hesabın var mı? giriş yap

  • yapılan işte bir damar tutturmak zordur. mesela siz ülkede hiç yapılmamış şeyler yapacağım diye plan yapabilirsiniz ancak ortaya başarısız işler çıkabilir. bu biraz deneme yanılma durumudur. çünkü plan ve uygulama (özellikle yeni bir şey yapıyorken) ilk denemelerde sürekli farklı olacaktır. örneğin netflix buraya ilk geldiğinde ülkemizde pek yaygın olmayan fantastik dizilere el atmıştı. o dönem de baya ısrarcı oldular ancak şimdi doğruya doğru atiye de hakan muhafız da çok başarılı işler olmadı. bu sırada diğer dijital platformlar atağa kalktı ve güzel polisiye diziler yaptılar. özellikle şahsiyetin başarısı netflix'i biraz geriye düşürdü gibi. bu andan sonra netflix bir başkadır'la geri döndü ancak bu yapım üzerine dizi kültürü inşa edilecek bir şey değildi çünkü aynı ruhu vermek çok zor.

    bu nedenle netflix büyük prodüksiyonlarla tarihi dizilere başladı. ilk olarak başarılı bir sanat yönetimi ve ilginç karakterlere sahip kulüp yayına girdi. ardından da şimdi konuşacağımız pera palas. şimdi dizi nasıl olmuş bir bakalım.

    --- spoiler ---

    öncelikle türk edebiyatının dizinin geçtiği dönem için çok zengin olduğunu söylemek mümkün. kemal tahir'den halide edip'e kadar inceleyebileceğiniz pek çok kaynak var. ancak bu metinler hayli ciddi ve bu uyarlamaları izlemek günümüz izleyicisi için çok kolay değil. bu nedenle netflix hem tarihin içinde yer alan hem daha eğlenceli olacak bir anlayış benimsemiş.

    bu durum ilk başlarda bana yanlış gibi göründü. çünkü izlediğim şey, okuduğum türk klasiklerinden sonra kafama bir türlü oturmuyordu. sanki batılı birinin gözünden otantik bir istanbul portresi var gibiydi ancak dizinin, yabancı bir yazarın eserinden uyarlanmış olduğunu öğrenmemle taşlar yerine oturdu. bu noktadan sonra yapımcıların görüşü benimle aynı olmak zorunda değil diye düşündüm ve diziyi kendi kurmak istediği atmosfer üzerinden değerlendirmeye başladım.

    bu açıdan bakınca izlenen yolun ve sanat yönetiminin başarılı olduğunu söylemek mümkün. zaten birinci bölümde sıkça agatha christie'den bahsediliyor ve oluşturulan parlak ve şatafatlı dünya o geleneğe uygun şekilde yansıtılmış. özellikle oteldeki aksesuarlar etrafta gezinen insanların kostümleri, balolar ve su gibi içilen içkiler bir ahenk içinde akıp gidiyor. ha derseniz ki o dönem osmanlısını yansıtmak konusunda dizi başarısız evet o detaylar yok ancak dizinin derdi bu olmadığı için bunu bir eksiklik olarak görmemek lazım.

    filmin senaryosu ise aslında heyecan verici. öncelikle şunu düşünmek lazım. bildiğimiz ana akım filmlerin hepsinde amerika dünyayı kurtarır. bu da soft power kavramının en güzel örneklerinden biridir. bu dizide ise ana karakterimizin mustafa kemal'e yapılacak suikasti önlemesi bu şekilde türkiye'yi kurtarması gerekiyor. bu da güzel bir değişiklik olmuş çünkü dizi ya da film ihraç ederken sadece çekilen 45 dakikalık videoları değil kendi kültürünüzü de ihraç edersiniz. (bkz: the crown) dünyanın hangi ülkesinin vatandaşı olursanız olun mustafa kemal de hayran olunası bir şahsiyet olduğu için bu değişiklik benim çok hoşuma gitti. ayrıca dizinin ileride bahsedeceğimiz eksiklerinden bağımsız olarak atam'ı gördüğüm her an gözlerim doldu diyebilirim.

    madem senaryo dedik bir senaryo ilerletme aracı olarak diyaloglardan da bahsetmek gerekiyor. burada da bir ufak dengesizlik söz konusu. dizideki tüm yan karakterler bir şekilde dönemine uygun konuşturulmuş. özellikle selahattin paşalı adeta tiyatroda oynarmış gibi düzgün bir diksiyon ile karakterini canlandırmış. bu noktada kendisinin karakteri canlandırmaktan büyük keyif aldığını fark etmemek mümkün değil. aynı şekilde aşağı yukarı tüm açıklamaları yapan ahmet karakterini canlandıran tansu biçer de otel müdürü olarak muazzam bir nezaketle repliklerini aktarmış.

    gel gelelim çok eleştirilen hazal kaya'da aynı başarıyı görmek mümkün değil. burada suç sadece oyuncuda ya da yönetmende de değil. hazal kaya'ya kariyeri boyunca o kadar ağdalı o kadar atar giderli diyalog vermişler ki hadi doğal ve patavatsız bir kızı oyna deyince bocalamış haliyle. dikkat ederseniz esra'dan haberi olmayan peride rolünde başarılı aslında. o kontrollü, ısrarcı, dediğim dedik havayı verebiliyor. ancak esra'da çok eksik var. yani belki gerçek hayatında çok rahat ve samimi bir insandır ama o halini kamera önüne yansıtamamış. bu konuda twitter üzerinden yaptığı açıklamayı da okudum ve kendisine bir noktaya kadar hak verdim. umarım bunları yapıcı eleştiri olarak görür ve daha çeşitli roller kabul ederek kendisini geliştirir. ayrıca oyunculuğu dışında boyu ve görünüşü hakkında yapılan yorumları hayli çirkin bulduğumu söylemek istiyorum. bir insanın oyunculuğunu beğenmeyebilirsiniz ancak bu konudan bahsederken nefret gibi kelimeler kullanmak çok ayıp şeyler bana göre. sonuçta dizi sinema gibi şeyler kolektif eğlence araçları. bu nedenle eleştirirken karşımızdaki insanların da hisleri olduğunu göz ardı etmemek gerektiğini düşünüyorum.

    dizinin bundan da problemli bir noktası var. mesela pera palas hakkında konuştuğum bir arkadaşım yarıda bıraktığını söyledi diziyi. ben de hak veriyorum buna çünkü 8 bölümü 3 günde ancak izleyebildim. ki bir kısmında sporda falandım ilgimi dağıtacak başka bir şey bile yoktu. bu problem de senaryo yazım mantığı ve bölümlere ayırmada yaşanan kararsızlıktan ileri geliyor. mesela bir supernatural'da bir house md'de belli bir matematik vardır bölümü yazarken. öncelikle bölüm başında bir olay olur. sonra ana karakter bir tepki verir ama tam da çözemez. sonra çözer gibi olur ama işler daha da sarpa sarar. bölüm sonunda da tüm sezonun ana fikrine uygun bir çözüm bulur ve final yapılır. hah işte bu dizide giriş nerede, final nerede çok belli olmuyor. sanki 6 saatlik bir film çekmişler de onu süreye göre bölmüşler gibi. her bölümün ayrı bir ismi var tabi ama akılda kalıcı net bir temaları yok. bu da haliyle diziyi takip etmeyi çok çok çok zor hale getiriyor.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak pera palas aslında potansiyeli yüksek bir yapımmış. o bina çekimlerindeki açılar, sürekli yağmurlu atmosferi, cinayet çözmeleri, zaman atlamaları falan neler neler yapılırmış ama bölüm akışlarını ayarlayamadıklarından ve başrolden patlamışlar biraz. yalnız dizi ikinci sezon sinyalini de vermiş giderken. ki atmosferi falan güzel aslında. bu nedenle belki yeni yapılacak sezonda bu sorunların üzerine eğilirler biz de tarihi / fantastik güzel bir dizi izlemiş oluruz nihayet.

  • zerre kadar acıdıysam ne olayım kendin kaşınmışsın. resmen aranmışsın.

    edithor: sanırım yanlış anlayan çok oldu, öküz haklı demiyorum öküzü seçtiği için kadın hatalı diyorum anlayın artık yeter ya.

    2. edithor: arkadaşlar bu kadar kıt anlayışlı olamazsınız bilerek mi yapıyorsunuz, kalbinizi kırarım özelden yazıp durmayın.

    hala kadının yaptığını bla bla adamın yaptığını görmüyon mu diyen anlama özürlüler için, ben böylesine adam demem böyle bir hayvana da ancak semer vururum.

    3. edithor: ya arkadaş şu konuya gösterdiğiniz ilginin 10'da 1'ini (bkz: muhalefet istifa) konusuna gösterseydiniz ya. ülke elden gidiyor siz neyin derdindesiniz.

  • yazılan mayışları, özlük haklarını görünce sinir hastası bir at gibi kişniyorum. kısacık çalışma saatleri, aylık 6-12 bin liretler havalarda uçuşuyor. mayışa ek olarak koynuna hatun koyan patron bile var.

    yazarların şöyle geçmişte yazdıklarını bi kurcalasan, donanımhaber ölücülerinden beter yüzlerce entrysini bulursun. çoğunun mendilinin markası blume, evdeki içtiği su sırmadır.

    ama ne de olsa türküye'de herkes minimum 1.83 boyunda, geniş omuzlu, yeşile çalan ela gözleri var hatta ağlayınca yeşil oluyormuş ha bi de başı hariç 20 cm değil mi ?

    36 sayfa entry'nin şöyle 20 sayfasını okumam sonucu, lüksemburg'ta yaşadığıma kanaat getirdim. birazdan thalys trenimle amsterdam'a gideceğim.

    debbe sonucu gelen editinho: minik damla için yardım kampanyası 2

  • türkiye'nin özlediği ortamı nakleden yayındır.

    böylesine bir kriz zamanında bile makam sahibi belediye başkanı ve bilim adamları konuşuyor. bir gazeteci moderatörlük yapıyor. kimse ağzını yüzünü eğip diğerini aşağılamıyor. kimse kimseyi vatan hainliğiyle itham etmiyor. makam sahibi başkan bilim adamlarına saygılarını sunuyor, kelimelerini özenle seçiyor. bilim adamları da başkanın görevinin zor olduğuna yönelik takdirlerini ifade ediyorlar.

    akp 17 yılda sen bizi nasıl kirlettin böyle... bu ortamlara nasıl hasret bıraktın...

  • william blake'in ingiliz romantik dönemini en iyi temsil eden eserlerinden birisi, bir şiir koleksiyonudur. ayrıca sanayileşmekte olan dünyadaki insan hayatının metaforudur bu eser. iki bölümden oluşmaktadır ve ilk bölümdeki hemen her eserin ikinci bölümde karşılığı bulunur. ilk bölüm olan "songs of innocence" bir insanın henüz teknoloji ile tanışmadığı, hayatın kötülüklerini öğrenmediği dönemini sembolize eder. "little lamb" şiiri bu masumiyetim en belirgin şiirlerinden biridir. kuzucuk seni kim yarattı diye başlar ve tanrının ona verdiği güzellikleri sıralar. orijinal metni şu şekildedir :

    little lamb who made thee
    dost thou know who made thee
    gave thee life & bid thee feed.
    by the stream & o’er the mead;
    gave thee clothing of delight,
    softest clothing wooly bright;
    gave thee such a tender voice,
    making all the vales rejoice!
    little lamb who made thee
    dost thou know who made thee

    little lamb ı’ll tell thee,
    little lamb ı’ll tell thee!
    he is called by thy name,
    for he calls himself a lamb:
    he is meek & he is mild,
    he became a little child:
    ı a child & thou a lamb,
    we are called by his name.
    little lamb god bless thee.
    little lamb god bless thee.

    "songs of experience" , tecrübe bölümü ise insanın hayatın kötülükleri ile çarpıştığı, saflığı kaybettiği ikinci evresini temsil eder. "the tyger" şiiri kuzunun güzellikleri ve tatlılığının aksine bir kaplanın sertliğini, vahşiliğini ürkütücülüğünü anlatır.

    tyger tyger, burning bright,
    ın the forests of the night;
    what immortal hand or eye,
    could frame thy fearful symmetry?

    ın what distant deeps or skies.
    burnt the fire of thine eyes?
    on what wings dare he aspire?
    what the hand, dare seize the fire?

    and what shoulder, & what art,
    could twist the sinews of thy heart?
    and when thy heart began to beat,
    what dread hand? & what dread feet?

    what the hammer? what the chain,
    ın what furnace was thy brain?
    what the anvil? what dread grasp,
    dare its deadly terrors clasp!

    when the stars threw down their spears
    and water’d heaven with their tears:
    did he smile his work to see?
    did he who made the lamb make thee?

    tyger tyger burning bright,
    ın the forests of the night:
    what immortal hand or eye,
    dare frame thy fearful symmetry?