hesabın var mı? giriş yap

  • açıklama içeriğinin saçmalığına takılmayın.
    hiç bir terör örgütü, yaptığı saldırının arkasında durmamazlık etmez, biz yaptık ulan duyun sesimizi der.
    burada bence önemli olan, kıymetli hükümetimizin yok istihbarat yok şu yok bu diyerek parmağıyla gösterdiği suçlunun bu işin suçlu olmamasıdır.
    bu işin suçlusu, eleğe dönmüş sınırlarımızdan giren arap asıllı teröristlerdir.
    eleğe dönmüş sınırlarımızın suçlusuna da ulaşırsanız parmağın tekrar bize döndüğünü göreceksiniz.

  • öncelikle kendisini tanımıyorum. videoyu izlemedim. kendisi hakkındaki bilgim son dönemde debeye giren girdilerden ibaret. fazla da bilgim olmasını istemiyorum.

    yakınının ölme sebebinin doktor hatası olduğu sadece kendi iddiası, kanıtlanamayacak bir durum. ama kendisinin katil olduğu kanıtlanmış ve kendisi tarafından da itiraf edilmiş bir gerçek.

    böyleyken kendisi ile nasıl empati yapılabilir? empati yapmamız neden bekleniyor?

    ne kendisi ne de başka bir katil ile empati yapmayı düşünüyorum. hayatta herkes kadar acı çekiyor, herkes kadar sinirleniyor, herkes kadar öfke nöbeti geçiriyorum. babamın hastalığı sebebi ile ömrümün yarısını cerrahpaşa’da geçirmiş durumdayım. gırtlak kanseri başlığı benim girdilerimle dolu. yaşadığım hiçbir şey karşımdaki insanı öldürmem gerektiğini düşündürtmedi.

    ben ölmüş olan doktor ve ailesi ile empati yapabilirim ancak. çocuğum bir psikopat tarafından öldürülse, çocuğumun katilinin cezası okuduğu yıl kadar bile olmasa, çocuğumun katili yıllar sonra bir programa çıkarılsa ve olayı anlatıp kahkaha atsa, kahrolurum.

    son sözüm armağan çağlayan‘a; buraya geldiğinizde sadece merak ettiğiniz kişilerle röportaj yaptığınızı ve yapacağınızı söylemiştiniz. bir katili merak etmenizi anlamıyorum orası başka da. “ben bu kahkahayı atarken öldürülmüş insanın ailesi ne düşünür?” diye de merak ettiniz mi hiç? ben ettim. ve size olan tüm saygımı yitirdim.

    edit: gelen mesajlar için teşekkür ederim. babam hayatta ve iyi durumda. bu konuda çoğunuzla aynı fikirde olmamıza sevindim, sevgiler.

  • araştırma görevlisi olduğu andan itibaren;

    a) danışman hocasının kadrolu kölesidir. bina içi, binalar arası hatta kampüs dışı, araştırma görevlisi oluşuyla ilgili/ilgisiz her tür ayak işine koşturmakla mükelleftir.

    b) tez izleme komitesindeki diğer hocaların da emir eridir. danışman hocasının yüklediği kadar olmasa da, onların "rica ettiği" her tür işi seve isteye yapmak, sağa sola gitmek zorundadır.

    c) bölümdeki diğer hocalar da denk getirebildikleri anlarda ona iş yüklemekte beis görmeyeceklerdir. zira ülkedeki en güçlü dokunulmazlık profesörlere verilmiştir ve zavallı genç akademisyenimizin tüm kariyeri bu hocaların çoğunluğunu oluşturacağı veya etki altına alacağı jürilere bağlıdır.

    d) hocalar genelde bilirkişilik, ödenekli projeler, danışmanlıklar gibi, asli görevleri olan eğitim/öğretimden çok daha mühim(!) işler peşinde olduklarından, derslere girmekte pek de istekli olmayacaklar ve araştırma görevlimize "hadi sen gir de bugün bir uygulama yapın" falan diyeceklerdir. sınav zamanları gelince de hocalar sınıfa, amfiye 5-10 dakika uğrar, kalan 1 hatta bazen 2 saat boyunca ise araştırma görevlileri ayakta sınavı takip ederler.

    ezcümle; akademik hayatında, iç mekan - dış mekan ayrımı olmaksızın, yaya olarak en fazla kilometreyi araştırma görevlisi olduğu süre boyunca kat edeceği, en çok ayakta kalacağı süre de bu döneme denk geleceği için dayanıklı ve rahat bir ayakkabı seçmek zorundadırlar.

    ne yapaydı? makosen mi giyeydi?

  • ana kuzusu tertemiz mehmetçiğimizi bu hallere düşürüp videoya alan şerefsizler ve yandaşları, ülkeyi teröristlere peşkeş çekmiş dinci hırsızlar , hepinizin allah belasını versin.

  • önce lümpenlik ardından sınıf bilincinin dini aidiyete tahvili

    batıda da sanayi devriminin başlamasının ardından kırsaldan kentlere akın başlar. seri üretimle beraber, zanaatkarlar işçiye dönüşmüş ve gelirleri düşmüştür. şehirlerde, barınma problemi olan, fakir yığınlar birikmeye başlamıştır. artık şehirlerde yeni bir sınıf vardır: işçi sınıfı.

    ingiltere'de işçi mahallesi

    ingiltere'deki işçiler çok önemli bir talep ile gelirler: çalışma saatlerinin sekiz saat ile sınırlanması.

    sekiz saat çalış. sekiz saat dinlen. sekiz saat eğlen

    bu, 1. sosyalist enternasyonalin de en önemli talebi olur. firavunun kölelerinden beri en önemli işçi hakkı, boş zamandır. nitekim musa, insanlara şabat gününü müjdelemiştir.

    19. yy kapanıp, 20. yy başlar iken, işçiler, çalışma sürelerinin sekiz saat ile sınırlanması için eylemler yapıyordu.

    8 saat yürüyüşü

    20. yüzyılın başında işçilerin boş zamanı, ideolojilerin kendilerini tanımladığı bir alan haline geldi.

    misal nazi almanyası'nda, kraft durch freude (neşeden gelen güç) isimli bir devlet kurumu kurulur. bu kurum, işçiler için tenis kursları düzenlemekte, işyerlerinde işcilere dans ve tiyatro dersleri vermektedir. tahmin edersiniz ki bunların hepsi aslında birer küçük burjuva alışkanlığıdır. ve aslında fakir ve eğitimsiz yığınları, kültürel olarak orta sınıflaştırma çabasıdır.

    dans dersi

    sscb'nin en ünlü, bas bariton vokali leonid kharitonov, aslında kaynak ustasıdır. işçi korolarından yükselmiş, işçi korosu yetersiz kaldığında ise moskova konservatuarına yönlendirilmiştir.

    leonid kharionov

    amerika'da ise hollywood iş başındadır. benim ilk aklıma gelen film, piknik. bu filmin yarım saatinde kadrajda bir piknik sepeti vardır ve izleyicilere piknik sepetinin nasıl hazırlanacağı öğretilir. yine ikinci dünya savaşı sonrasındaki amerikan mecmualarına bakarsanız, "tekne almanın püf noktaları" gibi konular görürsünüz. bilal'e anlatılır gibi, sandal alırken nelere bakmalı, sandalla denize açılırken nelere dikkat etmeli, denize açılmadan önce ne gibi hazırlıklar yapılmalı gibi bilgiler yer alır.

    piknik

    ortadoğu'da ise aslında daha ilginç bir deneyim vardır. israil ve kollektif tarım köyleri olan kibbutzlar.

    kibbutz

    bu politik aygıtların tümü, aslında o fakir yığınları kültürel olarak orta sınıflaştırma görevini yerine getirmiştir. nitekim, türkiye'de de nazilli dokuma fabrikasının sinema salonu gibi devlet işletmelerinin sosyal tesislerini veya köy enstitülerini bu çerçevede görmek lazım.

    ancak türkiye'nin "ırgata mandolin ne gerek" diyerek geri adım atması var.

    20. yüzylılın ikinci yarısından sonra, köyden kente başlayan göç, lümpen yığınların oluşmasına neden olmuştur. atölyemde çalışan tornacı. delikanlı erzurum'un köyünden gelmiş. sanayi de zaten kadın çalışmıyor. zaten delikanlının mesai saatleri çok uzun. bağlama kursu gibi bir kültürel ihtiyacı da yok. hobiyi geçtim çok daha temel bir soru var: bu delikanlı karşı cins ile nerede tanışacak? becerebildiği tek şey pazar günü kartal sahiline gidip, sahilde yürüyen kızlara " senin amını bızırını yerim" diye laf atmak.

    bunlar önemli farklardır. bir tarafta nazilli dokuma fabrikasında karısını koluna takıp sinemaya giden işçi var. bugün izmir'deki fönlü saçlı cehapeli teyzeler, işte o dokuma fabrikasında karısını koluna takıp sinemaya giden işçilerin kızları.

    diğer tarafta ise kocaeli sakarya düzce şeytan üçgeni var. burası da sanayi bölgesi ama çıkardığı profil, sedat peker ve yeğenleri.

    ***
    sınıf bilinci geliştirmeyen adamlar, müslüman oldukları için ezildiklerini savunur olmuşlardı. geldiğimiz noktada ise alamadığınız her sulu boya, her kamp malzemesi, minik berra'nın göz kamaştırıcı mevlidi şerifine gitmektedir.

    ama ırgatlık o kadar içimize işlemiş ki, yüzyılın başına baktığımızda, gördüğümüz plaj fotoğraflarındakileri istanbul'un kalburüstü takımı olduğunu düşünüyoruz. gerçekten diğer insanların denize girmesini engelleyen şey, maddi olanaksızlıklar mı yoksa kültürel fark mı? ben bundan o kadar çok emin değilim.

    plaj

    --- ırgatın mandolin çalması ---

    bir işçinin, yaptığı işe kendinden bir şey katabilmesi için aynı zamanda kendisini de yeniden üretebiliyor olması lazım.

    alman sanayisi dendiği zaman aklınıza sadece otomotiv geliyorsa yanılıyorsunuz. bunun içinde üretimi gerçekleştirebilmek için kullanılan alet ve edevatlar da yer almakta. würth veya pferd gibi firmaların katologlarını açtığınızda ıncığın cıncığını yapan parça görüyorsunuz. bunlar masaüstünde tasarlanmıyorlar. bu alet ve edevatlar, üretimi yapan, bizzat bu aletleri kullanan ustaların geri bildirimleri ile şekilleniyor.

    dolap beygirine çevirdiğiniz adamdan, ne işe kendisinden bir şey katmasını ne de size geri bildirimde bulunmasını bekleyemezsiniz.

    edit: badim frombillericay türkiye'deki halk evlerini atladığımı hatırlattı. haklı.

  • efendim yine durdum düşündüm, o kadar eften püften şeyler yazarken arada da sözlüğe bir katkımız olsun dedim ve yeni iş kuranlara vergisel süreçte yardımcı olacak rehberlik niteliğinde bir entry hazırladım. genelde badilerim ya da entry'lerimi okuyanlar bilirler işimi hiç sevmem ama sonuçta mesleğim bu işlerle uğraşmak. madem yapıyorum, faydam dokunsun birilerine.

    şimdi, yeni iş kuruyorsunuz, öncelikle çapınızı bir belirleyin. ne büyüklükte bir iş olacak bu? şayet ufak çapta (en azından başlangıçta) iş yapacaksanız, basit usülde vergilendirmeyi seçerek gereksiz vergi ödemelerinizin ve sorumluluklarınızın önüne geçmiş olursunuz.

    basit usulde vergilendirme için bazı kriterler var. kitapçık sayfa 10'da göreceğiniz kriterlerin altında kalmanız gerekir. yani çok ufak işler yapacaksanız, boşu boşuna gerçek usülde vergilendirilerek size üç beden büyük gelen vergi yüklerine girmeyin. çünkü bir kez böyle başladınız mı 2 yıl boyunca basit usüle geçemiyorsunuz.

    gelelim asıl önemli konu olan gerçek usülde vergilendirmeye.

    kimler gerçek usülde vergilendirilirler? basit usuldeki şartları geçen şahıs işletmeleri, şirketler, kooperatifler vs.vs. yani devletin asıl para kaynaklarıdır gerçek usülde vergilendirilenler.

    bir iş kurdun. ödeyeceğin vergiler neler olacaktır? hemen anlatayım.

    -kdv1- (duruma göre) kdv2- muhtasar- damga vergisi- gelir (şirketse) kurumlar geçici vergisi, kurumlar vergisi, işçiler için sgk bildirimi, kendin için bağkur ödemesi. genel çatı budur. ötv (özel tüketim vergisi) ihtalat yapanlar için gümrük vergisi vs. de var ama karıştırmıyoruz onları. %95 işletme için ilk saydıklarım yeter.

    -kdv1

    al-sat yaptığını düşünerekten 5.000 tl+%18 kdv'ye mal aldın diyelim ve toplamda 5.900 tl ödedin. aynı malı 10.000+%18 kdv'ye sattın ve 11.800 tl aldın. senin, sana mal satana ödediğin kdv 900 tl, seninse müşteriye kestiğin faturadan aldığın kdv 1.800 tl. ne yapıyorsun? 1.800-900=900 tl kdv fazlasını devlete ödüyorsun. tut ki alışın satışından çok oldu. yani elinde daha indirilecek kdv'n var. bu durumda kdv bakiyen ileriki ay ve yıllarda düşülmek üzere devreder. şunu unutma ki kdv'yi her zaman en son tüketici öder. kim o tüketiciler? sen ben o. aldığın iphone'un kdv'si cebinden çıkıyor, birey olarak, herhangi bir yere kullanabiliyor musun? hayır. gittin aldın tükettin (tabii ki şirketine alırsan düşersin o ayrı).

    -kdv2

    bu biraz daha kompleks bir konu. her zaman çıkmaz. kdv tevkifatı gibi konular var. kafanı karıştırmayayım şimdi. sadece bununla ilgili bilmen gereken de aynen üstteki kdv gibi bunu satış kdv'nden indireceksin ama bundaki kural önce kendin ödeyip sonra indireceksin. takılma buna.

    -muhtasar beyanname

    biz onu gelir stopaj olarak da biliriz. işçi çalıştırdığında, ofis kiran gibi şahıslardan bir mal-araç-yer vs kiraladığında, muhasebecin avukatın vs'nin kestiği serbest meslek makbuzlarında; onlar adına yapmış olduğun kesintileri devlete ödemek için bildirdiğin bir beyannamedir. hani sen ben çalışıyoruz ya? bizler birey olarak vergi dairesine gidip kendimiz ödemiyoruz, işveren bunu bizim adımıza yapıyor. işte bu o beyanname. yine aynı şekilde devletin "agi" olarak bildiğimiz asgari geçim indirimini "al bunu bana ödeme benim adıma işçiye iade et" diyerek kesinti yaptığımız beyannamedir aynı zamanda.

    -gelir-kurumlar geçici vergisi

    peşin vergi olarak biliriz bunu biz. örneğin sen 1 ocak 2016'da işini açtın. senin vergi yılın 2016. 2016 bitince, 2017 mart ve nisan ayında (bireyse mart, şirketse nisan) sen bir yılık vergi ödeyeceksin ya hani? heh işte orada devlet çok güzel formül bulmuş ve "sen şimdi bana o bir yılı hiç beklettirme, bana para lazım. sen şimdiden üçer aylık periyodlarda kar zararı hesapla, senin o yıllık beyannamenden bunu düşeriz" diyor. sen 3 aylık periyodlarda kar-zarar durumu çıkartıyorsun ve vergi çıkmışsa ödüyorsun. zarar çıkmışsa devrediyorsun.

    ilk dönemlerde vergi çıktı ödedin ama son dönem bir baktın zarara döndün ve yıllık beyannamen de zarar. ne yapıyorsun? o yılın kurumlar beyanını verdiğin nisan ayından sonra iade istiyorsun. ha ama şunu hiç unutma devlet para iade etmeyi sevmez. senden, o parayı diğer vergilerinden mahsup etmeni bekler. nakit istersen de kılı kırk yardırır.

    bu arada, gelir geçici vergisi şahıs işletmeleri için (mesela ali yılmaz) kurum geçici vergisi ise şirket içindir. temeli, mantığı aynıdır.

    -kurumlar vergisi

    senin ne vergi ödediğini, devlete ne katkı yaptığını, iş durumunu gösteren asıl beyanname budur. yukarıda bahsettiğim 3 aylık periyodlar halinde verdiğin 4 dönemli beyannamenin anasıdır. oluşturur. bu beyanname çıkınca genelde para ödemezsin çünkü senin dördüncü dönemde verdiğin geçici vergi beyannamesi hemen hemen bu ana beyannamenin son hâlini oluşturmuştur zaten. dönem sonunda yaptığın bir takım ufak tefek değişikliklere bağlı olarak fark oluşabilir.

    -damga vergisi

    şu hayatta anlamakta en güçlük çektiğim ve devletin ne gerekçe ile aldığını anlamakta ısrar ettiği bir vergi var ise budur. birkaç çeşit damga vergisi göreceksin ama asıl uyuz olanı, sözleşmeler üzerinden yaptığın vergidir. örneğin bir müşterinle 100.000 tl'lik bir sözleşme yaptın. hiçbir kayıt şart gözetmeksizin 100.000 tl'nin binde 9,48'i olan 948 tl'yi gacırt diye devlete ödeyeceksin. ayakbastı parası diyebiliriz buna. damga vergisinde de alt detaylar vardır, örneğin sözleşmelerde "damga vergisi x tarafa aittir" denilse bile devleti bu bağlamaz. devlet sözleşmede bulunan imzaları sorumlu tutar. sözleşme yaparken mutlaka kimin ödeyeceğini belirt ama karşı tarafın ödeyeceği üzerine anlaştınız ise mutlaka takip et. biz türkler damga vergisini ödemeyi sevmeyiz çünkü ve sallarız. bir inceleme olunca da karşına cezasıyla birlikte katmerli olarak çıkabilir. sözleşmedeki maddeye güvenerek karşı taraf öder zannettiğin damga vergisini sana ödetirler. o yüzden en güzeli sen öde, karşı tarafa rücû et. ya da karşı taraf ödemişse beyanname/tahakkuk ve ödeme makbuzunu iste.

    diğer damga vergileri de işçiler için kesilen (muhtasar beyannameyle bildirilir bu da) ve beyannameleri verdikçe her ay verilen (beyanname başına 31.50 tl şu an) damga vergisidir. bu başlıktaki bahsettiğim damga vergisiyle karıştırma.

    -neleri gidere atarsın?

    faaliyetinle ilgili olarak yaptığın her türlü harcamanı diyebiliriz. bazı istisnaları elbette vardır ama genel olarak böyle bilebilirsin. çok ikiye bölünmüş görüşler de vardır bunlara da hazırlıklı ol. örneğin tütün ve alkol harcamasını vergiden indiremezsin ama bu harcamayı misafirler için yapmışsan yani iş bağlamak için davet ettiğin insanlar için yapmışsan, indirilebileceğini söyleyen kesim de var ancak ben sağlamcı biri olduğum için risk almam ve üç kuruş hesabını yapmayıp atmam şahsen.

    -vergimi nasıl düşürürüm?

    işte muhasebecileri, mali müşavirleri boğum boğum eden sorulardan birisi. kimse vergi ödemek istemez ama devlet kalkınsın ister.

    benim için cevabı çok nettir, düşürme öde! bugün gider bir yerlerden fatura bulursun, gününü kurtarırsın eyvallah ama iki üç yıl sonra devletin bir denetleme yapası tutar. fatura aldığın firma naylon faturacıdır ya da başka bir şeyi vardır (genelde böyle fatura verebilen firmalar sağlam ayakkabı değillerdir). kullandığın o faturaları hesabından bir güzel çıkarttırır devlet, üstüne 1 kat vergi cezası uygular ve gecikme faiziyle birlikte ödetir. senin o gün ödemekten kaçtığın 10 bin tl kdv+ gelir vergisi vs. 30 bin tl olarak döner. "hallederiz, hallettim" diyen muhasebecin de ortalarda görünmez. öte yandan devlet belli zamanlarda seninle aynı işi yapanlarla sen kıyaslayıp "herkes böyle kazanırken sen niye az kazandın?" diyerek emrivaki vergiler yollar ve ödetir. ha vergi mahkemelerine yapılan başvurulardan olumlu dönüşler gelmiştir ama sen işini sağlama al.

    bir de bizim türk kısmısı çok komiktir. fatura bulur bir yerden ve kdv'yi öder ama firma ile defterde görünen hesabı kapamaz. kabak gibi görünür orada açık bakiye. sadece kdv ödemeleri yapıldığı için de o faturaların açık açık kdv için alındığı da bellidir. ondan sonra da "muhasebecim yapmamış" der.

    o yüzden hiç girme böyle şeylere ve vergini adam gibi öde. ha elbette ki yasal olan her türlü indirim hakkını da tüm sınırlarını zorlayarak da kullan. o hak senin.

    - muhasebecimi nasıl seçerim? nasıl denetlerim.

    işte zurnanın zırt dediği yerlerden birisi de burası. muhasebeci kurbanı olmuş sürüyle insan gördüm/duydum. adam evraklarını verir, hesabını kitabını çıkartır ama asla oturup bir gün de kendisi takip etmez ve körükörüne muhasebecisine güvenir. ondan sonra da bir yamuk çıkar ve o hesaplar elde kalır.

    hiçbir şey olamadığı için muhasebeci olan, işine saygısı olmayan kişilerce de altına üstüne gelir o hesapların. meslek hayatım önceki hükümetlerin pisliklerini temizlemekle geçti dersem abartmış olmam. bu işten soğumamın en büyük nedenlerinden biri de bu kısmıdır zaten. bir elin parmaklarını geçmez işini düzgün yapan tanıdığım.

    o yüzden benden sana tavsiye, belli zamanlarda muhasebecinden hesapların muavinlerini iste. borç alacak neymiş ne değilmiş takip et. mesela sen adama parayı ödemişsindir ama hâlâ senin hesaplarda açık görünür. aynı paraları tekrar tekrar ödemen bile sözkonusu olabilir. işini sağlama al.

    ha ama diğer yandan da faturasız yaptığın iş karşılığında aldığın çeki faturalı bir işe kullanıp sonra da muhasebecinin bunu temizlemesini bekleme. kimse senin için mucize yaratmaz.

    - sadece ön muhasebeyi tutsam yeterli mi?

    sana diyeceğim tek şey, ön muhasebe ile genel muhasebeyi şirket içinde tutturman, anlaştığın müşavirinin de ayda birkaç gez ofise gelip incelemesi, beyannamelerini hazırlamasıdır. dışarı evrak göndermeni tavsiye etmem. her zaman gözünün önünde olsunlar.

    alacağın eleman iki türlü muhasebeyi de yapabilsin. bunlar çok önemli konular. başta gözardı eder önemli bulmazsın ama yol su elektrik olarak döner bu önemsemediğin durumlar.

    - başka ne sorumlukların var?

    o kadar çok ki. her şey bir cezaya bağlanmış. 7 gün içinde sattığın malın//hizmetin faturasını kesmedin mesela, fark edildiğinde hoooop ceza aldın. gerçekten işletme açmak, yürütmek çok zor. açabilene de saygı duyuyorum çünkü her şey bir yük. ceza ödemekten belin doğrulmaya da bilir. burası türkiye. ha sağlam bir arkan varsa bilemem tabi.

    daha başka çok çok sorumlulukların var ama onlara da bu başlık altına yazacağım başka entry'lerde değinirim. yeterince uzun oldu çünkü.

    - ba/bs formu diyorlar o nedir?

    ba (büyük alışlar) -bs (büyük satışlar) formu da, devletin çapraz kontrol yapabilmek için her ay verilmesini şart koştuğu bir beyanname. vergisel bir boyutu yok. sadece o ay kestiğiniz ve şirketinize giren alış faturalarının bildirildiği bir liste. şu an için 5.000 tl+kdv üzerinde faturalaşma hareketi olunan her firma bildiriliyor. devlet bu verileri, başta nayloncuları tespit etmek için birçok alanda kullanıyor. verilmemesinin 2016 yılı için olan cezası her ay için 1.370 tl'cik mesela.

    burada önemli husus, faturanı zamanında müşterine yollamak ve sana gelen faturanın da zamanında eline ulaşmasını sağlattırmak. karşılıklı olarak formlarınızı devlete bildiriyorsunuz. uyumsuzluk olduğu takdirde ceza gelebilir. ona da dikkat et. mesela 2016 ocak ayına ait kdv beyannamen, 1 şubat-24 şubat arasında bildirilir. o tarihe kadar mutlaka faturanı teslim etmiş ol. sana da alış faturan teslim edilmiş olsun.

    - sgk bildirgesi nasıl olur.

    işçilerin için her ay bordrolar hazırlanacak. bu bordrolarla onların sgk primleri belirlenecek. primleri, bu bildirge ile verilirken aynı işçinin gelir vergisi ve damga vergisi de, yukarıda bahsettiğim muhtasar beyanname ile verilecek. her ayın 23.'üne kadar, bir önceki ayın işçi bildirimlerini yapar aynı ayın sonuna kadar da ödemesini yaparsın.

    - sosyal güvenlik prim ödemelerin ne olur?

    elbette değişir. 3 bin tl maaş vereceğin işçi için kaba hesapla birlikte senden 6 bin tl çıkar (maaş içinde) işçiyi asgari ücretten değil aldığı ücret ne ise ondan göstermeye bak. aksi halde işçiye açıktan verdiğin para resmi olarak kasadan çıkamayacağın için hesaplarda görülmeye devam eder durur. adam ufak işletmedir ama bir bakarsın bilançoda kasa hesabı 500.000 tl görünür. kimse fiziken 500.000 tl'sini kasada tutmayacağı için de inandırıcı olmaz.

    öte yandan işçi iki gün sonra gider ve şikayet eder. iş mahkemeleri de işçiden yanadır. kırptığın paraları katmerli ödersin. tavsiyem, gerçek ücretten çalışanı göstermendir.

    haa sen vergini tıkır tıkır ödersin ama diğer yandan, alavere dalavereyle iş yapan hiçbir sorumluluğunu yerine getirmeyen kişi de, iki gün sonra devletin çıkardığı aftan yararlanarak seninle birlikte pirüpak olur. bunlar da senin şanssızlığın artık.

    - bağkur ödemesi -4b sigorta- ne olacak?

    şayet öteden beri bir yerde sigortalı iken iş kuruyorsan sigortan devam eder bağkur'a gerek kalmaz ancak iş kurma tarihinde bağkur'un yoksa artık bir bağkurlu olacaksın demektir. her ay ssk primi gibi kendin için de prim ödeyeceksin yani. 2016 bağkur primi en az 568,22 tl en fazla ise 3.693,40 tl. bu rakam her yıl yenilenip duyurulur. emeklilik süresi daha uzundur. e artık işverensin kolay değil yok öyle emekli olmak.

    - atlamaman gereken detaylar (bu başlığı aklıma geldikçe dolduracağım)
    *işçilere maaş öderken mutlaka bankadan öde ve hesap pusulasına/bordrosuna imzasını al.
    *ödemelerini her zaman bankadan yap. bu senin için çok yerde kurtarıcı olacaktır. gerekmedikçe asla nakit ödeme.

    bağlantılı entry:
    (bkz: şahıs şirketi mi limited şirket mi/#41047495)

    edit: aralara eklemeler yaptım.
    edit: bu entry düzgün olarak kanuna uygun iş yapmak isteyen kişiler için yazıldı ama @3'ün yolu da bir tercih tabi. yüksek yerlerde tanıdıklarınız varsa, yapabiliyorsanız sizin bileceğiniz iş. çalmak ya da çalmamak, işte bu bütün mesele.

  • şimdi burada çok güzel çemkirmişsiniz ya kızlara "hiçbiri böyle değil" diye,

    he benim canlarım, şimdi söyleyin bakalım, erkek tarafı olarak sizde "düğün istemiyoruz" dediğinizde kalpten gitmeyecek ana-baba var mı?

    kız orada çıksa "ben sadece nikah istiyorum" dese o kayınvalide-kayınbaba onu oracıkta paralar, "modernlik de bir yere kadar(!), ben oğlumun düğününde göbek atamayacak mıyım yelloz!" diye anasından emdiği sütü burnundan getirirler o kızın.

    demedi demeyin, bence siz önce bir kendi anne babanızı yoklayın. sonra hem böyle bir kız bulur, hem de kızcağız istemediği halde "ama selma, annemi babamı kıramam ben tağam mı?" pısırıklığı noktasında kalırsanız, o kız da uçar gider elinizden.

    not: evladının tercihlerine saygılı olan anne-babaları tenzih ederim. lakin türkiye sınırlarında çok bol bulunan bir maden olduğunu düşünmüyorum.