hesabın var mı? giriş yap

  • 100-200 zengin soytarı, bir o kadar asalak, gereksiz instagram fenomeni, sikimin influencer ları, malum kesimin bedavacıları derken organizasyon tamamen bunların üzerine kurulu.

    asıl takip eden, ya da pazar gününü bu etkinliğe ayıran halk için tamamen eziyete çevirmişler. toplu taşıma yok, yollar kapatılmış, düzen nizam hak getire.

    ben yurtdışında gittim bu organizasyona, insanlar giderken başlıyor eğlenmeye, burada ise sinir, stres ile girdi içeri bir çoğu.

    gerçekten bu ülke umutsuz vaka, yok yani çok zor, inanılmaz bir durum bu.

  • birkaç haftadır youtube’a girince yokluyorum, edebiyatla alakalı videoların izlenme rakamları gülünç derecede az. ayfer tunç ve murat gülsoy’un zevkle takip ettiğim diyaloglar dizisinin ortalama izleyicisi beş bin civarında. kıraathane istanbul’un videoları ise genellikle dört yüz, beş yüz falan. popüler kültüre, tarihe, müziğe, sanat ve bilim tarihine, sinemaya ve benzeri konulara dair içerikler belli bir süre zarfında beş altı basamaklı izlenme rakamlarına ulaşabilirken, salt edebiyat ve kitaplarla alakalı içerikler besbelli bu kadim sanatla alakadar çekirdek bir kitle haricinde kimsenin ilgi radarına girmiyor, giremiyor. oysa iyi hatırlarım, bundan sadece yirmi otuz yıl önce yeni kitap çıkaran yazarlar kanallara konuk olabiliyor, edebiyat ödülleri ve tartışmalar haber bültenleri ve gazetelerde yer alıyor, hepsi olmasa da bazı yazar ve kitaplar gündem olabiliyordu.

    pew research center, the european book and periodical association, the european commission gibi kurumların son yıllarda yaptıkları araştırmaların sonuçlarına göre amerika ve avrupa’da kitap okumaya ayrılan vakit azalırken, bir sene içinde hiç kitap okumaya insan sayısı artıyor. dr. keith stanovich yeni kuşakların derin ve uzun metinleri anlama kapasitesinin önceki kuşaklara göre daha düşük olduğunu ileri sürüyor. öne çıkan ilk sebep gençlerin sosyal medyada kısa metinlerle daha haşır neşir olması ve dikkat dağıtıcı unsurların artması. merak eden varsa çalınan dikkat’i okuyabilir. global ölçekte kitap satışlarında son on yılda bir düşüş var ama bu düşüşe “şimdilik” dramatik diyemeyiz. türkiye’de ise durum kesinlikle dramatik! ekonomik kriz, toplumsal dönüşüm, despotizm derken 2022 yılında satılan kitapların cirosu 5.7 milyar tl tutmakta. dolar bazında 211 milyon:) türkiye yayıncılar birliği’nin raporuna göre bu satışların türlere göre dağılımı şöyle.

    “2022 yılında yayımlanan kitapların yüzde 19.4’ünü yetişkin araştırma, inceleme kitapları, yaklaşık yüzde 9’unu yetişkin edebiyat sanat kitapları, yüzde 12.1’ini çocuk ve gençlik kitapları, yaklaşık yüzde 8.7’sini inanç kitapları, yaklaşık yüzde 1.4’ünü akademik yayımlar, yüzde 1.5’ini ithal yayımlar ve yüzde 47.9’unu eğitim alanındaki kitaplar oluşturdu. araştırma-inceleme alanı 73 milyon 844 bin 863, edebiyat-sanat kitapları 34 milyon 299 bin 328, çocuk ve ilk gençlik kitapları 46 milyon 048 bin 282 adet üretildi. kültür yayımcılığının toplam üretimi 154 milyon 192 bin 473 adet oldu. kültür yayımlarının toplam oranı ise tüm sektörde yüzde 40.55.”

    vurguluyorum, 85 milyon nüfusa ve 852 milyar dolarlık gsmh’ye sahip bir ülkede ancak “içler acısı” olarak sıfatlandırabileceğimiz bu kitap satışının ancak ve ancak %9’u yetişkin edebiyat sınıfına giriyor.

    “edebiyatın yaklaşmakta olan ölümüne dair en önemli belirtilerden birisi,” demişti joseph hillis miller, “dünyanın her yerindeki genç edebiyat öğretmenlerinin çoğunlukla edebi çalışmalardan kurama, kültürel çalışmalara, postkolonyal çalışmalara, medya çalışmalarına, popüler kültür çalışmalarına, kadın çalışmalarına, afrika – amerika çalışmalarına vs. yönelmesidir.”

    bir tek miller değil, bauman, eco, bloom, lodge… bunlar veya aklıma gelmeyen nice yazar düşünür edebiyatın ölüm çanını duyup vaktiyle kayda aldılar. bazıları umutluydu, bazıları umutsuz ama hiçbiri ortada bir kriz olduğunu inkâr etmiyordu.

    sanırım edebiyatın mutlu bir azınlığın kutsal kâsesine dönüştüğüne ve hayatın kuytu bir köşesine atıldığına dair ortalıkta dönen şu meşhur söylemi tartışmaya açmamız gerekiyor artık. bu tespitin bir tespit olarak kalmasının, birtakım röportaj veya panelde satır aralarına atılan bir harç olmak dışında hiçbir işlevinin olmamasının ve en önemlisi, bu sitemin barındırdığı zorunluluk halinin, yani ezelden beri edebiyatın “doğası gereği” toplumun ancak küçük bir diliminin alakadar olduğu bir sanat olduğunu öne süren, gönül okşayıcı, dile getireni müstesna hissettiren şu kaderciliğin sorgulanması gerektiğini düşünüyorum.

    soru şu: evet, edebiyat ve edebiyatçılar günümüzde eskisi kadar ilgi çekmiyor, dünyada ve ülkemizde kitap satışları, okumaya ayrılan vakit ve derinlikli metinleri okuma ve bu tür metinlere tahammül kapasitesi azalıyor. peki biz ne yapacağız? bu krizden nasıl çıkacağız? george orwell ve aldous huxley’den hangisinin haklı çıktığı, usher evi’nin neden çöktüğü, sait faik abasıyanık hikâyelerindeki sembolizmi, atay edebiyatındaki modern insanın buhranı, kafka metinlerindeki modernizm eleştirisi gibi sayısız kez irdelenmiş, ortaokuldan mezun olunca kurtulduğumuzu sandığımız mr ve mrs. brown’un lisede tekrar, en baştan karşımıza çıkması gibi can sıkan sade suya tirit konulara hasrettiğimiz vakti, bu kadim mabette böyle şeyleri dert etmenin ayıp olduğunu söyleyen saplantımızdan kurtularak duvarları çatlak, rutubetli yuvamızı kurtarmak için ayırsak fena olmaz mıydı? boğazın suları çekildiği zaman’ı bir iki sene irdelemesek de eksikliğini hissetmeyiz sanki, ne dersiniz?

    okur beklentileri değişiyor, o halde yazarlar olarak daha “akıcı” daha “basit” daha “aptala anlatır gibi” metinler mi yazmalıyız, yoksa bildiğimiz yolda yürüyüp saul bellow’un herzog’u, oğuz atay’ın tutunamayanlar’ı gibi belli bir zümre haricinde eline alanın yarım bırakmasının mukadder olduğu metinlerle böbürlenip şanlı ve sefil sonumuza kürek mi çekmeliyiz? bu “onurlu” istikamette ilerlemeye devam edeceksek bile, sesli kitapların yaygınlaşması sebebiyle artık cümlelerimizin hacmi ve sözcüklerimizin son kullanım tarihlerini hesaba katmak zorunda kalmayacak mıyız? içinde “olay” olmayan romanlar, üzerine makaleler yazmak için “kendi yazarını” bekleyen akademisyenler haricinde kaç okurun ilgisini çekiyor? örnek vermek gerekirse, şahsen kalemini çok sevdiğim şule gürbüz’ün en son yayımlanan iki ciltlik kıyamet emeklisi, pek hazzetmediğim faruk duman’ın anakronik yaşar kemal pastişi sus barbatus’u, behçet çelik ve ayhan geçgin’in romanları son yıllarda ne değiştirdi, neyi tartışmaya açtı, ne kadar gündem oldu? zaman yolculuğu yapıp hangisinin yayımlanmasını önleseydik türk edebiyatı eksik kalırdı? romantizmi artık bırakmalıyız, kabul edin veya etmeyin, edebiyat dünyası yalnızca sanat ve sanatçılardan müteşekkil bir mabet değil, ayrıca bir sektör. her ürünün güzel, iyi, enfes, muazzam bulunduğu bir sektör var olabilir mi? eleştirenin tefe konduğu, dışlandığı, yazarlar tarafından resmen sosyal medyada faş edildiği (evet, kendisini eleştiren okurları screenshot alarak takipçilerine linç ettiren yazarımsılar mevcut) bir sektörde “tüketici” olan okur satın alıp vakit ayırdığı kaç kitaptan tatmin olacaktır ve eleştirilmeyen, eksiklikleri vurgulan(a)mayan yazarlar kalemlerini nasıl kevgirden geçirecektir? böyle bir ortamda raflara “nitelikli” bir eserin konma ihtimali ne kadardır? acaba, sesli düşünüyorum şu an, acaba biz yazarlar artık birbirimizi yalamayı bırakıp biraz çatışsak fena olmaz mı? yani herkesin herkesi görünürde sevdiği şu ortamdan yayılan kenef kokusu sizin de burun direğinizi sızlatmıyor mu? yine sesli düşünüyorum, bizi bize anlatan bizden ibaret ve bize mahsus kalmakla malul eserler vermek yerine yavaştan yavaştan 510 milyon kilometre karelik bir gezegende, binlerce farklı kültürün içinde var olduğumuzu hatırlasak da eserlerimizi farklı dillere tercüme edilmeleri halinde yabancıların “fransız” kalmayacağı bir muvazenede hazırlasak edebiyatımıza ihanet mi etmiş oluruz? allah aşkına ne zaman köye tayini çıkan şehirli öğretmenin taşralılarla yaşadığı çatışmadan sıkılacaksınız?

    not: istemeden nbc’ye de giydirmiş olduk:p

    daha bir sürü soru, bir sürü tartışma konusu var ama şu sorunun kıratı hepsinden daha yüksek: şiirin akıbeti belliyken daha ne kadar “hayır canım, edebiyat değerini muhafaza edecek” diyerek gelmekte olan tufanı inkâr etmeye devam edeceksiniz?

  • öncelikle; (bkz: #30296870)

    lise 2'de babamı kaybettim.

    babam çok okurdu ve okuduklarını mutlaka bana verirdi okumam için, okumazdım, havaiydim. belki de ergenlik diyelim. halbuki orta2'ye kadar birçok klasiği bitirmiş, sayısız kitap okumuştum. ama artık okumuyordum.

    tam bir şımarık, liseli ergen tavırlarında, tüm hayatım eğlence üzerine kurulmuşken babamı kaybettim. 17 yaşındayım.

    bir iki sene sonra eşyaları toplarken babamın bana okumam için verdiği kitaplardan biri dikkatimi çekti. kitabın adı "başarılı olmak bir tercihtir" idi.

    kitabın kapağına babamın el yazısıyla şunları yazmış olduğunu gördüm;

    "tanrı'nın insana ilk emri oku! babanın senden ricası lütfen oku!"

    kapağı açtığımda gene el yazısı ile şöyle yazmıştı;

    "sevgili oğlum,

    öncelikle şunu hiçbir zaman aklından çıkarma,

    sana en çok kızdığım zaman da, en çok takdir ettigim zaman da aynı şiddette seviyorum.

    teknoloji bir çok bilgiyi sana bir anda sunuyor. belki bu yüzden okumaya gereksinim duymuyorsun.

    ama onların sana duygu yükleme şansı yok. dolayısıyla okuma senin için bir ihtiyaçtır.

    ancak böylece sen de bir makina olmaktan kurtulursun.

    lütfen beni anla, seni sevdiğimi anla, seni yarına hazırladığımı gor.

    arkadaşın baban."

  • alışık olmadığı bir iyilik ile karşılaştığı için buna cevap verme ihtiyacı duyan yayadır.

    aslında bir kültür olması gereken şey ülkemde iyilik haline gelmektedir ne yazık ki. sen arabanda oturduğun yerde konforlu konforlu oturuyorsun, arkanda yol vermekle tıkanacak bir trafik falan da yok... yaya ise yürüyüş eforu sarf ettiği gibi her türlü sıcak, soğuk yağmur, çamur, toz, ekzoz dumanı durumu ile karşı karşıya. tabi ki insan olarak yayanın üstünlüğü olacak, arabaya bindin de o insandan daha büyük bir şey mi oldun?

    ağa - maraba anlayışı genlerimize işlemiş, yani ata binmiş olan ağadır, atı olmayan ona hürmet etmelidir. ancak genel olarak şöyle bir şey de var;
    (bkz: trafikte yol verilince oluşan mahcubiyet duygusu)

    tam tersine haklı gururun bokunu çıkartan yayalar da vardır.

    (bkz: yol verilince ağır ağır hareket eden yaya)
    (bkz: yol verilince küstahlaşan yaya)

  • doğma büyüme eskişehirliyim.

    teyzemler ve halamlar bursa'da oturuyor, halamın kocası enişte bulgaristan göçmeni.

    kuzenler de doğma büyüme bursalı. teyze tarafı çarşambada, hala tarafı hürriyette oturuyordu.

    çocukluğumda yazları bir ay falan kalmaya bursaya giderdik (yaklaşık 20 sene öncesi)

    o yıllarda eskişehirden bursaya gidince orası bize çok daha güzel geliyordu. hürriyette komşuluk vardı, yazdan yaza gitsek de orada arkadaşlarım vardı, çoğu göçmen çocuklarıydı. çok sevimli temiz mahalleydi. güvenliydi.

    çarşamba daha merkezi, daha güzeldi. apartmanın altında darmstad fırınını hatırlıyorum. her yer yeşil, her yer parktı. akşamları da kültürparka gidiyorduk. o yıllarda eskişehirde kültürpark gibi bir alan sanıyorum yoktu. ailece geç saatlere kadar dolaşır yorgunluk atar eve öyle giderdik.

    geldik bu güne;

    sanırım hürriyet çok bozulmadı ama çarşamba resmen suriye olmuş.türkçe tabela görmek zor. insan kalitesi çok düşük, çok kalabalık, eski rahatlık güvenli ortam yok.

    uzun uzadıya yazmak istemiyorum, kısacası semti mahvetmişler.

    teyzemler çarşambadan dikkaldırıma taşınarak biraz olsun nefes aldılar.

    eski güzel bursa yok.

    şimdi kuzenler nefes almaya eskişehire geliyorlar.

    güzel bursamızı el birliği ile mahvettiler. ve kimse bunu nufus artışıyla sanayiyle göçle falan izah edemez. 20 yıl önce de bursada sanayi vardı, 20 yıl önce de bursa göç alıyordu.

    eski güzel bursa kötü niyetli insanlar tarafında bu hale dönüştürüldü.

    şimdi konuyu siyasete çekmiş olmak istemezdim ama eskişehirde yerelde büyükerşen'e oy atarken aklımdaki şey "eskişehir de bursa gibi olmasın"dı.

    uzun lafın kısası genç sayılabilecek bir yaşta olan ben, kötü yönetilen bir şehrin nasıl kötüye gittiğini, iyi yönetilen bir şehrin de nasıl iyiye gittiğini 15-20 yılda canlı olarak gözlemledim.

    bursa seçimlerinin bedelini ödüyor, eskişehir de seçimlerinin karşılığını alıyor diyebilirim.

  • sivas valisi salih ayhan: "pozitif olduğu halde evinde bulunamayan ve toplum sağlığını tehdit eden kişiler, kyk yurtlarına alınarak karantina sürelerinin tamamlanması sağlanacaktır.

    yurtlarda kalma süreleri boyunca oluşacak olan konaklama, yemek vb. masraflar da kendilerinden tahsil edilecektir."

    gerçekten tüm türkiye'de uygulanması gereken örnek karardır hatta masraflarıda iki kat yazarak devletin ekonomik yükü azaltılsın ;)

    kaynak

    edit: çankırı,afyonkarahisar ve mardin valilikleri de aynı kararı almış bulunmakta

    edit: tüm türkiye geneli artık (bkz: 11 eylül 2020 içişleri bakanlığı kararı)

  • az önce canlı yayında izledim

    "gecelik ilişki yaşamayı sevmiyorum. şayet yaşamayı sevsem istanbul'da yani...kemküm.....kalmazdı" dedi.

    dakika 44-45

    lafın nereye gideceğini anlayan sunucu araya girdi.-

    annen da yaşasaydı o istanbul'da aynı lafı edecek miydin?

    birilerinin anası, kızı, kardeşi yaşıyor orda. dikkatli konuş.

  • 50 sayfalık başlığın 20 sayfası "piyon" yazanlarla dolu. "benim satranca bakışım farklı üstadım"

    ahaha sizin farklı olma arzunuza çakayım kasaba entelleri sizi..

  • babama şakasına " bizim yatta arkadaşlarla bi parti yapalım uyar mı ? " dedim , " arkadaşların kim ? " dedi. bizim yat var galiba lan. dur bakalım.

  • öğretmen, öğrencisine;

    -fatih senin yaşındayken istanbul'u fethetti. peki sen ne yapıyorsun ? hala çocuk gibi şımarıp, oyun oynuyorsun.
    öğrenci: ama hocam, onun da hocası akşemseddin'di, der.

    bu kısa ve özlü hikayeden bihaber olan insan beyanatıdır.

  • nerdler loser ve kaybetmeye mahkum insanlar degildiler. kendilerini dork ile karistirmamak gerekir. nerd sifatini hak eden kisiler standart bir insanin anlamakta gucluk cekecegi zor diye tanimlanan bir alanda (bilg. bilimleri, fizik vs) ust derece akademik merak ve basari sahibidirler. kendileri genelde mastermind intj kisileri oldugundan sosyallesmekte biraz basarisiz olduklari dogrudur. bu basarisizligin bir sebebi de sosyallesmeye cok onem vermemeleridir. hatta zaman bulamiyorlar bile diyebiliriz. zeka seviyeleri yuksek oldugundan ve genelde problem cozmeyi sevdiklerinden eglenceleri de genelde kendilerini challenge edecek turdendir ki bu da onlari bilgisayar oyunlarini sevmeye veya karmasik filmler izlemeye itebilir.

    geekler icin ise herhangi bir akademik basari veya zeka seviyesi yorumu yapmak mumkun degildir. geekler herhangi bir konuya -genellikle unorthodox- fazlasiyla ilgi duyup zaman ayiran kisilerdir. o alanda derinlemesine bilgi sahibidirler. bilgi sahibi olduklari bu alan akademik bir alan degildir. ornegin star wars'in tum oyunlarini oynamis, filmleri ezberlemis, karakterlerle ruyasinda sevismis birisi star wars geek'idir. tahmin edebileceginiz star wars nerd'u gibi bir tabir mantikli ve mumkun degildir. gene tahmin edebileceginiz gibi nerd insanlarin pek cogu geek sinifina da dahil olurken bu durumun tersi gecerli degildir.

    ozetlemek gerekirse; muhendislik fakultesinde cok fazla calismadan(ya da calisarak, fark etmez), bolca garip bilgisayar oyunlari oynayip gene de yuksek not alan arkadasiniz nerd'dur. sabahlara kadar bilgisayar oyunu oynayip sinavlari pek sallamayan arkadasiniz ise geek'dir.

  • - aşkım şarjım az, kaya beni bırakacak, sabah ararım.
    - bak yavrum, iyi dinle: facebook'u açıyorum. önce arkadaş listende kaya adında kimse var mı kontrol ediyorum, öyle birini bulamıyorum. sonra, çalıştığın şirketin linkedın hesabını beğenmiş herkesi tek tek tariyorum, kaya diye birini bulamıyorum. sonra, akşam gideceğini söylediğin barın ismini twitter'a yazıp orada check-in yapanların arasında kaya adlı birinin olduğunu görüyorum. tüm tweet'lerini okurken, nikimyok caddesi'ndeki trafikten şikayet ettiği bir tweet'ine rastlıyorum. bu bilgiyi cebe koyup, kaya'nın instagram hesabına tıklıyorum. fotoğrafları tararken, bir arabanın önünde çektiği bir selfie görüyorum. bu bilgiyi de cebime koyuyorum. az önceki check-in olayına geri dönüp foursquare'de paylaştığı yer bildirimi fotoğraflarına bakıyorum. bi kahvecide çektiği fotoğrafı görüyorum. o kahvecinin sayfasına tıklıyorum ve tahmin ettiğim gibi kaya yavşağının o mekanda en çok check-in yapan kişi olduğunu görüyorum. nikimyok caddesi yakınlarındaki kahvecinin adresine bakıp o bilgiyi de cebe koyuyorum. evden çıkıp kahvecinin olduğu sokağa gidiyorum. o sokakta ve yakınındaki sokaklarda, fotoğraftakine benzer bir araba arıyorum. iki sokak ötede söz konusu arabayı buluyorum. arabaya tekme atıp alarmın ötmesini sağlıyorum. az sonra bi apartmanın ikinci katındaki bi dairenin penceresi açılıyor ve beyaz atletiyle kaya beliriyor. bi iki bakınıp alarmı susturuyor ve pencereyi kapatıyor. apartman kapısına gidip o dairenin bi üst katının ziline basiyorum. kim o diyor bir ses, "ya ben kaya'ya geldim de zili çalışmıyor sanırım, kapıyı açabilir misiniz?" diyorum kibarca. kapı açılıyor, ikinci kata çıkıyorum. kaya'nın dairesinin kapısını çalıyorum. kapıyı açıyor sormadan. kimsiniz diyor. dairenin içine adımımı atıp "ben meltem'in sevgilisiyim, şarjı bitiyormuş da şarj aleti getirdim" diyorum. aletin kablosunu kaya'nın boynuna dolayıp sıkmaya başlıyorum. gürültüyü duyunca sen geliyorsun, üzerinde bornoz var. kaya'yı bırakıyorum, suçun büyüğü sende çünkü. beni görünce korkup odaya kaçmaya çalışıyorsun. peşinden geliyorum. yüzüne tükürüyorum. yazıklar olsun diyorum, niye yaptın bunu diyorum. ağlıyorsun, açıklayabilirim diyors...
    - ay tamam, tamam! bitmiyor şarjım. of, taksiye binip eve geliyorum hemen. bişey lazım mı? yoğurt felan?

    edit: niye bu kadar sevildi anlamadım ama beğenen, paylaşan herkese eyvallah... 3 vakte kadar, bu entry'yi temel alan bi kısa filmle karşınızda olacağız inşallah. haber ederim.

    seneler sonra edit: hala mesaj atıp kısa film n'oldu diye soranlar oluyor. bir şey olmadı tabii ki, olacağı da yoktu. "abi izin ver ben bunu kısa film yapayım" diyen sayısız genç sinemacının ayağını kesmek için yazmıştım bu notu. işim gücüm vardı ve kısa filmcilerle uğraşmak gündemimin en son sırasında bile değildi. uğraşılır mı lan?