hesabın var mı? giriş yap

  • 1 liralık mısırı 30 liraya itelerken cebine indirdiklerini benimle yemediklerine göre batmaları da zerre umrumda değil.

  • ba$ucu eserleri bir yazarin en ozenilmi$ cali$malarindan secmelerdir. secilmelerini ise ben tek tek her yazarin ozenilmi$ gordugum entrylerinden secmek suretiyle yapiyorum. sabahliyorum bu i$ icin.

  • “zavallı” diyorum çünkü müşteriden paket iptali için fax istemek için baya düşmüş olmak lazım.

    bir paketi iptal edeceğim. telefon ettim digiturk’e. kimliğimin fotokopisiyle dilekçeyi faxlamam gerektiğini söylediler. email olmuyormuş. hayır, memlekette fax diye bir şey kalmadı. işi yokuşa sürüp zaman kazanacaklar akılları sıra. 3 saattir fax makinesi arıyorum.

    her zaman yavşak bir işletmeydiniz. hiç de bir şey değişmedi.

    edit: hellofax.com digiturk’un numarasını kara listeye almış. gönderemiyorsunuz. digiturk hellofax’ı satın almışsa şaşırmam.

  • seneler önce bir furya vardı hani, "ünlülerin maç izleyişleri" diye, sanırsam zamane televolesi (ki o zamanlar spor ağırlıklıydı) önemli maçlarda ünlüleri evlerinde, cafelerde vs. maçı seyrederken çekip yayınlardı. böyle boş, böyle anlamsız bir konseptti.

    yine bu tür programlardan biri, kameraya alınan kişi ise bu sefer "müslüm gürses"... 3 büyüklerden biri avrupa takımının tekine karşı oynuyor, bir kahvehane dolusu insanla beraber maçı tüm dinginliğiyle müslüm gürses de izliyor.

    bizim takım bir noktada atağa kalkıyor, tüm kahvehane ahalisinde heyecan dorukta -müslüm baba sakinliğini koruyor-. atak devam ediyor, millet ayaklanıyor...ve en sonunda gol oluyor.
    ...herkes çığlık çığlığa, ayakta, birbirine sarılıyor, tezahuratlardı, haralasıydı, güreleseydi... lakin müslüm gürses hala oturuyor.?

    neden sonra, golden yaklaşık 1 dakika geçmişken, millet sakinleşip yerine oturmaya başlıyor, ve yüzünde hafif bir gülümsemeyle müslüm gürses o efsanevi repliğini sarfediyor:

    "evet, gol..."

  • mehmet topal'ın aracına isabet eden merminin emniyetçe yapılan tanımı.
    ortamlarda mermi yorgundu dersin kim bilecek amk.

  • 21 aralikta dolar 8 e dusse ve bu seviyeden dolar artisina dayali vadeli mevduata giris yapsa herkes. bu dolarin 8 den tekrar 16 ya cikmasi durumunda aradaki %100luk kazancin %15 lik mevduat faizi disinda kalan %85lik kismini vatandas nicin vergileriyle oduyor? bir sistemde hem kazanan hem de kaybeden olmalidir, dovizi alan kisiler mesela kazanabilir de kaybedebilir de kendi tercihleri ve riskleri tamamen. ben esek gibi calisip odedigim vergiyle bu mevduat musterilerinin zararlarini neden odemek zorundayim? beni savunabilecek 1 tane kanun yok mu bu ulkede?

  • içimde kendisinden bir parça bulunan yazar. o parça şöyle diyor;

    ''selamlar. naber.
    bayadır sözlükte yazılanları okuyorum. sayılara baktım. bugün de 3. gün dedim yeter. artık çık bi konuş şu kalabalığa bir iki bir şey söyle. sansasyonel ol. inanın bana 00:00'ı zor bekledim. beklerken uzun uzun düşündüm. dedim acaba neler söylesem de bu arkadaşları ti'ye aldığım meydana çıkmasa...

    benim bi kuzen var 22 yaşında. açıköğretim mezunu. ben de evde öyle takılıyorum finallere çalışıyorum, sözlüğe bakıyorum falan. bu gitmiş pederin fotoğraf makinesını kapmış. peder dediğimde amcam ha. ehe ehe. amcam fotoğrafçı benim. neyse.

    geldi bu dedi ki iki fotoğrafını çekiyim. facebook'a koyarız. olur dedim. kıyafetleri falan giydim. balkonda fotoğraf çektik. açmadı. mahalle'nin yapısı dar. ışık da pek iyi değil. bu arada fotoğrafçılığa hep heves emişimdir ama dslr'lar bok gibi para sıçmayı gerektiriyor. şu saatten sonra makine benim desem de inanmazsınız zaten önceki olaydaki telefondan sonra yemezsiniz sanırım. neyse.

    banyoya geçtik. fayanslardan yansıyan flaş burnumu güzel kapatıyor. saçlar da platin sarısı olunca çok cix fotoğraflar elde ettik. bir kısmını facebook'a koydum. sanırım 21 kişi beğendi. dedim 990 kişide 21 kişi beğensin diye mi çektik fotoğrafları. getirdim koydum ekşibişın'a. bi arkadaş görüp sözlükle paylaşmış. o paylaşmasaydı nolurdu bilmiyorum. sanırım üzülürdüm.

    dışarda mükemmel bir hayat var mottosunu fatih altaylıdan arakladım aslında. yazıklarını okudum biraz gerçek dünya internet şu bu deyince hop diye geliverdi aklıma. hayatınız yok mu sizin lafına az biraz alındınız sanırım du bakalım. ilerde 1-2 fotoğraf daha atar toparlarım. kyk yattı ayın 7'sinde alış-veriş'e gidicem.

    bu arada aklıma gelmişken, sevgi çok önemli bir şey biliyor musunuz ? insanları sevin olur mu ? kendinizi de sevin. ama ihsanı sevmeyin olur mu ? allahın cezası beni bırakıp gitti. ilişki durumu daha değişmedi facebook'ta ama değişecek biliyorum saklıyor benden.

    ~~o değil de şu yazıyı yollarken çok pis çişim geldi. ben işeyip gelene kadar neler yazılır kim bilir. iihihihiihiih çok eğleniyorum yaaa. ıffff hadi kaçtım ben altıma işicem.

    ~~o değil de fotoğraf makinesi kırılır diye korkudan eli ayağı titredi bizim kuzenin. bidahakine coolpix l5 kullanıcaz. yorumları bekliyorum bir de eksıbişın'a yeni server alınabilir mi ? hayır ilgiden çöküyo boşa gidiyo resimler. benim hazırda kyk'dan kalan 110 milyon para var. verebilirim yani.

    ~~ya o değil de ben neden bişın'daki fotoları yoruma kapalı yaptığımı açıklamadan kaçmışım. tüh gördün mü ? kılıfı uyduramadık :/''

  • ''profil resminde sevgilisiyle poz vereni sinirle arkadaşlıktan çıkardım. üzüldüyse bile sevgilisi teselli etmiştir. kahretsin yine onlar kazandı.''

  • "drakula istanbul'da" filmi, sadece türk sineması için değil aynı zamanda dünya sineması için de önemli bir yere sahip. drakula'yı doğrudan kendi ismiyle ve tek başına ele alan filmler arasında "drakula istanbul'da" filminin, sinema tarihinde çekilmiş üçüncü film olduğunu söyleyebiliriz. fakat bunun için bazı filmleri elememiz gerekiyor. mesela 1920 yılında siyah beyaz, sessiz bir film olarak rusya'da çekildiği iddia edilen drakula filmine dair elimizde hiçbir somut kanıt yok. filmin var olduğuna dair elimizde yalnızca çok ufak bilgiler mevcut.

    drakula'nın beyaz perdede ilk defa göründüğü film ise 1921 yılı macaristan yapımı olan ve károly lajthay tarafından yazılıp yönetilen dracula's death (drakula halála) kabul edilmekte. ancak bu filmin de gösterim tarihinden beri kayıp olduğu biliniyor. geriye ilk diyebileceğimiz tek bir film kalıyor. o da bir korku klasiği olan 1922 yılı alman yapımı nosferatu. ancak bu filmde kont drakula'nın ismi telif yememek için "kont orlok" şeklinde değiştirilmiş. yine de bu filmin ilk drakula filmi olduğunu söylemek yanlış olmaz.

    drakula isminin doğrudan kullanıldığı ve hala izleyebilme imkanına sahip olduğumuz ilk film ise amerikalı universal stüdyolarının çektiği 1931 yapımı dracula filmi. stüdyo bu filmin ardından pek çok devam filmi çekti. fakat o filmlerde ya drakula'nın kızı veya oğluna ya da drakula ile birlikte diğer korku film karakterlerine yer verildi. frankenstein'ın canavarı ve kurt adam gibi... bir de universal stüdyoları, daha çok kişiye ulaşabilmek için yine aynı yıl (1931) aynı stüdyoları da kullanarak drakula'yı bir de ispanyol dilinde çektiler. yani bu filmi de devre dışı bırakırsak nosferatu (1922) ve dracula (1931)'nın ardından drakula'yı tek başına doğrudan ele alan ilk film 1953 yapımı "drakula istanbul'da" olmuş oluyor.

    bu arada, ilerleyen yıllarda drakula'nın "billy the kid" ve hatta "batman" karakterleriyle bile mücadele ettiği filmlerin çekildiğini söylemekte fayda var. gerçi batman'in de yarasayla özdeşleştirildiğini düşünecek olursak bu ikilinin karşılaşması çok da mantıksız gelmiyor kulağa:)

    filme dönecek olursak, ali rıza seyfi'nin bram stoker'ın romanından uyarladığı kazıklı voyvoda adlı romanından sinemaya aktarılan film, tam anlamıyla türk işi bir drakula filmi. bu anlamda, filmin uyarlandığı romanın yazarı ali rıza seyfi ile yönetmen mehmet muhtar'ın oldukça başarılı bir iş çıkardığı ortada. bize dair pek çok öge bazı sahnelerde oldukça komik olacak şekilde filme güzelce yedirilmiş.

    -spoiler-

    film, avukat azmi'nin, kont drakula’nın istanbul'dan almayı planladığı konakların hukuki işlerini halletmek amacıyla kont drakula’nın yaşadığı topraklara yani romanya'ya gitmesiyle başlar. devasa büyüklükte bir şatoda yaşan kont drakula, etrafta yaşayan köylülerce pek de iyi biri olarak bilinmez. insanlar, drakula’nın şatosuna yaklaşmaktan bile korkar. avukat azmi ise drakula ile işlerini halledip bir an önce istanbul'a, güzeller güzeli eşinin yanına dönmenin derdindedir. kendisini dikkatli olması için uyaran köylülere ise "ben allahıma inanıyorum. fena ruhlar bu iman karşısında bana hiçbir şey yapamazlar" diye cevap verir.

    ancak, kont drakula'nın aslında kan içen bir hortlak olduğunu öğrenmesi ile birlikte romanya'dan kaçması da bir olacaktır. romanya'dan kaçarken de kont drakula'yı öldürmeye yönelik başarısız bir girişimi olur; çünkü drakula'yı nasıl öldüreceğini tam olarak bilmemektedir.

    istanbul'a dönen azmi, her şeyin düzeldiğini düşünürken aslında büyük bir yanılgının içindedir. kont drakula da istanbul'a gelmiş, hatta insanların kanlarını içmeye başlamıştır bile. kurbanları da onun gibi geceleri uyanmakta, içebilecekleri taze kan arayışıyla ortalıkta öylece dolaşmaktadırlar.

    drakula'nın, azmi'nin karısının da peşine düştüğü bir gün, azmi ve arkadaşlarının yoğun çabaları ve azmi'nin de son noktayı koyması sayesinde drakula, kalbine kazık çakılarak öldürülür.

    -spoiler-

    filmde, drakula ile verilen mücadelede kullanılan araç gereçler islami unsurlarla değiştirilmiştir. haç yerine filmin başlarında azmi, cebinden ucunda cevşen bulunan tespihini çıkarır. yine drakula’yı etkisiz hale getirmek için birkaç sahnede kuran'dan ayetlere başvurulur. ayrıca filmde bol bol sarımsak kullanılmıştır. hatta sarımsak kullanımı o kadar yoğundur ki drakula’yı gündüzleri uyuduğu tabutlarından uzak tutmak amacıyla bir ara tabutların içleri sarımsakla doldurulur. filmin sonunda ise azmi, evin her yerine koydukları sarımsak kokularından artık bıktığını söyleyip bütün sarımsakları dışarı atmak ister ve bir daha evde sarımsak görmek istemediğini belirtir. bunun üzerine karısı ise şaşkınlıkla "imambayıldıyı da mı sarımsaksız pişireyim" diye sorar. izlediğimiz şeyin bir türk filmi olduğu, bu tür sahnelerle daha da bir vurgulanır sanki:)

    film, oldukça düşük bütçeyle ve çok zor şartlar altında çekilmiştir. örneğin, filmin iki sahnesinde "minerva dikiş-nakış makinelerinin" reklamı verilir. ayrıca, filmin mezarlık sahnesinde ihtiyaç duyulan sisli atmosfer, sis makinesi alınamadığı için film ekibindeki herkesin ellerine aldıkları üç beş sigarayı içtikten sonra kameranın önüne doğru üfürmeleri ile sağlanabilmiştir. ancak, tüm imkansızlıklara rağmen film zamanına göre oldukça iyi bir iş ortaya çıkarmıştır. hatta söylenenlere göre "drakula istanbul'da", drakula’nın köpek dişlerinin uzadığının görüldüğü sinema tarihindeki ilk filmdir.

    bu arada, filmle ilgili pek çok şehir efsanesi de mevcut. söylenenlere göre film, amerika'da gösterildiği bir festivalde altyazısı bile olmamasına rağmen gösteriminin ardından izleyiciler tarafından ayakta alkışlanmıştır. hatta film, yoğun istek üzerine ikinci kez tekrar gösterilmiştir. bu bilgiyi doğrulatabileceğim bir yabancı ya da türkçe sağlam bir kaynağa ne yazık ki internette ulaşamadım. bulan olursa bana mesaj atabilir.