hesabın var mı? giriş yap

  • insanın huzur dolduğu bir andır.
    çekoslavakyada iş aramaktan, otostopla kübaya gitmekten, evde taze fasulye yerine çin yemeği yapmaya çalışmaktan, beslemek için satılık iguana aramaktan, uzakdoğulu ya da zenci sevgili arayışından, senden başkasının okumadığı dergilere abonelik ücreti ödemekten vazgeçildiği andır.
    evet, hayat kısa ama beyhude yere yormamak lazım bünyeyi; farklılık uğruna kafayı bite sokmamak lazım.
    belki de naif değişikliklerle arada sıradanlığı kırmak daha caziptir.
    ne adamlar gördüm bir sene çinde yaşamış mesela; tek tespiti; -abi yemekleri çok kötü- oluyor. ne hayatı vasat görünen insanlar var; öyle bir keyif alıyor ki oturma odasını boyamaktan, insan onu tom sawyer sanıyor.
    fiziksel olarak ne çok güzel ne çok çirkin olmak, benzer 30 insanla aynı servise binerek aynı fabrikaya çalışmaya gitmek, gümüşlüğe bardak dizmek sıradanlık gibi gözükebilir ama alınan keyif tüm geyikliğini nötrler.
    vazgeçilebilir bir insan olduğunu fark etmek de iyi gelir bünyeye, -ben böyleyim o' lum- kaprisleri yerini belki de -özür dilerim yaaa- lara bırakır.
    sıradanlık rutine binmediyse güzeldir. kirlenmek kadar olmasa da.
    anti narsist bir eylemdir; sıradanlığın farkında olmak.

  • çok daha korkutucu olanı şu açıklamadır:

    "kasar köyü civarındaki ölçümlerin ardından görüştüğümüz köprübaşı ilçesi akp’li belediye başkanı zafer mergen, seçim sürecinde bu türden bir çalışmaya sıcak bakmadığını söyledi. mergen, ilçesinin adının böylesi bir çevre sorunu ve radyasyonla anılmasının ilçeye zarar vereceğini ileri sürdü."

    zafer mergen'in söylediklerinden anlıyorum ki radyasyonun bahsi, radyasyonun kendisinden daha fazla zarar veriyor. söz konusu yerel seçimse kanser teferruattır!

  • bu çok ciddi bir konu arkadaşlar.eğer bu polisler birbirlerinden güç alarak,bir şeylerinde ört bas edilebildiğini görerek böyle bir olaya kalkışmış iseler burda devletin ciddi deredece bu konunun üzerine gitmesi gerekir.çünkü bu herkesin başına gelebilecek bir olay olmuş oluyor.polislik çok hassas bir meslek.darbeden sonra 10 bin 10 bin birçok polis alımları oldu. 6 ayda polis oldular.vatandaşa nasıl davranacağını bilmeyen bir çok kişinin bu mesleği yaptğını düşünüyorum.yaşları genç, karakolda kendilerine kimsenin dokunamayacağını hissetmiş olup gaza gelmiş olabileceklerini düşünüyorum.çok dikkatli olunmalı 11 kişiden bahsediliyor.elbet içlerinden birisi birgün vicdan yapıp olayın gerçek yüzünü açığa çıkaracaktır.

  • ister milli güvenlik kurulu toplantısı, ister bilimsel bir seminer, ister konferans ister sempozyum, ister kına gecesi olsun bugün hala bu sesi duyuyorum yüreğimin ta derinlerinde bir yerde...

    canım ne kadar kola içmek isterse istesin, evde kola varsa mecburen "ben bir fanta veya sprite alayım" diyorum usulca...

    hep o sesi duyuyorum: "oğlum bak paranızı çarcur etmeyin... ha dışarda bir yerde oturdunuz. tabii oturacaksınız, arkadaşlarınızla... onlar bir şey içiyor, siz içmiyorsunuz olmaz. ama evde kola varsa kola içmeyin de gazoz için... evde zaten var kola, yazık değil mi paranıza?"

    evet bu ses hala kulaklarımda çınlıyor. işte bu yüzdendir ki eşek kadar adam oldum, canım ne kadar isterse istesin kola içemiyorum. gözlerim doluyor. "hayırdır gofret beyin?" diyenlere... "fantanın asidi gözümü yaktı" diyorum.

    kahrolsun orta sınıf ailelerin hayata tutunma stratejileri!

    kahrolsun çocukları psikopat yapan orta sınıf hesapçılığı!

    çocukluğumu, ilk gençliğimi elvan gazozuna, yedigün'e, fanta'ya verdim, yanıyor yüreğim a dostlar...

  • lan gelsin bize 3 milyon suriyeli + 1 olur ne var. hatta lubna ve afrika da gelsin. kavimler gocu konusunda deneyimliyiz.

  • söylediğin anda -söylemiş olduğun için değil, söyleyebilir hale geldiğin için- büyük rahatlama veren bir söz. bir kurtuluş ilanı bir nevi, işkencenin bitişinin italik “the end” yazısı. işkence olan sevmek değil bu arada, sevememeye başlamak.

    bilmiyorum belki bana öyle geliyordur, belki yaştan, yahut gözleyebildiğim insan havuzunun lokal sığlığındandır, ancak sevilmeye aşırı anlamın yüklendiği, daha doğrusu tüm anlamın sadece “sevilmeye” bindirildiği bir döneme girdik. sosyal medya çağı, vaktiyle sadece medyatiklerin yaşadığı önemliyim algısını tabana yayıp toplu benlik patlaması mı yarattı nedir, ister aşk meşk duygusallı ilişkiler olsun, ister arkadaşlıklar, herkesin cebinde upuzun bir beklentiler listesi, kendisine ne kadar değer verildiğine odaklanmış halde oturuyor o masada. sevilmek, kıymet görmek çok önemli tabii, her daim de önemliydi, o değil dediğim de… sevebilmek de çok kıymetli. bu gündemimizde yok ama bir şekilde. sevilmeyi konuşuyoruz hep, ne kadar sevildiğimizle tatmin oluyoruz bir tek, şikayet ediyorsak, mutsuzsak o da hak ettiğimiz halde sevilmemekten. sevilmek, daha çok sevilip beğenilmek, daha çok insan tarafından sevilip beğenilmekle ilgileniyoruz paso, derdimiz zorumuz sevilmek. özüyle sevilmek bile değil aslında, sevildiğini hissettirecek tapınmalara muhatap olmak ama oraya girmeyelim. öbür taraf ama ya, yani sevmek? sevilirken olduğu gibi, severek de tatmin olur insan? hem de daha çok tatmin olur anasını satayım, canlı cansız, insan at fark etmez, bir şeyi sevmek, bir şeyi seviyor olmanın kendisi yaşama bağlar, ayağını toprağa bastırır, bir yer verir şu gezegenden sana, enerji verir. sevebilmek sevilmekten çok ama çok daha zordur hem, biri ateşin kenarında ısınmakken öbürü ateşi içinde tutmak gibi. ve verdiği tatmin hissi de katmerlerce fazladır.

    o yüzden hayatında sevecek şeyinin olması çok ama çok kıymetli bir şey. ne kadar çok sevebildiğim şey varsa o kadar dünyalı hissediyorum ben. o kadar yerim yurdum oluyor buralar. cansız nesneleri, ölü yazarları, şarkıları, web sitelerini, ağaçları, çimenlikleri çocukları ve hayvanları sevebiliyor ve sevmeye devam edebiliyorsun kolayca, onlar meydan okumuyorlar çünkü. sevecek yetişkin insanı ama az oluyor insanın. zaten bu kadar azken sevebildiğin bir tanesini artık sevememeye başladığını fark etmek, kıymetli bir şeyini kaybetmek gibi. tamamen kendi içinde bir kayıp hissi bu, karşıdakiyle ilintili değil, yani onu kaybetmek, onun artık hayatında olmayacağına üzülmek yahut onun sevgisini kaybetmekle falan ilgisi yok. sen sevemiyorsun ya artık. kayıp o. o yüzden sevememeye başlayınca başlıyor işkence, sevginin erimeye başladığını hissedince. sevgilinin kendini azcık kötü bile hissetmeden gözünün içine baka baka sana yalan uyduruşunu ilk dinleyişinde, yahut arkadaşının samimiyetsizliğinin ilk kez tabak gibi önüne serilişinde misal. bir buz kütlesinden devasa bir parça kraaaaşşşş diye kopup suya iniyor o an. o er geç eriyip bitecek, bunu o ilk andan biliyorsun. uzun bir süreç bu, çoğu kez aylar, hatta inkarının boyutuna göre bazen yıllar sürüyor. ama nereye gideceğini biliyorsun sonunda bu eğrinin, ve elinden bir şey gelmiyor. o düşen eğri üzerinde ilerledikçe sadece verdiği ağrıyı yaşayarak sabrediyorsun. sonra bir gün ona bakarken fark ediyorsun, eğri bitmiş. kutbun hiç insan gözü değmemiş bölgesindeki su kadar berrak ve gevreksin. üzgün ama rahatlamış. çünkü ağrı bitmiş. ve demet akalın şarkılarındaki gibi nispetli veya coşkun melodili i will survive’lı değil hiç, kendine ait değerli bi şeyi kaybetmiş olmanın teslimiyetiyle akıyor içinden italik italik o “artık seni sevmiyorum” yazısı. bütün iş tahir’le zühre olabilmekteydi çünkü ve sen tahirliğini kaybettin o oturumda artık. le fin.

  • hayat çok acayip lan.

    koyu fenerbahçe taraftarıyım ve şu anda izmir alsancak'taki kartal yuvası'nın önünde yarın oynanacak bucaspor-beşiktaş maçının bilet satışı için sıra bekliyorum. neden peki burda bekliyorum, anlatayım:

    ailem izmir'e çok uzak küçük bir kentte yaşıyor ve geçen hafta izmir'e ziyaretime geldiler. salı günü de dönecekler. tam da pazar günü. beşiktaşlı babama gelirken dedim ki "baba biraları alıyorum, akşam trabzon maçını evde izleriz." adam çok sevindi, yani sesinden anladım lan telefonda ne kadar sevindiğini. onlar yoldayken maç tatil oldu, üzüldük ama biraları da içtik.* tesadüf bu ya yarın beşiktaş izmir'e geliyor ve 56 yaşında, beşiktaş'ını çok sevse de canlı bir maçını izlemek kendisine kısmet olmayan babamla beraber maç izleyeceğiz. elimde hediye kaşkolla bekliyorum.

    entrime "hayat çok acayip lan" diye başlamamın sebebi bu diyeceksiniz ama değil; acayip olan benim gece heyecandan uyuyamamış olmam.

    tanım: babamın tuttuğu takım.