hesabın var mı? giriş yap

  • kaan'a çektiği şut için kızmak futbol cehaletidir. tüm takım neredeyse 18 içinde kalmış ve kaptırılacak top kontraya sebep olur. böyle pozisyonlarda atak sonlardırma tercih edilir ve bu yüzden de gol olursa süper gol olsun, olmazsa da dışarı çıksın vurusu tercih edilir. buna altyapı eğitimi deniyor.

  • "işin zor gökhan..."
    "valla işin zor hadise..."
    "işiniz çok zor mazhar abi..."
    "ebrucum işin çok zor, kolay gelsin sana..."

    sanırsın canlı yayında atom parçalıyorlar.

  • pederi kaybedeli 2 gün olmuş, yan apartmandan gelin alacakları için gelmiş ahali. zurna davul hepsi hazır. bizim apartmana giren çıkan kalabalığı görünce düğün sahiplerinden birisi kapıyı çaldı. hiç tanımıyorum ben adamı. (orda yaşamıyorum) rahmetli de sadece selam sabah o kadarmış. (sonradan öğrendik).

    komşu: oğlum selam, hayırdır bişey mi var? ayakkabılar, giren çıkanlar dikkatimi çekti de.

    ben: abi 2 gün önce babamı kaybettik, o yüzden birazdan kuran okunacak, * eş dost geliyor.

    k: ya başın sağolsun, bilmiyordum. kim ölen, adı ne?
    b:........
    k: hadi ya, köydeydik 2 haftadır, haberimiz yoktu. neyse, rahatsız ettim kusura bakmayın. bizim de kızı alacaklar, davul zurna vs gelmişti. söyliyim de çalmasınlar.
    o sırada annem gelir.
    a: aa hiç olur mu öyle şey, kız bi kere evleniyor. adet buysa iptal etmeyin. olmaz. biri ölecek, biri evlenecek, biri doğacak. biz camı kapıyı kapatırız.

    komşu teşekkür etti, ayrıldı.
    normalde yarım saatten fazla süren olay 5 dk da, kız babası tarafından bitirildi, tekrar kapıya gelip özür diledi ve gittiler.

    bazen böyle duyarlı komşuların, insanların olması güzel geliyor insana.

    aslında hep olması gereken bu ama birbirimizi o kadar umursamaz olmuşuz ki, bu güzel şeyler yaşanınca güzel geliyor insana.

    insanın cenazesi mi var, hastası mı var vs soran insanlar varsa sorun olacağını sanmıyorum. benim açımdan olmadı, üstelik acı bir günde.

    ama sormadan hurra diye başlayana ben de söverim.

    debe edit: ankarada maddi imkanı olmayan bir kardeşimiz için akülü tekerlekli sandalye ihtiyacı vardır.
    detaylar için

  • insan beyninin yanlış çıkarımlar yapmasına neden olan eğilimlere ya da insanın bir konudaki kararını etkileyen psikolojik olgulara "cognitive bias" adı verilmekte. tam olarak karşılamasa da cognitive bias'a türkçe'de "bilişsel önyargı" diyebiliriz. "bilişsel yatkınlık, bilişsel eğilim, bilişsel meyil" hatta "peşin hüküm" şeklinde bile kullanılmakta.

    bilişsel önyargı algılarımızdaki eğilim ya da 'taraflı algı' olarak açıklanırken sayısal bulgulara ya da matematiksel kurallara karşı bile inandığımıza hala inanıyor olmak ya da inanmayı sürdürmektir. sayısal olarak kesinlik içeren bir olasılığı reddedip önyargıya devam etmek "bilişsel önyargı" olarak açıklanmaktadır.

    bilişsel önyargı kapsamına birçok psikolojik olgu/ etki girerken bunlardan en bilineni ikea etkisidir. sözlükte bahsedilmiş olan ikea etkisini tekrardan anlatmaya gerek görmüyorum ama karar verme, insan yargılama gibi alanlarda da görülen bilişsel önyargı, keyfi bir davranış olmayıp insanların deneyimleri sonucu vardıkları eğilimlerdir.

    örnekle anlatsana lan piç diyenler için: şimdi işe girerken kapıdaki güvenliğe her gün günaydın deyip giriyorum binaya. o gece üst kattakiler parti verdi, kibariye dinlediler son ses, sabaha kadar tepindiler ve ben rahat bir uyku uyuyamadığım için sabah geç uyandım işe de geç kaldım haliyle de merdivenleri telaşla çıktığım için güvenliğe günaydın diyemedim. peki bu durumda güvenlik ne düşünür? 1. "ya adam şirkette en üst kademedeki insanlardan biri, ben lise mezunuyum güvenlik olabilmişim, adam her gün bana selam mı verecek? beni küçük görmeye başladı ve bundan sonra günaydın demeyi bırak yüzüme bile bakmaz." 2. "abi adam telaşlı görünüyordu merdivenleri hızlıca çıktı. acaba bir sıkıntısı mı var?" iki düşünce de bu olaya karşı verilen yanıt diyelim. ikisi de bundan sonra bize günaydın diyen o kişiyle olan ilişkimizin geleceğini belirleyecek. beyin çoğu zaman en kötüsünü düşünmeye isteklidir diyoruz ya* hah işte bu bizim yaşadıklarımız, hayatımız, ilişkilerimiz ve bunlar sayesinde gelişen? kişiliğimizle oluyor. bunu değiştirmek gerçekten çok zor, istesek de zor, ki istemiyoruz da zaten. sadece şunu diyeceğim geriye çekilip olaya helikopterden bakıyormuş gibi bakanlar var ya işte onlar her zaman kazananlardır.

  • güldür güldür seviyesinin üstünde bir siyasi hiciv olmuş ama sanırım sansür yemiş.

    siyasi bir hicive bile tahammülleri yok adamların. ne değişik bir yer oldu abicim bu ülke. yıldık artık sizden siyasal islamcılar. bırakın artık yakamızı.

  • gs'nin dortmund ile birlikte gruptan çıkıp arsenal'i bize geri göndermesini dilediğim kura çekimidir.

    not: arsenal'den rövanş almak isteyen takımspor'luyum

    edit: debe'leri okurken kendi entry'mle karşılaştım. bu nasıl entry amk dedim nasıl debe'ye girmiş derken ben bi yerden hatırlıyorum bu cümleleri falan diyorum kendime. sonra dank etti ki ben yazmışım. beklemiyordum tabii böyle bir entry'nin debe'ye girmesini. bir de en beğenilenlerime de ikinci sıradan giriş yapmış. bu kadar mı kötü lan benim entry'lerim diye düşüncelere bile daldım.

  • filmin baş tarafındaki yanık bölümün geçilmesi amacıyla ilk bir kaç pozun çok da gerekli olmayan çekimlere harcandığı, film makarasının sonunda ise "hadi yaaaa!.. bitti!.." diye hüzünlere gark oldunduğu zamanlardı. geziye gidildiğinde yanına bir kaç makara fazladan boş film almaktı. başkalarının pozlarını çektiğinde kendine de kalsın diye fotoğrafçıya "kafa + 1 sayıda basılacak usta!.." diye tembihlendiği, manzara pozlarında ise bazı şaşkın fotoğrafçıların "ulen kafa yok ama iyisi mi iki tane basayım bundan..." diyerek hesabı şişirdiği günlerdi. okul gezilerinden sonra fotoğraflar dağıtılırken para toplama ya da para verme telaşıydı. önce birer tane örnek baskı alınıp daha sonra çoğalttırılırken, "ulen bu da falancanın filanca kuzeniymiş, nerden görecem herifi bir daha?!?" deyip sayıya dahil edilmediği, sonra da o falancanın "aaaa, kuzenim için yok mu?!?" diye arıza çıkarttığı bir dönemdi.

    hey gidi hey.

  • akp'nin tsk'sının yaptığı açıklama. adamlar ne durma gelmiş ki "gereği yapılacak" bile diyemiyorlar. aferin akp seçmeni türkiye'yi dört bir koldan çökertmeyi başardınız.

    ayrıca "sabrımız taşmak üzere" yazmayı unutmuşlar.

  • sinema filmlerinde arka planda duyulan; konuya ve sahnelere göre yazılması icap eden bir müzik çalışması türüdür. fakat niteliğiyle filmi yüceltebildiği gibi batırabilen, çok hassas ve bir o kadar da zahmetli bir iştir. üretimin ve talebin artması sonucu son 50 yılda büyük bir değişim geçirmiş ve günümüzde "film müziği endüstrisi" olarak varlığını sürdürmektedir, bilindiği üzere.

    ciddi anlamda müzik, endüstrileşecek bir şey değildir, sanatın seri üretimi olmaz. fakat, bu alana "film müziği endüstrisi" adı verilmesinin sebebi, asıl bu noktada yatmaktadır; günümüzde film müziği bestecileri, adeta otomatik programlanmışlardır; aynı karakteristikleri, aynı parti hareketlerini, aynı müzikal öğeleri her çalışmalarında görürsünüz, duyarsınız, hatta farklı farklı çalışmaları birbirleriyle karıştırabilirsiniz. bu durum, bestecilerin imzaları ya da stilistik özellikleri olmaktan çok, kendilerini taklit etmelerinden kaynaklanmaktadır. daha da kötüsü, başkalarını taklit etmeleridir.

    örnek olarak john williams'ın star wars ve superman filmleri için bestelediği müzikleri ele alalım. bu müziklerdeki tınılar ve müzikal karakteristiklerin ortak özelliği, aşırı derecede benzer olmalarıdır. müzikler teknik olarak incelendiğinde, çoğu motif ve ezgisel hareketin tıpatıp aynı olduğu rahatça görülebilir. iki filmin ana temalarını birbirleriyle takas etseniz, hiç bir rahatsızlık duymayacaksınız. zamanda biraz geriye gittiğimizde, benzer ezgisel öğeleri ve motifleri, çoğu romantik dönem bestecilerinde, özellikle de gustav holst'ün senfonik eserlerinde ve richard wagner'in operalarında duyabiliriz. williams'ın çalışmalarında, bu romantik dönem bestecilerin eserlerinden direkt alıntılar bulunmaktadır. doğal olarak besteciler birbirlerini örnek alır, birbirlerinden esinlenirler; bach'ın vivaldi'den, beethoven'ın mozart'tan etkilendiği gibi. ama müzikleri ve ifadeleri çok farklı, başkadır. film müzikçilerine baktığımızda, hepsinin fabrikadan çıkmışçasına tek tip olduğunu görüyoruz; tek fark, bazılarının parlak, bazılarının sönük işler çıkarmaları.

    film müziklerinin yapım aşamaları, pek de zannedildiği gibi değildir. çoğunluk, filmdeki bütün müzikleri ödülü alan -ya da adı geçen- kişinin yaptığını zannetmektedir, halbuki işler böyle yürümez. film müziği, kalabalık bir ekip işidir. söz konusu ekipte bir (veya birden fazla) baş kompozitör ve birçok yan kompozitör-aranjör bulunur. baş kompozitör temaları bulur, basit bir biçimde yazar. ardından bir iş bölümü yapılır baş kompozitörün himayesinde; örneğin kompozitörlerden biri lirik temaları ele alırken, diğeri aksiyon sahneleri için çalışır, bir başkası filmdeki karakterler için temalar hazırlayıp orkestralarken, bir diğeri filmin ana teması üzerinde çalışır. bu müzisyenler, aynı zamanda o bayıldığımız orkestrasyonları, tınıları ve fanfarları yazıp işleyen adamlardır. bu aşamada baş kompozitörün asıl görevi, bu bir kaç kişiyi gerektiğinde yönlendirmek ve çalışma programına göre yönetmektir. yazdıkları müziğe sahne-atmosfer uyumluluğu söz konusu olmadığında karışmaz. sonrasında şefliği varsa, orkestraya çaldırır müzikleri, icracıları çalıştırır. kaydı yapar, teknik bilgisi varsa stüdyoda düzenleme işlerine katılır, fakat genelde deneyimli ses mühendisleri bu işleri ele almaktadır. baş kompozitör işler bitince altına imzasını atar, oskarı da alır. ama unutulmaması gereken nokta, baş kompozitörün yönetmen ile birebir çalışan tek adam olduğudur. elfman'ı, williams'ı, horner'ı, zimmer'i, silvestri'si; kısaca hepsi böyle çalışır. bu arada dizi ve oyun müzikleri de genelde aynı şekilde yapılmaktadır.

    bu çalışma şeklinin sebebi, az zamanda çok iş çıkarmak kaygısıdır. çünkü otuz beş-kırk parçalık bir soundtrack, besteci istediği kadar işinde usta ve profesyonel olsun, birkaç ayda tamamlanamaz. çünkü besteleme çalışması, çok farklı, zor ve eziyetli bir süreçtir. bu seri üretim politikası yüzünden müzikler tıpatıp benzemekte ve genelde sönük, başarısız olmaktadır. bir filmi yaparken bir kaç yönetmen veya senarist kafa birliği yapıp çalışabilir; ama müzikte bu uyumu sağlamak çok zordur. her müzisyen farklı hisseder, farklı düşünür, farklı ifade eder.

    bir kaç örnek vermek gerekirse: the lord of the rings üçlemesinde yirmiden fazla aranjör çalışmıştır; star wars filmlerinin hepsini ele aldığınızda, birbirinden bağımsız otuzdan fazla farklı film süiti hazırlandığını görürsünüz. ya da batman filmlerinin müziklerini danny elfman'ın yaptığını biliriz; fakat elfman'ın sadece o beş notalık tumturaklı temayı bulduğunu, o bizi mest eden, çizgi filminde de dinlediğimiz o harika batman süitinin tamamını besteleyenin steve bartek olduğunu bilemeyiz. hatta ve hatta, mission impossible, good will hunting, spiderman, pirates of the caribbean, the simpsons movie adlı yapımlarda da baş orkestratör ve baş düzenlemeci olarak çalışmıştır steve bartek. sahi, bu filmlerde adı geçen, aday gösterilen ya da ödül alan besteciler kimlerdi?

    fakat film müziğinde eski dönem, çok daha farklıdır; morricone'ler ve rota'ların yazdığı onlarca harika müzik, tamamen onların kaleminden ve yüreğinden çıkmıştır, ikinci adam parmağı çok nadir görülür ki, o kişiler de küçük geçiş sahneleri için ufak parçalar yazan, genellikle daha deneyimsiz, ustaların yanında pişen çırak misali müzisyenlerdir. büyük işleri, deneyimli kompozitörler yapar. işleyiş benzese de, mantık terstir. teknolojiyle birlikte değişen üretim-yaratma politikaları, müziği de olumsuz etkilemiştir.

    araç, asla amaç olmamalıdır, lakin hollywood'da durum tam tersidir. avrupa, uzak doğu veya bağımsız amerika sinemasında bunu pek göremezsiniz; ya tek kişi ya da bir müzik grubu oturup uğraşır tüm müziklere ve en dikkat ettikleri nokta, müziğin kendi dillerinde konuşmasıdır. aşırı öykünme, gereğinden fazla "etkilenme" yoktur müziklerinde. fabrika usulü, farklı farklı kırk kişi çalışmazlar; çünkü fazla para yoktur, seyirci potansiyeli fabrika üretimini gerektirecek denli yüksek de olmaz, haliyle "masif" bir gişe kaygısı oluşmaz. zaman ve yetiştirme endişesi veya filmle beraber kırk çeşit farklı işin -üç yüz çeşit fragman, elli tip reklam, oyun, dizi, belgesel vb.- aynı anda yürütülmesi gerekmez. haliyle amaç başkalaşır bu yapımlarda.

    üretimi kadar dinlemesi de gittikçe zorlaşan bir müzik alanı denebilir film müziği için.