• 18.yuzyil alman hukumdarlarindan frederick the great, bugun kendi adiyla anilan sarayini yaptirirken, sarayin bahcesinde bulunan ve artik o saray kadar unlu yeldegirmeninin de istimlak edilmesini ister. degirmencinin vermemesi uzerine teklif edilen para artirilir ancak degirmenci yine reddeder. sinirlenen kralin gonderdigi "zorla alirim" mesajina ise degirmenci, hukukcularin bir ayet gibi duvarlarina asmasi gereken o unlu cevabi verir: "alamazsin! berlin'de hakimler var."
    hukuk devletinin felsefesini ozetleyen bu soz, yaklasik 2 yuzyildir butun dunyada bir adalet tilsimina donusmus, basta almanya olmak uzere kim iktidar cihetinden bir haksizlikla karsilassa, sadece yonetilenlerin degil, yonetenlerin de hukukla bagli olduguna inanan hakimler olabilecegi umidiyle bu sozu haykirmis.
    peki bu soz uzerine frederick ne yapmis?
    buyuklugune yakisani yapmis, yeldegirmenine dokunmamis, araziyi degirmenciyle paylasmayi kabullenmis.
    bu tarihi anekdotu aktariyorum ama siz yine de benzer durumlarda bu lafi edeceginiz zaman iki kere dusunun derim. zira berlin'de kraldan degil hukuktan yana hakimlerden kalmadigi haberleri geliyor. dunyanin geri kalanina hicbirsey demedigimi de kayitlara gecireyim de dunyanin baska yerindeki alingan bir hakimin ilgi alanina girmeyeyim...
  • sunay akın'ın "söz sanatı" isimli gösterisinde anlattığı hikayenin bir bölümüdür. hikayenin kapanışını da öyle güzel yapmıştır ki; paylaşmadan geçemeyeceğim:

    --- spoiler ---

    adalet deyince akla ilk gelen, herkesin hemen hemen bildiği bir deyim vardır : “berlin’de hâkimler var!..” deyim nerden geliyor, hikayesine bakalım: prusya kralı büyük frederik, postdam ormanlarında gezinirken bir değirmenin bulunduğu tepenin yanındaki alçak bir tepe üstünde durur ve değirmeni satın alarak yerine bir saray yaptırmak ister. fakat değirmenciyi bu satışa bir türlü razı edemez. kral değirmenciyi ikna etmek için önce değirmene değerinin kat kat üstünde bir meblağ ödemeyi teklif etse de sans-souci, “olmaz ! satılık değil bu değirmen.” der. kral bu cevaba kızar ve “sen benim prusya kralı olduğumu bilmiyor musun yoksa?” diye sorunca, “biliyorum, biliyorum” der sans- souci, “sen de benim bu değirmenin tapusu ile sahibi olduğumu bil.” diye cevabı yapıştırır. kral iyice köpürür ve “ zorla alırım o halde. bakalım o zaman ne yapacaksın?” der. değirmenci bu söz üzerine hiç telaşa düşmeden: “berlin’de hakimler var.” cevabını verir. kral bu cevap üzerine ıslah ettiği mahkemelerin adaletine kendi aleyhinde de güvenildiğini anlar. bu yel değirmeninin prusya krallığı devam ettikçe korunmasını ister ve onun daha altında olan tepeye sarayını diker. adını da sans-souci sarayı koyar.

    ne güzel bir adalet, kralın arka bahçesinde değirmenci. adalet kralı ve değirmenciyi dost etmiştir. adaletin amacıda budur. ınsanları birbirinden ayırmak değil. üstünlük sağlatmak, ezmek değil. adalet birlikteliği oluşturmaktır. herkesin adalet karşısında eşit olduğunu göstermek ve bunu korumaktır.
    adalet, değirmenci olsan da kral olsan da adalete boynunun kıldan ince olduğunu bilmektir.
    adalet, kim olursa olsun düşüncesini özgürce ifade edebilmektir.
    adalet güvenmektir.
    adalet, tanrının vekilidir.
    ne güzel sarayın arka bahçesinde değirmenci, her sabah taze ekmeğin kokusu ile güne başlayan kral. biribirini tamamlayan barış içinde yaşayan insanlar.ne güzel düş olmayacak kadar gerçek!
    ve yıllar sonra, genç bir subay berlin’de bir davete katılır. arkadaşlarına bu hikayeyi anlatır sonra “haydi, gidelim ve bu sarayı görelim. değirmen hala duruyormuş.” der. kimse o soğukta dışarı çıkmaz. bir tek o subay gider. sarayın karşısına geçer ve bu eşsiz eseri izler. işte o genç subay mustafa kemal atatürk’tür.
    işte o anda perdede atamızın fotoğrafını görünce göz yaşlarımı tutamadım. saraya bakarken neler hayal ettiğini, neler düşündüğünü düşündüm.hissetmeye çalıştım.ve sonra bizim için gerçekleştirdiklerinin ne kadarını ellerimle tutabildiğime, sahip çıkabildiğime baktım, baktım ve utandım…
    yıllar sonra bir erkek için ağladım…ama değdi adam gibi adamdı…
    --- spoiler ---

    not: yazı alıntıdır.

    berlin'de hakimler var ama, "o" aramızda yok..
    böyle bir adaleti düşleyen "o" büyük adam, 1917yi 1918e bağlayan o soğuk kış gecesinde, kendi gözleriyle görebilmek için o adalet sembolünü yalnız başına gidiyor..
    "o"nun düşü-düşüncesi ile şimdiyi karşılaştırabileceğim bir terazi bulamıyorum, on kasımın bindokuzyüzotuzsekizinden beri..
  • işte hukukumuzda yapılması gereken reformun özü budur. bir gün biz de hakkımızı gaspeden insan ne kadar nüfuzlu olursa olsun ''ankara'da hakimler var'' diyebildiğimizde bu ülkede herşey daha güzel olacaktır
  • birisinin "o, berlin'deki hakimlere söylüyorum. siyaset yapacaksan cübbeni çıkar da siyasete gir" şeklinde mukabele edeceği söz.
  • alman kralı ıı. frederick 1750 yılında potsdam’dan geçiyor. orayı çok beğeniyor ve “bana şuraya bir saray yapın” diyor. ertesi gün adamları gidip bakıyorlar, kral’ın beğendiği yerde bir değirmen. adamlar kapıyı çalıyor, yaşlı değirmenci açıyor.
    – buyrun?
    – bizi kral gönderdi. burayı görüp çok beğendi, satın alacak. kaç para?
    – satmıyorum ki ne parası?
    – saçmalama kral istedi.
    – bana ne! ben satmadıktan sonra kimse alamaz ki!

    adamları gelip kral’a diyorlar ki;
    – efendim beğendiğiniz yerdeki değirmenci deli. “satmıyorum” dedi.
    – çağırın bakalım bana şu adamı.

    değirmenci gelip, kral’ın karşısında duruyor. ıı. frederick:
    – yanlış anladınız herhalde beyefendi, ben satın almak istiyorum orayı. kaç para?
    – yoo yanlış anlamadım, adamların da dün bunu söyledi. satmıyorum!
    – beyefendi inat etmeyin, paranızı fazlasıyla vereceğim.
    – sen koskoca kralsın, paran çok. git almanya’nın her yerine saray yap. burayı benden önce babam işletiyordu. ona da babasından kalmış, ben de çocuğuma bırakacağım. satmıyorum!

    ıı. frederick ayağa kalkıyor;
    – unutma ki ben kralım!

    değirmenci bakıyor ve diyor ki;
    – asıl sen unutma ki berlin’de hakimler var! hiçbir güç, hiçbir siyaset, hiçbir iktidar kral bile olsa adaletten üstün değildir. hiç kimse adaletin üstüne çıkamaz. orada oturamaz.

    potsdam’da sans souci sarayı ve değirmen yan yana. kral ve değirmenci adaletle komşu oluyor. sabahları ıı. frederick arka bahçeye çıktığında değirmenci sesleniyor;
    – hey frederick, ekmek yaptım göndereyim mi?

    ıı. frederick diyor ki;
    -“adalet her sabah bana, sıcak bir ekmek kokusuyla gelirdi.”

    işte biz de ülkemizde bırakın en üst düzey kişiye, bırakın zengine, bırakın biraz güç sahibine hatta bırakın sokaktaki magandaya, parmağımızı sallayıp ankara’da hakimler var diyebildiğimiz gün, ülke gerçekten düzelecek, adalet gerçekten gelecek.
  • abbas güçlü'nün ankara'da da hakimler var diyerek katkıda bulunduğu hikayedir.
  • bu ülke bu millet bu ümmet artık siz kendinizi neye ait hissediyorsanız adını koyun hiçbir zaman refaha ya da zenginliğe erişemeyecek. çünkü kendi koyduğu kuralları ayrım gözetmeksizin uygulayamıyor. bugün sinan çetin, dün recep tayyip erdoğan(tek allah'tan korkarım diyen ama oğlunun çarpıp öldürdüğü kişiyi suçlu çıkaran kişi), yarınsa yine böyle birileri...

    bu toplum iflah olmaz... olamaz...
  • bu geceki genç bakış programında sunay akın'dan dinlemiş olduğum hikayedir.
  • almanya da yasiyorum, belki yuz yillik bir sokakta oturuyorum. ne zaman o sokagimda yurusem, o 100 yillik binalarla birlikte bu sozun agirligi ustume cokuyor zira ne bunu soylecek koylumuz, ne de o guveni verecek hakimimiz var.

    istisnalarin kaideyi bozmasi dilegiyle.
  • alman malının kalitesini gösteriyor olabilir. yoksa burda da var.
hesabın var mı? giriş yap