hesabın var mı? giriş yap

  • genetik mi tıp mı sorunsalına sahip olanların, yurtdışına gitmeyi gözleri almıyorsa, tıp yazmaları

    çünkü eğer moleküler biyolog olarak türkiye'de kalırlarsa, üniversitelerin "ucuz işçi" olarak kullandığı burslu master ve doktora öğrencileri olmak haricinde (an itibariyle) pek bir şansları yok. devlet üniversitelerinde asistan sınavıyla kadroya girme şansları olsa da, özel üniversitelerde, sigortaları ve emeklilik güvenceleri olmayacak, ve her halukarda doktoradan sonra post-doc olarak yurtdışına gitmeleri gerekecek ve hayatları boyunca akademik düzeyde savaş vermek zorunda kalacaklar... moleküler biyoloji ve genetik mezunlarının adam gibi bir lobileri olmadığı için tıpta uzmanlık sınavı'na girememeleri nedeniyle tanısal lablar da açamayacaklarının bilinmesi gereklidir. yani "gider özel bir genetik labı açar, para kırarım" diyorsanız, yanıldığınızı bilin. (tus'a hangi tıp dışı branşların girebildiği bilgisi için http://www.osym.gov.tr/…=2010_tus_ilkbahar_klvz.pdf adresindeki tus klavuzunu inceleyebilirsiniz, göreceksiniz ki, türkiye'de olduğunuz sürece, aldığınız yüksek puana rağmen biyolog olmanız, moleküler biyolog olmanızdan çok daha iyi)

    (bu kötü tabloya rağmen, eğitimleri sırasında biyoinformatik çalışmış ve bu arada coding öğrenmiş bir kısım yüce moleküler biyoloğun bilişim şirketlerinde rahatlıkla iş bulabilecekleri de unutulmamalıdır, ancak, öyle bir eğilim varsa, bilgisayar/elektrik-elektronik mühendisliği okunması daha mantıklı olacaktır.)

    eğer seçilen alan tıp olursa, öncelikle ellerinde garantili bir meslekleri olacak ve fakülte bittikten sonra, bazen hakkari yüksekova'ya bile olsa, illa ki bir yere atanacaklar. üstüne üstlük moleküler biyolog olmayı hala istiyorlarsa bir yandan çalışıp bir yandan da istedikleri moleküler biyoloji ve genetik eğitimini doktora düzeyinde alma şansları da var. hatta doktor oldukları için, gidecekleri bölüme hasta örneği sağlayabileceklerinden dolayı doktoraya kabul almaları da daha kolay olacak. bu yolu seçen insanlar hem rahat rahat para kazanabilecekler, yerleri yurtları belli olacak, hem de moleküler biyoloji ve genetik araştırmaları yapabilecekler.

    ayrıca tababet ve moleküler biyoloji arasında tercih yaparken tek farkın para pul olmadığını, aynı zamanda prestij de olduğunu hatırlatmak gerekiyor... md/phd olmakla sadece phd olmak arasındaki farkı "phd tofaş ise md/phd mercedes'tir bizim gözümüzde" diyerek açıklamıştı bir hocamız, bir tüp bebek laboratuarında. dolayısıyla, eğer insanlığın direkt olarak yararına olan bir araştırma yapmak istiyorsanız (kanser, koroner arter hastalığı, diyabet, hipertansiyon, infertilite vs), tıp okuduğunuz zaman vizyonunuz sadece moleküler biyoloji eğitimi almış bir insanınkinden çok daha geniş olacaktır. (ki bazı moleküler biyoloji ve genetik bölümlerinde biyoloji bile değil, sadece moleküler öğretiliyor, ne kadar eksik kalındığını siz anlayın)

    ama zaten diyorsanız ki "ben meyve sineklerinde kromozomların nasıl ayrıldığını araştırmak istiyorum", "çevreyi bir anda temizleyecek bir bakteri üreteceğim" (o biraz zor ama, neyse), ya da "gdoların çevreye verdiği zararı geriye çevirecek yöntemler araştıracağım", işte o zaman moleküler biyoloji ve genetik gerçekten de sizin seçmeniz gereken alan olur. ama idealist değilseniz, bünyenizi fazla zorlamayın.

    md/phd olmak için de, puanınız yetiyorsa hacettepe'ye girip tıp eğitiminiz sırasında phd'ye başlayabilirsiniz, ancak hacettepe olmadı diye moral bozmaya da gerek yoktur, tıp fakültesi bittikten sonra da phd yapılabilir, ve md/phd olunabilir. böylece sadece moleküler biyolog veya sadece tıp doktoru değil, hem doktor hem moleküler biyolog olunabilir.

    tüm bu yazılanlar, türkiye sınırları dahilinde geçerli olan şeylerdir. şayet derseniz ki "ben iyi bir öğrenciyim, bitirince amerika'ya gitmekten de korkmuyorum, sevgilim de olsa, evlensem de yine de giderim kardeşim", o zaman, türkiye'de alacağınız moleküler biyoloji eğitimiyle dünyanın her yerinde rahat rahat master doktora yapabilir, kanseri de diyabeti de rahat rahat araştırabilir, iyi bir iş bulabilirsiniz, iyi de bir prestijiniz olur (ki yine de, aynı not ortalamaları ve yayın/atıf sayısına sahip bir md/phd kadar olmaz onu da bilin).

    eğer tercih yapacak olan kişiler tüm bunların bilincindelerse, sorun yok, ama "genetik geleceğin mesleği, ben de içinde olmalıyım" gibi icraatın içinden kokulu bir gençlik hayaline kapılarak bunu yapıyorlarsa, tekrar düşünmeliler.

    sonradan gelen edit: delirmeyin olm gidin sizi kullanmayacakları köle yapmayacakları bir dal seçin. bu arada moleküler biyoloji tıptan çok daha iyi. tıpta onca eğitime para yok pul yok halk cahil, yaptıklarınızın hiç bir anlamı yok, paso dayak yeniyor falan. türkiye'de doktorluk yapılmaz.

    edit2: gdo'lar o kadar da zararlı değiller, her ne kadar bence burada "gdosuna göre değişir" demek daha makul olsa da.

  • zamaninda ogretmenler odasinda fethullah'i yeni peygambermis gibi ifade edenler, ogretmenler odasina her gun zaman ve taraf gazetesi getirip koyanlar, ergenekon ve balyoz davalarinda agzini ayira ayira iftira atanlar bugun en cok akp taraftariymis imaji ciziyor.

    4 gundur darbe karsiti facebook durum bildirimleri ve rte fotografi paylasan adamlar bundan 4 sene once 23 nisan'da fethullah gulen siirleri okutuyordu ogrencilerine. bugun tsk'ya en cok giydiren kisiler bundan 4 yil once ogrencilerine fethullah gulen'in kitaplarini zorla okutturan ogretmenlerdi.

    15bin aciga alinan kisi arasinda hic biri yok. aksine son 2 yilda adamlar oyle bir manevra yapti ki cogu mudur veya mudur yardimcisi oldu. hukumet fetoculari tasfiye etmekte gercekten samimi ise oncelikle bu kisilerin tespitini yapsin. yok amac feto tasfiyesi adi altinda kemalist avı ise o zaman diyebilecegim hic bir sey yok.

    edit: imla

    edit2: nasil tespit edelim diye soranlar var. hangi ogretmenlerin 17 aralik oncesi zaman gazetesi aboneligi var ise arastirilip cok kolay bir sekilde tespit edilebilir.

  • suphi'yi yetiştiren insanın açıklaması oluyor nedense, çünkü yetiştirmek kadının görevi.

    türkçe'den türkçe'ye çeviri yapalım biraz, belki işe yarar. kadın diyor ki; babası sapık ve hasta ruhlu, oğlumu yetiştiren de bu adam. oğlumun böyle olmasının sebebi de bu adam. bir melekten tecavüzcü bir katil yaratıldı, kimse böyle doğmaz.

    kadının söylediklerinden (en azından şu haberdeki kadarından) hiç de öyle oğlunu hasta diye aklamaya çalışma falan yok. hem özgecan'a yapılanlara hem bunu yapanın doğduğunda melek gibi gördüğü oğlu olmasına canı yanıyor kadının. benim oğlum suçsuz demiyor, oğlumdan bu caniyi yaratan kocamdır diyor. içinde bulunduğu ruh halini de az biraz düşünmeye çalışırsanız iyi kötü ifade etmiş işte. kadının isyanı bir bebekten suphi'yi yaratan zihniyete, açıklamanın tamamı bu kadarsa fazlasını çıkarabilmek biraz vicdansızlık oluyor sanki.

    kadın adamı suçluyor açık açık siz sanki o ailede doğmuş büyümüş gibi suphi'yi yetiştiren o ama o suçlu diyorsunuz. bu annenin eşinden şiddet gördüğüne dair haberleri de hatırlatalım bu arada. (kadın niye adamı suçluyorun cevabı bu haberlerde)

    editasyon: kadının konuşmasının tamamı da yayınlandı, hala merak ediyor musunuz kadın niye adamı suçluyor diye? hala düşünebiliyor musunuz kadın oğlunu aklamaya çalışıyor diye? hala inanabiliyor musunuz bu kadının da bu erk'in kurbanı olmayıp bilerek, isteyerek bir cani yarattığına?

  • yorumcuların gerçek kimliklerini buldukları yöntem. "kahve bardaklarının içinde ne var?" sorusunun cevabını bulmamıza yardımcı olabilecek muhteşem bir çözüm.

    şuradan devam ederken hızı 0.5'e getirin. el hareketlerine falan da dikkat.*

    şu bölüm de çok fena ahmet çakar ve rok resitali.

    hızı galiba sadece chrome'da değiştirebiliyoruz.

    önemli edit: artofshredding adlı yazar da şurada değinmiş benden önce.

  • rusya'daki yatırımlara devam edeceğiz dediği açıklamadır. başlarım sizin manipülasyonunuza. ayrıca açıklama yaptığı yere uygun bir tonla anlatmış konuyu, her zaman yapılan işler.

    başlığın sahibi troll zaten.

  • küçükken, şişenin dibinde çok az görünen kolanın, bardağa dökünce bardağın tamamını doldurması.

  • yıllarca yüzmüş bir insanım. derya büyükuncu'yu ilk defa 1984'te tanıdım. galatasaray'da aynı takımda yüzüyorduk. ablası berna ile beraber daha o yaşta türkiye rekorlarını tek tek kırıyorlardı. 100 metreyi, aynı takımda yüzen biz yaşıtlarından 10 saniye önde dönüyordu.

    şu ana kadar aldığı ne kadar madalya, kırdığı ne kadar rekor varsa sonuna kadar hak ederek kazandı. olimpiyatlara hep onun gitmesini eleştirmek sadece ve sadece bilgisizliktir. kimse oraya torpille gitmiyor. seçmelerden kim çıkarsa olimpiyata o gidiyor. derya'yı kendisini geliştirmedi diye eleştirmek de yine cahilliktir. her sporcunun bir kapasitesi var, derya da bu ülkedeki kendi dalında en kapasiteli sporcu oldu. ülkemizde hiç üzerine gidilmemiş bir spor dalında bile geldiği yer bence hayranlık verici.

    ülkemizde başarılı olmuş, kendi dalında mesela bilişim olsun, ciro olarak en büyük bir şirketi "google, microsoft, oracle'ın cirolarına bak bir de kendine bak" diye eleştirmeyi en hafif tabirle kendini bilmezlik, biraz daha ağır tabirle bir bok bilmezlik olarak adlandırırım.

    emre yerlici'den carlos sainz olmasını beklemek, hidayet türkoğlu'ndan kevin garnett olmasını beklemek, arda turan'dan ryan giggs olmasını beklemek, ahmet ümit'ten trevanian olmasını beklemek, haluk bilginer'den al pacino olmasını beklemek; dolayısıyla derya büyükuncu'dan mark spitz olmasını beklemek tamamen kötü niyetliliktir.

    ya da sadece ekşi sözlük yazarlığıdır.

  • akp grup başkanvekili bülent turan ekonomik kriz olduğunu kabul ediyor ve ekliyor:

    "şu an krizimiz var kabul ediyorum. bir problemimiz var kabul ediyorum. bu bedeli beraber taşıyacağız milletimizle"

    video

    ben neden bedel çekiyorum kardeşim? ben mi yedim paraları?

    lahanayı yerken kıtır kıtır sapına gelince mee. yok öyle.

  • bakın çok net söylüyorum. joseph goebbels mezarından kalksa ve şunları görse, "vay arkadaş sizin yaptığınız propagandayı ben yapsam bütün dünya bugün nazi ydi" filan der. vallahi bunların yanında goebbels çok masummuş. 1 birim parası daha 3 gün önce bizim ülkede 20 birim eden, bütçe fazlası veren, gençlerine karşılıksız para veren, 1-2 aylık maaşlarıyla bizim bugün en iyi ihtimalle 100-150k birim para ödediğimiz arabaları alan, dünyanın her yerine vizesiz seyahat eden, gençleri yaşlıları dünyayı gezen, asgari ücretli çalışan sayısı %2 civarı olan ülke batmış öyle mi?

  • ulkenin yarisi issiz, disiyle tirnagiyla ne emek verenlerin hakki yeniyor, dunyanin parasini goturmus olanlar agliyor. gozunuzu ne doyurur bilmiyorum.