hesabın var mı? giriş yap

  • günlerden bir gün, köylerden birinde bir çiftçinin eşeği kör kuyuya düşer.

    eşek saatlerce acı içinde kıvranır ve bağırır. sesini duyan sahibi gelip baktığında zavallı eşeği kuyunun dibinde görür.

    çaresiz çiftçi köylüleri yardıma çağırır. köylüler kör kuyudaki eşeği kurtarmak için ne yapacaklarını düşünürler ama sonuçta onu kurtarmanın imkânsız olduğuna ve bunun için çalışmaya değmeyeceğine karar verirler. tek çare, kuyuyu toprakla örtmektir. herkes ellerine aldığı küreklerle etraftan kuyunun içine toprak atar.

    zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde silkerek dibe döker. bir süre sonra ise ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her an biraz daha yükselir ve sonunda yukarıya kadar çıkar. köylüler kuyudan dışarı çıkan eşeğe çok şaşırır. işte hayat da bazen bizim üzerimize yüklenir ve üzerimiz toz toprakla örtülüyormuş gibi olur.

    bunlarla baş etmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp silkinmek ve kurtulmak, aydınlığa adım atmaktır. kör kuyuda olsak bile.

  • buckminster fuller isimli ünlü modernist mimarın ciddi ciddi düşündüğü ve jeodezik kubbeler aracılığıyla yapmayı da planladığı hede. bu yöntemle yapılacak olan iklimlerdirme ısıtma maaliyetlerini neredeyse sıfıra indireceği için ilk maaliyet ne kadar yüksek olursa olsun karlı olacağını iddia etmiş ve 1960'ta manhattan'ı tamamen şeffaf bir kubbeyle kaplamayı önermiştir(evet ciddi ciddi düşünmüş adam bunu). inanmayan için kanıt.

    her ne kadar bilimkurgu gibi görünse de jeodezik kubbelerin büyüdükçe daha verimli hale gelmeleri ve oldukça kolay inşa edilebilmeleri sebebiyle bu tarz devasa kubbeleri inşa etmek aslında imkansız değil. nitekim fullerkent boyutunda olmasa da montreal biosphereisimli yapısında bu fikri denemiş ve kubbeyi de başarıyla inşa etmiştir. proje bu linkten incelenebilir. ancak maalesef kubbede büyük bir yangın çıkıp yapı da ciddi hasar alınca manhattan üzerindeki bir kubbenin de yangınlara karşı savunmasız olacağı fark edilmiş ve fanus içinde şehir projesi tamamen rafa kalkmış.

    fuller'den yarım asır sonra yanmaz plastik polimerler*in icaadıyla mimarlar tamam yangını da çözdük haydi iş başına deyip bu sefer gerçekten şehri fanus içine almaya karar vermişler. tam olarak hayal ettiğimiz gibi olmasa da grimshaw architects eden project ile fuller'in öngördüğü şekilde geodezik kubbeler kullanarak çok büyük alanları "faunus"lar içine almayı başarmış. ancak ilginç bir şekilde* proje başarılı olmasına rağmen mimarlık ve kent planlama çevreleri tarafında büyük oranda yok sayılmış durumda.

    teknik olarak kentleri faunuslar içine almak mümkün hatta mantıklı olarbilir. ancak fikir o kadar sıradışı ve değişik ki şimdilik kimse bunu yapmaya cesaret edemiyor gibi*.

  • oha en sevdiğim atıştırmalığa ne dedi adam. seni kınıyorum ve sana laflar hazırladım, özelden gönderiyorum. tanım: benim tarafımdan bayılarak yenen cips çeşidi.

    edit: bu kadar dandik bir entry'yi benim en çok favlanan entry yaparsanız sizi öldürürüm. favlamayın artık.

    edit2: türk'e imkansız de sonra otur izle amk. tamam fıstıklı cheetos seviyoruz ama bu bilginin gizli kalması gerekiyordu. artık ekşi kızlarının gözünde cheetos yiyen asosyal bir nerd'üm. hayallerimi çaldınız...

  • radyoloji uzmanının radyoloji teknikeriyle arasında 1000 lira maaş farkı mevcut. böyle giderse mr çekecek cihaz olacak fakat mr yorumlayacak doktor kalmayacak. hem de çok değil 1-2 seneye bunlar olacak.

    edit: sevgili arkadaşlar. hiçbir mesleği hiç kimsenin yaptığı işi kötülemiyorum. ne de felaket tellallığı yapıyorum. yarının gelişi bugünden bellidir. bugün mhrsden randevu almanın imkansızlaştığını hepimiz biliyoruz. teknikerin yanlış çekimi sebepli eksik yapılan bir radyoloji yorumunun cezasını radyoloji doktoru çekiyor. kim bin lira farkla böyle bir riske girer.

  • tomris tamer (henüz tomris uyar değilken yani) ülkü tamer'le evliyken aşık oluyor cemal süreya'ya. ikisi de evli aslında. sonra ikisi de ayrılıyor eşlerinden ve birlikte oluyorlar. yaklaşık üç yıl sürüyor bu aşk. o dönemin edebiyat çevrelerine göre de, aşk ki ne aşk hani.
    tomris uyar çok sağlam bir kadın. sizin aklınıza kadın gibi kadın dendiğinde kim gelir bilmem ama benim aklıma gelen üç isimden biridir kendisi. özgür, zeki, cesur, sosyal, komik, dilinin kemiği olmayan, okuyan, yazan, eleştiren bir kadın. hakkında en sevmediğim tanım ikinci yeni'nin gelinidir. (zaten türkçe'deki en çirkin kelimelerden biri de "gelin" bence. ne saçma sapan bir kelime)
    aşık olunacak kadınmış ki, ülkemizin sayılı edebiyatçı ve yazarları (ülkü tamer, cemal süreya, turgut uyar, edip cansever) kendisine aşık olmuş. ve muhakkak hepinizin hayatına dokunmuş en az bir tane şiirin/şarkının öznesi olmuş.

    cemal bey pek seviyor tomris hanımı. her akşam koşa koşa eve geliyor. tomris uyar o günleri şöyle anlatıyor;
    "evine bağlı, evinde olmayı seven bir adam -akşamları eve biraz geç gel yahu, bir erkek hiç dolaşmaz mı- dedim. ertesi gün altıyı çeyrek geçe geldi, sonraki gün altı buçuk. normalde altıda gelirdi. bir gün toz aldım, bezi silkelemek için pencereden eğildim ki kapının önünde oturmuş saatin dolmasını bekliyor" (şu tatlışlığa bakar mısınız?)
    tabi bu hikayeden tomris hanımın biraz otoriter olduğu anlamını da çıkarabiliriz. haliyle biraz fırtınalı bir ilişki yaşanıyor. bir ayrılıklarından sonra cemal süreya şu satırları yazıyor "daha nen olayım isterdin, onursuzunum senin!" (bana biri bunu yazsa, allahhhh allahhh nidalarıyla zafer turuna çıkardım.)

    ama gelin görün ki bu ilişkiyi bitiren de cemal süreya oluyor. bu konuyla ilgili tomris uyar şöyle diyor:
    "beni bıraktı ama rahat edemedi. ona göre bana sahip olunamazdı. senden ayrıldığım anda, senin hakkında, hikayen hakkında sevdiğimi belirtecek hiçbir şey söylemeyeceğim, benim ağzımdan kimse duymayacak, dedi ve doğrusu hiç yazmadı."

    şimdi gelelim asıl konuya. cemal süreya'nın söylediği gibi, tomris uyar için bir daha hiç yazmaması aşk acısını atlattığından mı, yoksa ölene kadar atlatamadığından mı?*

  • • pazar sabahları bakkala gidip taze ekmek ve kahvaltılık bir şeyler alırdı. yanında da mutlaka bir dünya eki olan gazeteler.. kahvaltıdan sonra tüm günümüz gazeteleri okumakla geçerdi diyebilirim.

    • birlikte çalıştığı firmalardan getirdiği ürünler. örneğin; kutu kutu yumuşak şeker, sakız, kıyafet, ajanda, kalem vs.

    meyve. annem pazardan alışveriş yapardı babam ise pazara gidemediği için manavdan. bu nedenle babamın aldığı meyveler daha gösterişli olurdu.

    kestane. kışın en sevdiğimiz faaliyetlerden biriydi. kestaneler hemen ocağa atılır, sonrasında yere sofra bezi serer etrafında oturup yerdik.

    nur içinde yatsın.

  • yoksullukla doğrudan alakalı olmayan sır. almanya'da da benzer bir market zinciri var, aldi. onlar da çok başarılı ama almanya'da yoksulluktan söz etmek çok mümkün değil.

    olay operasyon maliyetini en aza indirip aynı ürünü rakiplere göre daha uygun fiyatla satmak sadece.