hesabın var mı? giriş yap

  • yayınlandığı ilk gün suratımı boyayıp sinemanın önünde bekleyip, çıkan herkese 'senin alleh belani vörsin ula şeröfsiz' diye bağırıp tokat atıcam. pr çalışması zannedip eğlensinler ben de biraz stres atayım.

  • taşaklı bir takım ile güçsüz bir takım ne zaman karşılaşsa, ortaya çıkması çok muhtemel bir sonucun gerçekleşmesidir. liverpool'un kulakları çınlasın.

  • başlık: nihayet bugün ben de otobüste ayar verdim

    bugün sabahtan akşama kadar sandalyede oturmuş olmanın verdiği yorgunlukla otobüsle eve giderken, yayıla yayıla oturduğum koltuğa bir teyze geldi. baktı, baktı bir daha baktı. ben de ona baktıktan sonra camdan dışarı çevirdim başımı. teyze:

    -bu yaşa gelmişsin, yaşlılara yer vermeyi öğrenmelisin artık, dedi.

    -bu yaşa gelmişsin, kendi ayakların üzerinde durmayı öğrenmelisin artık, dedim.

    otobüste 2 saniye sessizlikten sonra bir kahkaha koptu. sonra da ilk durakta beni dışarı attılar. bu da böyle bir anımdır.

  • diktirirsin.....
    çünkü tecavüze uğramanın en kötü yanı, kimin onu alacağı değil mi?, yine bir erkeği memnun etmek,
    yoksa başka hiçbir sorun yok.

  • insanlari anlamiyorum.

    bir futbol takimi dusunun, 50bin kisilik stadyum yaptirip, 400bin kisiye kombine bilet satsin. sonra bir de stadyum onunde 80bin bilet satsin. tepki gostermez misiniz? 'senin 480bin kisi icin yerin yoksa neden bu satisi yapiyorsun?' demez misiniz?

    peki internet servis saglayicilar, milyonlarca insana abonelik satip, aboneler bu hizmetten faydalanmaya calisinca 'yalniz hepiniz birden tam kapasite kullanamazsiniz, biz sistemi oyle kurduk' deyince neden tepki gostermiyorsunuz? neden 'aa evet adil kullanim olmali' diyerek kabulleniyorsunuz? mal misiniz la siz?

    milyonlarca insana 'saniyede 8mbit'e kadar' veya 'saniyede 8mbit' diyerek satilmis paketler icin uygun altyapi olup olmadigini denetlemeyen devlet, sirketin gotu sıkısınca caymasina neden goz yumuyor? utanmaz bakanlar cikip 'birileri somursun, digerlerine bant genisligi kalmasin, oh ne ala' dediginde cok mu normal. ulastirma bakaninin cikip 'hizmet satiyorsan, dayanagi olacak arkadasim' demesi gerekmiyor mu?

    adil kullanimmis, kicimin adilleri sizi...

  • "jack, 4 tonluk blokları 32. kata ulaştırmak zorunda.
    ani bir bir rüzgar, felakete sebep olabilir..."
    zaten mühendis falan çalışmıyor, jack harlem'den arkadaşlarını toplayıp gökdelen yapıyor.

  • benim japonya’ya ilgim pek çok insan gibi animeyle başladı. samuraylar, shinobiler, daimyo'lar derken dur şunun aslı neymiş bir öğreneyim dedim. zaten tarih okumayı da severim. daha önce avrupa, ve amerikan tarihi de araştırmıştım. ancak bu ülkelerin dünyaya etkisini sürekli konuştuğumuz için buradan edindiğim bilgiler çok farklı gelmemişti. işte rönesans, napolyon savaşları, amerikan iç savaşı falan derinlemesine öğrenmek keyifliydi ama yeni bir keşif de sayılmazdı. bu nedenle tarih konusunda japonya’nın bir maden olduğunu söyleyebilirim. birincisi japonya'ya genel dünya tarihi içinde çok fazla yer verilmiyor. bu nedenle öğrendiğiniz çoğu şeyi daha önce duymamış oluyorsunuz. ikincisi de japonya ada ülkesi olmasının da etkisiyle dışarıya çok açık değil. bu da tarih boyunca çok kendine özgü bir gelişim göstermesini sağlamış. sonuç olarak da dışarıdan bakan insanın hayret içinde kalacağı, tarihte pek görülmemiş olayların pratik haline geldiği çok acayip bir ortam oluşmuş.

    şimdi bahsedeceğimiz belgesel age of samurai da japonya tarihinde çok önemli yer tutan üç ismin dönemini ele alıyor. oda nobunaga, toyotomi hideyoshi ve tokugawa ieyasu adındaki bu üç daimyo, 1500’lü yılların sonunda, birbirlerinin selefi olarak çalışıyor ve japonya’nın tek bayrak altında birleşmesini sağlıyor. bu o dönem için muazzam bir olay çünkü 15. ve 16. yüzyılda japonya, büyüklü küçüklü pek çok daimyo’nun arasında bölüşülmüş durumda. kimin kellesi gidecek, kim kime ihanet edecek, kimin toprağına çökülecek hiç belli değil. hayat böyle sürüp gittiği için de çiftçi, köylü falan resmen kan ağlıyor. bu üç isim ise bu iç savaşa son veriyor.

    bölüm sayısıyla kıyaslarsak belgeselin bu tarihi akışı anlatmak ve önemli olayları izleyiciye aktarmak konusunda başarılı olduğunu söyleyebiliriz. çünkü bahsettiğimiz gibi bu savaşta rol oynayan pek çok insan var ve japonya tarihine aşina değilseniz yolunuzu kaybetmeniz çok olası. belgesel ise çok akıllı bir şekilde anlatım sırasında sadece tek bir olaya odaklanmış. mesela kore işgali sırasında olan diğer olayları tümden göz ardı etmiş. böylece gerçekte karman çorman olan tarihi olayları altı bölüme sığdırmayı başarmış.

    ancak kısa süren serinin bir dezavantajı var. o da hiç nefes alma anı verilmemesi. ben burada bir bütçe sıkıntısı seziyorum. çünkü dikkat ederseniz kurulan çok fazla set yok, ne bileyim bir pazar yeri, şehrin günlük hayatı falan görmüyorsunuz. mesela pazarda üstü başı dökülen karakterlerin diyalogları seriye çok güzel katkı sağlardı (bkz: akira kurosawa) filmleri. yine de böyle çekimlerin iç mekanlardaki planlardan daha pahalıya patlayacağını tahmin etmek zor değil. ancak bu tercih nedeniyle hem atmosfer kurulamamış hem de her dakikaya üç bilgi sıkıştırdıkları için bölümleri izlerken iki dakika bile dalsanız dünya kadar şey kaçırıyorsunuz. bu da bir süre sonra yorucu olmaya başlıyor. burada tercihin sebebini de konuştuk ki gördüğümüz zırhlara falan özenmişler baya ama en azından oyuncular arasında serinin ilerlemesine direkt katkısı olmayan birkaç diyalog ekleselerdi biz de tarih dersinde not tutmaya çalışan öğrenci gibi hissetmezdik en azından.

    bunun dışında seri ele aldığı kişilerin karakterlerini yansıtmak konusunda da başarılı diyebiliriz. oda nobunaga gerçekte de bu kadar acımasız, diplomasiyi umursamayan bir insan. eğer bir kapı kilitliyse kapıyı kırar içerideki herkesi öldürür sonra istediği ne varsa alır gider. toyotomi hideyoshi ise daha diplomatik, eğer istediği bir şey varsa kapıyı çalıp içeridekilerle konuşur, onları kapıyı açmaya ikna eder, istediği şeyi alır ancak kapıyı açmak konusunda direten insanları da asla unutmaz, ilk fırsatta da defterlerini dürer. tokugawa ieyasu’nun ise diğerlerine göre çok farklı bir taktiği var. ieyasu, içeride istediği bir şey varsa gelip bunu istemez. evin yakınlarında gezer ancak istediği şeyi almaya çalışmaz. ta ki eşyanın sahipleri kapıyı bir gün açık unutana kadar.

    sonuç olarak seri genel olarak başarılı. ancak biraz fazla hızlı ilerliyor, atmosfer konusunu çoğunlukla görmezden geliyor ve kostüm konusunda bazı sıkıntıları var. çünkü kostümlerin gerçekçi olabilmesi için eskitme yapılması gerekiyor normalde. ancak eskitme demek ayrıca iş gücü demek bu çaba da bütçeye bir yük olacaktı. bu nedenle bu konuyu da es geçmişler ve köylüsünden, dağda gezen askerine kadar herkes pırıl pırıl kıyafetlerle gezmek zorunda kalmış. yine de anlatım olarak bakarsanız çok kısa sürede çok geniş bir zaman aralığını neden sonuç ilişkisini çorba etmeden aktarmayı başarmışlar. bu kısıtlama nedeniyle pek çok detayı atlamışlar gerçi ama japon tarihine ilgi duyuyorsanız ve fazla karışık olmayan bir kaynakla giriş yapmak istiyorsanız bu belgeseli izleyip temeli atabilir daha sonra işleri daha detaylı öğreneceğiniz alanlara yönelebilirsiniz.

  • doğaüstü birtakım olaylar. diyelim derstesin, hoca sözü sana verdi. dönüp de sana bakıyorsa, ohaaaa.

    kesin seviyor lan.

  • ifade edilesi zor bir durum, bir cumhuriyet gazetesi haberi,

    kiler holding, borcuna karşılık verdiği sapphire avm’yi 'yarı fiyatına' geri aldı.

    yandaş bir holdingin bir çırpıda vergilerimizden kazandığı milyon dolarları cebe atma durumudur, banka kamu bankasıdır, bu zarar kamu zararı yazılarak vergilerimizden karşılanacaktır, oysa okullarda çocuklarımıza yemek için, asgari ücretin altında maaş alan emeklilere ek destek için bütçe yokken.

    akp iktidarıyla yükselişe geçen kiler holding, borcuna karşılık bir kısmını 100 milyon dolara halkbank’a sattığı sapphire avm’nin tamamını 48 milyon dolara geri aldı. sayıştay 2021’de avm için 78.9 milyon dolar değer biçti. emlak fiyatlarının patladığı dönemde bina “yarı fiyatına” kiler’e geçti.

    link