yok.

    beyaz diş'te; insanoğlunun acımasızlığı, aç gözlülüğü ve bencilliği bir hayvanın gözüyle anlatılmıştır. kitapta kahramanımız bir kurttur, insanlar da yan rolde çıkıyor karşımıza. sevginin ve şefkatin canlılarda nasıl iyileştirici gücü olduğu da kitabın başından sonuna kadar anlatılmıştır. ayrıca london, bu romanında sadakati de ön plana çıkarmıştır.

    beyaz diş; bir kurdun büyümesini, onun karakter gelişimini, hayatı tanımasını, dost-düşman kavramlarını öğrenmesini, iyiyi-kötüyü ayırt etmesini adım adım izletir bize. "izletir" diyorum çünkü london, kitap yazmamış da belgesel çekmiş gibi.

    bu arada beyaz diş, dünya klasiklerinden biridir. ülkemizde de 100 temel eser arasında bulunur. 15. basımını okuduğum kitabın, ilk basımı ise 1906 yılına uzanmaktadır. kitap bittiğinde bugüne kadar niye okumamışım diye hayıflandım ben.

    beyaz diş'i, yaş fark etmeksizin herkesin okumasını öneririm. kitaptan kim, hangi dersi alır bilmem ama sonucunun iyi olacağı kesin.

    edit: size hiçbir zararı dokunmayan, yanınızda kalıyor önüne de bir iki yiyecek koyuyorsunuz diye kimse size bir hayvanı dövme hakkını vermiyor. bari o dilsiz canlıları rahat bırakın, vurmayın.
  • her ne kadar çocuk kitabı olarak görülse de, aslında sembolik anlatımla özgür irade kavramını irdeleyen jack london kitabı.
    bir çırpıda okunabilecek kadar akıcı olması ayrı bir güzellik katmış kitaba.
  • bir şeyi anlamanın tek yolu denemektir.

    kimi zaman kendisine et verdikleri doğruydu ama çoğunlukla acı verirlerdi.

    (bkz: jack london) abimiz harika bir yazardı.
  • okuduğum en güzel eserlerden biridir, insan bu kitap da insan olmayan bir varlık ile empati kurup onun gelişimini kavradığı gibi merhamet duygusunun nasıl bir şekilde varlığa iyi geldiğini anlıyor. yazarın diğer kitapları da güzel ama bunu herkes okumalı.
  • sevginin, merhametin bir canlının ruhunu, davranışını, dünya algısını nasıl değiştirip dönüştürebildiğini harika bir hikaye ile anlatan jack london eseri.

    ayrıca yazar, " bir kurt köpeğinin yaşamı" gibi basit bir hikaye ile edebiyatın, yazarlığın ne olduğunu hayranlık verircesine ortaya koymuş.

    alıntılarım:

    insan yenildiğini düşünürse, yarı yarıya öyle sayılır.
    ***
    şu anda önlerindeki mesele aşktı ve aşk, yiyecek bulmaktan amansız, daha acımasız bir meseleydi.
    ***
    dünyada sonsuz özgürlük diye bir şey olmadığını, hayatın bazı kısıtlamaları ve sınırları olduğu duygusunu yerleştirmişti ona. bu sınırlar ve kısıtlamalar, yasalardı. yasalara uymak, acıdan uzak olmayı sağlar ve mutluluk getirirdi.
    ***
    varoluşuna en mükemmel anlamını ancak bu şekilde verebilirdi çünkü hayat, ne yapmak için donanımlıysa, en çok onu yaparken zirvesine ulaşır.
    ***
    yavru kurt insanlar gibi düşünseydi, hayatı, doymak bilmez bir iştahı doyurmaya çalışmak olarak özetlerdi. dünyayı ise takip eden ve edilenin, avlayan ve avlananın, yiyen ve yem olanın bir sürü arzu ve iştahıyla dolu; düzensizlik ile şiddetin, açgözlülük ile kıyımdan ibaret bir kaosun acımasız, plansız ve sonsuz rastlantıyla birlikte tamamen körlemesine ve karmaşa içinde hüküm sürdüğü bir yer olarak görürdü.
    ***
    eller, uzak durulması gereken şeylerdi.
    ***
    kimse doğasının gereklerini, geri tepme olmaksızın çiğneyemez.
    ***
    ellerini iyi bilirdi; o ellerin nasıl egemenlik kurduklarına ve ne büyük bir ustalıkla can yakabildiklerine şahit olmuştu..
    ***
    insanlarla yaşadığı tüm tecrübelere ters düşen bir güvenlik duygusu hissediyordu
    ***
    sesi iyilikle ve nezaketle doluydu. o âna kadar hiç yaşamadığı bir şeydi bu. ve bu ses, yine içinde daha önce hiç hissetmediği bazı duyguları uyandırdı. sanki belli bazı ihtiyaçları doyuruluyor, sanki içindeki bir boşluk dolduruluyordu; öylesine tuhaf bir tatmin duygusu içinde olduğunu fark etti. sonra tekrar iç güdüleri ve geçmiş deneyimleri dürttü onu. tanrılar, onun aklının alamayacağı kadar kurnazdılar ve istediklerini elde etmek için asla tahmin edilemeyecek yöntemlere sahiptiler.
    ***
    o yanındaysa bu sevgi bir eğlenceydi, vahşi, keskin ve heyecan verici bir doyumdu. ondan uzaktaysa acı ve huzursuzluk tekrar başlıyor, içindeki yokluk büyüyüp boşluğuyla baskı kuruyor ve hissettiği açlık dur durak bilmeksizin içini ezip kemiriyordu.
    ***
    bu teslimiyet ve kendinden geçme hâli, bu mutlak güven sadece efendisi işin geçerliydi.
    ***
    tanrılar, güçlerini kıskançlıkla korurlardı.
    ***
    hayat tüm derinliği, genişliği ve değişkenliğiyle akıp geçerken, sürekli duyularını etkileyip sarıyor, sayısız ayarlamalar yapıp anında çeşitli karşılıklar vermesini talep ediyor ve hemen her zaman güdülerini bastırmak zorunda bırakıyordu onu.
  • geçen yıl doğum günümde şantiyedeki işçilerin hediye etmesi ile kitaplığıma dahil olmuştu bu kitap. bu hediye, beklenti içinde olduğum insanların doğum günümü önemsemedikleri için duyduğum hayal kırıklığını arttırken, başka insanlar için hala önemli olduğum hissi arasında beni tezat bir duygunun içine sokmuştu.

    nihayet dün akşam başlayabildim okumaya ve bir cümlesinde bile sıkmadı, su gibi akarken bitecek diye üzüldüğüm bir kitap oldu. belgesel izliyormuşum gibi okudum ilk 3 bölümü. okurken izliyormuşum gibi gözümü bile kırpamadım. sonraki 2 bölümdeyse beyaz dişin tüm gelişimini kendimde, çevremdeki diğer insanlar ile bütünleştirdim.

    --- spoiler ---

    sevginin çok büyük bir kudreti var evet ama hayatında sevgi yokken hiç pes etmedi beyaz diş. sevilmeden önce dayak yedi, aç kaldı, hor görüldü, ölüme yaklaştı ama yaşama olan tutkusundan hiç vazgeçmedi. sevilmeyi öğrendi ve eksikliğini duyduğu ilk anda yaşama olan tutkusunu kaybetti.

    beyaz dişin vahşiliğinden kurtulup büründüğü yeni kimliği içimi ısıttı ama bana şunu düşündürdü;
    hangisi daha acı ya da hangisi daha doğru?

    sevmeyi ve sevilmeyi bilmeden sadece vahşi doğadaki gibi av olmamak için avcı olmak mı? bu uğurda sert, vurdumduymaz, bencil bir hayat sürmek mi?

    ya da

    sevilmenin ya da sevmenin verdiği zaafların verdiği zayıflığa rağmen mutlu olmanın yolunu aramak mı?

    --- spoiler ---
  • twitter'da bu sabah en çok bahsedilenlerde adı geçince öldüğünü sandığım roman.
  • (bkz: white fang)
hesabın var mı? giriş yap