hesabın var mı? giriş yap

  • "bir şeyi uzun süre bekledikten sonra umutsuzluğa kapılıp hiç içine sinmeyen başka bir şeye razı olduğun anda o beklediğin şey çıkageliyorsa ve onu mecburen hiç hak etmediği bir yere koymak zorunda kalıyorsan tetris oynuyorsun demektir."

  • kuran'da nur suresi 2. ayet'te belirttiği gibi:

    “zina eden kadın ile zina eden erkeğin her birine yüz sopa vurun. allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız, allah'ın dinini uygulama hususunda o ikisine karşı merhamet duygusuna kapılmayın. mü'minlerden bir topluluk da onların cezalandırılmasına şahit olsun.”

    bakmayın bizim ülkedeki tatlı su müslümanlarına. gerçek islam tam olarak bu. kırbaç ve sopa cezası net olarak kuran'da belirtilmiştir. kaynak verdik, inanmayan gitsin evindeki kuran'dan teyit etsin. bu ülkedeki kadın ve erkek her fert yatıp kalkıp atatürk'e dua etmeli. onun sayesinde bu tarzda orta çağ'dan kalma bedevi adetlerine ülkemizde rastlanmıyor.

  • tff buna ceza verirse onların a.q. kırmızı bile skandal.

    not: alex

    edit: josef'e verdiği cezanın 50 katını kendine kesin maçın güvenliğini sağlayamayan organizasyon mu olur a.q.

  • doğa üstü müdür değil midir bilmiyorum ama hayatım boyunca başımdan geçen en ilginç olaylardan biriydi.

    üniversitede 2 ev arkadaşımla birlikte büyükçe bir evde kalıyorduk. ortak projeler, grup çalışmaları derken normalde evimizin boş kaldığı nadirdi. gelenimiz gidenimiz yatılımız hiç eksik olmuyordu. o hafta ev arkadaşlarımdan biri memleketine gitti, diğeri de grup ödevi için başka bir arkadaşının evinde çalışıyor. ben de evde yalnız başıma arkadan bir film açmıştım ve çizim yapıyordum. saat gece 10 civarı olması lazım. birden gözlerimi açamayacak kadar halsiz hissettim ve o saniye uyumakla bayılmak arasında kafamı masaya koyup biraz dinlenmek istedim. filmi de durdurmamıştım, muhtemelen 1-2 dakika içinde gözümü geri açarım diye düşünmüştüm.

    arkadaşım eve dönerken aramış, anahtarı evde unuttuğunu, evde olup olmadığımı teyit etmek için aradığını 10-15 dakikaya geleceğini söylemişti. tamam evdeyim zaten çizim yapıyorum gel açarım kapıyı dedim.

    eve dönerken yol üzeri parkta yatan yaşlı bir kadın görmüş. kadın memleketten geldiğini ama çocuklarının onu eve almadığını sokakta yatacağını söylemiş. bizimkinin hemşerisi diye kıyamamış, gel teyze bizde kal bu gece diyerek almış kapıya getirmiş. aklınca cevap points alacak. kadının kendisi de üstü başı da çok çirkindi ve leş gibi kokuyordu demişti sonradan. arkadaşım da gördüğüm en titiz insandır belki, kesin kadın evden gidince 40 gün ev temizlettirirdi bize. sağ kalsaydık…

    neyse kapıya gelince aşağıdan 3-5 kez basıyor zile. açmayınca banyoda olabileceğimi düşünüp bekliyorlar kadınla kapıda. sonra hem telefonumdan arıyor hem de zile basıyor bir yandan ısrarla. 15 dakika bekledik kapıda diyor. sonra birden korkmuş acaba düşüp bayıldım mı, maket yaparken sprey kullandım da ondan mı zehirlendim acaba diye. yaşlı kadına korktuğunu kapıyı açması için polisi arayacağını söylüyor ve kadın o saniye gerek yok ben uğraştırmayım sizi diyerek bir hışımla ayrılıyor oradan.
    elini zilin üzerinden kaldırmadan tüm apartmanı ayağa kaldırmak pahasına basıyor düğmeye. o sırada tam polisi arayacağı sıra kapı açılıyor. muhtemelen komşulardan biri dayanamayıp açtı kapıyı, bizimki ben açtım sanıyor. geri dönüp kadına bakınıyor çağırmak için ama daha birkaç saniye geçmeden köşeyi dönüp gözden kaybolup gittiğini görüyor.

    asansörün bizim katta durduğunu asansör kapısının açılma sesinden anlayınca uyandım. sanki 15 dakikadır apartmanı inleten o zil sesini, kulağımın dibindeki telefonu ve titreşimi duymayan ben değilmişim gibi o saniye kalkıp kapıyı açtım daha zil çalmadan. bir de espri yapıyorum aymaz gibi "bak daha zile basmadan açtım kapıyı" diye. ev arkadaşım şaşkınlık ve şok içerisinde giriyor içeri, haliyle sinirlenmiş biraz dalga geçiyorum diye. bir şey anlatmadan geçiyor odasına. bakıyorum telefonda onlarca cevapsız arama var ve filmin de yaklaşık 15 dakikasını kaçırmışım. uykuya dalmışım ona sinirlendi demek diye düşünüp filmi geri sarıp devam ediyorum çizime.

    sanırım bir akşam sonrasıydı televizyonda haberler açık ve birlikte yemek yiyoruz salonda. bizimkinin lokması ağzından kaşığı elinden düşüyor bir anda. yüzüne bakıyorum beti benzi atmış, bembeyaz kesilmiş. ne oldu diye soruyorum ama gözleri ekranı eritecek gibi keskinleşiyor habere bakarken. hiç unutmuyorum o haberi. “3 kişiyi öldüren katil zanlısı adam, kadın kılığında yakalandı. üzerinde cinayet bıçağıyla, seçtiği yeni kurbanını takip ederken yakalandı" diyor…

    sonra arkadaşım bana sarılıp ağlamaya başladı. o gün bana kapıyı nasıl olup da duymadığımı sordu. iyiki açmamışsın diye tekrar tekrar sarıldı. oysa hiç fikrim yok, bir anda gözlerimi açamadım, kapattım ve uyumuşum. hayatımda hiç kendimi kaybederek ölü gibi uyuduğumu bilmem. o gün o on beş dakika dışında. normalde çıt sesine bile uyanırım, tilki uykusu gibi hafiftir uykum ama öyle bir dalmışım ki belki de ikimizin de hayatını kurtarmışım farkında olmadan. üzerinden çok yıllar geçti ama bu olay aklıma geldikçe hala ürperirim.

  • birine bunu demek zorunda kaliyorsaniz, ayrilin.
    ayni sekilde biri size bunu diyorsa, ayrilin.
    hatta ikiniz de arkaniza bakmadan kacin. biriniz hakli oburu haksiz demiyorum, sadece siz birbiriniz icin cok yanlis insanlarsiniz, cok net biliyorum.

  • çayın şekerini karıştırırken bardağı tıngırdatmamak. ülkemizde kendim dışında bilen bir kişi bile görmedim. her yerde şangır şungur, şangır şangır.

  • adamlar gote got demisler, ailenizi yaniniza alip hakkariyi gezmeye gider misiniz buna cevap vermek cok zor olmasa gerek. birde uzerine dagcilikla alakali bir spor icin ne desin adam kevlar yelek giy yanina da keleş mi al desin.

  • tarihin en uzun muharebesi olma özelliğini taşıyan çarpışmadır.

    günümüzde yıpratma savaşı*'nın en önemli örneği olarak gösterilmektedir.

    birinci dünya savaşının açılış safhasında alman orduları belçika üzerinden fransa'nın kuzeyine taarruz ederek önemli başarılar elde etmeyi başarsalar da birinci marne savaşında alman ordularının ilerleyişinin durdurulması ve manş denizine kadar cephenin uzamasıyla* her iki tarafın orduları insan kaynağı konusunda oldukça maliyetli siper savaşına girişmiştir.

    birinci marne savaşında ilerleyişlerinin durdurulması ve cephenin manş denizinden isviçre'ye kadar uzamasının ardından alman kurmayları savaşı hızlı şekilde kazanma umutlarının kalmadığını daha 1914 yılının sonunda yüksek sesle dile getirmiş olsa da askeri açından fransa karşısında üstün olduklarının bilincindeydiler.

    1915 ve 1916 yıllarında her iki taraf çok sayıda kayıp vermesine rağmen elle tutulur büyük bir başarı elde etmeyi başaramamıştı. yapılan saldırılarda ele geçirilen bir kaç kilometrekarelik toprak diğer tarafın yaptığı bir karşı saldırı sonucunda tekrar el değiştiriyor, amaçsız saldırlar için yüzlerce ya da binlerce asker kaybediliyordu.

    alman kurmayları, eğer fransa'ya diz çöktürmeyi başaramazlarsa gelecek bir-iki yıl içerisinde almanya'nın pes edeceğinin bilincindeydi. alman imparatorluğu, savaşın her iki cephesinde aktif olarak savaşmaya devam etmekteydi ve ittifak devletleri tarafında savaşın getirdiği külfeti en çok omuzlayan devletti. ancak alman imparatorluğu sanayisine ham madde yetiştirmek konusunda ciddi bir handikapa sahipti. kendisinin avusturya-macaristan imparatorluğu ile olan sınırları haricinde kalan tüm komşulukları düşman sınırı ya da nötr kalan devletlerleydi ve buradan ham madde giriş çıkışı çok zordu. kuzey denizi bunun için tek şanstı ancak ingiliz kraliyet donanmasının ablukası bunu imkansız hale getiriyordu.

    her ne kadar almanlar bunun gibi çok büyük bir sıkıntıya sahip olsa da harbin açılış safhasında kuzey fransa'da elde ettikleri başarılar fransa karşısında onlara önemli bir koz vermişti. almanların kuzey fransa'da ele geçirdiği bölgeler fransa'nın ham demir-çelik madenlerinin önemli bir bölümü ve sanayi yerleşimlerinin bir kısmına ev sahipliği yapmaktaydı. fransızlar bu sahaları kaybetmenin külfetini tüm savaş boyunca ciddi anlamda çekmiştir.

    işte tüm bu olan bitenler içerisinde alman mareşal erich von falkenhayn, fransızlara nihai darbeyi vurmak için bir planla kaiser wilhelm ii ve ordu kurmaylarının karşısına gelir. o da tıpkı diğer kurmaylar gibi cephe hattını yaracak bir belirleyici muharebe ile savaşı kazanma imkanının olmadığına inanmaktadır. falkenhayn'a göre fransızlar sadece ve sadece kaynaklarının tükenme noktasına gelerek teslim bayrağını çekmelerine neden olacak bir çarpışma sonucunda mağlup edilebilirlerdi. bu çarpışma için seçilecek hedef öyle bir hedef olmalıdır ki bu hedef fransızlar için ulus meselesi haline gelmeli ve bu hedefi kaybetmemek için ellerinde ne kadar imkan varsa bu noktaya sevk etmelilerdir.

    falkenhayn bu hedefi verdun bölgesi ve etrafındaki tahkimatlar olarak belirler. verdun'un ve çevresindeki tüm tahkimatların ele geçirilmesi fransızlar için kabul edilebilir değildir, şayet böyle bir felaket meydana gelirse hem kurmay grubunun hem de ordunun alt kademelerinin morali savaşın başlangıcından beri olabilecek en düşük seviyeye inecek, hem de bu bölgeleri geri alabilmek için on binlerce kayıp verilmesi gerekecektir. bunu ön gören falkenhayn, verdun ve çevresini kaybetmemek için fransızların tüm imkanlarını seferber edeceğini düşünmüştür.

    nitekim düşüncesinde yanılmamıştır.

    verdun muharebesi 21 şubat 1916'da başlar ve 16 aralık 1916'da sona erer. her ne kadar muharebenin açılış safhasında almanlar başarılar elde etse de savaşın açılış safhası geçildikten sonra durum dengelenmiş ve muharebenin sonuna kadar o şekilde devam etmiştir.

    çarpışmanın sonunda her iki tarafın toplam kaybı 750,000-800,000 kadar olmuştur. almanlar, fransız ordusunun insan gücü ve moral kayıpları konusundaki hedeflerine ulaşamadığı gibi, kendileri bu konularda ciddi sıkıntıya girmiştir.

    gelelim işin trajikomik kısmına;

    almanların elde etmeye çalıştığı "fransız ordusunun insan gücü kayıplarının artması ve moralinin çökmesi" hususunu fransızlar bir yıl sonra nivelle's offensive adı verdikleri ve alman hatlarını yararak savaşı 48 saat içerisinde bitirmeyi tasarladıkları bir saldırıdan sonra almanlara verir. nivelle saldırısı fransız tarafı için o kadar büyük bir fiyasko ile sonuçlanır ki fransız ordusu silah bırakma noktasına gelir.

  • ya aklımı kaciracağım, bunlar bir orusbu çocukluğu yapıyor ama idrak edemiyorum.

    üç ay önce bir saat aldım. kordonu plastik ve kullanışsız. saati öylece attım çekmeceye, bir yandan da aklımda "kordonu mu değiştirsem acaba" fikri dolanıyor. kimseye demedim, internete de yazmadım.

    bir haftadır önüme kordon reklamı çıkıyor. namussuz evladıyım bir şeyler çeviriyor bunlar.

    ek: @helal kesim domuz nickli yazardan çok mantıklı bir cevap geldi. eğer zihin okuma yoksa doğru cevap budur:

    muhtemelen aldığınız saatin marka modelini biliyor. daha önce o saati alanların bir süre sonra kordon arayışına girdiğini de biliyor ve buna istinaden istatistiksel bir sonuç olarak isabetli bir tahminle size o reklamları çıkarıyor. buna büyük veri ve onun kullanımı denir basit tabirle.

  • sebebi çok basittir.

    mahallende, sokağında yola iki tane taş koyup su topu oynayamazsın.

    futbol yaygındır.

    lisede kola kutusunu ezip futbol oynamış bir neslin üyesi olarak söyleyebilirim ki ezilmiş kola kutuları yere vurduğunda sekmez. onunla basketbol oynama şansın yoktur.

    voleybol ve hentbol topu ile de hakeza bulduğumuz anda futbol oynardık.

    ulan bak sana ben nasıl anlatayım? voleybol oynamak için file bulamazdık, eskaza file denk gelirse de kendi icadımız olan (ki oldukça yaygındır) "ayak voleybolu" oyununu oynardık.

    sanırım anlaşılmıştır.

  • bir gün apartmanın aşağıda arkadaşlarla oturmuş muhabbet ediyoruz. bir yaşlı amca geldi yanımıza dedi ki: neden bu kadar sigara içiyorsunuz! kaç saattir sizi izliyorum birini atıyorsunuz birini yakıyorsunuz! bir de böyle sert sert konuşuyor azarlar gibi bizi. şimdi belli babamızdan büyük yaşı ne diyelim. dedik amca içiyoruz işte. napalım. bırakın! dedi. ben bıraktım! 60 yıl içtim ben bunu! bırakalı 5 yıl oldu! yeniden doğmuş gibi oldum! insanın her şeyini etkiliyo! şimdi anlamıyosunuz gençsiniz bunu bile etkiliyo! (şeyini işaret etti) içmeyin şunu! dedi. dedik amca bırakamıyoruz. zamları bahane edip bıraksak yolda dolu paket bulsak yine başlarız. olmuyor napalım. anca bir hastalığımız falan çıkacak korkucaz öyle herhalde. sonra dedik amca sen 60 yıl içmişsin bunu, 5 yıl da olmuş bırakalı. kaç yaşındasın ki sen? dedi 70 yaşındayım! 5 yaşında başladım! koptuk biz... sallıyo sandık. 5 yaşında sigaraya mı başlanılır? dedi ki: ben 5 yaşındayken toprak yiyormuşum! köyden biri babama sigara içir buna bırakır toprak yemeyi demiş! hem toprak yedim hem sigara içtim!

  • ev, araba, çocuk, eş, ohaaa .

    otuz yaşımı düşünüyorum da ev sahibi kirayı almaya geldiğinde ayakkabımın altındaki deliği göstermiştim. kadın üzülerek gidip 1 saat sonra 100 mark getirmişti bana, kocası vermiş "gitsin güzel bir bot alsın kendine" diye. ayakkabım bile yoktu lan.

    şimdi hepsi var, ayakkabıları da alsın diye yerden tavana kocaman ayakkabılığımız bile var. ama o 100 markı koşa koşa evinden alıp gelen ev sahibim yok artık. o kadın ayakkabımın altındaki deliği kapatmaya çalışıyordu, şimdi her yanınızdaki deliği açmaya ve bu açıkları bulmaya ve daha da ötesi bu açıkları daha üstteki başlara sergilemeye can atan iş arkadaşlarım var. ve bu açık peşindeki iş ortamının yarattığı garip aura sana iş araba ev olarak dönüyor (eş ve çocuğu sokmayalım bu dünyaya)

    bundan dolayıdır ki, ne kadar kaçabilirsen o kadar mutlusun. ama eninde sonunda insan yakalanıyor. çünkü diğeri de çıkmaz yol haline geliyor.