hesabın var mı? giriş yap

  • en sevdiğim türde boşa kafa yorma problemi gelmiş, yoralım bakalım.

    kapitalizm ücretleri düşürmek için gerekli araçları sağlamıştır ve bu nedenle işveren 1 günlük maaş vermek isteyecektir. 8 saatlik normal ücret, artı ikinci 8 saat için fazla mesai ücreti, artı üçüncü 8 saat için de çifte fazla mesai ücreti şeklinde ücretlendirmek işine gelecektir.

    peki neye dayanarak? çünkü dünyanın zamanıyla 30 yıllık işi fiilen çalışmış olduğu 24 saat içinde yapmasını sağlayan aracı işvereni sağlamıştır. işverenin sağladığı aracı kullanarak dünya üzerindeki 30 yıl boyunca devam eden işi sadece 24 saat boyunca (değineceğim) emek harcayarak tamamlamıştır.

    ancak buna itiraz edecek astronot iki noktada haklıdır.

    birincisi, hangi 24 saat? bindiği aracın içinde geçen 24 saat, dünyada güneşin art arda iki defa batması arasında geçen süreye eşit mi? daha basitçe, her bölümü 1 saat olan bir dizinin 24 bölümünü izlediğinde bu mesai bitmiş midir?

    ikincisi, bu astronotun hayatı dünya üzerindedir. sosyal ihtiyaçlarını, temel ihtiyaçlarını dünyada karşılamaktadır. işvereni bu ihtiyaçlarını karşılaması için astronotla aynı hızda ilerleyen bir ortam sağlayabilmiş midir bu zaman zarfında? üstelik mesaisi bittiğinde yine dünyada yaşayacaktır. bakmakla yükümlü olduğu kişiler de dünyadadır. örneğin, dünyadan ayrılırken yeni yeni yürümeye başlayan oğlu üniversiteye gidebilmiş midir yoksa çalışıp annesine mi bakmaktadır? ayrıca 20 yıl boyunca evinin kira borçları ne olmuştur? istihdam karşılığı ücret ödemenin temeli, işçinin hayatını idame ettirebilmesidir. bu şekilde idame ettiremeyecektir.

    özetle, aslında 20 yıldır maaşının tıkır tıkır yattığı bir banka hesabında birikmiş yüklü bir parası olmalıdır. ancak işveren bu maaşları yatırmamış, çalışanın buna itiraz etmesi gereken yasal süre geçmiştir. mahkemelik olurlarsa, işveren astronotun maaş almadan çalışmayı zımnen kabul ettiğini iddia edecek, patron dostu bir ülkenin yasalarına tabiyse o bir günlük ücreti bile vermemeyi kılıfına uyduracaktır.

    ben astronotun yerinde olsam aracı parçalarım, depozitoyu da yakarım. maksat sinirim geçsin.

  • yaşadığımız deprem felaketiyle ilgili acil iletişim ihtiyacı üzerine onay bekleyen 10 bin çaylak’ı yazar yaptık.

    ayrıca tüm stk’lara ve depremle ilgili dayanışma çabasında olan tanınmış kişilere onaylı hesap vermeye hazırız. iletişim üzerinden bizimle irtibata geçebilirsiniz.

  • hintliler ve türklerin espri anlayışı, dertleri, memleket meseleleri, eğitim sistemleri, çocuk yetiştirme stilleri hep hep ne kadar da aynıymış dedirten filmdir. iki saniyede bir güldürmüş ardından iki saniye göz yaşartmıştır. kendi içimizden bir hikaye... hangimiz mühendisliği bırakıp fotoğrafçı olmak istemedik ki.

  • abi- ben geldim kardeşim.
    kardeş- .......................
    abi- nasılsın görüşmeyeli, mutlu musun?
    kardeş-........................
    abi- çok sıkılıyor canım. göğüs kafesim kalbime dar geliyor. sence neden?
    kardeş-.........................
    abi- güllerin ne güzel açmışlar öyle. tıpkı sana benzemişler.
    kardeş-.........................
    abi- altı sene oldu be canımın içi yüzünü görmeyeli, sesini duymayalı.seni özledim..gerçekten özledim..
    kardeş-........................
    abi- gitmem gerek kardeşim. yine gelirim. cennet mekan kardeşim. gün olur yanına gelirim..
    kardeş-........................

  • kimi gerçekçi diyaloglara çıkış olabilecek düşüncedir.

    - boş zamanlarınızda kitap okumayın.
    - ya ne yapalım?
    - çocuk yapın.
    - ...
    - üçer beşer tane yapın.
    - meslek neydi abi senin?
    - özel bir ülkede başbakan olarak çalışıyorum.
    - bambaşkaymışsın.

  • birçok farklı dava kapsamında uzun süre tutuklu kalmış subayların konuk olduğu program. açıp izlemenizi tavsiye ederim. bomba gibi bir yayın olacak gibi duruyor.

    konuklar:

    emekli koramiral kadir sağdıç
    emekli tümamiral semih çetin
    emekli binbaşı levent bektaş
    emekli deniz kurmay albay ali türkşen
    emekli kurmay albay eray güçlüer
    emekli kıdemli albay prof. dr. tayfun uzbay

    özellikle semih çetin öyle şeyler anlatıyor ki, zamanında birilerinin savcılığını yaptığı davalar sayesinde kimlerin hangi görevlere nasıl getirildiğini, nerelere nasıl sızdırıldığını görmemizi sağlıyor.

    edit: hepsi adeta birer galaksi olan komutanları yayına çıkarıp 3 kuruşluk aklıyla sürekli konuşmalarını kesen ahmet hakan'ın çirkinleştirdiği yayın.

    karşındaki adam tayfun uzbay!! ve bu adam 'ben şizofreninin tedavisini buldum, milyarlarca dolarlık bir sektörü tehlikeye attım, bundan dolayı beni tutuklamış olabilirler diyor.' ahmet hakan efendi de 'sadede gelelim' diyor. yahu bu bilgi bile fetö denen şeyin yalnızca fethullah gülen'e bağlı bir grup insandan oluşmadığını, arkasında çok daha büyük küresel güçlerin olduğunu ortaya koyuyor.

    sen ne biçim gazetecisin, ne biçim televizyoncusun be adam? böyle bir bilgiyi sen nasıl geçiştirebiliyorsun? yazıklar olsun.

    edit2: 3.5 yıl yok yere tutuklu kalmış ali türkşen 'bunların bir amacı vardı bizi de onun için harcadılar, ben hakkımı helal ediyorum' diyerek noktayı koymuştur. sonrasında söylediklerini de burada yazmaya bile yürek yetmez. bu memleketi böyle adamlar kurdu, böyle adamlar yaşatacak.

    edit3: simbolmina'nın uyarısıyla linki değiştiriyorum. programın tamamı için: *

  • ehehe bu ne renk?

    hayatınız boyunca en çok duyacağınız şey bu olacaktır.

    30 yaşındayım kime renk körü olduğumu söylesem, kırmızı olan bir nesne göstererek;

    - ehehe bu ne renk?

    ulan renk körüyüz gerizekalı değiliz. domatesin kırmızı olduğunu biliyoruz.

    ciddi ciddi bizi gerizekalı sanan insanlar var, bir kere renk körü olduğumu söyledim bir ortamda, adam cebinden yirmi tl çıkardı;

    - ehehe peki bu kaç para? dedi.

    senin sıfatına sıçayım dedim yüzüne yüzüne.

    bu hastalığı çocukken fark ederseniz şanslısınızdır, ama hüzünlü hikayeleri vardır bu çocukların. benim hikayem mesela;

    annem tarafından domates almak üzere markete gönderilmiştim, 2 kilo domates aldım eve geldim. aldığım domatesleri gördüğünde annem beni tekrar markete gönderdi ve en kırmızılarını seç oğlum diye tembihledi. en kırmızı domateslerle eve döndüm. annem suratıma sanki gerizekalıymışım gibi bakarak babamı çağırdı. durumu anlattı.

    babam: oğlum canın turşu mu istiyor?
    ben: yoo
    babam: peki neden o zaman turşuluk domates alıyorsun?
    ben: turşuluk domates ne?
    babam: oğlum neden yeşil domates alıyorsun?
    ben: en kırmızılarını aldım baba.

    işte bundan sonra trajikomik hikayem başlıyor. peder yeşil domatesi alıp bu ne renk lan diye sorduğunda;

    babam: bu ne renk lan?
    ben: kırmızı.
    babam: lan ne kırmızısı?

    annemle birbirlerine bakıyorlar, peder buzdolabından bir kivi çıkartıyor. ortadan ikiye kesip tekrar soruyor;

    babam: bu kivi ne renk?
    ben: kırmızı.
    babam: uydurma lan!

    elindeki egzotik meyve ile yaratana bakıyor ve bismillah çekerek tekrar soruyor;

    babam: ne renk lan bu?
    ben: kırmızı.

    kivinin rengi yüzünden babanız ağladı mı hiç?

    işte bu vesile ile öğreniyoruz renk körü olduğumu.

    zordur renk körü olmak. babam bile yıllarca kendisiyle taşşak geçtiğimi düşünmüştü.

    renk körü olduğunuz için zamanla paranoya başlar, insanlara kolay kolay güvenemezsiniz.

    mesela;

    ortaokul ikinci sınıfta tam bir ergenim, din kültürü hocasının;

    ''yüzündeki sivilceler bile yüce allah'ın takdiri ve ispatıdır''

    lafından sonra allah'a isyan edip, game of thrones'daki jon snow gibi siyahlara bürünüyorum. hani yaz günü bile postal giyip, siyahtan başka renk kullanmadan sürekli heavy metal dinlediğiniz satanist dönemler.

    hiç unutmam odamda kreator - phobia dinleyip kendi kendime kafa sallayarak takıldığım bir anda babannemin aniden odama girip beni o halde görmesiyle içime cin girdiğini düşünerek eüzü besmeleyi çakıp ayetel kürsi okumaya başladığında;

    - yea babanne çok banalsın! yeaa!

    dediğim olmuştu.

    neyse konuya dönelim, son sınıfta en satanist takıldığım dönemlerde henüz keçiören'de slayer dinleyen biriyle karşılaşmadığım için hiç yoktan iyidir diyerek haluk levent dinleyen bir kızla yakınlaşmıştım okuldan.

    mezuniyet balosu yaklaştığında;

    - balo'da simsiyah giyinmeyeceksin değil mi? hadi alışverişe gidelim! demişti.

    mavi kanvas pantolon ve gri gömlek almıştık.

    devlet su işleri misafirhanesi yemekhanesinde balo başladığında;

    peder kulağıma eğildi;

    babam: pembe gömlek, mor pantolon aynı rober hatemo gibisin evlat.

    dedi.

    rober hatemo yüzünden babanız kahkaha attı mı hiç?

    babanızın kahkahasıyla güven duygunuzu kaybettiniz mi?

    zordur renk körü olmak.

    göğüs ucunu gösterip;

    eheheh bu ne renk?

    diyen manyak kadınlar girdi mi hayatınıza?

    okey oynarken; yere okey atıp, çayınızı yudumladıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi gülümsediniz mi ortağınıza?