hesabın var mı? giriş yap

  • 8-6 çalışıp günlük işe git gel 2,5 saatin yolda geçsin. işe gidebilmek için sabah 7.00 da uyan.

    gün 24 saatten oluşuyor sen 13 saatini iş için harcadın, geriye kaldı 11 saat, günlük 7 saat uyusan kaldı sana 4 saat. banyo kişisel bakım, yemek gitti oradan 2 saat, boş vakit olarak harcayacağınız en fazla 2 saat kalır bu 2 saatte de kölelik kalktı diye yazabilirsiniz.

    ülkenin çalışan nüfusunun %50'si bu şartlarda çalışıyor bundan çok eminim. özellikle istanbul'da çalışanlar bu rakamı oluşturmakta.

  • normalde olması gerekendir. anayasa hükmü açık, kişinin cumhurbaşkanı seçildikten sonra vekilliği düşer. yani ysk sonuçları resmi gazetede yayınladığı an rte derhal istifa etmelidir çünkü artık cumhurbaşkanı secilmistir. eğer istifa etmez ise mevcut cumhurbaşkanı başbakanlık görevini bir başka akpliye vermelidir. yazdıklarıma ben bile güldüm amk, hukuk devleti mi lan burası.

  • bir ingiliz atasözü der ki; "galibiyette taç kimin başına konulacaksa, mağlubiyette de ip onun boynuna geçirilmelidir." yeterince açık sanırım.

  • çocukken ışıklı ayakkabıya sahip olanların fazlasıyla zengin olduğunu düşünürdüm.
    bir gün babama ne zaman zengin oluruz dedim, yarın dedi.
    inandım, yemin ederim inandım.
    sabah kalkarken zengin olacağımızı düşünerek uyandım güne.
    belki dedim ışıklı ayakkabım olur.
    olmadı, hiç bir şey değişmemişti.
    iki katlı bir evde oturuyorduk, müstakil bir ev.
    evin tek erkek çocuğu olduğum için şımartılmam gerekiyordu ama durumumuz yoktu.
    bende kendimi şımartmak için, alt kattaki odaya taşınıp, kendime genç odası yaptım
    yalnız ne oda ama..
    öyle ferrari genç odası takımı yok, somya üzerinde uyuyorum.
    oyuncaklarım yok ki, somyanın altındaki mavi leğene doldurayım.
    gazeteden kuponla elektrikli bir soba biriktirmiştim, yalnız çok şaşalı ha..
    odun maketleri vardı, şömine havası yaratıyordu.
    velhasıl uzun bir aradan sonra babama aynı soruyu tekrar sordum, baba dedim ne zaman zengin oluruz?
    odama baktı, bana baktı, sobaya baktı.
    kaloriferli bir evde oturursak o gün zengin oluruz dedi.
    askere gidip geldim yeni bir eve taşındık, güneş enerjisi var kaloliferi var..
    gittim yanına, can alıcı soruyu sordum..
    baba dedim zengin olduk mu?
    ev bizim olsaydı zengin olurduk dedi.
    babam sanki bilge bende öğrencisiyim, sürekli beni cevapları tokatlıyordu. zaten ışıklı ayakkabıda alamamıştık.
    otuzuma yaklaşırken, ev aldı babam.
    inşaat halinde, onunca katta bir daire, haftada bir gün çıkıp eve bakıyoruz.
    babam bakıp seviniyor, ben çıktığım merdiven basamakları nedeniyle söyleniyorum.
    baba dedim zenginlik zormuş, fakirken iyiydi..
    gel zaman git zaman evimize taşındık, kendi evimiz.
    kendi odam, baza üzerinde uyuyorum, gençliğimin rüyası masaüstü bilgisayarım ayrıca elbiselerimi koyacağım şahsıma ait dolabım var.
    baba dedim, zengin olduk mu ?
    bilge vermiş cevabını ; oğlum biz zaten hep zengindik.
    biz gerçek bir aileydik, hayallerimiz vardı, mutlu bir dünyamız.
    her şey çok zordu, ama bir o kadar güzeldi.
    baba dedim gariban edebiyatı yapma,
    şimdi biz zengin miyiz değil miyiz?
    ben direndim o devam ettirdi,
    kendi evin olsun, zengin olursun dedi.
    babamı trafik kazasında kaybettim, trafik sigortası kaza nedeniyle tazminat ödedi.
    annem aldığı tazminatı bana verip kendime ev almamı istedi.
    şimdi bir evim var,
    ama zengin olduk mu diye sorabileceğim babam yok.
    benim zenginlikten anladığım, vallahi de billahi'de beraber gülebileceğin bir ailem olmasıydı.
    küçük dünyanızda mutlu olmaktı, bağlılıktı ve sevmekti en fazla.

  • "sen git roma'yı imparatorluğa dönüştür sonra da ismini salataya versinler. dağdaki çobandan ne farkın kaldı hey gidi koca sezar."

  • sadece bana olan durum sanırım, ekşi hariç hiçbir siteye erişim yok.

    edit : internetin saçmalaması diye açtıgım basligi niye sicmasi başligina taşidiniz olm, manyakmisiniz siz ?

  • ölümündeki "ama" denkleminin yanlış kurulmaması gerektiğini düşündüğüm kişi.

    hakkında medyada yazılanlara, söylenenlere, hatta islamın aslında ne kadar hoşgörülü olduğunu anlatmak amacıyla televizyona çıkıp konuşan kimi kişilerin demeçlerine bakıldığında, özet olarak şöyle bir yorumun ağırlıkta olduğu kolayca görülebilir: "tabii ki bir kimseyi düşüncesinden dolayı öldürmek ayıptır, günahtır, yapılmaması gerekir, ama o da şöyle provokasyonda bulunmuştur, bu kadarının da hoşgörülmesi zordur".

    işte tehlike burada başlıyor. "ama" istisnasının neye tanındığı, küçük bir ayrıntı değildir. bu gibi kurulan cümleler ne kadar iyi niyetle yazılmış olurlarsa olsunlar, ne kadar doğruluk payı içerirlerse içersinler, o "ama"yı, önce polemiğe, sonra kültür çatışmasına, sonra karşılıklı nefrete tanımış (ve taşımış) demektirler. zira o "ama"nın ardından karşı taraftan da çok güzel bir "ama" üreten bir kişi çıkacak, ona yeniden "ama" demek gerekecektir. sonunda da hoşgörünün ve barış içinde birlikte yaşamanın belki de en büyük savunucusu olan iki farklı kökenden insan tartışmada, giderek kavgada karşı karşıya gelecektir.

    bu "ama", bir yanıyla faşizme, provokasyona, diğer yanıyla bir insanın fikirlerini başka bir insan üzerinde şiddet uygulayarak kabul ettirmesine tanınmış bir "ama"dır. tekrar etmekten kaçınmadan söylenmelidir ki, içindeki fikirler ne kadar samimi ve ne kadar iyi niyetli olursa olsun, beyanının içine bu "ama"yı koyan kimsenin en azından iki kere düşünmesi gerekir. provokasyon olsun olmasın, hiçbir şey bir insanı öldürmenin mazereti olamaz.

    bütün bunlar, theo van gogh'un "eser"lerine yapılabilecek olumsuz eleştirilerden bağımsız fikirlerdir. onlar, doğal olarak eleştirilebilir ve eleştirilmelidir de. ancak bu eleştirinin, bunları meydana getiren kişinin öldürülmesi eyleminden ayrı ve bağımsız yapılması gerekir.