hesabın var mı? giriş yap

  • kendisi; geçtim tenis tarihini, spor tarihinin belki de en ikon oyuncularından biridir. kadınlar ve erkeklerin sporda eşit haklar almasını ve sporda kadın-erken eşitiliğini savunan yapısı. sadece bu aktivistliğiyle değil aynı zamanda oynadığı iyi oyunla da beni büyülemiş tenisçi.

    bobby riggs'le yaptıkları maç ise tarihin belki de en unutulmaz maçlarından biridir. sosyolojik olarak kadın-erkek eşitliğinin sağlanmadığı fakat tıpkı billie jean king gibi aktivist sporcuların da bulunduğu 60'lı yıllar, aslında sporda kadın-erkek eşitliğinin (maddi anlamda tabiki değil, koministlik durumu yok tabiki) savunulmasının başladığı yıllardır. nitekim sadece erkeklerin koşabileceği zanedilen maraton yarışlarına gizlice girerek koşan atlet kathrine switzer, bu akımın öncülerindendir.

    switzer gibi sporda da en az erkekler kadar başarılı olan kadınların da eşit haklar alması gerektiğinin savunan billie jean king'in öyküsü ise bambaşkadır:

    dönemde, kadın-erkek eşitliğini sağlamak adına yapılan tenis maçları (kadın vs erkek şeklinde) oynanmaya başlanmış hatta o yıllarda 50'li yaşlarında olan bobby riggs, bir kadın tenisçiyle oynadığı maçı ezici bir üstünlükle kazanmıştır. dönemin aktivist tenisçisi billie jean king ise kadın ve erkeklerin eşit olduğunu aktarbilmek için bobby ile bir maç yapmayı şans olarak görür. nitekim maç onaylanır, maç saati gelir.

    billie, korta erkekler tarafından taşınarak; bobby ise kızlar tarafından taşınarak getirilir. ve maç başlar. ama bizim uğramamız gereken farklı bir hikaye daha var: bobby riggs'in o dönem mafyayla ve kumarla olan ilişkisi. özellikle tenisi bıraktıktan sonra kumarda ciddi paralar kaybeden bobby, bir de mafya işlerine karışır. yani, başı az buz derttedir. peki, bunun billie x bobby maçına ne gibi bir etkisi var ya da olabilir az sonra göreceğiz.

    maç başlar! bobby maç boyunca tuhaf hatalar yapar ve kadın bir tenisçiyle oynadığı son maçtaki iyi denilebilecek performansını aratır. billie jean king, bobby'i ezici bir oyunla yenerek bu tarihi maçı kazanır ve aslında kadınların da sporda var olabileceğini bir kez daha dünya basınına göstermiş olur. (aynı zamanda yüksek seyirci sayısı ile -hem ekran başı hem de kortta- tenis tarihinin en çok izlenen maçlarından birisi haline gelir bu karşılaşma.

    peki, bobby ve mafya meselesi? bir takım teoriler, bu maçın aslında mafya tarafından bobby'nin bilerek kötü oynaması zoruyla kazanıldığını söyler. günümüzde o tarihi karşılaşmanın üzerinden yıllar geçti, ne mafya ve bobby ilişkisi net bir sonuç kazanabildi ne de diğer saçma komplolar. tek bir gerçek vardı: kadınların da en az erkekler kadar sporda ayakta durabileceği ve billie jean king'in bir ikona dönüştüğü.

  • burası müslüman ülke... arkasına sığınabildiğiniz en güzel cümle; değil mi?

    peki, adamın biri yol kenarında bir kadını dövse, "müslüman ülkede yapamazsın!" der miydiniz, ey sakallı amcalar?
    ya da bonzai içmiş bir çocuğa denk gelseniz, "müslüman ülkede gariban yalnız bırakılmaz" diye sahip çıkar mıydınız?
    müslüman ülkede milyonlarca insanın aç yatmasıyla ilgili herhangi bir eyleminiz, talebiniz yahut projeniz var mı?
    müslüman ülkede tecavüze uğrayan kadınlara, çocuklara, gençlere sahip çıkmayı hiç denediniz mi?

    müslüman ülkede torpil olmaz diyebiliyor musunuz? diyorsanız, bunu değiştirmek için ne yaptınız; bu çocukların üstüne yürüdüğünüz gibi, torpilci bir yöneticinin üstüne yürüdünüz mü hiç?

    her gün bu saydıklarıma defalarca denk geldiğinizi biliyorum. o anlarda nerede peki bu duyarlılığınız, bu bilinciniz?

    gücünüz dondurma yiyen çocuğa yetiyor ancak.
    biz sizi biliyoruz.
    biliyoruz.

  • nerede ne kampanya var her türlü detayı bilirler.
    şaibe yaşadığınız her türlü pıramasyon vesair olay hakkında mutlaka bir fikre sahip olan, beleşçilik üzerine değerli bilgileri paylaşan kimselerdir.

  • 3 ayda 15 kilo verdim. sağlıklı kilo verdiğimi düşünüyorum. 3 ay önce bazı şeyler kafama dank etti. insanın nasıl bir varlık olduğunu anladım; daha doğrusu bunu sezinledim. o günden itibaren ne yapmam gerektiğini de pek iyi kavradım. size de bunları anlatayım ki belki ortak bir noktada buluşuruz.

    çok fazla abur cubur yiyen; bir başıma 2,5 litre kolayı gömen bir insandım. dürüm, lahmacun falan hiç affetmezdim. ama daha sonra farkına vardığım şey şu oldu ki; insan vücudu çevresiyle, ağacından tut; havasına kadar bir uyum içinde. bir sürü parametre var böyle. hayatının temposu da buna dahil.

    sonra dedim ki; ben bu canlı alemle içiçeysem, öyleyse önce kendi bünyemi tanımam gerekiyor. o noktadan sonra doğal olmayan, fabrikasyon her türlü ürüne elveda dedim. buna plastik poşetlere girmiş sözümona organik ürünler de dahil. gittim köy pazarından alışveriş yaptım. egeli teyzelerin zeytinlerini, yağlarını kullandım. ekmeği kestim, şekeri bıraktım. çünkü daha öncesine çok fazla şeker bağımlılığına sahiptim. temiz hava bol gıda diyerek günde en az 1,5 saat yürüyüş yaptım. portakal, mandalinayı mevsiminde aldım. yemek yerken hırslanmayı, aç gözlülüğü bıraktım. stresim de azaldı, vücut direncim de kendine geldi. şimdi çalışırken, bir şey okurken daha iyi odaklandığımı hissediyorum.

    ben size az az ama sık sık yiyin demem. ne bileyim organik satın alın, sabahları kibrit kutusu kadar peyniri 3-5 zeytine katık edin de demem. hatta gidip spora yazılın dahi demem. bu aletlere kendini adamanın çok ileri giden bir atraksiyon olduğunu düşünüyorum. eğer bu tempo devam ettirilemeyecekse olumlu da bulmuyorum. her hafta halı saha maçına gitmek bile daha mantıklı gözüküyor.

    neyse insanın yaşam temposunun frekansına kendini uydurması lazım. tüm fabrikasyon işleri bırakın. kilo verirken de sürekli bunu düşünüp stres yapmayın. sağlıklı ve dinç yaşamak lazım. size ne kadarı uygunsa o kadarını yapın. önemli olan bu dengeyi tutturmak. ne su içerken, ne protein alırken aşırıya kaçmayın. bakın ne güzel sakin sakin kilo vereceksiniz.

  • bi 2-3 senedir var bende de bu his. sarkazm yok.

    2-3 sene önceydi işte, yanımda başka bir kaç yıllık mühendis (makina), beraber kimi verilere bakıp bi özet çıkarıyoruz. klavye bende. neyse... işte hazırlarken zırt pırt santigrat derece demek gerekiyor, artı eksi tolerans demek gerekiyor, mikron demek gerekiyor. ben ilgili yere gelince alt 238, alt 241, alt 230 bam bam düşünmeden ilgili simgeleri koyuyorum. adam durdurdu beni nası yaptın nası nası diye.. dereceyi nası çıkardın.. dedim eööö işte beyle?? çok etkilendi. hiç bilmiyormuş öyle bir olay olduğunu. böyle arkasına falan yaslanıp oha yaa diye diye etkilendi yani öyle böyle değil. bana bi havalar geldi tabii. bını biliyon mu? ya bını? peki ya bını? diye diye şoktan şoka koşturdum elemanı. gide gide iyice havalara girdim, kontrolaltdel’i de gösterdim. onu biliyormuş gerçi ama dedi bunu çoğu kişi bilmez bak sen biliyosun tabii ki. dedim ne sandın.

    o gün bugündür it’ye ne zaman yeni bi eleman başlasa, ilk denk gelişte muhakkak bi “pardon bi bakabilir misiniz” diyip çekerim. hemen kontrolaltdel yapıp “yhaa şu uygulama çok kaynak tüketiyo ne bu” diye bi ayak sorusu sorarım “beni bilgisayardan anlamayan saftiriklerden sanma” mesajını vermek için. etkilenmezse “bi de word’de bi şey yazarken” -şıkı şıkı word açarım alt 300 500 bi şeyler yazarım hemen kaş altından yandan yandan keserek- “böyle bi ekran titriyo sankim” diye ölümcül silahımı saplarım.

    eşşek kadar insansın stajyer it’ciye bilgisayardan anlıyorum havası atmaktan ne anlıyorsun dersen.. böyle bir işin uzmanına “biz de biliriz olm bu işleri... heh heh heh... aferim” amcalığı yapmaktan delicesine bir haz alıyorum. yıldızın etrafına dyson küresi ören uzaylıyla tanışsam “ben de evin çatısına güneş paneli kaplattım yaa yeni” diye hava atarım.

  • + but you don't look like turkish
    - ay öyle miiiiiiiiiiiiiiiiiiii :)))
    + you look like an arab
    - yhaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa

  • pazarcının biri sağ elindeki baltayla sol kolunu kesip satsa, satın alıp yiyecek mideye sahip insanların bulunduğu videodur. izlemeden önce bunu düşünüp ona göre açın linki.

    bu nasıl bir kültürdür diye düşündürür.

  • bir şeyler düşündükten sonra bir de bakarsınız ki aslında kitap okuyorsunuz ve o sayfadaki hiçbir şeyi anlamamışsınız.