hesabın var mı? giriş yap

  • bir akit haberi.

    süper bişi, türkmenistan, kazakistan ve bosna hersek liderleri geliyormuş.

    akpli'ler mutluluktan havaya uçuyormuş, geziciler ve cehapeliler kıskançlıktan sokaklara çıkacakmış.

    link

  • posidonia oceanica, evrim sürecini karadan denize gerçekleştiren ve akdeniz'in endemik çiçekli bitki türüdür. posidonia oceanica; deniz çayırı, deniz eriştesi olarak da adlandırılmaktadır. doğası itibariyle deniz yosunu gibi görünse de bir fanerogam deniz bitkisidir, yani kendi besinini organik madde ve güneş ışığından üretmenin yanı sıra sapları, çiçekleri ve meyveleri de vardır. tüm akdeniz kıyılarında farklı yoğunluklarda bulunmaktadır.

    su altında 0,5 - 40 metre arasında bulunabilmektedir. su kalitesini iyileştiren ve çeşitli türler için sığınak oluşturan ekosistemin oldukça önemli bir parçasıdırlar. tabii ki karbondioksiti emerler ve kıyıların korunmasına yardımcı olurlar. p. oceanica sonbaharda yapraklarını kaybeder ve daha sonra dalgalar ve akıntılar tarafından bu yapılar sahile taşınır. yapraklarında lignoselüloz adı verilen lifli bir yapı bulunmaktadır. bu yapı parçalanarak zamanla bir yumak halini alır ve bu yapıya neptün topu ya da aegagro pilae denmektedir. neptün topu, yaprakların düşerek içerisine lizomların karışması ile tüylü bir hal alarak meydana gelmektedir. bu top halini alması sırasında ortamda bulunan diğer maddeleri de toplaması sayesinde özellikle okyanus ve denizlerdeki plastik kirliliği konusunda büyük bir temizleme yeteneğine sahiptir. yumakların içerisine mikroplastikler de dahil pek çok farklı boyutta plastik dahil olmaktadır.

    yapılan araştırmaya göre neptün topları kilogram başına 1.470 parça plastik toplayabilmektedir. plastiklerin neredeyse tüm çeşidini bulmak mümkün olsa da en yoğun olarak pet ve pe gözlenmektedir. bunun yanında yılda toplanan ortalama plastik miktarı ise 900 milyon parça plastiktir. plastik boyutlarının ortalaması ise 9 mm'dir.

    p. oceanica hem ekosistem hem de plastik kirliliği açısından oldukça önemli bir bitkidir. ama maalesef iklim değişikliği onlar üzerinden de birtakım tahribatlar yaratmaktadır. özellikle mercanlarda olduğu gibi bu yapılarda su sıcaklarında olan değişikliklere karşı oldukça hassaslardır. su sıcaklarındaki artış onların çiçeklenme döngülerini bozmakta ve zaman içerisinde büyüme potansiyellerini düşürmektedir. 2014 yılında , ispanyol ulusal araştırma konseyi'nden (csıc) bir araştırma ekibi , posidonia'nın ilk kaydedildiğinden beri durumunu değerlendirmiş ve son 50 yılda posidonia'nın boyutunu %13 - %38 oranında azaldığı sonucuna varmıştır.

    p. oceanica'nın plastik tutma özelliğinin yanında içerdiği yüksek selüloz yapısı sayesinde kağıt hamuru yapımında kullanılabilmektedir. binaların ısı ve ses yalıtımı için de oldukça değerli bir malzeme özelliği taşımakta olup, binalarda %60 oranında enerji tasarrufu sağlamaktadır.

    kaynak : 1, 2, 3, 4,5

  • öyle bir ülke düşünün ki adalet anlayışı; karşı tarafın ayağından asılmak olsun. yoksa kimsenin hak hukuk falan tınladığı yok. mesela şu mantık var "yahu ben çalınca hapse giriyorum ama onlar çalınca bir şey olmuyor". baştaki insanların hırsızlığını bile kendi yapamadığı için eleştiriyor yani. kendisi de çalabilse o zaman o insanların yaptığını görmezden gelecek. %50 gibi yani. kendileri de fırsat buldukları zaman çalmaktan çekinmedikleri için bazılarının hırsızlığını "çalıyor ama çalışıyor" diye savunuyor.

    evet bu örnekler ters ve konu ile pek alakasız gibi ama aynı durum olumlu şeyler için de geçerli. bir takım insana uygulanan pozitif ayrımcılık sırf kendisine uygulanmadığı için "bu nasıl adalet ben işe giderken onlar yatmasın evde" şeklinde feryat ediliyor. evet haklısın ortada bir haksızlık var ama bu haksızlık o insanların evde yatması değil senin bu olumsuz hava şartlarında işine zorla çağrılıyor olman. yani örneği ters veriyorsun. şu şekilde söylesen anlarım; "ben de insanım ve insanca muamele görüp insan gibi çalışma şartları istiyorum. nasıl ki öğretmenler olumsuz hava şartlarında evde yatıyorsa ben de bu olumsuz havada canım pahasına dışarı çıkmayı istemiyorum. adalet istiyorum ve insanca muamele görmek istiyorum."

    ama çıkıp "herkes benim gibi hayvan muamelesi görürse adalet sağlanır" diyorsan bu işte bir terslik vardır.

    not: öğretmenim. şu an okuldayım(teneffüs) evim çalıştığım okuldan tam 70 km uzaklıkta. toplu ulaşım gibi bir şansım yok ve arabamla gidip geliyorum. ayda 650 tl yakıyor. bakım ve diğer masraflar hariç. saygılar.

    not 2: tüplü

  • kaza ve sonrası üzerinde hem politik hem de çevresel/istatistiki açıdan sağlam bir değerlendirme üzerinde kafa yorulduğunda, daha da vurucu şekilde zihnimize işleyen felaket. aşağıda time 'dan derlediğim ve bolca sayı içeren uzun bir değerlendirme mevcut. ayrıca serhii plokhy imzalı ana kaynak olan "chernobyl the history of a nuclear catastrophe", tavsiye edilesi bir kaynak.

    kaza ile direkt olarak ilişkili ölüm sayısı açısından değerlendirildiğinde, çernobil nükleer felaketi, çok fazla yıkıma neden olmamış gibi gözükecektir. örneğin; hiroşima ve nagazaki'de 200.000'e yakın kurban varken, bunların 100.000'den fazlası öldü ve geri kalanlar yaralandı. çernobil patlaması sırasında 2 direkt ölüm varken, sonraki üç aylık süre zarfında akut radyasyondan ölüm sayısı sadece 29'du. çernobil'den moskova'ya 237 kişi sevkedildi ve burada özel klinikte tedavi edildiler. bunlardan 134'ü akut radyasyon zehirlenmesi belirtileri göstermişlerdir. toplam 50 kişinin akut radyasyon zehirlenmesinden öldüğü bilinmektedir ve radyasyonla ilişkili nedenlerle daha sonra bu rakam 4,000 kişi olabilir. fakat gerçekte çernobil ölüm oranı, tahmin edilmesi zor olsa da; çok daha yüksek oranlardadır. mevcut tahminlere bakılırsa; 2005 yılında birleşmiş milletler tarafından tahmin edilen rakam 4.000 ölüm ve greenpeace international tarafından öne sürülen rakam ise 90.000 ölü şeklindedir.

    ukrayna'da, felaketten sonraki ilk beş yıl içinde, çocuk kanserleri yüzde 90'dan fazla artış göstermiştir. kazadan sonraki ilk yirmi yıl boyunca rusya, ukrayna ve belarus'ta yaklaşık 5.000 tiroid kanseri vakası kaydedildi. bu insanların hepsi patlama sırasında 18 yaşından daha küçük yaşa sahiptiler. dünya sağlık örgütü, kanser nedeniyle yaklaşık 5.000 ölümü, çernobil kazasıyla ilişkilendirmektedir, ancak bu rakam uzmanlar tarafından sorgulanmaktadır. 2005 yılında ukrayna'da, 19.000 aile, aile reisinin çernobil ile alakalı ölümü nedeniyle devlet yardımı alıyordu. diğer bir sonuç ise, felaketten sonra doğan insanlarda genetik hasarlar bulunmasıydı. bilim adamları, özellikle kaza sonrası radyasyona maruz kalan babaların çocuklarında tespit edilen dna'nın kendini kopyalayabilme ve tamir edebilme yeteneğini etkileyen bir durum olan microsatellite instability (msi) hastalığını öne plana çıkarmaktalar. benzer değişiklikler nükleer testler sırasında radyasyona maruz kalan sovyet askerlerinin çocuklarında daha önce zaten bulunmuştu.

    felaketin bedeli aslında çok ağırdı. üç doğu slav ülkesinin her biri bu felaketin bir şekilde üstesinden gelmek zorundaydı. ülkeler, büyük ölçüde benzer çözümler oluşturdular. yerleşim bölgesi veya yardım ihtiyaç durumu bakımından en kontamine bölgeleri belirlediler ve vatandaşları kategorilere ayırdılar. bu da bazı vatandaşları, tazminat alabilme ve sağlık hizmetlerine ulaşım açısından ayrıcalıklı hale getirdi. toplamda 7 milyona yakın insan çernobil'den kalan radyoaktif serpintinin neden olduğu etkiler için bir miktar tazminat aldı. ancak, ekonomik koşullara bağlı olarak, devlet yardımları ve tazminat miktarları 3 ülkede farklılık göstermiştir. çernobil krizinden sonra, rusya'nın petrol ve doğal gaz zenginlikleri, ukrayna ve belarus ile kıyaslandığında, büyük resmi görmek zor olmayacaktır.

    bu iki ülke daha sonra 1990'ların başlarında özel bir çernobil vergisi getirmiştir. bu, belarus'ta tarım dışı sektörde ödenen tüm ücretlerin yüzde 18'ini oluşturuyordu. bununla birlikte, genel olarak belarus hükümeti, büyük felaketlerle ilgili soruşturmaların bastırılması konusundaki sovyet geleneğini sürdürdü fakat büyük bir zorlukla karşılaştı. beyaz rusya'nın çernobil'den en çok etkilenen sovyet ülkesi olmasına rağmen, anti-nükleer hareketi hiçbir zaman ukrayna'daki oranlara ulaşmadı. belarus parlamentosu ve hükümeti, siyasi iradeden ve daha da önemlisi, felaketin tüm etkilerini kabul etmek ve sonuçlarıyla etkin bir şekilde mücadele etmek için gereken kaynaklardan yoksundu. 1993 yılında, belarus parlamentosu, insan yerleşimi için tehlikeli sayılan toprak kirliliği seviyelerini azaltan yasaları kabul etmek zorunda kalmıştır. bu da ayrı bir gülünesi-ağlanılası bir durumdur. çözüme felakat ile çözüm oluşturmaya çalışmak ya da bilimsel manipulasyonla insanları kandırmak mı daha doğru bir yakıştırma olur bilemedim.

    batının yardımlarına gelince, ukrayna, çernobil nükleer santrali ve felakete sebep olan ünite 4'den dolayı yardımın çoğunu aldı. çernobil'de ukrayna'nın batı yardımına ihtiyaç duyduğu ilk öncelikli alan inşaattı. çünkü patlamadan sonraki ilk aylarda hasarlı dördüncü reaktör, alalacele ve çok yetersiz bir şekilde örtülmüştü. 1997 yılının haziran ayında, g-7 ülkeleri toplam maliyetinin 760 milyon dolar olarak tahmin edildiği projenin gerçekleştirilmesine yönelik 300 milyon dolarlık bir yardım sözü verdi. paranın geri kalanını toplamak için avrupa imar ve kalkınma bankası özel bir çernobil fonu oluşturdu. ancak sorunlar burada bitmedi.

    başlangıçta, yeni barınağın 2005 yılına kadar inşa edilmesi bekleniyordu. ancak 2007 yılına kadar vinci construction grands projets ve bouygues construction'ın da dahil olduğu french novarka consortium (şirketler birliği olarak çevrilebilir) 30.000 ton çelik kemer inşa etmesine yönelik sözleşmeyi ancak 2007 yılında kazandı. 100 yıl gibi bir süre dayanıklılığını koruması beklenen kemer inşaatı 2010 yılında başladı; başlangıçta 2005 için planlanan son teslim tarihi, daha sonra 2012'ye ve ardından 2013, 2015, 2017 ve son olarak 2018'e ertelendi. aslında projenin toplam maliyeti 3 milyar euro'yu geçmektedir.

    sscb'nin düşmesinden sonra çernobilde nükleer reaktörü kapatmak 9 yıl alırken, hasar gören reaktör üzerinde yeni bir koruma inşa etmek, çeyrek asırdan fazla zaman aldı.

    aslında; sahnede çernobil dramı sonrasında 2 ana aktör vardı: batı fon kuruluşları ve ukrayna hükümeti. bu ikisinin arasındaki ilişkiler, "daha fazla para verildiğinde tehlikeli davranışlar sergilemeyeceğine söz veren bir gencin ailesiyle olan ilişkisinden" farksızdı. bakın burası önemli bir nokta: bazı akademisyenler bunu, "çevresel şantaj" olarak değerlendirmiştir.

    ancak çernobil nükleer santralinin kapatılması ve yeni korumanın inşası, zengin ülkelerden fakir bir ülkeye giden nükleer bir fondan daha fazlasıdır. her şeyden öte çernobil felaketi, nükleer güçlerin politik ve ekonomik gerilemesinin imparatorluk sonrası devletlerin belirsiz geleceğine oluşturulan tehditin hikayesi olmasının yanı sıra ekonomik kalkınma-dünya güvenliği için münferit ulusların talepleri arasındaki çatışmanın öyküsüdür.

    hasarlı reaktörden sorumlu sovyet imparatorluğunun başkenti moskova, adeta rusya fedarasyonun sınırlarda inzivaya çekilmiş, ukrayna ve uluslararası toplumu, dağınıklığı temizlemeye bırakmıştı.

    burada önemli bir ayrıntı var o da rusyanın ukrayna işgali. 2014 yılında rusya ukrayna işgalini, altı reaktör işleten ve avrupa'nın en büyük santrali olan zaporizya nükleer santralinin sınırları içerisinde olan enerhodar kentinin 322 kilometre ilerisinde başlattı. savaş ayrıca nükleer enerjiyi kesintiye uğrattı. 2016 yılında, ukrayna kendi yakıt tesisinin inşasına başlamış ve ihtiyaçlarının yüzde 40'ını abd merkezli westinghouse electric company'den yaptığı alımlarla karşılayarak neredeyse rus yakıtına toplam bağımlılığının tamamını azaltma planlarını açıklamıştır. savaş ve nükleer döngünün bozulması, ukrayna ekonomisine karşı yeni zorluklar getirirken, çernobil topraklarını içine alan bu ülkenin nükleer endüstrisi, yeni atılımlar yapma çabasına girişmiştir.

    radyasyonun maruz kalmanın popülasyonun sağlığı üzerindeki gerçek etkisi hala tartışılırken, toplumun bir bütün olarak on yıllar boyunca travmaya uğradığı konusunda zaten şüphe duyulamaz. her altı ukraynalı yetişkinden birinin sağlık durumunun kötü olduğu, dahası komşu ülkelere oranla çok daha yüksek oranda sağlıksız olduğu ve çernobil radyasyonundan etkilenenlerin daha az istihdam ve refah düzeyine sahip olduğu bildirilmektedir. ve daha önemlisi çevre var: 4 no'lu hasarlı reaktörün üzerindeki yeni korumaya rağmen, nükleer santral etrafındaki alan en az 20.000 yıl boyunca insan yerleşimi için güvenli olmayacaktır. bu bilimsel gerçek karşısında insan kendini ve hırslarını sorgulamalıdır.

    nisan 2016'da, dünyada felaketin 30. yıldönümününde rahat bir nefes almanın belirtileri mevcuttu. ancak bu hususta kimya bilgileri devreye giriyor: kaza sırasında açığa çıkan en zararlı maddelerden biri olan sezyum-137'nin yarı ömrü yaklaşık otuz yıldır. bu madde, dış maruziyet ve sindirim yoluyla insan vücudunu etkileyebilen sezyumun en uzun ömürlü izotopudur. felakette bulunan diğer ölümcül izotoplar, yarı ömür aşamalarını geçmişlerdir: sekiz gün sonra iyot-131 ve iki yıl sonra sezyum-134. burada sezyum-137, ölümcül üç izotopunun sonuncusudur.

    diğer yandan kazanın zararlı etkisi hala çok fazla. çernobil çevresinde sezyum-137'nin tahmin edildiği kadar çabuk bozulmadığını gösteren testlerle, akademisyenler izotopun çevreye en az 180 yıl zarar vermeye devam edeceğine inanıyorlar; bu da sezyumun yarısının etkilenen bölgelerden uzaklaştırılması için gereken süre. diğer radyonüklitler belki de bölgede sonsuza kadar kalacaktır. burada yine can alıcı bir ayrıntı mevcut: mesela; isveç kadar uzaktaki bir ülkede izine rastlanan plütonyum-239'un yarı ömrü 24.000 yıldır.

    kısaca; çernobil'de ve çevresinde 26 nisan 1986'da olanlardan ders alınması gereken çok çok fazla şey vardır. belki de öncelikle kişisel hırsları ve çıkarları bir köşeye bırakarak işe başlayabiliriz. umarım hiçbir zaman şurada (bkz: #79553873) bahsettiğim teknolojiyi kullanmak zorunda kalmayız.

    sezyum-137 hakkında ayrıntılı bilgi için: https://www.enkon.com.tr/…yum-137-sezyum137-cs-137/

    kaynak: http://time.com/…ernobyl-disaster-book-anniversary/
    orijinal kaynak: https://www.hachettebookgroup.com/…l/9781541617094/

  • "ya ne garip bazi insanlar nasil da bilmiyor, kopek geldigi zaman hareketsiz durmak, yatmak, korkmamak lazim. daha ilkokulda bile ogretiliyor bunlar halbuki."
    iste bakin boyle zihniyette insanlar var memlekette. kopek adami orda az kalsin hastanelik edicek, hala sucu adama atanlar var. kopeklerden daha tehlikeli bu zihniyet...

  • akıllara fatih yaşlı'nın şu sözlerini getirendir:

    "çok ilginç bir yalan söyleme tekniği geliştirdiler, ne iseler, ne yapıyorlarsa tam tersini, anti-tezini iddia ediyorlar."

  • buna ilk kez sahit oldugumda 18 yasindaydim sanirim. yaz tatilinde en yakin arkadasimin evinde misafirdim. bir sebepten dolayi arkadasima pantolon alinmasi gerekti; annesi bizi bir alisveris merkezine goturdu. ilk girdigimiz dukkanda birkac pantolon denendi, iki tanesi begenildi; uzerlerine gomlek secildi ve annesi tamam diyip odedi. ben olayin sokunu birkac gun atamadim; yalniz kaldigimizda dayanamayip arkadasima fiyata neden bakmiyorsunuz ya kaziklansaniz, baska yerde daha ucuz olsa gibi seyler sordum. "begendikten sonra cok zaman harcamaya gerek yoktu" dedi. ben de kendisine birkac yumruk ve tekmeyle cevap verip zenginligiyle dalga gectim. ergen aklimla yapacak baska birsey bulamamistim sanirim.

    ısin garibi, arkadasimin ailesinin cok zengin oldugunu biliyordum. ornegin; dev bir evleri vardi, annesi jeep cherokee, babasi s500 suruyor, babasinin soforu de var vs... ama bunlarin hic birisi 2 pantolonun fiyatina bakilmadan alinmasi kadar etkili olmadi zenginligin ne oldugunu anlamamda.

    simdi yas 30'u gecti; kazancim fazlasiyla iyi ama fiyata bakmadan koladan fazlasini soylemedim. biradan oteye gecebilecegimi de sanmiyorum.

    edit: bu arkadasimla yasadigimiz simdi aklima gelen baska bir mevzu: bu olaydan 1-2 yil sonra akmerkez'deki vakko'ya gittik; elemana gomlek veya tshirt alinacak. (zuppe degildir ama herif simdi bile alisveris canavari) bende de hayatimda ilk kez vakko'ya girmenin tedirginligi var. mal gibi duruyor olmamak icin tezgahtar abiye (vakko'daki abi/ablalara tezgahtar denmedigine eminim ama ne denir gercekten bilmiyorum) birsey sordum. adam bana cevap verip sonunda beyefendi diye hitap etti. 19/20 yasindaydim ve hayatimda ilk kez bir insan ciddi ciddi ve tum kibarligiyla bana beyefendi demisti. arkadasima donup "bana beyefendi dedi" diyecek oldum ama nutkum tutulmustu bile.