hesabın var mı? giriş yap

  • yolcu 1: hostes hanım bakar mısınız?
    hostes: buyrun.
    y1: şu arkadaki koltuk (acil çıkış tarafındaki koltuğu gösteriyor) buradan daha geniş ben oraya geçebilir miyim?
    h: maalesef efendim. koltuk değişikliği yapılamıyor.
    y1: neden?
    h: acil çıkış kapısındaki kapılar ek ücrete tabi oluyor ve ek ücret ödeyenler oturabiliyor.
    y1: ya hanım kızım boş oturayım ne olacak işte?
    h: efendim maalesef belirttiğim gibi sizi oraya alma şansım yok.

    [adam burada uf puf eder, hostes gider.]

    yolcu 2 [adamı tanımayan başka bir adam]: ya geç hemşehrim kimse oturmuyor n'olacak!
    yolcu 3 [adamı tanımayan adamı tanımayan, yolcu adamı da tanımayan başka bir adam]: tabi tabi ya geçin ne var oturacaksınız da yiyecek misiniz sanki koltuğu n'olur yani!
    yolcu 4 [aslında kimsenin yüzüne bakmadan, konuştukları çevresindekiler tarafından duyulacak şekilde konuşuyor]: aman şirket politikasıymış insanlara eziyet etmekten başka bir şey değil..
    y1 [acayip gaza gelir hostesi falan dinlemez ve bir hızla yerinden kalkar]: tabii ya sanki ne var yiyecek değiliz ya koltuğu. [oturur] oh be ayaklarım rahat etti vallaha.

    [y1 y2 y3 y4 arası karşılıklı tebessümler]

    hostes gelir, bakar, dudağının kenarlarını kulaklarına doğru çekme, gözlerini kapama ve kafasını sağa doğru çevirmek sureti ile sitemkâr bakışlar atıp geri döner.

    hostes --> emir kulu. ekmek kapısı. türk.
    yolcu 1 --> kendine kalsa yapmayacağı bir şeyi biraz gaza gelince kolaylıkla yapabiliyor. türk.
    yolcu 2 --> küçük meselelerde birine destek olmayı çok sever. türk.
    yolcu 3 --> küçük meselelerde biri birine destek olunca olaya dahil olmaktan çok hoşlanır. türk.
    yolcu 4 --> ortalık galeyana gelince çorbaya tuz atmak, birlik ve beraberlik duygusunu güçlendirmek temel görevidir. türk.

  • bizim oğlanda iki sene önce ilkokula başladığında, okulunun koridorundaki satranç köşesinde akran öğrenmesi vesilesi ile bir satranç sevdası yeşerdi. her akşam eve başka bir arkadaşı ile yaptığı maçların hikayeleri gelmeye başladı. bir akşam biz de bir maç yaptık, ben tabi acımam affetmem bak diye önden göz korkutmak için " ortaokulda turnuvada üçüncü olmuştum*" dedim buna. sonra da maçta tokatladım zibidiyi. adam rocky balboa gibi, günden gün iyice kaptırdı kendini.

    önce youtube'da satranç eğitim videoları izledi. bütün taşları, hamleleri, açılışları, terimleri öğrendi. ekran karşısında adeta kung-fu yüklenen neo gibiydi. bir süre sonra satranç uygulamalarına dadandı. evin içinde "vezir gambiti mi hint savunması mı daha estetik?" diye gezmeye başladı. (bkz: #87953133)

    son seviyede artık kasparov'un, karpov'un, carlsen'in eski maçlarını seyretmeye başladı. "orada fil g5'e mi oynanır yeaa?" diye edepsiz yorumlarda bulunuyordu. iş artık 1851'de oynanan maçların hamlelerini ezberlemeye ulaştı. artık hemen her akşam maç yapıyorduk ve beni yeniyor ya da yenemese bile çok zorluyordu.

    pandemi döneminde çocuklara sokağa çıkma yasağı başlayınca, daha önce yüz yüze satranç dersi aldığı bir satranç kulübünün başka bir eğitmeninden çevrimiçi eğitim almaya başladı. skype'taki derste önce öğretmenle tanıştılar. ardından öğretmen muhabbet açılsın diye sordu:

    - ünlü oyunculardan kimseyi biliyor musun?
    + babam var.
    - aaa kim ki?
    + bir kere turnuvada üçüncü olmuş.

    var ya, işte o an, öğretmenin çaresizliğini falan boş ver, kasparov'un carlsen'in tüyleri nasıl ürpermiştir, anderssen ve kieseritzky aynı anda nasıl ters dönmüştür mezarlarında. lan sen bütün satranç külliyatını hatmet ama gelen ilk temel soruda bilal oğlan gibi "babacım" diye mırıldan. yok yani babacı da değil ibiş:

    - deniz, ara tatilde ikimiz ankara'ya gidelim mi?
    + annem de gelsin ben onsuz yapamam çok özlerim.
    - bak ya! siz ikiniz gidin o zaman bence.
    + ee valizleri kim taşıyacak??

  • ben böyle damsız girilmez muhabbetine maruz kaldığımda genelde mekandan uzaklaşıp bir kaç dakika sonra polisi arayıp içeride uyuşturucu kullanıldığını söylüyorum baskın yapıyorlar mıdır bilemem gidip izlemedim

  • az önce firin tepsisini ciplak eliyle aldigi gibi masaya getirmesiyle ortaya cikan yanmaz yakilmaz durum. ben tuttum elim yandi. kendisine cok imali bakislar attim anlamamazliktan geldi. beyaz saclariyla birlikte parcalar birlesti. simdi balkonda ejderha bekliyorum..

  • bulletproof coffee yani kurşun geçirmez kahve, mct yağı veya ghee ile harmanlanmış bir kahve çeşididir.

    hareket performansı bakımından düşük sayılabilecek bir güne başlarken tüketmek için fazla kalorili olan ancak enerji desteğine bolca ihtiyaç duyulan bir günde büyük destekçiniz olacak kahvedir. ketojenik diyet için günlük yağ miktarı alımında destekleyici bir takviye de olabilir pek tabii. ancak düzenli olarak kullanımda ya da günde birkaç fincan tüketimde kilo alma eğilimi gösterme olasılığı bir hayli fazladır. bu açıdan tüketme sıklığını kontrol etmek mühim.

    bizim bu kahveyi tükettiğimiz günler ise koşuya çıkacağımız sabahlar oluyor. verdiği enerji gerçekten yadsınamaz. koşu performansına büyük katkı sağlıyor ve çok uzun bir süre yeme isteği oluşturmuyor. koşup uzun süre açlık halinden sonra ilk öğünde bile aslında tamamen aç olmadığımızı hissediyoruz. zaten yapılan çalışmalarda bunu destekler nitelikte. ortalama 250 kalori kurşun geçirmez kahve , sade kahveyle karşılaştırıldığında tokluk hissini artırıyor ve 3 saat sonra gerçekleşecek olan yiyecek tüketiminde azalmaya neden olduğu görülüyor.

  • hiç bir olaya karışmamak şart oldu.artık tek yapılabilecek kendi aileni ve akrabalarını korumak.bu devirde insanlık, yardımlaşma, vs gibi kavramlar çöp olmuştur.herkesin yaptığı yanına kar kalıyor.önce yalandan bayılarak düşene yardım edenleri soydular, otostop çekip, gasp ederek kimsenin durmamasını sağladılar , ihtiyacı olmadığı halde dilenerek, yardımlaşmayı bitirdiler, şimdi de bu olay, tüm insanların içindeki iyiliği yok ettiniz.

  • mafia ii'de, arabayı denize karşı çekip, o manzaraya karşı, radiodaki 1940'lı yılların parçalarıyla ve martı sesleriyle beraber alkol almışlığım vardı evde.

  • ben yaptım bunu. kızım 1,5 yaşındayken fiyatını, türkiye'ye göre ucuz buldum aldım. haa ne oldu, eve ilk getirdiğimde hatun alay etti. kızım hareketli bir cihaz olduğu için korktu. oynamadı. (robotla da oynamamıştı) ben oynadım. sonra uzun süre durdu bir köşede. yaklaşık 3 ay sonra kızım tekrar gördü, çekinerek bakıyordu. hadi oynayalım dedim, başlangıçta korktu ama sonra arabayı onun arkasından takip ettirmek suretiyle kovalamacalı oyun icat ettik. artı pilleri bitince hemen "baba pi" diyerek pillerini değiştirmeye çalışıyor. (bilim kadını potansiyeli var :) velhasıl kelam oynuyoruz biz kızımla arada sırada. yani herhangi bir problem yok şimdilik.

  • "evdeki düşman-orphan" filmine ilham kaynağı olan natalia grace, 26 nisan 2010'da michael ve kristine barnett tarafından evlat edinilen ukraynalı bir yetimdir. abd'de yaşayan, onu evlat edinen ebeveynleri michael ve kristine barnett, natalia grace'in bir çocuk olmadığını, çocuk kılığına giren cücelik hastası yetişkin bir kadın olduğunu çok sonradan öğrendiler. barnett'lerin natalia dışında üç biyolojik çocuğu vardı.

    natalia eve ilk geldiğinde hemen eve adapte olmaya, evde huzurlu ve sağlıklı günler sürdürmeye başladı. daha sonra evin küçük çocuğunun vücudunda morluklar görmeye başlayan aile ilk etapta bu konunun üstüne düşmedi. zira bunun normal bir akran kavgası olduğunu düşündüler ancak durum sandıklarından çok daha vahimdi. natalia küçük çocuğa bildiğiniz işkence ediyordu. kendisini aileye öyle güzel tanıtmıştı ki planları hiç aksamdan bir süre bu şekilde yaşamaya devam etti. ancak asıl planı evin çocuklarını ve üvey anne babasını ortadan kaldırmaktı. yalnız işler umduğu gibi gitmedi.

    bir gün ailenin içeceklerine çamaşır suyu dökerken yakalandı ve artık ailenin radarına takıldı ve kızı takibe aldılar. daha önce natalia'nın hiç diş ve kemik yapısına bakılmamıştı. sonradan fark ettiler ki kızın diş sayısı bir yetişkin insan kadar fazlaydı. natalia, tıbbi durumu nedeniyle yıllarca barnett'leri ve çevresindekileri kandırmayı başarmıştı yaptığı hatalar birer birer ortaya saçılana kadar. natalia spondiloepifizeal displazi konjenita adı verilen ve genellikle sedc olarak bilinen bir cücelik hastalığı ile dünyaya geldi. olaylar çok daha korkunç boyutlara varmadan kızı bir apartman dairesine kilitleyerek kanada'ya kaçtırlar.

    3 yıl boyunca kızı bir apartmanda bıraktıklarından dolayı olay yargıya intikal etti. artık kıza kemik testi yapılacaktı. artık her şey gün yüzü gibi ortadaydı. test, natalia'nın 22 yaşında bir sosyopat olduğunu ortaya çıkardı. aile için bütün suçlamalar düştü ancak kızı yeniden sahiplenen bir aile daha ortaya çıktı. hatta başka bir kadın daha ortaya çıktı. o da natalia'nın biyolojik annesi olduğunu söylüyordu.

    olay belgesellere ve filmlere konu olacak niteliktediydi. hatta bir platformda the curious case of natalia grace adınla 6 bölümlük belgeseli dahi yapıldı. ilgisini çekenler izleyebilir.

    about natalia grace

  • bu ysk ağrıda 15 defa sayılıp her seferinde aynı sonuçla karşılaşılmasından sonra yırtık çuval bahanesiyle seçimi iptal eden ysk.

    bu ysk ankara da mahkemeye başvurulmasına rağmen bekletmeden mazbatayı veren ysk

    bu ysk hatay da akp itiraz eder umuduyla bekleyerek hatay büyük şehir belediyesinin mazbatasını vermeyen ysk.

    bu ysk yandaşçılık ve yalakalıkta en başı çeken ysk

    bu ysk onursuzluğun, vicdansızlığın, karaktersizliğin en üst seviyeye ulaşmış kişiler tarafında yönetilen ysk.

    ülke genelinde binlerce insanın gözünün içine baka baka sandığa elini sokan ysk

    bu ysk bu sikim ysk işte.

    edit: bu da gg ise napalım, bunca haksızlığa, ötekileştirmeye, yok sayılmaya gözümüzü kapatıp her şey toz pembe çok mutluymuşuz gibi övgü dolu entry ler mi girelim. biz de mi yandaşçılık yapalım.