hesabın var mı? giriş yap

  • 2.5 sene en yakın arkadaşımdı, beraber en çok gülüp eğlendiğim insan. benim hayatımda birileri oldu bitti, onun hayatında da... beraber üzüldük, dertlestik aşk meşk konularında. sonra bir gün biraz kıskançlık sezdik ikimizde birbirimizde, şaşırdık ne alaka diye.yok ya yanlış anladık heralde deyip konuyu kapattık. o evlenip hayatını kurmak istiyordu, ona yönelik kadınlarla tanışıyor yada tanıştırılıyordu. ev bakıyordu evlendiğinde oturabileceği, akıl verdim çocuğun nerde oynayacak site içi olsun boşver orası güzel değil diye vazgeçirdim bir gün. sonra iş değiştirdi, o sıra beraber yaptığımız işten çok farklı bir sektöre geçti, daha güvenli daha saygın bir iş. evrak hazırladığı gün aradı biraz konuşabilir miyiz diye. gittim bu biraz buruk, her zamanki gibi değil. dedi ki; bugüne kadar kendimi sana layık görmedim işimden dolayı, ailen de öncekini işi yüzünden istememişti, şimdi memurluk kadar olmasa da daha garanti bir işe geçiyorum o yüzden buna cesaret edebildim bugün, eğer bunu denemezsek günün birinde hayatına biri girip evlenip gideceksin ve ben seni bir daha arayamayacağım, göremeyeceğim. bunu düşünmek beni çok korkutuyo, gel deneyelim, seni bugüne kadar beraber olduğum en uzun ilişkimden bile daha iyi tanıyorum, becerebilirsek sevgili olmayı evlenelim...

    sonuç;
    11.yıl, 8 yaşında mükemmel bir çocuk, her günü kahkahalarla geçen site içinde bir ev :)

  • egzamanın amansız düşmanı yağ. kuruyan, çatlayan ve akabinde kaşınan bir cilde sahipseniz benim uydurduğum şu tarife uyabilirsiniz:
    1. bir adet hindistan cevizi satın alıyoruz.
    2. hindistan cevizinin içini çıkarıp blenderdan geçiriyoruz.
    3. üzerine bir bardak kaynar su koyup soğumasını bekliyor ve buzdolabında 2 gün bekletiyoruz.
    4. üste çıkan yağı alıyor ve bir o kadar bephantol ve yarım şişe çay ağacı yağı (aşağı yukarı 5ml) ile karıştırıyoruz.

    bu karışımı el kremi olarak da kullanabilirsiniz.
    egzama, ayak mantarı, hemoroid başlangıcı gibi kaşıntılı, sinir bozucu rahatsızlıklarda iyi geliyor.
    ilaç değildir, tıbbi tavsiye değildir, sorumluluk bana ait hiç değildir.

  • geçmişte farklı yollara gitmeyi tercih etmiş aile üyelerinin ya da arkadaşların bir araya gelme hikayesi hem yazım hem de teknik olarak çok basit görünüyor aslında. çünkü kalıp hazır, çatışma hazır. ayrılık sebebini al, üzerine geçmiş travmaları ekle, bir tarafı kızgın bir tarafı umursamaz yap, iki saatlik filmin senaryosu yazılmış oluyor zaten. ancak bu durum kalıbı zor hale de getiriyor bir yerde. çünkü bu yazım mekaniği, aksiyon filmlerinden sert dramalara kadar her yerde kullanılıyor. yaygınlık meselesi de bizi şu noktaya getiriyor; senaryoyu yazan ve filmi yöneten insanlar ne kadar farklılık katabilecek?

    üretilen filmlerin birçoğu klişe denizinde yüzdüğü için bu sorunun cevabı da çoğunlukla olumlu olmuyor haliyle. ancak the royal tenenbaums’un ta en başından beri temel bir avantajı var. o da wes anderson’un kendisi. çünkü bu tür filmlerin diğer örneklerden sıyrılabilmesi için sıra dışı karakterlere ihtiyacı var. sıra dışılık dediğimizde sinema dünyasında tarzıyla akla gelen isimlerden biri wes anderson zaten.

    yönetmenimiz hakkında dikkat çeken noktalardan biri şu; kendisi özellikle kariyerinin ilk filmlerinde sosyal dışarılıklı insanları anlatıyor. ancak burada çok önemli bir farkı var. diğer yönetmenler filmlerinde bu tür insanları ele alırken onlara toplumun gözüyle bakarlar. hikaye boyunca normalin ne olduğu tekrar tekrar hatırlatılarak karakterin ne kadar farklı olduğu bize gösterilir. bu, türün en başarılı örneklerinde bile böyledir. çünkü filmin izleyici kitlesinin büyük çoğunluğu da sosyal dışarılıklı değil, kendileri gibi olmayan insanları dışlayan kişilerden oluşur.

    wes anderson filmlerinde ise dışlanan ana karakterin gözünden bakılır dünyaya. mesela rushmore’daki max fischer bu alanda güzel bir örnektir. ancak rushmore yönetmenin ikinci filmi olduğu için oradaki ana karakter görece yalnız kalıyordu. şimdi konuşacağımız the royal tenenbaums’da ise her karakterin kendine özgü farklılığı var. bu nedenle hem film teknik olarak zorlaşıyor hem de atmosfer genele yayıldığı için film kendisine ait muazzam bir evren yaratmış oluyor. şimdi spoiler ibaresini koyup filmin detaylarına doğru ilerleyelim.

    --- spoiler ---

    filmleri değerlendirirken yapılacak ilk şeylerden biri filmin konu aldığı döneme bakmaktır. mesela 50’lerin farklı bir estetiği, 60’ların değineceği belli konuları vardır. filmleri bu şekilde dönemlere ayırmak da onları diğer örneklerle karşılaştırma imkanı verir. the royal tenanbaums’ın hangi dönemi ele aldığını ilk bakışta anlamak ise kolay değil. çünkü karakterlerin bazıları 90’larda yaşıyormuş gibi görünüyor, bazılarının kostümleri 60’lardan ya da 80’lerden kalma gibi. bu durumun asıl nedeni richie, margot ve chas’ın kendi çocukluklarında takılı kaldığını göstermek tabi ama hikayeye değil sadece görsellere bakarsanız bu bir kafa karışıklığına yol açıyor. bu durum izleyiciye güzel bir düşünme pratiği de sağlıyor. üzerine biraz kafa yorduğunuzdaysa filmin tamamen kendi evrenini kurduğunu, gerçek hayattaki dönemleri de pek dikkate almadığını fark ediyorsunuz. bu nedenle wes anderson’ın burada kalıplar dışında hareket ettiğini söyleyebiliriz.

    tenenbaums’un bir diğer farklı noktası da standart inişli çıkışlı yazım kalıbına uymaması. bu kalıp nasıl işler? standart kullanımda ailesini terk eden insan geri dönmek istediğinde ilk 20 dakika falan reddedilir. daha sonra büyük bir olay olur ve kabul süreci başlar. (bu filmde royal’ın hastayım diye yalan söylemesi gibi) daha sonra ufak sahnelerle inişli çıkışlı yüzleşmeler yaşanır. ancak burada çıkıştan sonraki düşüş asla eskisi kadar değildir. mesela baba ve kızı arasındaki ilişki yazılan sahneden önce 55 olsun. mekanik devreye girdiğinde ilişki seviyesi 75’e çıkar ve ardından 65’e düşer. hadi film sertse 60 olsun ama asla 55 veya altına inmez. bu filmde ise bu iniş çıkışların böyle bir dengesi yok. hatta chas ve margot’nun kabul süreci standart kalıbın gidişatına bile uymuyor. bu nedenle inişler ve çıkışlar da iç içe geçmiş durumda. ayrıca bu yazım kuralında büyük yalan finalden hemen önce ortaya çıkar. bu filmin ise kalıplar umurunda olmadığı için royal’ın aslında hasta olmadığını neredeyse filmin ortasında öğreniyoruz. bu andan sonra senaryo yine her anda olduğu gibi serbest şekilde salınıma devam ediyor.

    wes anderson biraz önce konuştuğumuz gibi kalıplarla oynamayı seven bir yönetmen. mesela bu tür filmlerde hep bir ders verme havası vardır. ailesini terk eden adamın bunu neden yaptığı detaylı şekilde açıklanır ve alttan alta izleyiciye bakın siz böyle olmayın yoksa hayatınızın ileriki dönemlerinde bu karakter gibi yalnız kalırsınız diye ahlak dersi verilir. filmleri bu şekilde yapan insanların kötü bir niyeti olmayabilir ama çok kör göze parmak bir kullanım bu. tenenbaums’da ise royal’ın neden ailesini yalnız bıraktığına dair bir açıklama yok. film size royal şöyle kötü böyle kötü demiyor. etkilerini çocukların hayatında gösterip yargıya sizin ulaşmanızı istiyor. bu süreçte tıpkı ailenin çocukları gibi önce ona bencilliği ve ilgisizliği nedeniyle kızıyorsunuz, daha sonra çabasını görüp acaba mı diye düşünüyorsunuz. sonlara doğru da royal’ı kabullenmeye başlıyorsunuz. böylece film sizi de bir şekilde tenenbaum ailesine dahil etmiş oluyor.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak ortada kullanılmaktan suyu çıkmış bir kalıp olduğu doğru. ancak wes anderson ne yaparsa yapsın kendine göre yapan bir yönetmen olduğu için bu basit kalıptan bile çok farklı bir film çıkarmayı başarmış. o nedenle eğer bir aile filmi izleyeyim ama hem karakterler aşırı farklı olsun hem de öyle bir evren yaratılsın ki bu karakterlerin farklılıkları inandırıcılığa zarar vermesin diyorsanız bu filme tekrar bir göz atabilirsiniz.

  • nasa tarafından, hubble uzay teleskobu kullanılarak çekilen fotoğraftır. galaksinin başlığı altında verilmiş olsa da, çok güzel olduğu için başlık açmak istedim.

    dünyadan bir kaç dakika uzaklaşmak isteyenler için ...

    edit: bu konulara ilgi duyanların katılabileceği bir coursera çevrimiçi kursu

  • bugun palo alto'da farmers market'te esi ve cocuguyla birlikte gordum. gitti, 5 dolara durum (burrito) satan cadirlardan birinde kuyruga girdi yemegini aldi, sonra oradaki butun insanlar gibi oturdu kaldirimda yol kenarinda efendi efendi yedi. sandalyeye bile oturmadi. gunes gozlugu, sapka falan da takmamis, hic kasma yok. bu alcakgonullu tavri acaip hosuma gitti.

    sonra aklima turkiye'de mark zuckerberg'in binde biri kadar parasi olup koruma ordusuyla dolasan zorbalar geldi. vay be dedim, zenginligi kaldirmak boyle bir sey iste.