hesabın var mı? giriş yap

  • 1 dolar 8.25 tl,
    1 euro 10 tl,
    evden çıkamama,
    bir hafta sonra ne olacağının belirsizliği,
    işsiz kalanlar,
    işsizlik korkusu,
    yalnızlık,
    ses duyuramama,
    iş yerlerini kapatanlar,
    aşısızlık,
    kendi yurdunda 3. sınıf insan muamelesi,
    umutsuzluk,
    güvensizlik,
    kaybolan dolarlar, yarınlar...

    bana ne lan filistin'den, israil'den.

  • twitterda bir kız bununla ilgili bir twit atmış. arkadaş da kendi düşünmüş gibi başlık açmış.

    işte o twit !!11

    edit: arkadaş da başka yerlerden çalmış. bu kutudan bende de var. erkek de değilim tarz meselesi. ne ekmeği yendi konunun durduk yere.

  • yapılan bir çalışmaya göre bugünün maddi değeriyle yaklaşık 2.5 trilyon dolarlık zarara neden olmuş olan jeomanyetik fırtına.

    güneş bir yıldızdır ve diğer yıldızlar gibi uzaya plazma savurur. daha resmî adıyla koronal kütle atımı, biraz daha halk diliyle ise patlama olarak adlandırdığımız bu savrulmalar, güneş'in manyetik etkinlikleriyle bağlantılıdır. bu etkinliklerin yaklaşık olarak aynı uzunluğa sahip periyotları vardır. periyot içerisindeki döngü, etkinliğin yavaş yavaş artması, maksimum seviyeye gelmesi ve yeniden yavaş yavaş azalarak bir sonraki döngü başlamadan önce hemen hemen bitme noktasına gelmesi şeklinde gerçekleşir. periyodun etkin olduğu sürelerde güneş üzerinde manyetik lekelerde de artış ya da büyümeler gözlenir. etkinlik ne kadar yoğun olursa, uzaya plazma atımına neden olan patlamalar da o kadar güçlü olur.

    plazma uzaya fırlatılınca ne olur? güneş küresel bir cisim olduğundan, kürenin dünya'ya dönük kısmından fışkıran güneş maddesi dünya'ya ulaşır. dünyanın manyetik kalkanıyla karşılaşır. plazma dediğimiz şey elektrik yüklü parçacıklardan oluşur. bu parçacıklar dünya'nın manyetik alanında birtakım etkileşimlere girerler ve biz bunları ışıma olarak, daha özel adıyla da auroralar olarak görürüz. elbette parçacık akısı ve ona bağlı olan etkileşim ne kadar bolsa auroralar da o kadar belirgin olur ve geçici olarak daha alçak enlemlerden de görülecek kadar yaygın hâle gelirler.

    1859 yılında gerçekleşen carrington olayının bu denli meşhur olmasının nedeni, plazma yoğunluğunun çok fazla olduğu bir döneme denk gelmesidir. ingiliz astronom richard christopher carrington, güneş üzerindeki hareketliliği fark eden ilk kişiydi. bu nedenle olaya da onun adı verildi.

    yukarıda yazdığım gibi auroralar yoğun etkinlik dönemlerinde alçak enlemlerden geçici olarak görülecek duruma gelirler normal şartlarda yüksek enlemlerde çok sık görülür bu olay. carrington olayında ise auroralar dünyanın her yerinden görülecek derecede yoğunlaştı. bazı bölgelerde yaşayan insanların sabah oldu sanarak kahvaltı hazırladığı, gökyüzündeki ışığın gazete okumaya yetecek kadar aydınlanma sağladığı, bilgiler arasındadır.

    görsel şölene ek olarak büyük bir sorun da çıkar ortaya: telgraf ve elektrik şebekeleri arızalanır. başta belirttiğim kadar büyük bir maddi zararla sonuçlanır bu durum.

    günümüzde uzayda güneş'i yakından inceleyen ve internet üzerinden verilerine de erişebileceğiniz uydular var. eğer benzeri bir olay bugün olursa, bunun elektronik aletlere vereceği zararın da oldukça fazla olacağını sanırım tahmin ediyorsunuz. artı olarak bu durum, uzayda bulunan gözlem uyduları için de büyük bir tehlike arz ediyor çünkü elektronik ve hassas aletler olan bu uyduları sarıp sarmalayacak yüksek dozlu bir radyasyondan bahsediyoruz.

    #159668331
    koronal kütle atımlarının dünya'ya ulaşması birkaç gün alır. aşırı büyük ve güçlü atımlarda bu süre saat bazına düşer. 15 saat kadar kısa sürede dünya'ya ulaşarak etkisini gösterebilir. yukarıda bahsettiğim güneş gözlem uyduları sayesinde bunlardan erken şekilde haberdar olmak günümüzde mümkün.

  • insanı üzen şeylerdir genelde... taa ki onca zaman sonra ilk defa türk yemeği yiyene kadar.
    sonra trafiğe çıkanca yine üzer sizi.. o ayrı mesele.
    sonra yine yemeğe oturursunuz, bir soslu dürüm, bir içliköfte.... mutlu olursunuz.
    sonra atm kuyruğunda arkanızda duran adamın omuzunuzun üzerinden neredeyse el gözeneklerinizi görebilecek kadar dibinize girdiğini görüp, yine üzülürsünüz...
    sonra bir tatlıcaya girip bir porsiyon baklava yersiniz... mutlu olursunuz
    tatlıcıdan çıkarken ayağınız parampinçik olan kaldırım taşlarına takılır, üzülürsünüz.
    ve bu gider böyle....

  • bir fransız, bir alman ve bir türk müzedeki "adem ile havva cennette" tablosuna bakıyorlarmış.

    alman:
    "vucutlarının kusursuzluğuna bakarsak bunlar mutlaka almandır" demiş.

    fransız:
    "hayır, havva'nın güzelliği ve adem'in yakışıklılığına bakın. bunlar olsa olsa fransızdır" deyince,

    türk karşı çıkmiş:
    "bunlar kesin türk. baksanıza, üstte yok, başta yok. yiyecek de elmadan başka birşeyleri yok ama hala kendilerini cennette sanıyorlar! "

  • ilkel insan için mucize, yaşamın kaynağı ve doğanın işleyişinin temel yöntemiydi. faydasına ya da zararına sebep olan ateş, nehirlerin akışı, seller veya kuraklık, şimşek ve yıldırım gibi her doğa olayının arkasında akıl erdiremediği birer sır gizliydi.

    o halde bu olaylara sebep olan doğa üstü varlıklar olmalıydı. önceleri kendisinden güçlü hayvanların bu tür gizli güçleri de olabileceğine hükmetti. bugün mağara duvarlarına resmedilmiş hayvan figürleri bunu doğrular nitelikte.

    insan, bilinci geliştikçe üzerinde yaşadığı yeryüzünden daha da akıl almaz, ulaşılmaz ve dolayısı ile çok daha gizemli olan gökyüzünü keşfetti. haliyle yeryüzünde akıl erdiremediği olayların da sebebinin göklerde olabileceğini düşünmeye başladı. gizli güçlere sahip olabileceğini düşündüğü güçlü hayvanları gökyüzünde gözlemlediği yıldız kümelerine yerleştirmesi bundan kaynaklandı.

    “gökyüzünde ne oluyorsa bunun yeryüzünde bir karşılığı vardır” inancı böylece oluştu. sümer tabletleri’nin bulunması ile tarihsel anlamda ilk kez yazılı bir kaynağına ulaştığımız bu bilgi, aslında insanlığın kollektif bilincine binlerce yıl boyunca öylesine yerleşmişti ki hiç düşünmeden gerçekliğine inandığımız pek çok fikrin de temel taşını oluşturdu.

    bu fikirleri sistematize etmeye kalkışacak olursak temel olarak üç ana grupta toplayabiliriz:

    - bunların ilki sümer dini’nin, daha sonraki uygarlıkları da etkilemesi sonucu aynı mitlerin, yerel motiflerle yeniden anlatılmasıyla ortaya çıkan zahiri dinlerdi.

    - ikinci düşünce biçimi ise “gökte ne varsa yerde de o vardır” özdeyişinin zahiri dinlerin bile ortaya koyamadığı gizemli tanrısal gerçeklerin anahtarı olduğunu ve bu gizemlerin ancak seçilmişlere açılacağını düşünen batini inançları (kabala, ezoterizm, gizemcilik, hermetizm, mistisizm, astroloji) şekilendirdi.

    - son olarak gökteki olayların yerdekilerle ilişkisini, aklın süzgecine koymayı akıl edenlerin ortaya çıkmasıyla, mitolojiden felsefeye evrilen düşünce ve astrolojiden astronomiye evrilen bilim ortaya çıktı.

    böylece birbiri ile farklı kulvarlardan ilerleyen ve tamamen birbirine zıt yaşam biçimleri ortaya çıkaran iki felsefe ortaya çıktı:

    - evrenin tanrının iradesi ile oluştuğunu düşünenler, uzun süre bunun tamamen tanrının hiç bir kuralla sınırlanmamış iradesi ile oluştuğunda ısrar etseler de zamanla doğanın kurallarına ilişkin bilgimiz arttıkça ve ardı ardına olayların birer neden sonuç ilişkisine bağlı oldukları kanıtlandıkça bu iddialarını terk ettiler. bunlar zaman içerisinde, tanrının ilk hareketi belli bir tasavvura uygun olarak veren güç olmakla yetindiğini ve geri kalan kuralları da en baştan belirlediği için, olacak olanları da baştan bildiği fikri etrafında mevzilendiler. bunlara, fikrin ağababalarından biri olan platon’un koyduğu isimle idealistler dendi.

    - karşıt görüşte olanlar ise tanrısal bir iradenin varlığını baştan reddedip, evreni harekete geçiren gücün evrenin kendisinden başka bir kaynağı olamayacağını savundular. dolayısı ile şu an evrende bir irade, (insan iradesi) mevcutsa bu, ancak evrendeki malzemenin evrim yoluyla işlenmesi ile ortaya çıkabilirdi. bunlar da maddeyi evrenin başlangıcına koyup herşeyin maddesel olduğunu ileri sürdüklerinden “materyalist” olarak adlandırıldılar.

    ancak birbiri ile farklı kulvarlardan ilerlese ve tamamen birbirine zıt yaşam biçimleri ortaya çıkarsa da bu iki çerçevenin ortak bir savı bulunmaktaydı:

    bu nokta ise evrenin bir varoluş anından başlayarak dizgesel bir süreçte gelişmekte olduğu fikri idi. buna “zaman” diyorduk ve sabit aralıklarla işleyen bir düzene sahipti. ve böylece, “evreninin işleyişinin, evrende gerçekleşen olayların belirli yasalarla belirlenmiş ve bu belirlenmiş olayların gerçekleşmelerinin zorunlu olduğunu” öne süren bir öğreti ortaya çıkmış oldu. bugün buna “determinizm” (belirlenircilik, gerekircilik veya belirlenimlilik) diyoruz.

    bu inanç (artık bunun bir inançtan öte olmadığına eminiz) nerdeyse 20nci yy’in başına kadar varlığını korudu. 19ncu yy’da yaşamış ve materyalizmi şahikasına çıkaran das kapital’i kalame almış büyük düşünür karl marx şöyle demekteydi:

    “tarihte ne olduysa, öyle olması gerektiği, başka türlü olamayacağı için öyle olmuştur."

    ama biraz yakından bakınca bunun idealizmi doruğa çıkarak büyük düşünür georg wilhelm friedrich hegel’in determinist söyleminden pek de farkı yoktu. hegel'e göre “us dünyaya egemendi, dünya-tarihinde ussal olan ilerlemekteydi. ilerleyen dünya-tarihi sürecinin bir amacı bir son ereği vardı.”

    yani ister metafizik-teolojik olup tanrı’nın iradesinden, ister mekanik ve biyolojik olup doğanın yasalarından hareket etsinler, her iki düşünce yönteminin ortak noktaları, tarih yorumlarında determinist olmalarıydı. hegel'in de marks'ın da “tarihin belirli yasalarla yönetildiği”ne ilişkin belirlenimci savları ortaktı. hatta denilebilir ki marks söz konusu tavrı zaten hegel'den edinmişti.

    marks'ın hegel'in determinist yaklaşımına katkısı şuydu:

    - hegel, tarihi başlatan ilk hareketin tanrısal olduğuna ve tüm maddi evrenin bir usun şekil vermesi ile ortaya çıktığına ilişkin idealist savı yinelemekteydi.

    - marks buna karşı yönden taarruz ederek, tersine, önce maddenin varolduğunu ve usun o maddenin evrimleşmesinin eseri, zorunlu olarak meydana geldiğini savundu. zaten kendisimin de “hegel'in diyalektiği baş aşağı duruyordu; ters çevirdim ki, ayakları üstünde dursun" derken kastettiği budur.

    yani uzun lafın kısası insanlık, tarihinin başından bu yana bu iki düşünce zıt düşünce arasında gidip gelmekteydi ve bu fikirlerin en güçlü savunucuları olan hegel ve marx’ın da bu ikiliği çözmek konusunda getirebildiği temel bir yaklaşım bulunmuyordu.

    derken 20nci yy’ın ortalarına doğru ani bir gelişme oldu. yeni yetme bilim insanları filozofların gözü önünde, binlerce yıllık determinist geleneği yerle yeksan eylediler:

    önce, einstein’ın “genel görelilik kuramı” mutlak zaman düsüncesine son verdi. derken planck’in “kuantum teorisi” ve heisenberg’in “belirsizlik ilkesi” ile güçlenen indeterminizm, laplace’ın “evrendeki tüm nesnelerin belli bir andaki konum ve hızları verildiği takdirde gelecekte veya geçmişte herhangi bir andaki durumlarının kestirilebileceği” yolundaki determinist anlayışını yıkıverdi.

    bense bütün bunları aslında çok güncel bir gözlemimden dolayı kaleme aldım:

    günümüzde olayın temelini kavrayamayan ister caner taslaman gibi dinci, ister muhtelif mistik (spritüel, gizemci, ezoterik, falcı, reikici, budist, taoist, sufi) düşüncedeki çevreler, bunda materyalist felsefenin çöküşünü görmektedirler. onlara göre evrenin, matryalistlerin sandığı gibi birbirine bilardo topları gibi çarpan atomlardan değil varlığı ve yokluğundan emin olamadığımız atom altı parçacıklardan oluşan indeterminist bir yer olduğunu anladığımıza göre artık tanrısal mucizelerden de yeniden konuşmaya başlayabiliriz. (bkz: #70928805)

    oysa farkında olmadıkları husus, aynı indeterminist altyapının, en fazla tanrı inancının (ya da o güce verdikleri ad her neyse) mutlakiyetçi yapısına zarar vermekte olduğudur. çünkü evrende tesadüflerle yer bulunması, her şeyden önce "tanrı iradesi" kavramı ile çelişir. zira bu durumda tanrı varsa bile kendisinin bile tahmin edemeyeceği sonuçlar üretebilen bir evren yaratmış olmalıdır.

    söz konusu çelişki einstein'ı da çok şaşırmıştı. öyle ki idealist - determinist yaklaşımla yeni kuramlar arasındaki çelişkinin farkına varınca, rastlantısallığın evrenin olayların oluşumunda anahtar önemde olabileceğini savunanlara karşı tarihe malolmuş özdeyişi ile:

    tanrı zar atmaz!” demişti.

    geç gelen edit: aslında einstein, böyle bir söz de sarfetmemişti. ama konumuz bu değil!

    geç gelen edit geç gelen edit:
    bir ifade hatası yaptığım gerçek. einstein, "tanrı zar atmaz" demişti elbette.
    ancak bunu derken teolojik bir manada söylememişti, fizik bilimi anlamında konuşuyordu. zira o tek tanrılı dinlerin tanrısına inanmıyordu. görüşleri olsa olsa panteizm olarak tanımlanabilir.

    (bkz: #59020692)

    (bkz: #59020674)

  • kumarbazlar ve krupiyeler monte carlo strategy olarak adlandırırlar. misal: ruleti 1000 sefer çevirirseniz, kırmızı ve siyahın gelme sayıları 500'er olacaktır. buradan hareketle, 6 sefer üst üste siyahın geldiği bir masada 7nci elde kırmızının gelme ihtimali daha fazladır. işte yanılgı! çünkü kırmızı veya siyahın gelme olasılıkları bu elde de hala %50'dir.
    bu da aynı yanılsamaya gerçek hayattan bir örnek:
    eğer bir hava yolu yolculuğu yapacaksanız, kendi emniyetiniz için yanınıza bir bomba alın. çünkü aynı uçağa bombalı iki yolcunun birden binme olasılığı neredeyse sıfırdır!

  • sipariş verilen yer: cafe kazancı.
    ön bilgi: sipariş verenler bir haftaya yakındır hastadır. cafe kazancı'dan ev yemeği menüsü söylerken telefonla siparişte çorba seçeneği bulunuyorken yemeksepeti üzerinden verilen siparişlerde o seçenek bulunmamaktadır. sipariş verildiği sırada restoranın kapanmasına 8 dakika vardır.

    not: eve getirdiğiniz menüde yan ürün olarak çorba da söyleyebileceğimiz yazıyor ya, bu siparişimizde cacık yerine çorba gönderirseniz o kadar seviniriz ki anlatamam. yani son dakika siparişinde böyle bir şey isterken biraz çekiniyorum açıkçası ama bi evde iki hasta olmak da epey üzücü :(

    sonuç: cacık yerine tek bir çorba beklerken, cacık+2 çorba gelir. çorbaların üzerindeki "geçmiş olsun!" notu da cabası. minnetle yaşaran gözler, öksürükler eşliğinde söylenen "insanlık ölmedi cafe kazancı'da yaşıyor" şarkıları...