hesabın var mı? giriş yap

  • boşluğun uzun süre boyunca görünür oluşunun ortaya çıkardığı can sıkıntısı halinin karşı kutbunda hiç boş vakite/alana sahip olmayışın yol açtığı boğulma ya da kıstırılmışlık hislerinin olduğunu farkedebildiğimiz noktada can sıkıntısını da kaçıp kurtulmanın elzem olmadığı ruh hallerinden biri olarak düşünmeye başlayabiliriz.

    canı sıkılmaya vakti olmayan kişinin yaşamı işgal altındadır ve sağlık bozucu bir baskıya yol açar bu sıkışıklık. can sıkıntısının genliği ya da frekansının yaşamlarımızdaki boşluklara dair işaret ettiği şeyler vardır ve hiç ama hiç negatif değildir böylesi işaretler. boşluk varsa doldurabilir, boşlukla oyalanabilir, başka bir can sıkıntısı anında oyalanma nesnesini değiştirebilir ya da boşluktan faydalanarak düşünebilir, meditasyona dalabilir, uyumadan da dinlenebiliriz. can sıkıntısı dönüşmeyi bekleyen potansiyellik halidir ve ona yoğunluğunu veren de hareketin, eylemin henüz ortaya çıkmamasıdır. yağmur öncesi havanın sıkışıklığıdır can sıkıntısı. söz konusu gökyüzüyse havaya bakar ve "yağmur yağacak" deriz. söz konusu can sıkıntısı olduğundaysa ortaya neyin çıkacağının bilinmezliği insan doğasının zenginliğidir. bazen de bu bilinmezliktir insanı "bir an önce ortaya bir şey çıksın" sabırsızlığına iterek eyleme geçmeye zorlayan. boşluğa karşı nasıl tavır aldığımız yaşamımızdaki pek çok eylemin gidişatı üzerinde de belirleyici olacaktır.

    can sıkıntısına karşı aceleci çareler arayışımız ya da yaşam boşluklarımızı doldurarak sıkıntıya geçit vermemek konusundaki ısrarımız hakkında bir daha düşünmeliyiz belki de. çünkü yaşamımızdaki son boşluğu da o ya da bu şekilde doldurduğumuzda belki can sıkıntısına karşı tümüyle korunaklı oluruz da, can sıkıntısının işgale karşı koruyuculuğundan, tekilliğimizin bu gündelik işaretinden gönüllü olarak vazgeçmiş oluruz.

  • önyargıyla yoğrulmuş tiplerin beğenmediği durum.

    evlendiğimizde ikimiz de 26 yaşımızı az geçmiştik. yani ne evde kaldık, ne de birbirimizin ilk tanıdığı kişilerdik. iki mezun birlikte atıldık hayata, birlikte çıktık, birlikte battık, ev aldık, ev sattık, evlat kaybettik, iki evlat sahibi olduk.. 14 yıldır birlikteyiz, ilk günkü aşkla seviyoruz birbirimizi..

    demem o ki, işin içinde sevgi varsa gerisi boş.. yeter ki temeliniz sağlam olsun. temel sağlamsa "deneme süresi"ne gerek kalmaz. işyerine adam mı alıyorsunuz da sgk'yı 3 aydan evvel başlatmam diyeceksiniz..

    seviyorsanız evlenin, temeldeki sevgiyi iyi ektiyseniz evlenin; emin olmayı beklerseniz ömrünüzü heba edersiniz..

    bu dediklerim tanışarak, severek ve zorlanmayan kişiler için geçerlidir..

  • ona küçük küçük sürprizler yapın.
    şaşırtın onu.

    beklemediği bir anda arkasından sarılıp yanağından öpüverin mesela.
    veya çantanızdaki tarakla tüylerini tarayın, eski günlerden kalma jölenizi onunla paylaşın.

    ona, onu sevdiğinizi, değer verdiğinizi gösterin.

    eve ondan önce gidip, yemek hazırlayın mesela. elinizden geldiği kadar yapın farketmez, o elinizden gelenin en iyisini onun için yaptığınızı anlayacaktır.

    leoparlar yapıları gereği duygusal hayvanlardır, bu hoşlarına gidecektir.

  • diline sahip çıkan insanlardır.

    ayrıca ana dilini doğru kullanmak da "ruh hastalığı" olarak görülüyorsa o zaman ben de ruh hastasıyımdır.

    ulan öküzler, bir zahmet artık "şey"in ve bağlaç olan "de, da"ların ayrı yazıldığını öğrenin ki biz de sırf siz doğru kullanın diye zırt pırt sizi uyarmaktan vazgeçelim, hayır sonra "takıntılı-sorunlu-garip insan" biz oluyoruz. bu gibi şeyleri yanlış kullandığınızda cümlenin anlamı tamamen değişebiliyor, bunun da farkına varsanız keşke. hani yaptığınız şey basit dilbilgisi hatası olmaktan çıkıp kendi dilini konuşamama haline dönüşüyor. e bu da komik oluyor tabii ama siz sizi düzeltenlere kızmakla meşgul olduğunuz için kendi rezilliğinizin farkına varamıyorsunuz. kabak yine biz "ruh hastaları"nın başına patlıyor.

    sinirli not: "diline sahip çıkmak" deyince bunu milliyetçilik sanan insanların varlığını görmemi sağlayan başlık oldu an itibariyle. canım benim bak şimdi, ben amerika'da yaşasaydım orada kullandığım dile sahip çıkacaktım, her normal insanın yaptığı gibi. çünkü ana dilim ingilizce olmuş olacaktı ve ben onu doğru kullanmaya çalışacaktım, bu kadar basit.

    not 2: "bağlaçlara -ek işareti konmaz. bitişik olan -de -da'ya işaret konur." diyenlere teşekkür ediyorum, çok haklılar. ben bu hatayı yaptığımı fark etmemiştim, düzelttim şimdi. bakın, uyarılmak ve doğrusunu öğrenmek güzel.

    not 3: "ana dil" olmalıymış doğrusu, uyarılar üzerine tdk'ya * * * anca bakabildim. mesaj yağdıranlara teşekkürler. onu da düzelttim şimdi. vay arkadaş, başka hatam varsa yine söyleyin.

  • çocukluk, gecenin bir yarısı tuvaletten odana koşarken kimsenin seni yemediğine sevinmektir.

  • yellenmede(osuruk) belirgin koku artışının nedeni, protein tozununun adı üstünde başlı başına protein olmasıdır. yellenme sonucu ortaya çıkan gaz azot (n), karbokdioksit (co2), hidrojen (h), metan (ch4) ve oksijen (o2) maddelerinden oluşur ve bu gaza kokusunu veren ana bileşenler protein ve karbonhidratlardir. protein, amino asitlerden meydana gelen bir polimerdir ve amino asitler, amin(azot bulundurur) ve karboksil(karbon ve oksijen bulundurur) gruplar içeren bir monomerdir.

    yani siz vücudunuza normalde aldığınızdan daha fazla protein aldığınız zaman, kokuda da belirgin bir artış gözleniyor çünkü sindirim sırasında vücut, protein ile almış olduğunuz katı fazındaki azot, karbon ve oksijeni sindirimden sonra gaz fazında dışarı atıyor. (burada dikkat çekmek istediğim bir nokta şu ki vücudunuzun ihtiyacından fazla alıyorsunuz demiyorum, normalde alışık olduğunuzundan daha fazla alıyorsunuz ve alışık olduğunuz kokudan daha yoğun bir koku salıyorsunuz doğal olarak.)

    konu ile ilgili olarak şu (#6165528) entry'e göz atabilir ve vikipediden daha ayrıntılı bilgiye ulaşabilirsiniz.

  • büyük ikramiye hayali kurarken bile tasarruflu olmak.

    "sana çıksa naaparsın lan" sorusuna "araba alırım" derken aklından honda civic falan geçirmek. ulan salak mısın 45 milyon tl. çıkmış honda ney? gidip jaguar alsana, mercedes, bmw ne bileyim bentley falan alsana.

    "ev alırım" derken aklından işyerine ulaşımı kolay olan, dolmuşu otobüsü önünden geçen evleri düşünmek. var ya tam malsın oğlum. 45 milyon diyorum, hadi arabayı falan da s.ktiret, eğer hala çalışıp aynı işi yapacaksan her gün taksiye binsene oğlum, dolmuş nedir lan?

  • "günde 5 saat çalışıp 2.750 tl maaş alan imamın görevi; günde 10-12 saat çalışıp 1300tl alacak olan asgari ücretlilere şükretmesini ögretmek!"

    (bkz: yılmaz özdil)

  • insana facebook falan kapattıracak bir düşünce.

    paylaşımlara bir bakıyorum;

    -hehehe teknemizden ilk görüntüler yarın devamı vaaaaar (sanki çok merak ediyoruz senin tekne fotoğraflarını)
    -yhaaa benim kızım dünyaaanın en güzel çocuuuu (eciş bücüş bi tip ne dünyası ne güzeli)
    -kocişimle tatiiiiiiil -at italy* (kocana da sokayım sana da)
    -anne oluyorraaaam dinyinin in gizil diygisi (sen olma ulan ayı)
    -zengin zenginoğlu is at california with 82 others - kankslarlaaa kopmalarrr (bitmedi ulan şu babanın parası bitmedi)

    bi ben mi evde oturuyorum? bi ben mi işsizim, yalnızım? yettiniz be kapattırıcaksınız yine facebooku.

    debe editi: bu entrym mutsuzluğumu ve mutsuzluğunu paylaşan güzel insanlar sayesinde debeye girmiş. geri kalan bütün entrylerim de böyle bir başlık altında bile hakaretler edip ayar vermeye çalışanlara girsin. hele 'düşüncesi' ile biten başlığa 'vik vik vik vik kişidir' diye tanım kasan bi taneniz var ki ona laflar hazırladım. ama söylemeyeceğim.

  • başlık : selam ben suriyeden said

    şu anda istanbulda tarabyada toplu konutta kalıyoruz. her gün denize giriyorum. * istanbul çok güzel.
    haftada 4-5 gün taksime gidip geliyorum. yol parası da vermiyorum özel kimliğim var sağolsun
    başbakanınız onlardan çıkarttı gösterince bedava her şey. neyse sanırım 2-3 gün sonra bizim ülkeye bizi
    kurtarmaya gireceksiniz. kalbim tarabya sahilinde sizlerle olacak * hoşçakalın..