hesabın var mı? giriş yap

  • kıyafetlerimizin üzerinde marka logosu taşımayı sevmemiz ve ınstagram'da her seyimizi paylasmamizla paralel durum. barbie ulkemizde marka değeri düşük bir guilty pleasure olarak görüldüğü için entelektüel
    sinefil insanlarımız oppie'yi seçmişler. yine aynı ülkede gişe rekoru kıran film recep ivedik'tir. greta gerwig ve noah baumbach sohbeti terk etti.

  • terste kalmamışlardır. terste bırakılmışlardır zira türkiye kötü değil düşmanca yönetilmektedir.

    zarar edenlere "mal" diyen şakşakçıları çekinmeden engelleyin ve geçin. onlar halkı bile isteye zarara sokmaya çalışan recep ve yandaşlarını görmezden gelecek kadar esnek omurgalılardır...

    not: terste falan kalmadım.

  • everton kurulduğu yılarda maçlarını mercyside bölgesinde boş bir arsada oynamaktaydı.daha sonra arsanın sahibi kendi takımını kurup everton'u arsadan kovması ile everton,günümüzde halen maçlarını oynadığı goodison park'a taşınmıştır.böylece iki takım arasındaki ezeli rekabet başlamıştır.

    ezeli rekabetin en üzücü ve utanç verici sonucu ise hillsbrough faciası olmuştur.1989 yılında iki takım arasındaki fa cup yarı final maçında 96 liverpool taraftarı hayatını kaybetmiştir.bu olay geçici bir süreliğinede olsa iki takım arasındaki anlaşmazlığı bir süre rafa kaldırmalarında etkili olmuştur.hillsbrough facıasında ölenlerin cenaze törenine ellerinde çiçekler ile katılan bir grup everton taraftarı düşmanlığın bir süreliğine unutulmasını sağlamıştır.

    everton'un liverpool'a karşı en büyük üstünlüğü ise taraftar sayısının daha fazla oluşudur.bu durum koyu liverpool fanatikleri tarafında bile kabul görmektedir.hatta liverpool'un efsanevi oyuncularından biri olan graeme souness şöyle demiştir:"everton kesinlikle liverpool'dan daha fazla taraftara sahiptir.liverpool'da nereye giderseniz gidin karşınıza everton formalı biri çıkar."

    ezeli rekabette everton'un en büyük şanssızlıklarından biride koyu everton taraftarı olan oyuncuları rakibi liverpool'a kaptırmasıdır.bu oyuncular arasında michael owen ve robbie fowler,steve mcmanaman gibi liverpool'un kaptanlığını yapmış ve birer liverpool sembolü olmuş oyuncular bile var.

  • tupac‘ın hayatını anlatacak bir filmde tupac‘ın beyaz bir aktör tarafından canlandırılması kadar saçmadır.

    edit: bazı arkadaşlar “neden tupac?” diye soruyorlar. siyahi bir örnek olsun istedim. muhammed ali, martin luther king, malcolm x de olabilirdi. bazı arkadaşlar ise “beyaz aktris” olsun diyorlar, işler o noktaya gelecekse o da olabilir yani.

  • emekli albay kadri beyamca, günde üç paket maltepe sigarası içen güler yüzlü karısı çok da geç olmayan bir yaşta ameliyat masasında kaldığından beri, günlerini komşu dairemizde, belki de elli senedir oturduğu eski mobilyalı evinde yalnızlık içinde geçiriyordu.

    sabahları çok erken saatte bakkala yaptığı yürüyüşlerini, alışık olduğu gazetesi koltuğunun altında yavaşça kilidini açtığı kapıdan girerken hemen yanda duran eski tip kahve sandalyesine oturup sakinlikle ayakkabılarını çıkarmasını, beni görünce güzelce gülen yüzünü, şişe dibi kahverengi kemik çerçeveli gözlüklerini hatırlıyorum. uzak şehirde yaşayan, uzun boylu ve yakışıklı, emekli pilot oğlu ziyarete geldiği günlerde çok kereler şahit olduğum masa başı tebessümlü konuşmalarını ve birlikte sakin yudumlarla içtikleri viskinin güzel bardaklarını da...

    yaşlı adam iki kadehten sonra müsaade ister, bir saat sonra uyandırılmak üzere oğlunu tembihler, odasına çekilirdi.

    canının belli ki sıkkın olduğu zamanlarda “gel de kaçamak yapalım.” diye babamı davet ettiği günlerde aynı masada ben yine bardakların şekline hayran, yabancı markalı çikolatalar yiyerek sakin sohbetler dinlerdim.

    askerdeyken nereden aklıma düştüyse, kadri beyamca’yı özledim, “dönüşte ilk iş yanına uğrayayım” diye düşündüm. yaşım elverirse belki bana da ilk kez o güzel bardaklarda viski ikram eder diye heveslenmiştim.

    ben dönüş yolundayken meğer o da yola çıkmış.

    ...

    cenazeden sonra, evdeki kalabalığın bittiği saatlerde babamla birlikte kapıyı çaldık, oğlu açtı. askerlik üzerine sorduğu sorularla geçen uzun sohbet sırasında “bu adam babasının ölümüne üzülmek yerine neden benimle sıkıcı uçaklı silahlı muhabbetlere giriyor?” diye kendimi sorguluyordum. sonunda “insanların ölüme yaklaştıkça çevresindeki ölümlere alışması çok normal.” diye düşündüm. ama insan babasının ölümünü nasıl bu kadar metanetle karşılar? yeni bitmiş nöbetler, az önce kalkmış bir cenazeden sonra; komando okulundaki pilotluk eğitimi üzerine; fazlasıyla teknik terim içeren sohbetlerin içinde boğulduğum esnada viski şişesi geldi salona. sanki emekli albay kadri beyamca nöbeti oğluna devretmişti. babam, güzel bardaklar, garip isimli çikolata paketi, ben...

    belki de babasını sevmiyordu veya aralarında benim bilmediğim husumetler vardı. belki de konuyu açmak istemiyordu. ya da ben dövünmelere, ağlamalara, yüz yırtmalara çok alışmıştım. belki de modern evlerde acılar duvarlara kazınıyordu, komşular sessizce uyuyordu.

    ...

    uçakların hemen ardından başlayan siyasi sohbetin en ağdalı cümlelerinden birinin ortasında yakışıklı pilot birden ayağa kalkıp yatak odasına yöneldi. kapıyı sakince açıp “baba, kalk hadi” dedi. bomboş odadan geri dönen ses, suratına çarptı. aldığı derin nefesle tavana doğru uzayan boynunu içine çekip kafasını önüne eğdi, küçücük kaldı. kolundan tutup şişenin başına oturttuk. ben ağladım, babam ağladı, pilot çok ağladı.