hesabın var mı? giriş yap

  • selcuk erdemin anlasilacagi uzere 1453 tarihinde gecen -istanbul ne zaman fethedildi? -gecen pazartesi! karikaturu cok begenilmis ve espri anlayisina tam guven duydugumuz dedeye gosterilmeye karar verilmistir. buyuk heyecanla karikatur dedeye verilir. buyuk bir ciddiyetle espriyi inceleyen dede gulumsemeden:

    -hmm guzel. ama bildigim kadariyla istanbul bir sali gunu fethedilmisti...

  • bu dizinin bir türlü iyi olamamasının en temel sebebi ondan beklenen epik sıçramayı,
    patlamayı yapamaması. bunu izah edeceğim ama öncesinde şu 3 enrtyde bir ayna tornadan çıkmış zeka ve yaratıcılık dolu, ekşinin malum çok bilmiş sinema ve tv uzman cenahının binlerce kez bıkmadan, usanmadan tekrar ettiği 'zenci elf mi olur, hintli yennefer mi olur, sen hiç entektüel oldun mu, inanmıyorsan aha dayıya sor?' kıvamında fabrikasyon ve zeka dolu itirazlarının bitmez tükenmezliği karşısında duyduğum heyecanı aktarmak istiyorum. aynı cümle ve itirazları üstün zeka ve gözlem gücünüzün size verdiği yetkiyle sıralamaya devam edin ama dizinin temel sorunları başka yerlerde maalesef.

    sanırsın bin yıllardır değişmeden, bozulmadan süre gelen kutsal elf kanunları ve yasalarının kutsal kitabı olan kitab-ı kutelf'i okumuşlar ve orada tanrısal irade katiyen ebediyen, asla ve kat'a siyahi elf (onların değişiyle zenci elf) olmaz demiş. bu kafalara bunu bir yapıt olduğunu ve artık tv, sinema sektörüne hizmet eden bir yapıta dönüştüğünde uyarlama esasıyla yapımcı, yönetmen ve yatırımcıların dilediği değişiklikleri yapma hakkı olduğu, her yapıtın uyarlama esasına tabi olduğunda zamanın, çağın gereksinimlerini karşılayacak sosyopolitik, kültürel, sosyolojik nüanslar içeren yenilikleri içerebileceğini izah etmek lazım. ama elbette bunu nafile bir çaba olduğunu biliyoruz. hepimizin sonsuz itiraz hakkı var ama bunu doğru bir itiraza dönüştürmek ayrıca bizi okuyanlara karşı (eğer buranın bir tür bilgi kaynağı falan olduğuna inanıyorsak) az da olsa bir sorumluluk veriyor bizlere. neyse ben dizinin neden olamadığını izah edeyim kendimce.

    öncelikle witcher'ı böyle popüler yapan şey roman serisinden ziyade oyunları. sanırım bunda herkes hemfikir. yani oyunlar bu efsaneyi oyun dünyasının el verdiği imkanlar dahilinde eşsiz bir sanat eserine dönüştürmeseydi birçokları ne romandan ne de diziden haberdar olacaktı. çünkü bu seri the lord of the rings ya da dune serisi gibi roman serisi olarak öne çıkmadı. yani şöhretini, mirasını oyunlara borçlu. haliyle kitabı okuyan insanların itirazlarına itirazım yok. bu tüm edebiyat, roman uyarlamalarının kaderidir; ne kadar sadık bir uyarlama yaparsanız yapın birileri oyuncuyu, kostümleri, diyalogları, mekanları, atmosferi vs beğenmeyecek. muhakkak ki dünyanın birçok yerinde bu kitap serisinin sabık okuyucuları, hayranları vardı ama dediğim gibi bu seri bildiğimiz diğer seriler kadar popüler bir seri olmadı bildiğim kadarıyla hiçbir zaman. hatta bildiğim kadarıyla kitap serisin ingilizceye bile 2009 yılından sonra falan çevrildi. polonya'da da başarız bir tv dizisi denemesi olmuş diye biliyorum. yani kısacası bunca eleştiri için elimizdeki esas gösterge kitap serisi değil oyunlar. işte the witcher'in en büyük laneti de burada yatıyor maalesef.

    oyun evrenini sağladığı her türden olanağı arkasına alıp muhteşem bir efsane yarattı seri. bir rpg olarak sınırsız bir etkileşim ana ve yan hikayeler olmak üzere her fantastik, bilimkurgu eserinin arka planda işlediği tarihsel, kültürel, politik çalkantılar eksenli nefis bir ötekiolma meselesiydi esas izah etmek istediği ve canavarları avlayan ve toplum gözünde nispeten canavar olarak görülen bir efsungerin canavarlardan ziyade esas olarak insanın doğasında var olan kötülükle, yani canavar olarak görülmeyip, esasen içlerinde taşıdıkları kötülükle canavarlara bile taş çıkaran insanlarla olan savaşını anlattı durmadan. hatta canavar olarak görülen heyyula, kurt adam, lanetlenmiş türlü yaratığın çoğunun oldukça acıklı, hüzünlü arka plan öyküleri vardı. çünkü tarihin ürettiği ortak duyu, fanatizm ve dogmalar farklı olan her şeye karşı birleştirici sonsuz bir kötülük yapma hakkı doğuruyordu, çoğunluk olan, çoğunluğun sağır edici, korkunç tektipliğine kayıtsız şartsız teslim olanın gücü sürdürdüğü bir dünyada geri kalan herkes yaratık olsun ya da olması öteki olmaya mahkumdu. aralarda hep belirtim, kafa açmayayım ama işte türkiye, orta doğu, bilumum 3. dünya ülkesinde olan insan ikliminin özeti vardır böyle yapıtlarda saksıyı azıcık çalıştırsanız. hatta trajikomik olan ''zenci elf mi olur' itirazlarınızın tam da yapıtın inatla yıkmak isteyip, eleştirisini yaptığı ötekine karşı duyulan korku, öfke ve nefretin sebepsizliğine, nedensizliğine yaptığı vurguyu hiçbir şekilde anlamamış olmanız. ben de serinin 2. ve 3 bölümlerine bilgisayar başında bi 500 saatimi feda etmişimdir helalinden. hele ki wild hunt'ın yarattığı evrenin mucizevi güzelliğine karşı duyduğum heyecan hala ilk günkü tazeliğini koruyor. ve haliyle oyundan aldığım o epik anları aradım dizi boyunca. ama artık bir izleyici olarak bile belli bir olgunluğa ulaşmanın da pratiğiyle beklentilerimi hep düşük dozda tutmayı da öğrendim ki zaten bu dizi de beni haklı çıkardı.

    hasılı işte böyle bir lanetle dizi yapma işine kalkıştığınızda ya en baştan en sona kadar çok büyük sanatçıların yapıtla özdeşim kurduğu, harcanan paraya hiç acımadığınız, öykü evrenini büyüklüğüne, derinliğine, epikliğine iman edeceğiniz bir şey yapmanız gerekiyor, ya da böyle yapıtlara sırf para ve popülarite yüzünden hiç bulaşmamanız gerekiyor. neyse ki dizi ve filmlerin taşeron, fabrikatörü netflix bunların hiçbirini dikkate almayarak, kendinden beklendi üzere güzelim seriyi idare eder bir epik haline getirmekte hiç beis görmüyor. evet, oyunun taşıdığı o epik, görkemli anlatı mirası maalesef dizinin hiçbir anında öyküye borcunu geri ödeyemiyor. muhteşem bir hikaye ve yan hikayeler toplamına sahip olan (hem kitapları hem oyunun kast ediyorum) seri bir tv dizisi olarak ondan beklenen görkemli ve sağlam anlatı olanaklarına bir türlü kavuşamıyor. ara ara parlamalar, güzellikler yok değil ama sürdürülebilir bir seyir duygusunu hiçbir şekilde yaratamıyor dizi. epik olmak için gereksindiği anlatı olanaklarını sadece birkaç teknik cambazlığa indirgeyerek yapıtı büyük ve görkemli kılacak şeyin sadece aksiyonda ya da mekan tasarımında olduğunu düşünüyor. bütünlüklü bir yapıtın yaratacağı etkinin tüm parçaları doğru bir şekilde yerleştirmekten geçtiğini hatırlayamıyor. henry cavill'ın ta en baştan role olan heyecanı ve isteğini sömürerek tüm yapının onun adanmışlığı üstüne ayakta durduğu tek ayaklı bir bina inşa ediyor.

    oyuncu seçimlerini (her şeyin sorumlusu olan siyah elf arkadaşı ve hintli yennefer'i bir kenara koyarsak), rol dağılımlarını, karakter ağırlıklarını, hikayenin aşamalı ve birçok yöne açılan derinliğini yeterince önemsemiyor. tüm dizi boyunca sahne ağırlıklarını geralt, yennefer ve ciri arasına pay edip diğer tüm karakterlere haksızlık ediyor. evet, oyuncuların çoğunun kötü, castingin yetersiz olarak görülmesinin sebebi tek başına oyuncu seçimleri ya da oyuncuların kötü oyunculuklar veyahut doğru casting yapılmaması değil; diğer tüm oyunculara sahneden doğru rol ve diyalog payı verilmemiş olması. diğer karakterlerin (iyi ya da kötü fark etmeksizin) hikaye eksenine yapacakları etkiyi nasıl olsa önümüzde başka sezonlar var mantığıyla oldukça silik, yetersiz, ruhsuz bir karakterizasyon, dil/diyalog yapısı ve onları akışta değerli kılacak karakter detaylarından mahrum bırakması. tüm dizi boyunca akılda kalan tek bir kötü karakter yok mesela. ateş çıkarıp, zora gelince ortadan sürekli yok olan bir karakterle kötü adam dengesini eşitleyemezsiniz. bilinir ki bu tip kahramanlık esaslı anlatılarda farkı yaratan iyi protagonist (kahraman) kadar antagonistin (kötü karakter) varlığıdır. kötünün yarattığı tehdit ve gerilim unsuru iyiyle olan özdeşleşimi katmeler ve kathartik sağalma, arınma böylelikle esas işlevini yerine getirir. mesela dizi ileride gelecek olan wild hunt'a o kadar güveniyor ki 2 sezon boyunca sürdürülebilir, yükselen bir kötü yaratma ve onu işlevsel kılma hususunda parmağını oynatmıyor.

    diyalog yapısı, sahne planları da ha keze aynı özensizliğin kurbanı. bu eser her şeyden önce bir kitap uyarlaması ve özellikle perde sonlarında, finallerinde izleyicinin duygu köpüğünü kabartacak, aklını başından alacak kalite ve nitelikte diyalog yapısı, çatışma ve gerilim frekansları göremiyoruz. sözde nüktedan, lakonik ya da zekice görünen birçok diyalog özellikle referans odağı oluşturmaktan çok uzak. havaya sürekli kuru sıkı bir şeyler sıkılıyor. hiçbir karakter olduğu sahneyi domine edeceği ayırt edici bir dil/tavır ilişkisine kavuşmuyor. inanılmaz işlevsiz ve ve neredeyse sahneyi doldurmak için hikayeye katık edilmiş bir sürü karakter var. vesemir gibi bir karakterle tanışıyoruz nihayetinde ama mesela bu abiyi vallahi billahi yunanlı tavernacı kıvamında bir üstünkörülükle önümüze atıyor yapım. dizi boyunca vesemir her an akın'ın rebeka'nın yeri + şarkısına bağlayacak diye bekleyip durdum. makyajlardan, trüklere, mizansenlere kadar acayip bir ''oo abi çok fenasın, vallahi yakıyorsun' kolpalığı var.

    hasılı kelam arada 15-20 saniyelik ağır çekim aksiyon sahneleriyle epik olunmuyor. bu sene yayımlanan ve genel olarak kitap serisi hayranlarının beğenmediği (ben witcher'dan daha çok beğendim, orası kesin) zaman çarkı serisinin 1. bölümündeki köy baskını sahneleri ve sanırım 7. bölümde hamile savaşçının kar üstünde birkaç adamla girdiği kıyasıya dövüş sahneleri epik aksiyonun, ya da duyumun nasıl yaratılacağı hususunda basit ama etkili bir ders veriyor. böyle güçlü ve büyük anlatıya sahi witcher ise elindeki kozları hep ileriye saklayıp, anı, durumu, var olduğu gerçekliği ıskalayan ve giderek tadı kaçan bir yapıya dönüşüyor. işin acı tarafı elindeki kozları ilerideki sezonlara saklarken 2 sezon boyunca izleyicini ikna edecek, ona yapıt için gerekli sabrı sunmasını sağlayacak ikna edicilik hususunda da epey cimri bir tavır var karşımızda.

    serinin oyunları için deliren biri olarak birçok falsoya sahip bir dizi olarak tüm konforunu henry cavill'in adanmışlığına göre dizayn eden ve onu sonuna kadar sömürerek diğer tüm karakter, durum ve olaylara haksızlık eden bir tv yapımına dönmüş maalesef the witcher. elinizde henry cavill varsa elbet onun ekmeğini yiyeceksiniz ama bu adamın bu kadar hayranını olmasının konforuyla da yapıtın içinde var olan diğer tüm epik öğelere de haksızlık etmeyeceksiniz. zira epikten anladığınız sadece henry cavill'in göz dolduran varlığı, yakışıklılığı adanmışlıysa, diğer hiç kimseye zahmet vermeden yapıtını geri kalanını animasyon ve türlü canlandırma teknikleriyle tamamlayabilirsiniz. böylelikle zenci elf kardeşimiz ve hintli yennefer bacımız da bu kadar acımasız ve hunharca eleştirilmez ve dizini bütün başarısızlığı bu iki garibana mal edilmez.

  • kendisini sevmeyen insanlar onun zenginliğinden değil, görgüsüzlüğünden dolayı sevmiyor.
    mesela rahmetli sakıp sabancı belki ali ağaoğlu'dan çok daha zengindi ama hakkında olumsuz konuşan bir kişi hatırlamıyorum.

    bu entry'nin gg'lik nesi var anlamadım. ispiyonlayan arkadaş mesaj atarak aydınlatabilirse sevinirim. ticari itibarı zedelediğimi de düşünmüyorum. "10 numara adam ali ağaoğlu. projeleri süper. bence herkes ikişer üçer ev almalı. fiyatları da çok uygun. seviyoruz seni aga ;)" oldu mu şimdi?

  • sanırım herkes biraz da kendisi iyileşiyor onunla. herkes bir şekilde kendine yeniden şans veriyor. kendini kurtarıyor yeniden yeniden. izlediğimiz filmler de öyle değil midir ya da diziler. hep baştan sona karakterle beraber biz de başlamaz mıyız mücadeleye. bütün filmler bizi anlatmaz mı, bütün şiirler yeri gelir bizim için yazılır, bizim içimizdeki gizleri dökmez mi ortaya. insan her bir ferdinde yeniden döndürmez mi dünyayı. kendimize kadar, kendimizden başlayan, kendimizi kapsayan, kendimize benzeyen.

    bu adam da öyle. herkes için kendinden bir şeyler bulma öznesi. vesilesi. hikayeler farklı, herkesin onarmaya çalıştığı, bulmaya çalıştığı şey apayrı. ama amaç aynı. yeniden yeniden iyileşmek istiyoruz. onu kötü görünce biz de yeniliyoruz o ne ise başarmak istediğimiz şey konusunda. ne olacaktı ki zaten diye kendimize acıyoruz. omuzlar yer çekimine uğruyor. ya da onu ilk kötü gördüğümüzdeki şok gibi hayatın hiç de beklediğimiz gibi bir yer olmadığı şokunu yaşıyoruz bir kez daha.

    iyi olunca bizim de bir şansımız oluyor. kazanmasak bile, başarmasak bile bir umut doğuyor. bu biraz da nesille alakalı bir şey tabi. şu an tam da hayallerinin kıyısında bir sürü pişmanlıkla oturan y kuşağı için önemli bir figür. o yüzden de biraz etkili. ha bir de tabi çok yakışıklı olması ona bu kadar yakınlık duyulmasına sebep oluyor. böylesi güzel bir şeyi yine güzel görmek istiyor ilkel beyin. istemsiz bir kayırma var tabi güzel olanı. bilinç düzeyinde bilerek yapılmasa da çok derinlerin bildiği bir şey biraz da o yüzden. dorian gray 'e yapılan misali.

    ama en çok işte gördüğüne kendini ilikleme dürtüsünden. niye kendimizi, e neyimiz var kendimizden başka. konuşurken, seçerken, yaparken ederken kendimiz kadarız. ne kadarsak o. bu adama da hemen yükleyiveriyoruz dertlerimizi. onun dertli hali, hasta hali, iyi hali vesaire hep bir versiyonumuz işte. yeniden deniyoruz biz de onunla birlikte. bazen ortadan kayboluyoruz, bazen baya iyi de gidiyoruz. insan ne tuhaf ki kendinden öteye gidemiyor. bir şarkıda bile kendini kurtarmaya çalışıyor.

    ruhsal sıkıntılar, bu hayatın en zorlu yanlarıdır. insanın kendi içinde kaybolmasından daha kötü bir şey yoktur. o yüzden çok saygı duyuyorum düşmesine de kalkmasına da. yani mücadelesine. işte biz gibilerin bunun üstüne yaptığı yorumlar da aslında hep bizle ilgili, onunla çok değil. bir başka insan hikayesinde de yine el verdiği, üzüldüğü, umutlandığı kendisi. o yüzden ben direkt şahsı için güzel yarınlar dilerim. umarım mücadelesi kolaylaşır. umarım daha güzel günleri henüz yaşamadıklarıdır.

  • ümit milli takımında tolunay kafkas tarafından bir kez dahi oynatılmayan çocuk, çok değil 2 sene bile olmadan real madrid, barcelona ve diğer çoğu avrupa kulübünü birbirine düşürüyor. buradan tüm kulüp scoutlarına sesleniyorum. tolunay kafkas'ın kadroya sokmadığı oyuncuları takip edin, başka bir şey yapmanıza gerek yok.

  • olm ne illuminatisi lan, adam zaten öyle bir dans ediyor ki, dikkatli incelenirse 3 siyasi parti, 4 gizli örgüt, 7 sivil toplum kuruluşu ve 9 müzik akımına selam çaktığı görülebilir.

  • 99 depreminde en ön safta olan adamın acaba asker desteğinin önemini bildiğinden olabilirmi sayın çok muhterem suser?
    sen muhalif olma zaten ya.
    t: tırı vırı bir tespit içeren başlık.

  • - inanmıyorum ya, i-nan-mı-yo-rum!
    - ne oldu hayırdır?
    - arif yok mu? bana benden hoşlandığını söyledi
    - ee, sen hoşlanmıyor usun mesele bu mu?
    - ya yok be, geçen günlerde de selim açılmadı mı kızım bana
    - ee halletmedin mi o konuyu
    - ya biliyorsun selim’i çok seviyorum ama sevgili gibi değil
    - yani
    - kaybetmeyeyim diye havada bıraktım, ucu açık bir süreç yani
    - ee
    - ee şimdi de arif? ne yapıcam ben ya, ne buluyor bu erkekler bende anlamıyorum ki?
    - hıı evet zor
    - ay lisede de böyleydi, geldim im ikisi üçü birden gelir.
    - istemiyorsan söyle kızım çocukları oyalama
    - ay anlamıyorsun ben ikisini de kaybetmek istemiyorum anlasana

    biz seni çok iyi anlıyoruz ağzına sıçtımın şımarığı. istiyorsun ki hiçbiri ile sevgili olmayayım ama her ihtiyacım olduğunda hepsi peşimde pervane olsun. hiçbirine sevgi vermeyeyim ama bunu hiçbiri bilmesin, sürekli sanki onu sevecekmişim gibi tetikte olsun, sürekli beni elde edeceği günün hayali ile yansın, bu ateşi hiç söndürmeyeyim, küllenir gibi oldu mu bir eline dokunayım, biz saçlarını seveyim, yanağına sıcak, ıslak bir öpücük kondurayım aklı uçsun, benden vazgeçmeye niyetlendiğine pişman olsun. ben bütün bunların planlarını kurayım, ama yakınımdaki kızlara da sürekli bu konudan şikayet ederek ne kadar istenen, arzulanan, iki erkeğin arasında kaldığı için zor durumda olan kız imajı çizeyim.

    kızlar çok adisiniz, ayça sen hepten adisin. lan 3 yıl be, bir el tutmanın peşine 3 yıl. ama suç sende değil benim ağzıma sıçayım ben, yani bi arkadaş, eeh her ne boksa.